Feminist punk grubu Pussy Riot, 2011'den beri gerçekleştirdikleri performanslarla giderek otoriterleşen Rus devletinin keyfini kaçırmaya devam ediyor
05 Ekim 2017 14:00
“Ailenin kaldırılması! En radikal kişiler bile, komünistlerin bu utanç verici niyeti karşısında parlayıveriyorlar.”
Bu sözler Komünist Manifesto’dan. Bugün dünyanın en çok ses getiren feminist punk grubu, komünizm dendiğinde akla gelen ilk ülkelerden birinden çıktı. Ekim Devrimi’nin ardından kadınla erkeğin eşit olacağı, kadının eve kapanmaktansa erkeklerle birlikte ve eşit ücret politikasıyla üretime katılacağı düşüncesinin bir hayal olarak kaldığını bugün artık biliyoruz. Erkeklerin elinden çıkma bir devrimde kadının nereye konumlanacağına karar vermek kolay olmamıştı elbette. 19’uncu yüzyılın sonlarında Rusya’da çalışan insan sayısının beşte biri kadınlardan oluşuyordu. Sayının dönemin Avrupa ya da Amerika’sından fazla olmasının en önemli sebebi ise öyle eşitlikten falan değildi; kadınlar herhangi bir sosyal güvenceye sahip olmadan ve çok düşük ücretlerle çalışıyordu.
Ekim Devrimi ile birlikte kadının üretimde nasıl konumlanacağı, “bir yoldaş” ve “üretken bir işçi” mi olacağı erkekler tarafından tartışılırken Sovyetler Birliği'nin 1991’de dağılmasının ardından, heteroseküel ailenin, parlak başarılı sportif çocuklar yetiştiren anne kadınların, “erkek gibi” çalışkan işçi kadınların baş tacı edildiği Rusya’da kadın sorunu bugün giderek muhafazakârlaşan diğer ülkelerde olduğu gibi her geçen gün daha da daralan bir çembere dönüşmüş durumda.
İşte tam da bu daralan çemberin içinde Rusya’da kadınların, LGBTİ+’ların nefes alacak bir alanı kalmamış, kadınlardan iffetli, çalışkan eşler olması beklenir, “geleneksel olmayan” ilişkileri destekleyen kişilerin cezalandırılmasının önü açılırken 2011 yılında Moskova’da bir grup renkli kar maskeli kadın kamusal alanda yaptıkları eylemler, sergiledikleri performanslar ve konserler ile “diktatör” diye nitelendirdikleri Putin başta olmak üzere birilerinin keyfini kaçırmak için bir araya geldi. Pussy Riot, 21 Şubat 2012’de Moskova’da Kurtarıcı İsa Katedrali’nde "Meryem Ana, Tanrının anası, feminist ol/ Meryem Ana, Tanrının anası, Putin’i defet” sözlerine sahip bir "punk duası" seslendirdi. Eylemin ardından grubun üç üyesi Maria Alyokhina, Nadezhda Tolokonnikova ve Yekaterina Samutsevich, (Maşa, Nadya ve Katya olarak biliniyorlar) "holiganlık" suçlamasından haklarında yedi yıl hapis istemiyle karşı karşıya kaldı ve 10 Ekim 2012 günü Katya, tutukluluklarının 1 yıl 10 gün sonrasında da Maşa ve Nadya özgür kaldılar. Feminist Press, grubun tüm dünyada tanınmasını, gözlerin Rusya’daki kadın ve LGBTİ+ hakları ihlallerine çevrilmesini sağlayan grubun hapishane sürecinden mektuplara, şarkılara ve mahkeme ifadelerine yer verdikleri bir derleme yaptı: Pussy Riot! Kadınların punk’la özgürleşmesi hareketinin ölmediğinin tüm dünyadaki temsilcisi hâline gelen grubun varlığı, devlet tarafından maruz kaldıkları şiddet ve aldıkları tepkiler Rusya’da kadın olmanın bugün ne kadar zor olduğunun bir göstergesiydi. 90’lı yılların başında ABD’de ortaya çıkan ve tüm dünyaya yayılan "riot grlll" akımının bu kez Rusya’da yeniden ayağa kalkması gibiydi Pussy Riot üyelerinin tutuklanmasının ardından tüm dünyadan onlara gelen destek ve hızla yayılan “isyan” etkisi. Feminist Press’ten Amy Scholder kitabın önsözünde şu sözlerle dile getirir bu etkinin ortaya çıkışını ve kitabı yayımlamaktaki motivasyonlarını: “Performansları, yazıları ve eylemleriyle Pussy Riot önemli bir şey başardı. Pussy Riot üyeleri, vatandaş olarak statülerini de riske atarak uzun süredir yetki ve iktidarlarını suistimal edenlerin -hani feministlerin patriyarka dediği şeyin- değerlerini ve ahlaki otoritesini sorgulamaya açtı. (...) Düşüncesi bile heyecan verici. Tarih boyunca sistematik olarak kadınlara eşit haklar verilmesine karşı çıkmış ve eşcinsellik karşıtı propaganda yapmış olan Ortodoks kilisesinin, rahiplere ayrılmış bir bölümünde beş maskeli kadın bir performans sergiliyor. Bu radikal muhalif tavır ve bu tavra verilen ceza, bizi özgürlük adına ses çıkarmamız için ateşledi.” Scholder’in de not düştüğü gibi, “Free Pussy Riot” (Özgür Pussy Riot) kampanyası tüm dünyada o kadar ses getirdi ki hükümet muhtemelen böyle bir cezayı verdiği için sonradan pişman oldu.
Almanya’dan ABD’ye, Rusya’dan Çin’e ve elbette Türkiye'ye kadar tüm dünyada genel politika yönünü sağa ve popülizme çevirse de dünyanın her yerinden kadınlar korkunun kendilerini daha özgür kılmayacağını fark etmiş bulunuyor. “Korkmak işe yaramaz” sözleri Pussy Riot üyesi Maria Alyokhina’nın Guardian'a verdiği röportajından alıntı. Bu sözü belki güvenli evlerimizden, korunaklı yaşamlarımızdan söylemek kolay, peki Pussy Riot üyesi Maria Alyokhina bu sözü hangi şartlar altında, neler yaşadıktan sonra mı söylüyor?
“Tek hücre arkadaşım Nina ile birlikte dışarıda giydiğimiz kıyafetler üzerimizde, metal yataklarda yatıyoruz. Ben paltomla uyuyorum, o ise kürk mantosuyla uyuyor. Hücre o kadar soğuk ki, burunlarımız kızarıyor ve ayaklarımız buz tutuyor ama uyuma vaktini haber veren zil çalmadan yatağın içine ya da örtülerin altına girmemiz yasak. Pencere çevresindeki delikler kadın pedleri ve ekmek kırıntılarıyla kapatılmış.”1
Bu satırlar Maşa’nın 5 Mart 2012’de hücresinden gönderdiği mektubun da yer aldığı Pussy Riot! kitabından. Korkmanın bir işe yaramayacağını, hayatının bir yıldan fazla zamanını hapishanede geçirdikten sonra söyleyebiliyor.
Nadya’nın 29 Mart 2012 tarihli mektubunda değindiği konu ise hapishanede karşılaştığı insanların onların eylemleriyle ilgili düşünceleriyle ilgili: “Narkotik sebebiyle 228 sayılı Madde’den kaydı olanlardan hep ‘Beynin yıkanmış,’ ‘Tüm bunların parasını kim ödüyor?’ ‘Eminim bunları düzenlemenize yardım eden akıllı adamlar vardır!’ gibi sözler duyuyorum.”2 Kadınların her zaman bir üst akla ihtiyacı olduğu düşüncesine körü körüne bağlı toplumlarda, kadınların özgürlükleri için mücadele etmelerinin ya para karşılığı ya da beyin yıkama sonucu olduğu düşüncesi yıllardır süregelir. Rusya gibi ataerkil gelenekten gelen bir ülkede -her ne kadar devrim sonrası erkeklerle eşit haklara sahip olması için bazı adımlar atılmış olsa da- günün sonunda devrimden de Sovyet Birliği’nin yıkılışından da en çok etkilenenler kadınlar oldu. Sosyalist hükümet onlardan üretimin önemli bir parçası olmasını bekliyordu, kadınlar da öyle yaptılar. Sosyalist hükümetin yıkılmasının ardından (hatta 1980’lerden başlayarak) üniversite mezunu işsiz kadın sayısı artarken kadınların etrafını saran, özgürlüklerini kısıtlayan din, toplum ve hükümet üçgeni de giderek daralıyordu. Tüm bunlar olurken baskıcı Putin hükümetini, kadınları heteroseksüel aile düzeninin bir parçasından daha fazlası olarak görmek istemeyen toplumu ve “geleneksel olmayan” ilişki biçimlerini cezalandıran yasaları tanımayan ve bunların değişmesi için her yerde punk şarkılarını söyleyen renkli kar maskeli bir grup kadının varlığı elbette kimilerine inandırıcı gelmiyordu.
Grubun üyelerinden üçünün tutuklanmasına sebep olan şarkılarını (punk dualarını) daha önce yaptıkları gibi sokaklarda ya da meydanlarda söylememelerinin önemli bir sebebi vardı. Bir kere grup üyelerinin punk dualarını seslendirdikleri ve Meryem Ana’yı feminist olmaya davet ettikleri yer, kadınların girmesinin kesinlikle yasak olduğu, sadece rahiplerin girebildiği sunaktı. Rusya’da Ortadoks Kilisesi sadece Putin’i desteklemekle kalmıyor son yıllarda daha da artan bir ivmeyle toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve heteroseksüel olmayan cinsel kimlik ve yönelimleri tanımıyor hatta toplumun daha da dışına itiyor. Dinin, din insanlarının yetkilerinin bastırıldığı, dindarlığın kabul görmediği dönemlerden geçen toplumlarda sonradan bu boşluğu doldurmak için bir süreliğine tahakkümünü yitirmiş din kurumunun eskisinden de sert bir muhafazakârlıkla yükselişi sadece Rusya’ya özgü bir durum değil. Burada devreye intikam duygusunun ve hâlihazırda Tanrı gibi yüksek bir mertebeden verilmiş yetkinin layıkıyla kullanamayacak olmanın korkusu ve telaşı da söz konusu. Günümüzde Türkiye’yi de bu örneğe dâhil etmek mümkün. Yıllardır yeniden ısıtılıp önümüze sunulan din elden gidiyor, Batı’nın ahlaksızlığı geliyor korkusu sadece dinle değil, elden gitmesi karşısında korku duyulan partiyarkal otoriteyle de ilgili. Hükümet, din ya da heteroseksüel aile görüntüsüyle karşımıza çıkan patriyarkanın otoritesini kaybetme korkusu karşısında özgürlüklerini kaybetmekten korkmayan Pussy Riot üyeleri ve onların dünyanın her yerinden destekçileri duruyor.
“Üyesi olduğum punk grubu Pussy Riot, kentin farklı mekânlarında beklenmedik performanslar sergileyen b,r müzik grubudur. Pussy Riot’ın şarkıları siyasi meseleleri ele alır. Grup üyeleri; siyasi eylemcilikle, ekolojiye ve sivil toplumun inşası yoluyla Rus devletinin otoriter eğilimlerinin yok edilmesiyle ilgilenir.”3 Nadya’nın mahkeme açılış konuşmasından olan bu sözler grubun üyelerinin cezaevindeki kötü şartlarına, polislerden gelen tecavüz tehditlerine rağmen otoriterleşen devlet karşısında eylemliliklerini devam ettireceklerinin de mesajını veriyordu. Mahkeme süresince grup üyelerinden hiçbiri geri adım atmadı, bu da onların sesinin tüm dünyada daha fazla yankılanmasını sağladı.
Grubu destekleyen isimler arasında yer alan Yoko Ono’nun Katya’ya olan mektubu şöyle başlıyordu: “Sevgili Yekaterina Samutseviç (Katya)/ Teşekkürler. Haklısınız. Kazandınız!/ Hepimiz adına, tüm dünyanın kadınları adına kazandınız.” Pussy Riot’ın özgür kalması için başlatılan eylemlerle, katedrlde çektikleri videonun bir gün içinde 6 yüz bin kişi tarafından izlenmesi ve Türkiye dâhil dünyanın birçok ülkesinden kadınları “özgürlüklerini savunan kadınları” desteklemek için sokağa dökmeleriyle bir şeyleri kazandıkları doğruydu.