Penaltı ontolojisi, penaltıbilimi

“Seri penaltıların zalimce olduğu açık. Turnuva boyu sarf edilen emek, 'maç performansı' heder olmuş oluyor. Ama yine de bir olağanüstü hal uygulaması olarak penaltı çözümü, futbol anayasasına uygundur. O kalkık kaşlı futbol bilgeliğini hatırlayalım: 'Futbolun içinde bu da var.' Adı üstünde, penaltı=ceza.”

02 Ocak 2023 15:37

2022 Dünya Kupası, kupa tarihinde en fazla sayıda maçın seri penaltılarla sonuçlandığı turnuva oldu. Sekizde birlik finallerde 2, çeyrek finalde 2 maça ilaveten, final de seri penaltılarla neticeye bağlandı. Daha önce 1990, 2006, 2014 ve 2018’de dörder maç penaltılara gitmişti. 1994 ve 2006’dan sonra, finalin penaltılarla sonuçlandığı üçüncü turnuva.

Avrupa Futbol Şampiyonası finallerinde daha önce ortalama 1 veya 2 maç penaltılara kalırken, son iki turnuvada üçer maç penaltılarla sonuçlandı. Penaltı uygulamasının 1972’den beri uygulandığı Avrupa kupalarına bakarsak, Şampiyon Kulüpler Kupası/Şampiyonlar Ligi finallerinin toplam 11’i penaltılara kaldı; bunların beşi son 20 yılda. UEFA Kupası/Avrupa Ligi’nde 8 final penaltılara kaldı; bunların üçü son 10 yılda.

Seriye bağlama rekorları

Geçerken Türkiye’ye de bakalım. Türkiye Kupası finallerinin sadece beşi penaltılara kalmış; üçü son 15 yılda. 28 Kasım 1996 gecesi, kupanın 6. turunda Gençlerbirliği-Galatasaray maçının 1-1 bittikten sonra penaltılarla 17-16 sonuçlanması, dünya seri penaltılar tarihine katkımızdır. Bu penaltıların hikâyesini www.macanilari.com sitesinden okumanızı tavsiye ederim. Acayipliği, iki kalecinin de on altışardan otuz iki penaltı boyunca tek bir kurtarış yapamamasıydı. En nihayet 33. penaltıyı Gençler kalecisi Kubilay Aydın kurtarmıştı. 

Fakat güzide müsabakanın Guinness Rekorlar Kitabı’na tutunamamasının nedeni de, brütünün düşük (1!) olması. Rekorlar kitabında bu dalda uzun süre 2005 Namibya kupa finalindeki KK Palace - Civics maçı saltanat sürdü. Onu da skoru 17-16 idi ama 15’i de kaçmış, toplam 48 penaltı atılmıştı. 2016 Haziranı’nda Çekya’nın iki 5. lig takımı SK Batov 1930 ile FC Frystak, bir kupa maçı sonrası penaltılarda 22-21‘lik skorla bu rekoru kırdılar. Geçtiğimiz yıl rekor yenilendi. 10 Mart günü, İngiltere lig sisteminde 10. kademede yer alan Washington FC ile Bedlington Terriers, bir yerel turnuvada normal süresi 3-3 biten maçın penaltılarında 25-24’lük skora ulaştılar. Ajanslar, seyirci sayısından (40’mış) daha fazla penaltı atıldığını “haber yaptılar”. Sahiden, insanın iflahını kesecek “seriye bağlama” vakaları...

Neyse... Görülen o ki, elemeli turnuvalarda maçların penaltıya kalma ihtimali artış eğilimi gösteriyor. Dahası, futbolda beraberliği Amerikan skorcu aklıyla “saçma” bulanlar, berabere biten her maçın seri penaltılarla bir galip çıkartılması “procesiyle” oynuyorlar. VAR uygulaması da çalınan penaltı sayısını artırmış görünüyor. Futbol sahnesinde penaltının rolü artıyor, kısacası. Biraz penaltının ontolojisine eğilelim.

Penaltı ontolojisi

Penaltı, İngilizce orijinaliyle (penalty), “ceza” demek. Ceza vuruşu. Fransızca, İspanyolca, Portekizce, Rusça (пена́льти), Japonca (ペナルティーキック: penarutī-kikku) hep aynen çevrilmiş, penaltı deniyor. Arapçada darba’ ceza deniyor; ceza darbesi! Çince karşılığı olan diǎnqiú, Cevdet Kadri Kırımlı’dan öğrendiğime göre 点球 diye yazılıyormuş, 点 nokta, 球 top; yani noktaya konmuş top. İtalyancası tuhaf, rigore; “sert, katı” manâsında. Almancası en büyük istisnayı teşkil ediyor; gayet Anglosakson bir serinlikle: Elfmeter, yani on bir metre. Eski Türk Dil Kurumu da, “On bir metre ödeği” diye öz-Türkçeleştirmişti.

Tarihçesi de penaltının icadında cezalandırma saikinin belirleyici olduğunu gösteriyor. Fikir, İrlanda’da FC Milford takımının kalecisi McCrum’dan çıkmış. 1890’da ligde son sırada olan takımının 10 maçta 62 gol yemiş olan bahtsız kalecisi, gaddarca faulleri dert etmiş; bunların cezalandırılması ve bedelini bütün takımın ödemesi gerektiği kanaatinde imiş. Federasyona bir dilekçe vererek, kaleye yakın bölgede savunan takımca yapılan faullerin kaleye doğrudan kullanılacak bir atışla cezalandırılmasını önermiş. Federasyon öneriyi benimsemiş ve hemen tatbikata geçilmiş. İlk zamanlarda on bir metre mesafede herhangi bir noktadan kullanılabiliyormuş penaltı atışı, istenirse şut çekmek yerine topu sürerek de kullanılabiliyormuş, kaleci beş buçuk metreye kadar öne çıkabiliyormuş. Bazıları, “ancak bir kalecinin, kendisini şovun merkezine yerleştirecek böyle teatral bir fikre kapılabileceği” yorumunu getirerek alay etmişler bu yeni icatla. Bazı takımların ilk başlarda fairplay’e aykırı ve onur kırıcı bularak penaltı kullanmayı reddettikleri aktarılıyor!


Penaltının mucidi McCrum anısına büst

Seri penaltının icadı

Esas konumuz seri penaltılar. Onun resmî mucidi, İsrailli Yosef Dagan’dır. 1965’te İsrail Futbol Federasyonu Genel Sekreteri olan Dagan, kupada berabere biten maçların tekrar oynanması veya para atışıyla kur’aya bırakılması yerine seri penaltı atışları yapılmasını önce kendi federasyonuna kabul ettirdi. Sonra, 1968 Olimpiyat Oyunları’nda uygulanmasını sağladı. 1969’da FIFA’nın yayın organına “Kur’a atışının çok zalimce, kaybeden için adaletsiz, kazanan için onursuz” olduğunu savunan bir yazı yazdı. 1970’te seri penaltı resmen “yasalaştı”. 2000 yılında UEFA Dagan’a bunun için bir berat verdi.

Daha erken icatçı adayları da var ama. Onların “tarzları” biraz farklı. 1942’de Brezilya’da Sao Paolo Eyaleti Futbol Federasyonu, berabere biten elemeli maçlarda o zamana kadar olduğu gibi korner sayısı fazla olan takımın kazanması yerine üçer penaltı atılmasına karar vermişti. Onların uygulamasında, her takımdan aynı oyuncu bütün penaltıları atıyordu. 1962 Eylül başında, İspanya’da Cadiz’de yapılan bir geleneksel turnuvada oynanan Barcelona-Real Saragoza maçında, FC Cadiz’de görev yapan, spor gazetelerinde de yazan Rafael Balesterer’in seri penaltı modeli uygulandı. Bu modelde önce bir takım art arda beş atış birden kullanıyor, sonra diğer takım beş atış yapıyordu.

Lotarya mı, uzmanlık mı? Penaltıbilimi

Bir uçta seri penaltı atışlarına lotarya, şans, rulet diyenler var, öteki uçta bu işi başlı başına bir uzmanlık sahası, bir zanaat olarak görenler...

Lotarya tezini hararetle savunanlar ve seri penaltılara “çalışmayı” saçma bulanların tipik temsilcileri, uzun süre İngiliz futbol erbabı idi. Glenn Hoddle, Roy Hodgson, sözgelimi, seri penaltı atışlarının “simüle edilemeyeceğini” savundular. Baskı, gerilim, yorgunluk gibi faktörlerin antrenmanı olmazdı onlara göre. Ve tabii önceki maçların kötü hatırasının ve manevi yükünün de! Zira malum, seri penaltılarda kaybetmek bir “İngiliz hastalığı...” İngiltere 1990 Dünya Kupası yarı finalini (Almanya’ya), 1996 Avrupa Şampiyonası yarı finalini (Almanya’ya), 1998 sekizde bir finalini (Arjantin’e), 2004 Avrupa Şampiyonası ve 2006 Dünya Kupası çeyrek finallerini (Portekiz’e), 2012 Avrupa Şampiyonası çeyrek finalini (İtalya’ya), son olarak da 2022 çeyrek finalini (Fransa’ya) kaybetti. Gerçekten lanete inanabilir insan.

İstatistiklere göre ulusal takımların seri penaltıları kazanma oranları şöyle: Almanya % 83, Brezilya % 64, Paraguay, Arjantin % 60. En alttakiler: İtalya % 38, Hollanda % 29, İngiltere % 14. Penaltıbilimcileri, takımın penaltı geçmişinin oyuncuların performansını kesinlikle etkilediği kanısındalar. 2006’da Portekiz takımı oyuncuları, kendi ustalıkları yanında İngilizlerin ezikliğine güvenerek maçı bilinçli olarak penaltılara sürüklediklerini anlatmışlardı.

Penaltıbilimcileri dedim; gitgide sayısallaşan futbolda, sahiden penaltı etütleri ayrı bir branş haline gelmiş durumda. İşin uzmanları var, kulüplere raporlar hazırlıyorlar. Penaltı yazılımları var; olasılık hesapları, regresyon analizleri yapıyor, her oyuncunun atış kalıbını çıkartıyorlar. Koşu açılarına bakıyor; ne fazla diklemesine ne fazla açılarak, yaklaşık % 30 açıyla koşarak gelmenin isabet oranını yüzde 15-20 puan artırdığı sonucunu çıkarıyorlar mesela. (2006 Dünya Kupası’nda Lehmann’a, Arjantin’in penaltıcılarının GBT’sini belletmişlerdi ya... İkisini kurtardı – birisi listede yoktu).


2006 dünya kupasında Alman kaleci Lehmann, elinde  Arjantinli oyuncuların penaltı stillerini içeren listeyle... Sağda: Lehmann'ın meşhur listeyle göründüğü balmumundan heykeli. Arjantinli Riquelme'ye göre ise aslında liste blöften ibaretti, kâğıtta bir şey yoktu ve amaç, Arjantinli penaltıcıları korkutmaktı...

İşin psikolojisini dört safhada inceliyorlar: Uzatmanın bitimindeki dakikalar, orta yuvarlakta bekleme anları, penaltı noktasına yürüyüş, penaltı noktasındaki hazırlık anları. 2. safhanın gerginliği en fazla artıran safha olduğunu saptamışlar; genellikle kimse konuşmuyor, kasıldıkça kasılıyor. Kaleciye bakamamak sadece semptom değil, bir zaaf. Acele etmek bir zaaf.

Eskiden penaltının yerini tutan para atışı da etkisini hâlâ alttan alta sürdürüyor: seri penaltılarda ilk atan takımın kazanma oranı % 61.

Bir not daha: Penaltıların gol olma oranı genelde % 78, dünya kupalarında % 71.

Kaleci: sinir harbi, sezgi, oyun teorisi

Son Dünya Kupası’nda “altın eldiven” ödülü, Arjantin kalecisi Emiliano Martinez’e verildi. Seri penaltılarda 4 kurtarış yaptı adam. Bazıları için iyi kaleciliğin temel ölçütlerinden biri, penaltı kurtarabilmesidir.

Emiliano Martinez, penaltılarda psikolojik harp yöntemlerini kullanmasıyla dikkat çekti. Topun doğru yere konmasıyla ilgili hakemi uyararak, sağa sola bağırarak, topu kenara atıp rakibini gidip almaya mecbur ederek dikkat dağıttı, asap bozdu. Penaltısavarlıkta sinir harbi, yöntemlerden biridir. Liverpool kalecisi (1981-1994) Grobbelaar’ın soytarılıkları, bu sanat dalında emsalsizdir.

Büyük kaleci Gianluigi Buffon çalışmak yerine sezgiye güvenmek gerektiğini savunanlardan. Hatta bir seferinde akşam rakibin muhtemel penaltıcılarının videolarını izlemeyi önerdiklerinde, “boşver, porno seyrederim daha iyi” cevabını vermiş!

1986’da Şampiyon Kulüpler finali seri penaltılarında Barcelona’nın 4 atışını çelen Steaua Bükreşli Helmuth Duckadam, “oyun teorisi” mantığıyla davrandığını aktarır:

“İki kez sağa atladığıma göre bu defa sola atlayacağımı düşünecek, o halde yine sağa atlayayım... Dördüncüde atlayacağım tarafı değiştirmeyeceğimi düşünecek, bu defa sola atlayayım.”

Panenka!

1957’de, o dönem Belçika futbolunun yıldızı olan Rik Coppens, İzlanda’ya karşı 4-0 öndeyken bir penaltıyı arkadan koşup gelen arkadaşına pas vererek kullanmıştı. Johann Cruyff, Ajax formasıyla 1982’de aynısını yaptı.

Futbol tarihinin herhalde en acayip penaltısına dair bir rivayet var. 1971’de Sovyetler Birliği 3. liginde yer alan Ukrayna takımı Stroitel Poltava’da oynayan Alex Molodestkiy, antrenörünün becerirse milli takımda oynayacağı vaadi üzerine, delice bir denemeye girişmiş. Sekiz metre gerilip koşarak ileri doğru uçmuş ve kafa vuruşuyla penaltı atmayı başarmış! Ağzı yüzü kan içinde, geçici baygınlık geçirdiği, kalecinin dehşete düştüğü için topa müdahale edemediği aktarılıyor. Fakat yerel tanıklardan fazlası yok – rivayet...

Son yıllarda revaç gören atış yöntemi, yavaş yavaş gelip kalecinin meyline bakarak topa vurmak. Japonya’da korokoro diyorlarmış buna, yavaş yavaş yuvarlanmayı anlatan onototopoeiatik (ses yansıtmalı) bir kelime. Brezilya’da paradinha diyorlar; Portekizce “kısa, küçük bir duraklama” anlamına geliyor. Neymar’ın penaltı stiline, paradinha’nın suyunu çıkarttığı için paradona diyorlar, yani büyük bir duraklama! Skandal örneği, şurada:

Penaltı atış yöntemi deyince akla tabii ki marka-isim, Panenka gelir! Futbolda bir harekete-tekniğe adını vermiş üç futbolcu var: Cruyff dönüşü, Zidane ruleti ve Panenka penaltısı. Asla Cruyff ve Zidane gibi bir yıldız olmayan bu mütevazı Çek futbolcu, sadece bu “numarası” sayesinde onlarla aynı onuru paylaşıyor. İtalya’da cucchiaio (kaşık) da diyorlar bu vuruşa, Güney Amerika’da cavadinha (küçük kürek) da diyorlar, fakat topun dibine girip, kendini bir kenara atmış olan kalecinin çaresiz bakışları altında kaleye usulca süzülmesini sağlayan o vuruşun adı, dünyanın her yerinde Panenka’dır.


Antonin Panenka

Antonin Panenka, Panenka vuruşunu, 1976 Avrupa Şampiyonası finali seri penaltılarında Almanya’yı dize getirirken icra etti. Öncesinde yaklaşık iki yıl çalışmıştı. Zannedildiği kadar kolay değildir; ciddiyet, ritim ve konsantrasyon eksik kalırsa, “nafile Panenka” durumuna düşülebilir (https://11freunde.de/artikel/panekacke/7479138). “Seyircilere yeni bir şey sunmak, bir şey yaratmak istiyordum. Futbolun bir topu tekmelemekten daha fazla bir şey olduğunu göstermek istiyordum” diye anlatır Panenka “eserini”. Eser diyorum, zira İspanyol yazar César Sánchez Lozano, “bir sanat eseri” diye yazmış bu vuruşla ilgili; “üstelik komünist bir ülkeden böyle yaratıcı ve anlık-kendiliğinden bir şey” çıkmasına da kendince şaşırmış! Antonin Panenka, “Çek karakteri” ile açıklıyor Panenka penaltısının ruhunu. “Aslan Asker Şvayk’ın soyundan geliyoruz” diyor: “Her şeyi fazla ciddiye almayız, mizahla bakarız. Emprovizasyon kabiliyetimiz de iyidir.”


Zinedine Zidane 2006 dünya kupası finalinde İtalyan kaleci Buffon'u Panenka penaltısı ile altetmişti.

Atıştırmalık

Geçerken, dört dakikalık bir tuhaf penaltılar demeti sunayım size. Topukla atılan da var ama asıl 1:20’de ve 3: 25 başlayan ikisine bakın derim. İlkinde kaleci penaltıyı çelmiş zafer naralarıyla yürüyüp giderken, henüz ivmesini yitirmemiş olan başı boş top falsolarla döne döne çizgiyi geçiyor, gol! İkincisinde üst direğe çarpan top havalanıyor, yükseliyor, yükseliyor, sonra alçalıyor, alçalıyor ve sevinç içinde arkadaşlarına koşan kalecinin çoktan terk ettiği kalenin içine düşüyor, gol! Penaltı, sadece atılırken değil, bazen atıldıktan sonra da uzun sürer!

Bir düello, bir epilog

Cruyff penaltıyı aşağılardı. Ona göre oyunun ruhu akışta, sürekli harekette ve sezgide idi. Karşılıklı durup hakemin düdüğünü beklemek ve tek bir aksiyona kilitlenmek oyunun ruhuna aykırıydı.

Cruyff gibi bir azizin tavrında hikmet vardır. Buna karşılık penaltıya saygıda kusur etmemek gerektiğini söyleyen bir futbolsever öğretisi de var. Ben Lyttleton’ın 2014’te yayımlanan leziz Twelve Yards kitabı –alt başlığıyla: Mükemmel penaltı vuruşunun sanatı ve psikolojisi– penaltıya methiye mahiyetindedir. Bu yazıdaki bilgilerin önemli bir kısmını oradan aldım.

Lyttleton penaltıyı müthiş bir düello olarak düşünebileceğimizi söylüyor. Seri penaltılar lastik gibi uzayan bir spagetti-western düellosu... İngiliz dili ve edebiyatı doçenti Adam Smyth’e atıfla, “bir Shakespeare parçasının epiloguna” benzetiyor seri penaltıları. Zira ana eseri (90 dakika ve uzatmaları) tematik olarak devam ettiriyor ve daha önce olmuş olanlara anlam kazandırıyordur seri penaltılar; ama bir yandan da bağımsızdırlar, o olay akışının dışında bir yerdedirler. Bir Shakespeare epilogu gibi, seri penaltılar da “Esas drama bir ilave gibidir” der: “Bir bakıma yanlış hakikattir.” Eh, seri penaltı neticesi resmen skordan ayrı zikredilir biliyorsunuz, maç berabere olarak kayda geçer. Yanlış hakikattir, ama gayet reeldir...

Seri penaltıların zalimce olduğu açık. Turnuva boyu sarf edilen emek, “maç performansı” heder olmuş oluyor. Bahtın halatını çekme yarışına tutuşuyorsunuz; gerçi konuştuk, onun da bir ustalığı var. Ama yine de bir olağanüstü hal uygulaması olarak penaltı çözümü, futbol anayasasına uygundur.

O kalkık kaşlı futbol bilgeliğini hatırlayalım: “Futbolun içinde bu da var.” Adı üstünde, penaltı=ceza. Yenişmeyi beceremedilerse, katlanacaklar!

Asıl önemlisi... penaltının “hakikatini” düşünelim: Kale, kaleci, duran bir top ve o topu şutlamak üzere gerilmiş bir oyuncu. Sokak arasından arsaya, halı sahaya, her yerde her zaman futbolun “ilksel” ve “ilkel” sahnelerinden biri değil midir bu? İki kişi kendi hallerinde futbol oynamaya kalkıştığında ya paslaşırlar ya birerden maç yaparlar – ya da birisi kaleye geçer, diğeri ona şut çeker. Saf, “pür”, elementer futbol... Vuruş becerisi, karşılama becerisi… Şut-kurtarış düellosu… Konsantrasyon… Futbolun ve sporun kalbinden kuvvetli bir soluk vardır burada. Aynı zamanda ürperten bir soluk. Gerilim. Çocuklar, bilhassa, boşuna maçlar penaltıya kalsın istemezler. Kalecinin Penaltı Ânındaki Endişesi boşuna yazılmadı. Penaltının bir kader sahnesi kurmaya hakkı vardır.

•