Kırılan ışığın belki de en narin hâli; sonsuzluğun ve sonsuzluğa savrulmuşluğun, hastalığın ve sağlığın, coşkunun ve kederin rengi. Esrime ve yıkım...
03 Ağustos 2017 14:26
“Gökyüzü her zamanki gibi,
değişmeyen bir mavilikteydi.”i
İnsanın yeryüzündeki serüveni düşünüldüğünde nispeten modern zamanlarda adı konmuş bir fenomen, hem özgürlüğün hem ölümün simgesi, kimi zaman bir renkten öte hülyalı ve kasvetli bir ruh hâli, melankoli... Mavi. Denizleri, gökleri, gezegeni dokuyan, umutla olduğu kadar hüzünle de anılan renk; kırmızının yırtıcılığına kıyasla dingin, siyahın baskınlığına kıyasla incelikli, yeşilin sığlığına kıyasla oylumlu, derinlikli. Rüyaların ve insanın ne yaparsa yapsın erişemediği, erişemeyeceği uzaklıkların yapıtaşı; kırılan ışığın belki de en narin hâli.
İnsan yapımı olup insanı alt eden ilk bilgisayar Deep Blueii da adını ondan alıyor, masalda evlendiği kadınları psikopatça katleden seri katil Mavi Sakal da onun sayesinde diğer erkeklerden ayrılıyor. William Gass’in dediği gibi, “her yerde çıkar karşımıza, buzda ve suda, çiçekteki kadar arı hâlde alevde, en tepede, başımızın üzerinde ve mağaraların içlerinde...” Gass’e bakılacak olursa mavi, duygusal yaşama en iyi uyum sağlayan renktir; ister koyu ister açık, ister keskin ister bulanık, ister soluk ister cart tonları olsun; o, insana özgü duygu durumlarının her birini, ama her birini yansıtabilir. Tam da bu nedenle gezegenin farklı köşelerinde kültürel yaşama damgasını vurur; hüzünden tutkuya varana değin, bilhassa soyut olanın ifadesinde imdada koşar.
Kendi ördüğü anlam ağlarına asılı hâlde yaşayan insaniii maviyi türlü manayla donatmıştır ya, ona değer biçip satışa çıkarmaktan da geri durmamıştır. Örneğin Michelangelo, Defin Töreni adlı eserini, bir zamanlar altınla boy ölçüşecek kadar pahalı olan ultramarin mavisini edinemediği için tamamlayamaz. Sonraları, bu pigmentin bunca pahalı olması, Avrupa kökenli sentetik bir alternatif bulunması için bir yarışma düzenlenmesine yol açacak ve kazanan kimyacı Jean-Baptiste Guimet, 1824’te, Fransız Ultramarin diye anılan rengin patentini alacaktır.iv Bu olayın üzerinden yüz yıldan daha fazla süre geçtikten sonra Yves Klein çıkagelir ve ultramarin ağırlıklı bir başka maviyi kendi adıyla, Uluslararası Klein Mavisi (IKB) olarak kayıtlara geçirir. Klein’ın, “Tüm işlevsel gerekçelerden kopuk, kendi başına bir Mavi” olarak tanımladığı renk, onun monokrom resimlerinde sanatın kendisine dönüşür; Klein’a göre mavinin bu tonu, maddiyattan uzak, esrik bir düzleme aittir. Klein, saf laciverdi reçineyle karıştırarak elde ettiği bu özel renkle Mavi Çağ adlı bir sergi açacak ve aynı boyutlardaki monokrom tablolarını farklı farklı fiyatlandırarak sanat tacirlerinin o güne değin kurduğu dengeleri sarsacaktır.v Uluslararası sanat piyasasına damgasını vuran son Fransızvi olarak da anılan Klein, bir sergisinin açılışında gökyüzüne bin bir mavi balon salmış, oda orkestrası için tek bir notadan oluşan bir “senfoni” yazmış, Boşluk adlı sergisinde kelimenin tam anlamıyla boş bir galeriyi ziyarete açmış ve genel olarak, sanatı beklentiden kurtarıp özgürleştirmeyi amaçladığını savunmuştur.vii Gelgelelim o, en büyük ve ilk eserinin, on dokuz yaşındayken, Nice’de, kumsala uzanıp izlediği sırada “imzaladığı” gökyüzü olduğunu söyler.
Klein’ın şahsıyla ister istemez bir nebze özdeşleşse de mavi mavidir sonuçta; kimseye ait olamaz, tıpkı gökyüzü gibi... Ve renklerin algısı, uyandırdıkları duygular gibi, kişiye göre değişir. Barnett Newman’ın monokrom eserlerinden üçü örneğin, Kırmızı, Sarı ve Maviden Kim Korkar, IV, Kırmızı, Sarı ve Maviden Kim Korkar, III ve Cathedra, soyut sanattan nefret ettiğini duyuran vandallarviii tarafından parçalanmış ve bu olay, sanat eserlerinin cam muhafazalar ardında sergilenip sergilenmemesi gerektiğine dair tartışmalara yol açmıştır; zira her kafadan farklı bir ses çıkan dünyada birilerinin hayranlıkla seyrettiği, bir başkasının eline kesici bir alet alıp parçalamak istediğiyle aynı olabilir. Birinin coşkuyla baktığı mavi, bir başkasında öfke uyandırabilir, hatta bazılarına hiçbir şey ifade etmeyebilir. Öyle ki, birilerini onca duygulandıran maviye başkaları bir ad dahi vermemiş olabilir.
“Bir gece düşümde daha önce hiç görmediğim ve adını koyamadığım, mavi renkte kaplanlar gördüm. Kara renge çok yakın bir mavi olduğunu biliyorum ama bu kadarcık bir bilgi o maviyi tam olarak gözünüzün önüne getirebilmeniz için yeterli değil.”ix
Şöyle sormalı belki de: Kelimeler, gözün gördüğü nüansları dışa vurmakta yeterli mi? Ya ifade edecek kelimeler olmadığında, göz, yine de aynı şeyleri seçebilir mi? Dilin mi dünyayı yoksa dünyanın mı dili yonttuğuna dair tartışma, epey eski – linguistiğin derin sularına gömülmektense,x mavi bağlamında söylenmesi gerekenler belli: kimi lisanlarda maviyi niteleyen bir sözcük bulunmuyor; kimileri ise, bizim açık ya da koyu gibi ilaveten dışa vurduğumuz niteliklere başlı başına farklı renk isimleri veriyor. Düzlüklerde yaşayan bazı halklar, örneğin Namibia’nın Himba yerlileri, maviyi ayrıca adlandırmıyor ve mavi ile yeşil tonlarında örneklere bakarken bu rengi diğerlerinin arasından seçemiyor, gelin görün ki yeşilin farklı tonlarının aralarındaki ince nüansları, bunları betimlemek için açık ve koyu gibi sıfatlara başvuranlardan çok daha iyi niteliyor. İnsan, adını koymamış olduğu şeyi görebilir mi? Görse bile, söyleyebilir mi? Üstelik, lisan bir yana, ruh durumunun da renk algısını etkilediğini ve depresif kişilerin renkleri seçmekte daha ağır kaldıklarını unutmamak gerek.xi Yeşil bir çayırın karşısında, mavi bir göğün altında duran iki insan, ama ne yeşilleri bir ne de mavileri, ne yerleri ne de gökleri... O zaman nedir ki mavi? Kati yalnızlığımızın delillerinden biri mi?
“Bir hezaren çiçeği koyuyorum mezarına, Mavi.”xii
Yves Klein, kendi adını verdiği maviyi, aşkınlığı resmetmek adına kullanmıştır sanatında. Ondan ilhamla Derek Jarman, aynı rengi, Uluslararası Klein Mavisi’ni HIV ile mücadelesinin temel metaforu hâline getirir. 1986 yılında HIV pozitif olduğunu öğrenen yönetmen, ölümünden aylar önce gösterilen filmi Mavi’de (Blue) Klein’ın mavisini kullanarak perdeyi monokrom olarak sunar izleyiciye; resmi sabit hâlde. Yetmiş dokuz dakikalık film boyunca tek görüntü, bu masmavi perdedir. Film boyunca sesler vardır buna ilaveten, Jarman’ın konuşmaları, hastane, şiir, düşünce... Duyumsadığımız yegâne şey, sanatçının kendine ait uygarlığını çökerten hastalık karşısındaki mevzidir: Mavi. Yer yer Coil, Brian Eno ve Erik Satie’nin müziğiyle akan sesler, rengin tüm olasılıklarını yansıtır. Jarman, o günlerde, hastalığı geriletmek adına ona verilen ilaçların da etkisiyle dünyayı mavi bir filtrenin gerisinden görmekte ve görme yetisini kaybetmektedir; monokrom görüntü eşliğinde akan seslerden ibaret olan film, sırf bu deneyimi böylesine doğrudan bir biçimde paylaşılır kıldığı için çağdaş sinemanın en samimi ve en zor eserleri arasında anılabilir. Retinasından, Mars’tan, şiirden ve hiç de şiirsel olmayan hastanelerden dem vuran Jarman’ın kendi eliyle diktiği mezar taşıdır Mavi; cümlenin sonundaki nokta, kati ve kaçınılmaz bir veda. Mavi, Jarman’ın filminde buz gibi bir realizmle karşımızdadır - hastalık olsun olmasın, herkes bir gün yalnız ölecektir.
Dedim ya, mavi çelişkilidir; şifayla ilişkili olduğu bağlamlar bulunsa da aynı zamanda ölümün, hastalığın rengidir, zira yaşamı pompalayan kanın, kırmızının tersidir; o, canın solduğu yerdedir. Tennessee Williams’ın Sırça Hayvan Koleksiyonu’nda karşımıza çıkan Laura’nın plörezi (zatülcenp) hastalığından dolayı aldığı lakap örneğin, hastalıkla mavinin kesiştiği bir yerdedir: bir tür ses benzerliği - Blue Roses (Mavi Güller) Pleurosis (Plörezi.) Yaşamı boyunca kendi mavi illetiyle, depresyonla boğuşan Tennessee Williams, yarattığı karakterlerde de mavinin dokunuşunu hissettirecek, kendi şeytanlarıyla savaşan hüzünlü kahramanlarının dramlarını ya doğrudan mavi ışığın altında ya da mavinin diğer sembolik olanaklarının yardımıyla sunacaktır. Ölümünden çok sonra, 2004 yılında, ona ait eski bir sınav kitapçığı bulunur; kitapçığın arkasında, gençlik yıllarında yazdığı “Mavi Şarkı” adlı özgün bir şiir vardır: “Yoruldum/ Konuşmadan, hareketten yoruldum/ Eğer sokakta bana/ rastlayacak olursanız, soru sormayın, zira/ size sadece adımı/ doğduğum kasabanın / adını söyleyebilirim – o kadarı yeter ama/ Yarının gelip gelmeyeceği/ önemli değil artık. Eğer sadece/ bu gece ve sonrasında/ sabah varsa önemli değil/ Yoruldum/ Konuşmadan, hareketten yoruldum. Yüreğimde/ ufacık bir avuç dolusu/ toz bulacaksınız. Alın ve üfleyin/ rüzgâra karşı. Bırakın alsın onu rüzgâr/ Bulacaktır evin yolunu.”xiii
Kırılan ışığın belki de en narin hâli; sonsuzluğun ve sonsuzluğa savrulmuşluğun, hastalığın ve sağlığın, coşkunun ve kederin rengi. Esrime ve yıkım; hayaliyle yollara düşülen nadide çiçeklerin simgelediği yeni başlangıçlar ve gözlerimizin önüne inen habis perdelerin imlediği karanlık sonlar misali. Mavi balinanınxiv yalnızlık şarkısının yankılandığı denizlerdeki gibi... Mavi.
Soyuta uzanmanın güzelliği.