“Edebiyattan bizi bir yere ulaştırmasını değil, yola düşürmesini bekleriz. Oradan dünyaya bakabilmeyi. Yoldan dünyaya baktığımızda, başkalarına ve kendimize de bakıyoruz demektir. Kuşkusuz yola da bakıyoruzdur oradan –yola bakmak da yola dahil–, öyleyse edebiyata da!”
Öykü yayımlamaya ilk başladığım yıllardan bu yana öykü ve roman dışında edebiyatla ilgili yazılar da yazıyorum. Bu kitap, biri dışında, son on yılda yazdıklarım arasından yaptığım, Türkiyeli olmayan yazarlar veya onların yapıtları hakkında yazdıklarımı dışta tuttuğum bir seçki.
Kitaplar ya da yazarlar üzerine yazılar yazmak yerine öykü ve roman yazmaya odaklanmamı salık veren arkadaşlarım oluyor bazen. Bunu söyleyenlere, bu yazıların benim için öğrenme ve düşünme yolu olduğunu anlatmaya çalışırım her seferinde. Nasıl olduğunu tam olarak bilmem ve ifade etmem kolay değil, ama bu yazıların, yazdığım edebi metinleri birçok açıdan desteklediğini, beslediğini düşünüyorum, çünkü esas olarak bu yazılar, edebiyat üzerine yazarak düşünmenin verimleri. Okuduğum kitapları ve yazarları daha iyi anlamanın yanı sıra, yazma teknikleri, meselelerin, olayların bir edebiyat metnine nasıl ve ne gibi uğraklardan geçerek taşındığı, nasıl ifade edildikleri, ifade yollarının, kurgunun ya da akışın bize ayrıca neler söylediği vb konularda benim için öğretici olduklarından hiç kuşkum yok. Umarım okuyanlar için de böyle etkileri oluyordur.
Edebiyat, düşünmenin çok özel bir yoludur – hem yazan hem de okuyan için. Philip Roth’un bir roman kişisi, yazar olan ağabeyinin yaptığı işi şu şekilde tanımlar. “Anlatı şeklinde tefekkür ediyor.” Okuduğumdan bu yana bana çok yakın gelen, sıklıkla alıntıladığım bir ifade bu. Bunu bazen “hikâye ederek düşünme” şeklinde kullanıyorum, ama sanırım “tefekkür” daha uygun. Düşünmek sözünde daha çok çözümleyici bir muhakemeyi işaret eden bir tını hâkim. Edebiyat çokça sezgilere açık olduğu için Roth’un roman kişisinin ifadesi daha uygun görünüyor bana. “Hikâye ederek” diyorsak, esas olarak tetiklenen ve davet edilen sezgi olsa gerektir, bir şeyleri hikâye ediyorsak, soyutlamaların uzağında, somut, biricik bir şeyi göstermek, ne olup bittiğini de okuyacak olanların sezgisine bırakmaktır derdimiz.
Edebiyat metinleri (ya da yazarlar) üzerine yazarken, okuduğum metinlerdeki “anlatı şeklindeki tefekkür”lerin bana neler düşündürdüğünü, onlardan yola çıkarak ne gibi bağlar, bağlantılar kurduğumu, becerebilirsem başka anlatılarla yakınlıklarını, çatışma ya da koşutluklarını görmeye, sezmeye, ifade etmeye, başka okumaların önünü kesecek, mutlak anlamlar, kesinlikler taşıyan saptamalardan, söylemlerden uzak durmaya çalışıyorum. Okurken ve sonrasında bu yazıları yazarken ileri sürdüklerimin, daha farklı, yeni ve esinlendirici başka düşünceleri (neden olmasın, tefekkürleri) tetiklemesini, saçaklandırmasını arzu ederim.
Bir anlamda yollarımızın kesişmesine bir çağrı olsun bu kitap. Dünyaya baktığım yol ile bu yazıları okuyacak olanların dünyaya baktıkları yolların – belki de kesişmesi değil, çatallanması, iç içe geçmesi, paralel ya da kâh kesişe kâh ayrıla alabildiğine uzaması.
“Dünyaya baktığım yol uzamakta.” Edip Cansever’in bir dizesi, Umutsuzlar Parkı’ndan. Cansever’in şiirindeki bağlamın çok dışında kullanmak üzere ödünç aldım bu imgeyi. Edebiyatı, dünyaya baktığımız bir “pencere” ya da “sahne” olarak kabul etme yanlısı değilim, bir temsil ilişkisi değil metinle dünya arasındaki, kaldı ki “sahne” ve “pencere” seyredenle seyredilen arasında geçirimsiz bir ilişkiyi imliyor. Oysa dünyaya yoldan bakıyorsak ya da dünyaya baktığımız bir yoldan söz edebiliyorsak, evet, gene dünyada değilizdir, gene bakmaktayızdır ona, ama aynı zamanda yoldayızdır, yolundayızdır, varacağımız meçhul ya da mümkündür, ama bu değildir zaten mesele. Edebiyattan bizi bir yere ulaştırmasını değil, yola düşürmesini bekleriz. Oradan dünyaya bakabilmeyi. Cansever’in şiirinin o bölümü de “Size baktığım yol uzamakta/ Kendime baktığım yol uzamakta” dizeleriyle başlıyor. Yoldan dünyaya baktığımızda, başkalarına ve kendimize de bakıyoruz demektir. Kuşkusuz yola da bakıyoruzdur oradan –yola bakmak da yola dahil–, öyleyse edebiyata da!
Bu yazıları bir gün bir kitapta bir araya getireceğimi düşünerek yazmadım – kitaba alırken bazısını düzelttim, eklemeler çıkarmalar yaptım, ama genel hatları pek değişmedi. Bu yazıların her birinin ayrı bir hikâyesi var. Büyük bölümünü benden istendiği için yazdım. Editörler ve sempozyum düzenleyenler talep etmese, bu yazıların bazısını yazmak aklıma gelmezdi muhtemelen. Güvendikleri, altından kalkabileceğimi düşündükleri için katkımı, yazımı isteyenlerin hepsine müteşekkirim, bir yazının yazılabilmesi için gereken ilk andaki itici gücü güvenleriyle her seferinde onlar sağladılar. İsimlerini tek tek saymayacağım, onlar kendilerini biliyorlar. Kitabın sonuna yazıların nerede yayımlandığını, sunulduğunu ekledim.
Kitaptaki yazılardan birkaçını 2020 yılında, pandemi nedeniyle evlere kapandığımız aylarda yazdım. Bunları yazmak pandeminin neden olduğu kaygılarla, tasalarla baş etmeme çok yardımcı oldu. Kuşkusuz, hepimiz kapanmadık, başta canları pahasına çalışan hekimler ve sağlık emekçileri ile dezavantajlı durumlardaki insanların ihtiyaçlarını karşılayabilmek için canlarını dişlerine takan çeşitli kurumların sosyal destek birimlerindeki çalışanlar olmak üzere, evlerinde kalamayan emekçiler sayesinde evden çıkmama konforu içinde okuyup yazabildim. Bu kitabı pandemide başkaları için sağlıklarını, canlarını riske atarak çalışan bütün emekçilere ithaf ediyorum. •
BEHÇET ÇELİK
Eylül 2021, Kadıköy
(s. 7-9)