“Erotik olanın alanına girmek, özellikle Arap dünyasının ve bu mirasın kadınları düşünüldüğünde, gezinmesi çok zor bir arazide yolunu bulmaya çalışmak demek – keza Oryantalist röntgenciliğin ve müstehcen pornografikleştirmenin heyulası da mevcut orada, aynı fikrin daha güncel ve kadını aşırı cinsellikten cinsel olmayana indirgemek isteyen İslamofobi permütasyonu da…”
04 Kasım 2021 17:00
Filistin asıllı İngiliz yazar Selma Dabbagh tarafından hazırlanan ve Saqi Books tarafından yayımlanan We Wrote in Symbols: Love and Lust by Arab Women Writers isimli antoloji Arap edebiyatında kadın erotizminin tarihçesini çıkarıyor. 75 kadın yazarın eserlerinden bir seçkiyi bir araya getiren antoloji Arap kadınlarının aşk ve şehvet mirasını sahipleniyor. Abbasi dönemi şairlerinden çağdaş isimlere kadar uzanan bir sürekliliğe değinen bu seçki, aşk, arzu ve seks hakkında yazmanın Arap edebiyatında tarihsel bir olgu olduğunu örnekliyor. Selma Dabbagh ile antolojiden yola çıkarak bir söyleşi yaptık...
We Wrote in Symbols ismini Abbasi prensesi şair Ulayya bint Al Mehdi’nin bir dizesinden alıyor. “Sembollerle yazardık biz” demiş Al Mahdi. Semboller ima ve delalet imkânı sağlarlar ve bize sundukları zihinsel stratejiler sayesinde somut (hissi) ve soyut (ma’nawi) arasında sözlü bağlar yaratarak etrafımızdaki gerçekliği yeni bağlamlara oturtmamıza önayak olurlar. Şimdi siz söyleyin o zaman, bu antolojinin küratörlüğüne girişirken ne gibi bir strateji vardı kafanızda?
Ulayya Bint al Mehdi’nin bu alıntısı, antolojide yakalanmaya çalışılan ruhun özünü gerçekten kapsayabildiği için başlık olarak seçildi. Onunla ilgili izlenimim, tutkuyla sevdiği ve tutkusunu zapt etmeye çalışan tüm sınırları aşmaya baş koyduğu yönünde. Onun için fiziksel ya da duygusal aşkın utanılacak bir yanı yoktu. Her iki biyolojik cinsiyetten ya da bu rolleri reddedenlerden oluşan sevgilileriyle yaratıcı yönü keskin, resmî yazışmalar aracıyla haberleşiyordu. Saraydaki pozisyonuna ve beşinci Abbasi halifesi erkek kardeşinin desteğine kapılmayıp, ihtiyacını hissettiği cesareti, yaratıcılığı ve cüreti kollamaktan korkmadı. Somut (hissi) ve soyut (ma’nawi) arasında yaptığınız ayrımı seviyorum, ancak sembollerle yapılan bağların her zaman sözlü olduğundan da emin değilim. Sadece soyut ve semavi olabilirler, bir sembol olarak belirebilirler ya da yeni, taze bir görüntü şeklinde belirip yeni bir dünya ile iletişim kurmanızı veya dünyanızın yeni görünmesini sağlayabilirler. Ama yine de, illaki kelimelerden bahsetmek gerekirse, John Steinbeck’i anmalı. Steinbeck bir röportajında şöyle demişti:
“…Yazma zanaatı veya sanatı, sözsüzlüğün sembollerini bulmaya yönelik, beceriksiz bir girişimdir… İşte yazar da topyekûn yalnızlığında açıklanamaz olanı açıklamaya çalışandır”
Totolojik olma riski altında, yazar bir deneyimi soyut bir şekilde deneyimler ya da çağrıştırır, imgeler ve dürtüler yaratan kelimeler aracılığıyla ona semboller iliştirir. Bunun nasıl inşa edildiği veya alındığı üzerindeki kontrolleri nadiren kesin olsa da, olmamalıdır da.
Antolojinin küratörlüğünü yapma stratejisine gelirsem…. Binlerce yıl boyunca aşk ve şehvet arzularını ileten, genellikle soyut ve somut arasında gidip gelen kadınlar tarafından yazılan parçaların peşine düşmüştüm. Koleksiyonun dinler, diller, cinsellikler, deneyimler ve yazı stilleri açısından mümkün olduğunca fazla çeşitliliği yansıtmasını istemek ise esas hedefimdi.
Kitap Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinden ve diasporadan yetmiş beş farklı kadına ait yüz bir parçadan oluşuyor ve aşk ve erotizm üzerine birkaç bin yıl öncesine uzanan güçlü Arap yazı geleneğini temsil etme iddiasını taşıyor. Bence bu kitap kendimizi sınırsız bir dişil şehvet ve arzu ülkesine taşıma fırsatı veren bir portal işlevi görüyor. Bu eserleri bir arada tutan Araplık tanımı ise esnek, değişken ve kavrayıcı. Tabii kitabın kapsamlı bir araştırmanın sonucu olduğu da aşikâr. Çeşitli kriterleri göz önünde bulundurduğunuz açık. Bu yazarları nasıl bulduğunuzu ve nasıl yan yana getirdiğinizi bize anlatır mısınız?
Erotik olanın alanına girmek, özellikle Arap dünyasının ve bu mirasın kadınları düşünüldüğünde, gezinmesi çok zor bir arazide yolunu bulmaya çalışmak demek biraz da – keza orada Oryantalist röntgenciliğin ve müstehcen pornografikleştirmenin heyulası da mevcut orada, aynı fikrin daha güncel ve kadını aşırı cinsellikten cinsel olmayana indirgemek isteyen İslamofobi permütasyonu da... Arap dünyası hem kadın okuryazarlığının en düşük olduğu anları hem de kadın okuryazarlığı tarihinde belki de başlangıçlardan birini temsil ettiği için ilginçtir. Öyle ki, kadın şairlik kimliği Cahiliye dönemine kadar uzanır. Kadın arzusu kavramı da zaman içinde farklı dönemlerde kutlanmış veya ayıplanmıştır. İşte bu antoloji de kadın yazarların yaşadıkları toplumlara, deneyimledikleri ilişkilere, geliştirdikleri kurgusal karakterlere dışarıdan bir bakışla değil, kendi seslerinden süzülen, yazılarıyla ortaya koydukları tepkilerden beslenen benzersiz bir içgörü ile yaklaşabilmeyi sağlamayı amaçladı. Şahsen monolitik kültür algısının tehlikeli ve hatalı olduğuna inanıyorum. Kültür her zaman heterojendir. Sürekli olarak sorgulanır ve yeniden formüle edilir.
Yazarların peşine düşerken farklı kaynaklara başvurdum. Klasik eserler için güvendiğim iki ana antoloji vardı; Abdullah al-Udhari tarafından düzenlenen ve tercüme edilen Arap Kadınları Klasik Şiiri (Saqi, 1999) ve Wessam Elmeligi imzalı İslam Öncesi Çağdan Endülüs’e Kadar Arap Kadınlarının Şiirleri antolojisi (Taylor Francis / Routledge, 2019). Ayrıca pek çok detay için akademisyenlerin kapısını çaldım ve bir de daha geçenlerde Profesör Geert Jan van Gelder ve Emily Selove tarafından çevrilmiş bir düzyazı metnini, 11. yüzyıl Bağdat’ından Zad Mihr’in bir mektubunu da araştırmaya dahil ettim. Daha projenin henüz başında modern edebiyattan kimleri alıntılayacağıma dair net bir fikrim vardı (örneğin Hanan al-Shaykh, Ahdaf Soueif, Hoda Barakat, Leila Slimani’nin çalışmaları), geri kalan isimlerle ise araştırmam sırasınca tanıştım. Yayınlanmamış yazarları teşvik etmeye hevesliydim, bu yüzden daha önce yayınlanmamış yazarlardan yaklaşık beş parça işi toplama dahil ettim. Çevirmenler, eserleri İngilizcede aşinalık kazanmamış veya daha önce hiç tercüme edilmemiş (Samia Issa mesela) Fransızca ve Arapça yazarların belirlenmesinde hayati bir rol oynadılar.
Antoloji kronolojik olarak ilerlemiyor ya da yer verilen eserler peşi sıra eklenen biyografik açıklamalarla kesintiye uğramıyor. Okuyucunun daha geniş bir bağlam için kitabın sonuna başvurması gerekiyor. İlginç ve parlak bir fikir olmuş bu, garip bir biçimde arzunun katıksız ve devinimli özüne çok uygun – kişisel ve tarihsel verilerin ötesinde yer alan arzunun. Bu kararın arkasında ne vardı?
Beklenmedik şekillerde birbirleriyle konuşur hale gelmesi gereken bu eserlerin nasıl sıralanacağını belirlemek biraz deneme yanılma gerektirdi. Dizinin son hali ve sıralaması konusunda Saqi Yayıncılık’tan kıdemli editör Elizabeth Briggs ile çok yakın çalıştım. Eklemek istediğimiz eserleri bir araya topladıktan sonra ilk olarak kronolojik bir dizin yarattık. Avantajımız ise klasik dönem kadın şairlerin (MÖ 2000-MS 1492) aşk ve seks konularındaki açıksözlülüğünü ve benzer konularda 1492’de Endülüs’ün düşüşünden Osmanlı’nın son dönemine kadar yaklaşık 500 yıllık süreçte görülen gerilemeyi gösterebilmekti. Bununla birlikte, içgüdüsel olarak, koleksiyonun daha arkaik ve daha kısa şiirlerle birlikte açılmasının akademik bir çalışma okuyormuş hissini yaratıp kimi okuyucuları caydırabileceğini hissettim. Daha sonra eserleri anlatıcının geçirdiği duygusal âna veya anlatıcının kişiliğine göre ayırmakla uğraştım. Tarot benzeri arketiplerle çalıştım. Örneğin Bakire, Yüksek Rahibe vs. ama kimi zaman fazla zorlama bir iş yaptığımı da düşünürken buldum kendimi. Nihayetinde, kadınların varoluşlarının bu hassas, tartışmalı ve temel parçalarına yaklaşımlarına dair varsayımları yıkmak ve parçaların esasen birbirleriyle nasıl “konuştuğuna” odaklanmak için eserlerden tarihleri ayırmaya karar verdik. Hissi bir algoritma yaratmaya çalıştık yani. Bir de kitap tam bitmeden önce, eserlerin birçoğu içerik olarak şiddetli bir cinsel enerji yaydığından ve bu içerik okuyucuları afallatabileceğinden, bir de kitap tam bitmeden önce okuyuculara nefes alma alanı sağlamak için “açık saçık” anlatıların arasını açtım. Eserlerin altında tarihlerin ve biyografilerin olmaması hali, okuyucuları kadınların biyografilerine bakmaya ve bu yazarların en az eserleri kadar etkileyici hayatlardan geçmiş olduklarını keşfetmeye teşvik ediyor hem ve hangi yazar hangi dönemde üretmiş bilgisini bir sürprize çeviriyor.
Giriş yazınızda birçok Arap edebi döneminin, mesela Emevi ve Abbasi dönemlerinin ve Endülüs’ün Arap egemenliğinin, kadınların arzusu ve cinselliği konusunda dikkate değer bir açıklık derecesini kucakladığını belirtiyor ve ekliyorsunuz: “Arap dünyasında İslam’ın erken dönemlerinde ve İslam öncesi dönemde cinsellik, o zamanlar başka yerlerde var olan heteronormatif varsayımlara sahip değildi. Ne zaman ki Batı’nın emperyal mirası, Sigmund Freud’un eserleri de dahil olmak üzere, Akdeniz’i geçerek Arap diline ulaştı, işte o vakit kendisinden başkasını ‘sapkın’ olarak yaftalayan binary kategorizasyonlar daha kapsamlı ve esnek Ortaçağ Arap cinsellik modelini silmeye başladı.”
Bu alıntıyı takiben, Batı modernitesini ve ilerleme mitini sorgulamaya başlanabilir. Bence bu antoloji, ilerleme ve modernite arasındaki ilişkiye dair bu dogmaya yönelik benzersiz bir bakış açısı sunuyor.
Pek çoğumuz günümüzün aşırılıklarına bağımlıyken çürütmesi zor bir efsane bu ilerlemecilik efsanesi. Kitabın önsözünde Mısırlı yönetmen Youssef Chahine’in röportajcısı Mark Cousins’e itiraz ettiği söyleşisine değinmeyi düşünmüştüm mesela bir süre. Cousins ‘üçüncü dünya’ terimini kullanır, Chahine’in cevabı ise şu olur:
“… Ben mi üçüncü dünyayım? Hayır, sensin o. Ben 7.000 yıldır ayaktayım, kültürüm 7.000 önce uygar olduğunu kanıtladı. Hem nedir medeniyet? Medeniyet, diğer insanlarla nasıl iletişim kurduğunuzdur. Medeniyet şefkattir.”
Harika değil mi? Neye sahip olup olmadığımızı, nerede durduğumuzu anlamak için insan eyleminin temel güçlerinden biri olan arzu aracılığıyla medeniyet denen şeyin nasıl gerçekleştirildiğini ve sürdürüldüğünü ölçmek çok daha iyi bir bakış olacaktır. Üstatlık taslayamam, ama bana arka çıkacak araştırmacılarla da bizzat konuştum ve şunu söyleyebilirim; mesela Abbasiler döneminde seks, onlardan birine göre, kadınların cinsel tatminini de içeren, bu tatmini kendi iç dengesi için gereksinen bir ‘yaşam tarzı’ydı. Burada Abbasi toplumundaki bazı eşitsizlikleri bulanıklaştırıyorum; örneğin cariyeler, köle çocuklar vb. ancak bir çiftteki uyumun toplumdaki uyumu etkilemesi gerektiği fikri, bazıları kadınların yararına ve diğerleri onları bastırmak için, devrimciler ve muhafazakârlar tarafından benimsenen güçlü bir fikirdir.
Akademisyenlerin Endülüs homoerotik şiirinin sone geleneğinin evrimi üzerindeki etkisinden bahsetmemelerini her zaman şoke edici bulmuşumdur. Sizinki gibi çalışmalar tam da bu yüzden, çeşitli nedenlerle göz ardı edilen tarihi araladığı ve kültürel bağların kaybolmasını önlediği için büyük önem taşıyor.
Bu alanda çalışmak için önemli ve heyecan verici bir zamandayız. 10. yüzyıl şairi Al Ma’ari’nin Dante üzerindeki etkisinden, Arap/Müslüman bilim, mimari ve felsefesinin Avrupa düşüncesine yansımalarına veya İbn Rüşd’ün etki alanından hikâyecilik ve şiir geleneklerine dair karşılaştırmalardan kadar geniş çaplı bir yeniden gözden geçirme sürecindeyiz. Edebiyat geleneklerinin kökenlerini bir uzman gibi kavrayamam, ancak Marina Warner ve Wen-chin Ouyang tarafından Arapça Hikâyeler ve Şiir Çevirileri atölye çalışmasına davet edildiğim ve onların çalışmalarına maruz kaldığım için çok şanslıydım. İhmal edilen Arapça metinlerin iki dilli ciltler halinde mükemmel yeni çevirilerini yapan Arap Edebiyatı Kütüphanesi’nin çalışmalarını da önemsiyordum. Arap dilini akıcı bir şekilde konuşamayan, benim gibi Arap kökenli insanlar, bu akademisyenlerin, çevirmenlerin ve yayıncıların eserleri sayesinde dilsel miraslarına yeniden erişebiliyorlar.
Antolojiye katkıda bulunanlardan Leila Slimani geçtiğimiz günlerde editörünün kendisine kitaplarında en sık kullandığı kelimenin “utanç” olduğunu söylediğini paylaştı ve ekledi: “… Arapçada iyi eğitimli insan utanan insandır deriz.” Bu alıntı, antolojide Salwa al-Neimi tarafından yazılan ve bir akademisyenin hayatından anıları sıraladığı, utanma ve bilme meselesine değindiği öyküyü aklıma getirdi. Utancın kavramsallaştırılmasını nasıl görüyorsunuz? Arap kadınlarının cinselliği ile ilişkilendirilen kelimelerden birinin utanma olduğu gerçeğini göz önünde bulundurarak bunun etkili bir egzersiz olabileceğini düşünüyor musunuz?
Demir leblebi gibi bir soru bu. Hakkıyla cevaplarım umarım. İnsan ister istemez antolojinin kapsadığı dönemler boyunca Arap mirasının kadınlarını genelleme ve analiz etme eğilimine düşüp utanç kavramı gibi ne olduğunu kestirmenin imkânsız olduğu aldatıcı sonuçlara bel bağlama gafletine düşüyor. Bana kalırsa, muhafazakâr “utanç” kavramları ve kadın arzusunun dile getirilmesi birbiriyle beraber hareket eden iki çelişki. Times Literary Supplement için antolojiyi değerlendiren Zahra Hankir, Lübnan’da geçirdiği çocukluğu sırasınca seks ya da erotizm üzerine konuşulduğuna hiç denk gelmediğinden, konunun ayıp ve haram sözleriyle kapatıldığını söyleyerek başladı mesela yazısına. Ama artık oraları aştık.
Antoloji, muhafazakâr utanç mekanizmalarının Arap dünyasında her zaman rakipsiz bir şekilde hüküm sürdüğü görüşünü geri püskürtmeyi amaçlıyor. Arap kadınları üzerine İngilizce yazılmış kitapların çoğu arzunun nasıl bastırıldığına odaklanırken, bu antoloji arzuyu ustalıkla dile getirenlere, var olan kısıtlamalardan kodlu bir dil kullananlara ve böylelikle iktidar dinamiklerini yeniden düzenlemeye (tıpkı Salwa al-Neimi’nin anlatıcısının şiirle yaptığı gibi) çalışanlara baktı. MS 9. yüzyılda Ebu Nawas ve İnan Jariyat an-Natafi’nin de dahil olduğu ‘iffetsiz’ şairler grubunun da benimsediği gibi, şiir formunun gelişmesi için bu meselenin üzerine gidilmeliydi. Tunuslu sosyolog Abdelwahab Bouhdiba (İslam’da Cinsellik, 1985) ve diğerlerinin klasik çalışmasından anladığım kadarıyla, erotik olanın entelektüelleştirilmesi konusunda, özellikle Abbasi döneminde bununla ilgili güçlü bir gelenek vardı. Erotik çalışmaların astronomi veya mühendislikten daha az değerli olduğu görülmedi. Zihin ve beden, entelektüel başarıların gerçekleştirilmesi açısından mutlaka birbiriyle karşıt olarak görülmedi. Duyusal olanı sıkıştırmanın bu baskın yolu, daha çok Marcus Aurelius gibi Stoacıların ve Romalıların geleneklerinden ve bu klasik düşünürlerden ilham alan sömürge hükümdarlarından kaynaklanmaktadır. Arap dünyasında zaman zaman, şehvetli ve romantik arzuların dile getirilmesi ve gerçekleştirilmesi, daha önceki kadın şairlerin bazılarının yazılarına yansıyan bir bütün olarak toplumun daha büyük iyiliğinin bir parçası olarak görülüyordu.
Bu antoloji aynı zamanda seks, arzu ve beden hakkında Arapça yazını için bir olasılıklar almanağı olarak da görünebilir. Antolojiler genellikle geçmişte demirlenir, ancak birincil önemlerinden biri gelecek için yeni ufuklar sunabilmeleridir. Peki sizce bu kitabın olay ufkunda neler var?
Ne yazar ne de editör niyet ettikleri sonuca varılıp varılmadığı konusunda kesin bir denetime sahip olduklarını iddia edebilirler, ki zaten bu niyetlerin ne olduklarına dair özellikle tutarlı bir tavır da takınmazlar – çünkü bir kitap çalışmanın kendisiyle birlikte değişip duran evrimsel bir projedir. Umarım antoloji daha yoğun erotik nabız içeren anlatılar yaratma cüretini gösteren Arap kadınların yazılarının ön plana çıkmasına vesile olur – çünkü inancım şudur ki, iyi bir erotika yazabilen için artık edebiyatta ele alınması zor konu diye bir şey kalmaz. Günümüze kadar kadın yazıları üzerine daha fazla araştırma yapılsa ve bu dönemlerin mütercim, âlim ve editörlerinin çalışmaları daha çok ön plana çıkarılsa harika olur.
Son olarak, bu antoloji üzerinde çalışmak yazarlığınızı nasıl etkiledi? Hiç tahrik edildiğinizi düşündüğünüz oldu mu? Geleneğin size meydan okuduğunu mu hissediyorsunuz?
Hem bir birey hem de bir yazar olarak kendimi zorlama isteği yarattı bende bu süreç. Kendime karşı daha dürüst, hayal dünyamda daha özgür, inandığım değerlere ve meselelere dair gerek mahremimde gerekse aleni bir biçimde daha cüretkâr riskler alarak… We Wrote In Symbols sayfalarında yer alan kadınlarla yaşadığım bu karşılaşmayı alçak gönüllülükle anıyor, bu kadınlarla temas halinde olmaktan gurur duyuyorum.
•