Sel Yayıncılık'ın iki kitapla yolculuğa başladığı Red Kitaplığı günümüz Türkiye'sine bir reddiye belki de... Neden Red ve hangi kitaplarla devam edecek bu yolculuk?
"İnsanlık tarihinin parıldadığı ve iz bıraktığı ender anların, kurumsal ve düşünsel statükoyu sarsarak kolektif deneyimi farklılaştıran fikirlerin peşine düşen; geçmişin ve günümüzün özlü metinlerini, manifestolarını, unutturulmuş kavramları ve fikirleri hatırlatmayı, tanıtıp tartıştırmayı dert edinen Red Kitaplığıdizisi yolculuğuna başladı.."
İşte bu cümlerle ilan etti Sel Yayıncılık yeni dizisini. Tam da bu günlerde: Red Kitaplığı. Şimdilik iki kitap var. Biri; Gérard Rabinovitch'in Terörizm mi? Direniş mi? kitabı, diğeri ise Işık Ergüden'in Hapishane Çağı adlı kitabı. Neden Red? Red Kitaplığı'nın derdi ne? Dizinin editörü Işık Ergüden sorularımızı yanıtladı.
Red'in tüm anlamlarından başlayalım ve bu kelimenin diziye nasıl eklemlendiğini dinleyelim sizden... Red Kitaplığı'nın derdi ne olacak ya da neyi dert edinmiş kitapları yayınlayacak?
“Red”in hepimiz için birden çok anlamı olabilir. Öncelikle bir “ret” çağrışımı var elbette. İnsanın “Hayır!” diyerek var olduğunu mitolojik anlatılardan bu yana biliyoruz. İnsan varlığı başkaldırdıkça, bu başkaldırı serüveninde karşısına çıkan her türden otoriteyle mücadele ettikçe kendi varlığına, hayata dair bir anlam bulur. Dolayısıyla “reddediş” kendi bilincimize varmamızda temel bir unsur. Toplumsal, kurumsal, ideolojik, cinsiyetçi, akla gelen gelmeyen her türden baskıyı ancak reddederek nefes alabilir, kendi özerk alanımızı yaratabiliriz. Ama reddederken de “evet” deriz; özgürlüğe, eşitliğe, kardeşliğe, dayanışmaya, hayata, evrene... yani insanı insan yapan, evren içinde ona bir yer açan kültürel olgulara. İşte bu noktada da “Red”in belki İngilizcedeki anlamı gelecek hemen aklımıza. “Kızıl” bir renk. Ama yalnızca “kızıl” da değil; “gökkuşağı” da var bizim “Red”dimizin içinde, morlar, yeşiller ve kara da. Renkler üzerinden bir insanlık bilgisi, belleği diyelim. Bizi farklı coğrafyalarda, kültürlerde ve zamanlarda dolandıracak ama özgürlük ve eşitlik “önyargımızdan” taviz vermeyecek, eleştirel ve sorgulayıcı düşüncenin önünü açacak, kimi unutulmuş ya da “kirlenmiş” kavramları yeniden gün ışığına taşıyacak, kimi yeni fikir ve tartışmaları Türkçeye katmaya çalışacak her dilden metinler...
Dizinin kadrosunda hâlihazırda kimler var?
Elbette arka planda Sel Yayıncılık’ın bütün çalışanları ve birikimi yer alıyor. Yayınevimize yıllardır emek vermiş çevirmenler ile yeni genç çevirmenler doğal olarak bu macerada bizimle buluşacaktır.
Terörizm mi Direniş mi? ve Hapishane Çağı... Diziye özellikle bu iki kitapla başlamanızla ilgili konuşalım biraz...
Dizinin bu iki kitapla başlaması günümüz dünyası ve Türkiye’si açısından çok şey söylüyor. Neoliberal dünyanın en sevdiği kavramlardan biri “terörizm.” En büyük teröristin devletler olduğu bu ortamda her önüne gelene “terörist” damgası yapıştıran; bir kitabı, bir konuşmayı, görüş belirtmeyi, muhalefet etmeyi, reddetmeyi, hak aramayı rahatlıkla “terörizm” olarak görebilen ikiyüzlü, riyakâr siyasal iktidarların ve onların beyin yıkama araçlarının sapla samanı birbirine karıştırdığı bir dönemden geçiyoruz. Üstelik hepimiz her an patlayacak bir bombanın kurbanı olabileceğimiz gibi “terör zanlısı” olarak da görülebiliriz. Yaratılan bu korku ortamının ve “güvenlik paranoyası”nın amaçlarından biri de insanlığın en temel varoluşsal haklarından biri olan, meşruluğunu yitirmiş iktidarlara ve zorbalara karşı direniş hakkını ortadan kaldırmak, yok saymak, unutturmak. İşte, Terörizm mi Direniş mi? bu puslu ortamın kirini pasını az da olsa temizlemeye yönelik bir düşünme sürecine ışık tutsun, kavramlar ve anlamlar yerli yerine oturabilsin diye gündeme alındı.
Ve Hapishane Çağı…
Hapishane Çağı için de pek fazla söze gerek olmayabilir, adı birçok şeyi açıklıyor. Kimin ne zaman ne gibi bir suçlamayla hapse gireceğinin bilinmediği bir ülkede yaşıyoruz; hatta öyle ki iktidar sahipleri ve muktedirler bile bundan nasibini alabilir. Dolayısıyla çok yaygın ve geneli ilgilendiren bir konu ve sorun hapishane. Ama diğer yandan tamamen sınıfsal, kapitalizmle yaşıt görülebilecek bir kurum. Kapitalist devletin diğer kurumları gibi bir baskı aracı. Ama onlardan son derece farklı, baskıyı zaman ve mekân içinde yoğunlaştırabilecek aygıtlara sahip, bunun için yaratılmış bir kurum. Hapishane Çağı, hapsedilme/ kapatılma kavramlarını bütün bu özellikleriyle ele alan, felsefi ve düşünsel bir çalışma.
Böyle zamanlarda, yani Türkiye'nin tam da şu sıra içinde bulunduğu zamanda bu dizi ve bu kitaplar bir şey anlatıyor. Yanılıyor muyuz?
Doğru söylüyorsunuz. Bir şey anlatıyor, anlatması da gerekiyor... Bu ülkede düşünceden, özgür ve eleştirel düşünceden hep korkuldu zaten. Bütün tarihimiz bunun örnekleriyle dolu. İnsanlar düşünmesin, üresin ve üretsin, boş vakitlerinde de bolca tüketsin, aptallaştıran faaliyetlerle yetinsin, boş inançların peşinde koşup otoriteye biat etsin, yeri geldiğinde ve eline güç verildiğinde otoritenin buyruklarını uygulasın, paraya ve şiddete tapsın, düşünceye, sanata, kültüre, hemcinsine, karşı cinsine, diğer canlılara ve doğaya saldırsın isteyen bir iktidar ideolojisinin tavan yaptığı koşullara gelip dayandık... Kitap okuma oranının komik rakamlarla ölçüldüğü bir ülkede yaşıyoruz. Düşünen, okuyup yazan insanların hapse atıldığı, bu tür metinlerin en önemli muhataplarından akademisyenlerin tasfiye edildiği koşullardayız. Yayınevimizin zaten “DüşünSel” adı altında kuramsal bir dizisi varken “Red Kitaplığı”nı bu koşullarda başlamaktaki amacımız, biraz da daha rahat ve kolay okunur metinlerle bu ortama müdâhil olmaktı.
Kolaylıkla taşınabilecek, yolda ya da bir molada okunabilecek, belki grup halinde tartışılacak, kimi zaman bir cümleyle, kimi zaman bir makaleyle düşüncenin ve algının kapılarını açabilecek metinler olmasını istiyoruz. Yani düşünceyi gündelik hayatın içine sokabilecek, zihinde dolanmasını, kulaktan kulağa yayılmasını sağlayıp bir mücadele aracı haline getirebilecek metinler... Dolayısıyla, insanlık tarihinin bu yöndeki klasikleşmiş metinlerini de yepyeni düşünceleri de kucaklayıp okura sunmak, düşünmeye ve yazmaya, ayrıca Türkçede düşünce metni üretimini teşvik etmeye dönük bir çaba olarak görülebilir. Önümüzdeki günlerde bu yönde de bir çağrımız olacak.
Önümüzdeki ayların yayın programında hangi kitaplar var?
Fransız sosyolojisinin militan düşünürlerinden Pierre Bourdieu’nün neoliberalizmin, iktisatçılardan gazetecilere ve entelektüellere dek uzanan destekçilerine karşı yaptığı konuşma ve yazılarından oluşan bir derleme olan Karşı Ateşler var sırada. Ardından Marksizm, varoluşçuluk, fenomenoloji arasında gezinerek insanın çalışmadan bağımsızlaşması konusunda ve ekoloji üzerinde kafa yormuş önemli düşünürlerden André Gorz’la yapılmış kapsamlı ve düşündürücü söyleşilerden oluşan yepyeni bir derleme: Ekolojinin Kızıl Hattı. Keza, Alain Badiou’nun tıpkı Sokrates gibi gençleri felsefeyle kışkırtmaya çalıştığı metni: Gerçek Yaşam mutfakta. Castoriadis, Ricoeur, Levi-Strauss’un yanı sıra tarihin derinliklerine de ineceğiz elbet: Paul Lafargue, Emma Goldman, La Boétie, Diderot, Bakunin... Türkçede yazılmış, yazılacak, “önyargılarımızı” paylaşan düşünce metinleri de olacak muhakkak.