Sabahattin Ali’nin, “Hasanboğuldu” hikâyesini folklar’dan yararlanarak, yerel bir mitos’u (öykü) dönüştürerek yazdığı söylenir. İlk bakışta böyledir...
21 Ocak 2016 12:22
Önce Adana’dan söz etmeliyim; çünkü Sabahattin Ali’ye ilişkin hiç beklemediğim ilgi, bilgi ve dinleme arzusu vardı. Tüm yorgunluğumu aldı. İçim ferahladı. İki günlük bir atölyeydi. Daha önce İstanbul’da “Notos Atölye”de altı hafta yapmış, çok da güzel geçmişti. Adana Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nden de istediler, evinden, semtinden, şehrinden ayrılmayı pek sevemeyen biri olmama karşın konu Sabahattin Ali olunca –zaten istim üzerindeydim–, hayır demek olanaksızdı.
Adana’daki atölye yirmi kişiyle sınırlıydı ve on sekiz kişi katılmıştı. Kültür Merkezi’nden katılan birini de sayarsak on dokuz kişi. Sanırım, yalnızca iki kadın ertesi gün gelemedi. Aslında çok hoştu, ikisi de “mâzeret” bildirmişti ilk günün ardından ayrılırken. Birinin eczanesi nöbetçiydi, ötekinin iki çocuğu vardı; çocukları da getirin dedim ama...
Aslında niye beklemiyordum, bilmiyorum! Belki önyargı. Son yıllarda Sabahattin Ali çok okunuyor, özellikle de Kürk Mantolu Madonna çok fazla rağbet görüyor, denilene göre bir milyon satışı (bu sözcüğü hiç sevmiyorum) geçmiş; son günlerde de İçimizdeki Şeytan “liste”lere girdi. Birkaç ay önce bu konuyla ilgili bu köşede bir şeyler yazmıştım. Neyse, İstanbul’da da Adana’da da sordum, İçimizdeki Şeytan’da “bir tutarsızlık var” diye, kimse yanıtlamadı (bulamadı).
Atilla Özkırımlı, Sabahattin Ali’nin bütün eserlerini Cem Yayınevi için hazırlamıştı seksenli yılların başında, Sırça Köşk hariç hepsi yayınlanmıştı. Sırça Köşk de 1987’de çıktı. Özkırımlı kitaplar için yazdığı açıklayıcı ve ayrıntılı önsöz’lerde –romanlar için– tefrikanın getirdiği “aksaklıklar”ın olduğunun altını çiziyordu ki benzer şeyleri Sabahattin Ali üzerine çalışan başka yazarlar özellikle Asım Bezirci de söyler. Kendi adıma, kendi okumalarıma göre bu aksaklıkların çok önemli bir şey olduğunu düşünmüyorum. Hatta –bence– “aksaklık” olduğu bile tartışılır. Kim bilir belki de çok kişisel bakıyorum. Ancak Özkırımlı’nın ya da Bezirci’nin görüşlerini yabana atmak da olmaz.
İçimizdeki Şeytan’da –bugüne kadar bu duruma değinen birini okumadım.– bir zaman sorunu, tutarsızlığı ya da çelişkisi var. Şöyle ki:
Romanın hemen başında Kadıköyü vapurunda Ömer, Macide’yi görür ki bu ilk bakışta aşktır, genç kıza doğru kendinden geçer bir şekilde yürür, sonra fark eder Emine (Teyze) de Macide’nin yanındadır. Uzak bir akrabadır Emine, dolayısıyla Macide’yi de çocukluğunda Balıkesir’den ayrılmadan önce görmüştür. Macide, konservatuarda okumak için İstanbul’da Emineler’de kalmaktadır. Vapur –o zamanlar– Köprü’ye yanaşır, Ömer kadınlara eşlik eder, birlikte yürürler, Emine ortadadır, Ömer’in bakışları da Macide’de; bir ara Macide’ye belli etmeden kadın Ömer’in kulağına mırıldanır:
“Zavallıcığın daha haberi yok... Bir türlü söyliyemiyorum, bir hafta evvel babası öldü... Ne yapacağım bilmem.”
Bu alıntı Atilla Özkırımlı’nın basıma hazırladığı Cem Yayınevi’nden 1982’de basımı yapılan romanın yirmi ikinci sayfasında. Bilindiği gibi Sabahattin Ali’nin bütün eserleri bir süredir Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkıyor, romanın 2015 Temmuz basımında da bu bölüm böyle. Yâni Macide’nin babasının ölümünün “bir hafta önce” olduğu...
Daha sonra anlıyoruz ki Macide’nin babası öleli iki ay olmuş. Bu zaman tutarsızlığı bugüne kadar sürüp gelmiş. Bu bir “sürçme” mi? Pek sanmıyorum. Kuşkusuz Özkırımlı’nın belirttiği tefrikadan gelen “aksaklıklar”dan olsa gerek. Önce bir haftalık bir süre koymuş, sonraki bölümleri yazarken buna iki ay demiş Sabahattin Ali. Demiş çünkü dramatik bir çatışma olan Macide’nin ailesinden paranın “gelip gelmemesi”meselesini güçlendirmek. sağlamlaştırmak için. Dolayısıyla Macide de evi terk edecek!
Yukarıda belirttiğim gibi Macide onlarda kalıyor ama ailesinden de her ay para geliyor. Baba ölünce (güvenilmeyecek ablası, eniştesi, annesi de var) para kesiliyor. Daha sonraki bölümlerde Emine, kocası Galip ile birlikte bu gelmeyen parayı anımsatacak, ikincisinde de onuruna yediremeyen Macide evi terk edecek. Her ne kadar “bir boğaz’dan ne çıkar yanlış anlama” falan demelerine karşın asıl mesele gelmeyen paradır! Babasının ölümü önemli, paranın kesilmesi de bu ölümden dolayı. Ayrıca kaldığı evdekilerle hiç uyuşamayan Macide, âdeta yalnız yaşayan biri gibidir. Böylece iyice “ortada” kalıyor! Bu da Macide’nin “onuruna yediremeyip âni bir kararla” evi terk etme eylemine zemin hazırlıyor! Evet, bir süredir Ömer ile buluşup dolaşıyor ama baba ölünce dolayısıyla Balıkesir bağı kesiliyor ve Ömer, aşk titreşimlerinin yanı sıra bir “liman” da oluyor onu için! Ekleyelim, Ömer’in görür görmez “hayranlığını” (tutku, aşk vb.) da, eh, anlamış olmalı.
Evet önce “bir hafta” olarak düşünülen (yazılan) süreyi, daha sonra Sabahattin Ali, Macide ile Emine-Galip “gerginliğini” daha da inandırıcı kılmak, sağlamlaştırmak için iki aya çıkartmış. Kuşkusuz yanılabilirim ama bu mesele metnin oluşumundaki “estetik” bir mesele olduğu için, bir “çelişkiyi” ortaya çıkarmaktan çok, bir “yazınsal süreç”i (dönüşümü) görmek, saptamak açısından beni şiddetle ilgilendiriyor; ayrıca yazara ilişkin yaratıcı bir özelliğe tanık olmak da heyecanlandırıyor.
Sabahattin Ali’nin, “Hasanboğuldu” hikâyesini folklar’dan yararlanarak, yerel bir mitos’u (öykü) dönüştürerek yazdığı söylenir. İlk bakışta böyledir. Çoğunlukla kabul edilen görüş, Emine ile Hasan’ın öyküsünün Kazdağı’nın köylerinde, tepelerdeki yörüklerde, Edremit’te söylenegeldiği, bunu da Sabahattin Ali’nin hikâye olarak yazdığıdır. Zeytinli’den Yüksekoba’ya çıkarken, büvetlerden birinin de adı Hasanboğuldu’dur!
Yörük kızı dağlı Emine’ye âşık olan köylü Hasan sırtındaki tuz çuvalını taşıyamaz, yarı yolda pes eder. Böylece dağ insanının örf-âdet sınamasını geçemez dolayısıyla Emine’ye de “kavuşma”sı olanaksızlaşır ve ardından kendini bir büvetin soğuk sularına atar, intihar eder. Büvetin adı ondan sonra Hasanboğuldu’dur (önceden neydi bilmiyoruz!). Ardından Emine de, Hasan’ın çevreniyle bir Çınar’a asılı bulunur; yâni o da intihar eder! Trajik, sonu mutsuz biten bir hikâyedir ama doğrusu özellikle doğa betimlemeleri, çerçeve hikâye denebilecek ama onu çok çok aşan “ön bölüm”deki Emine-Hasan öyküsünü aktaran Hacer ile anlatıcının varlığı, “ilişki”si insanın içini ferahlatır, yapıtı aydınlatır.
Asıl melese şu: Sabahattin Ali’nin de çok yakın arkadaşı olan folklor araştırmacısı, konunun uzmanı Pertev Naili Boratav’ın, sözü geçen hikâyenin başka bir “yerel öykü” üzerine kurulmuş olabileceği görüşünde oluşudur! Çoğunlukla Boratav’ın bu görüşü, “Hasanboğuldu” hikâyesi ele alınırken sanki görmezden gelinir. Şöyle diyor Boratav:
“‘Hasanboğuldu’nun (ilk yayınlanışı 1942) konusunu Sabahattin’in Edremit yöresindeki yerli anlatımlardan aldığını sanırdım yakın zamana kadar. Birkaç yıl önce dostum Edremitli Mustafa Göksu’dan Hasanboğuldu’nun adını açıklayan başka bir anlatmanın varlığını öğrendim: bir kopuk Hasan varmış; o büvetin başında düzenlenen bir içki âleminde büvetin derin sularına düşüp boğulmuş. O günden beri oraya Hasanboğuldu demişler... Türlü yerlerin (kayaların, pınarların, göllerin) adları ile ilgili efsanelerde çeşitlemeler olağandır. Belki Hasanboğuldu üzerine, Sabahattin Ali’nin anlattığı aşk efsanesinden başka bir de, Mustafa Göksu’nun bana anlattığı ‘Kopuk Hasan’ hikâyesi vardır Edremit ve yöresinde. (...) Kim bilir, belki de Sabahattin’in hikâyesinde anlattığı aşk macerası ondan önce halk geleneğinde, o biçimiyle hiç anlatılmamıştı da, ‘Hasanboğuldu’ yazılıp yayınlandıktan sonra geçen otuz şu kadar yıl içinde sözlü geleneğe sızmış ve kökeni, kaynağı unutularak bir ‘halk efsanesi’ne dönüşmüştür...”
Boratav bu konuya “Sabahattin Ali’nin Hikâyelerinin Hikâyesinden Çizgiler” başlıklı yazısında değiniyor. Yazıyı da, Filiz Ali (Laslo) ile Atilla Özkırımlı’nın 1979 hazırladıkları ve Cem Yayınevi’nden çıkan Sabahattin Ali (genişletilmiş yeni basımı, Sevengül Sönmez’in katkılarıyla YKY, 2014,) kitabı için kaleme alıyor. Atilla Özkırımlı da yazının bir bölümünü, basıma hazırladığı Yeni Dünya’nın (bütün eserleri-4, Cem yay. 1982) sonuna –başka görüşlerle birlikte– koymuş.
Özcesi, bu güzel hikâyeden söz ederken, bence Pertev Naili Boratav’ın aktarımını (görüşünü) göz ardı etmemek gerek! Dahası özellikle de göz önünde bulundurmak gerek! Bu da, aslında çelişik bir durum gibi görünmekle birlikte “Macide’nin babasının ölümü” de yazar olarak Sabahattin Ali’nin güçlü yaratıcılığını imliyor!