Handan İnci, Beşir Ayvazoğlu, İbrahim Şahin, Seval Şahin ve Oğuz Demiralp, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın günümüzdeki önemini ve Tanpınar araştırmaları alanındaki gelişmeleri K24'e yorumladı.
09 Şubat 2017 13:58
Geçtiğimiz günlerde edebiyat dünyası iki haberi çok konuştu. İlki tanpinarmerkezi.com sitesinin açılması ve “evrak-ı metruke”nin dolaşıma girmesiydi. Bu konuya dair Handan İnci’yle konuştuk. Öteki de, İbrahim Şahin’in Türkiyat Enstitüsü’nde bulduğu “yeni” metinlerdi. İbrahim Şahin’e de bu soruşturma kapsamında sorular yönelttik. Ayrıca, Tanpınar üzerine metinler üretmiş, ona dair daima düşünmeye devam etmiş Beşir Ayvazoğlu, Seval Şahin ve Oğuz Demiralp da sorularımızı yanıtlamayı yahut görüş vermeyi kabul ettiler. “Tanpınar olayı”nın devam edeceğini öngörmek sır değil. Bu soruşturma da, yakın zamanda olanlara dair konunun ilgililerine görüşlerini sormakla biçimlendi.
Tanpınar neden bunca önemli? Ve aslında biraz tehirli başlayan ilgi nasıl giderek artabiliyor?
Tanpınar, Batılılaşma sürecimize dair önemli tesbitleri olan bir yazar ve yazdıkları uzun süre bu içeriğe göre yorumlandı. Ama giderek derinleşen okumalarımın bende uyandırdığı düşünceyle söyleyeyim: Tanpınar bu değil. Tanpınar’ın aslında henüz yeterince konuşmadığımız bir başka “esaslı dünyası” var. Bunun en somut dışavurumunu da günlüğünde görürüz. Tanpınar edebiyatının temel konusu “toplumsal” değildir; o daha çok insanın yeryüzünde “nasıl yaşaması” gerektiğiyle ya da varoluş sıkıntısıyla nasıl başedebileceğiyle ilgilidir. Batılılaşma ve kültürel çatışmalar onun sadece malzemesidir. Belirli bir tarihsel sürecin insanı olduğu için elindeki bu malzemeyi sanat eserine çevirmeye çalışmıştır. Oysa onda, dünya çapındaki romancılarda olduğu gibi, yereli aşan bir evrensel boyut vardır. Tanpınar’ın bu boyutunu yeterince kurcalamadığımızı, onu sadece bize has bir Doğu-Batı kültür çatışmasının yorumcusu olarak sınırladığımızı düşünüyorum. Tanpınar’ın sanatına yön veren düşüncenin temelinde öncelikle derin bir ölüm endişesi, onun açtığı yolda gelişen zaman kavramı ve insanın varoluşuyla ilgili bunalımlar ile bütün bunları “aşma” yöntemi olarak yücelttiği sanat vardır. Sanat eserine yüklediği anlam ve değer Tanpınar’ın aslında çok da üzerinde durulmayan asıl dünyasını ortaya çıkarır. Bu sıkıntıyı rüya ve kâbus şeklinde işleyen Huzur ile Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Tanpınar’ın bütün eserlerinin üzerinde ilerlediği iki temel akstır. Tanpınar’ın yazdığı her şey, birbiriyle konuşan ve çatışan bu iki eserin zemininde yürür. Bence artık Tanpınar yorumlarını da sosyolojik ve tarihselci bağlamdan uzaklaştırarak bu zemine kaydırmak gerekir. Orpheus’un Şarkısı / Tanpınar’ın Romanlarında Aşk ve Kadın adlı kitabımda, ölüm- sanat- aşk arasında kurduğu ilişkiler ağını yorumlarken Tanpınar’ın bu yönünü ortaya çıkarmak istemiştim.
Tanpınar, elbette Batılılaşma maceramızla ilgili çok dikkate değer şeyler de söylemiştir. Giderek artan bir ilgiyle okunmasında aslında bu içeriğin daha etkili olduğunu düşünüyorum. Ancak bu Tanpınar’ın “önemli” tarafıdır. Onun asıl “değer”i varoluş sıkıntısı ile yaratma endişesini etkileyici bir dil dünyasına çevirebilmesinden gelir. Tanpınar’ın değerinin, zamanla öneminin önüne geçeceğini düşünüyorum. Günlüğünde kendisini okumayanlardan şikâyet ederken “bir gün bana dönecekler” diyordu. Evet, döndük, çok da yazı/ kitap çıkıyor hakkında, ama zannımca asıl yazarı henüz bütünüyle görebilmiş değiliz.
tanpinarmerkezi.com sitesi açıldı; görebildiğimiz kadarıyla epey konuşuldu bile açılır açılmaz. Sitenin girişinde “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın hayatını, eserlerini, hakkında yazılanları ve İ.Ü. Türkiyat Enstitüsü’nde bulunan arşivini araştırmacılara sunmak amacıyla hazırlanmış bir sitedir” deniyor. Neredeyse bütün mecralarda bunca haber olacağını ve gündem oluşturacağını bekliyor muydunuz?
Tanpınar Merkezi büyük bir proje. Bence burada ne yapmak istediğimizi iyi anlattığımız için ilgi oluştu. Tabii bunda Tanpınar adının giderek artan büyüsü de etkili oldu. Ama elbette işin en cazip tarafı, yıllardır adı duyulan ama ne olduğu tam anlaşılmayan o meşhur Tanpınar Arşivi’nin bu kadar kolayca gün yüzüne çıkabildiğini görmeleriydi.
Arşivin varlığını İstanbul Üniversitesi’ndeki öğrenciliğimden beri bilirdim. Ama nedense oraya kadar uzanmak, kurcalamak “haddimiz değil” gibi gelirdi. Doktoramı verip MSGSÜ’de çalışmaya başladıktan sonra ilk işim çok sevdiğim Tanpınar araştırmalarına yoğunlaşmak oldu. Önce Huzur romanının hocalarımızdan çok duyduğumuz tefrika ile kitap arasındaki farklarını tesbit ederek başladım. O işe de şimdi arşivin yeni harflere aktarılmasında büyük destek gördüğüm Yücel Demirel’le girişmiştik. Aynı günlerde Türkiyat’a giderek ondan kalan evrakı incelemeye niyetlendik. Ancak dosyaları heyecanla karıştırırken yaşadığımız bir artçı deprem yüzünden dışarı çıkmak zorunda kaldık, 1999 sonbaharıydı. Bir süre sonra yeniden arşive gidecek duruma geldiğimde, o günlerde Türkiyat müdürü olan Osman F. Sertkaya, (üniversitede hocam da olmuştur) çok sert bir dille, dosyaları koruma altına aldığını ve bize (!) vermeyeceğini söyledi. Şaşkın ve üzgün geri döndüm. Bu arada YKY ile Dergâh Yayınları arasında Tanpınar’ın basım hakları için bir telif savaşı yaşandı. Sular biraz durulunca, bir Tanpınar sempozyumu hazırlarken yeniden arşive gitmeyi düşündüm. Dosyaları karıştırırken gözümüze takılan Suat’ın mektubu’nun peşindeydim ama daha da fazlasıyla karşılaştım. Fotoğraflar, mektuplar, karmakarışık sıralanmış daktilo sayfalar, karalamalar, senaryo çalışmaları neler, neler… Sempozyuma birkaç gün kalmıştı. Bunları derinlemesine inceleyemeden, ortaya çıkan yeni fotoğraflardan aceleyle bir albüm hazırladık ve sempozyumda dağıttık. Büyük ilgi çekti. Sempozyumun hemen ardından Küçükçekmece Belediyesi bunu kendilerinin yapacağı bir Tanpınar etkinliği için kullanmayı istedi. Bu defa arşivde bulduğum başka belgeleri ve yazarın hayatını da ekleyerek daha geniş bir foto-biyografi hazırladım. Dünyam adlı bu kitapta Tanpınar’ın yazılarından alıntılar da yapmıştım. Albüm, piyasaya çıkmayacağı, kültürel bir etkinlikte belediye tarafından dağıtılacağı için aklıma telifle ilgili sorun yaşayacağım gelmemişti hiç. Belediye adına bu işi yürüten ekip de yayıneviyle görüştüğünü söyleyerek bu konuda bana teminat vermişti. Ama yayınevi tarafından derhal ciddi bir hukukî takibe alındım. Davası uzun ve yıpratıcı bir süreç oldu. Coşkuyla hazırladığım bir çalışmanın cezalandırılması moralimi çok bozmuştu. Bunun etkisiyle uzun bir süre arşive gitmedim. Bu arada Tanpınar’ın aşk ile sanatsal yaratıcılık arasında kurduğu bağ üzerine bir kitap yazdım. Ancak aklım hep arşivdeydi. Hem doğru dürüst inceleyemediğim dosyalardaydı, hem de sayfaların üstündeki paslı iğneleri, karmakarışık hâllerini unutamıyordum. Bir an önce onları dijitalleştirmek ve korumaya almak gerekiyordu. Önceliğim buydu. Arşivdeki belgeleri düzenleyip yeni harflere aktarmadan yazarın dünyasını aydınlatacak yorumlar yapabilmek mümkün değildi. Bu çaptaki bir arşivin altından tek başıma kalkamazdım. Özellikle tarama ve dosyalama işleri uzmanlık gerektiriyordu. Nihayet geçtiğimiz yıl bu desteği sağlayabildim. Marmara Üniversitesi, Bilgi ve Belge Yönetimi bölümünden Prof. Dr. Tûba Karatepe ve ekibi tarama ve tasnif işlerini yüklendi. Enstitüye resmî olarak başvurduk, izin aldık ve MSGSÜ’den de bir ekip kurarak bu projeyi gerçekleştirdik. Binlerce sayfanın tarandığı bu süreçte evrakı daha yakından görme fırsatı bulduk. Tanpınar’ın yarım bıraktığını sandığımız mektupların daktilo sayfaları, varlığından zaten haberdar olduğumuz Monsieur Teste çevirisi, Valery, Nerval, Proust üzerine kaleme aldığı değişik uzunluklarda makale müsveddeleri, edebiyat tarihinin ikinci cildinin çalışması, gezi notları, hatıra parçaları… Çok zengin ama çok karışık bir arşivle karşı karşıyaydık. On yedi yıl önce dosyaları ayaküstü birlikte karıştırdığımız değerli dostum Yücel Demirel, evrakın yeni harflere aktarılması sürecinin koordinatörlüğünü üstlendi. Arşivi düzenlemek ve kataloglamak zaman alacağı için tasarılarımız arasında olan internet sitesini de devreye sokmayı düşündük. İnteraktif bir yayımla bütün Tanpınar araştırmacılarını ekibe dâhil edebilecektik böylece. Yıllar sürecek bir tasnif ve okuma süreci yerine, bunları sıcağı sıcağına siteye yüklemek ve nasıl yorumlanabileceği hakkında görüş alışverişinde bulunabileceğimiz bir ortam yaratmak istedik. Böylece arşiv çalışmasına daha geniş ve katılımcı bir boyut kazandırmayı düşündük .
Bu evrak içinde en çok ilgi çeken elbette ilk sayfasını yıllar önce yayımladığımız “Suat’ın Mektubu” idi. Tanpınar, Huzur’un hemen ardından yaptığı bir söyleşide, Suat’ın Mektubu diye küçük bir eser yazacağını, orada Mümtaz’ın meselelerini daha farklı bir zaviyeden tartışacağını söyler. Bu küçük eserin Huzur’u “tamamlayacak” çapta bir içeriği yoktur. Zaten Huzur “yarım” bir roman da değildir. Bitirilmiş olsaydı, Suat’ın Mektubu da Tanpınar’ın diğer romanları gibi organik bir bağla zincire eklenecekti sadece. Elimizdeki sayfalar, Suat ya da Mümtaz’ın portresine bildiğimizden daha farklı, şaşırtıcı bir boyut getirmiyor. Mektubun kimi eski yazı, kimi daktilo edilmiş sayfalarını, yenilerini buldukça eklemek üzere siteye yükledik. Neyse ki nasıl kurgulanacağına dair bir anahtar metin de bırakmış Tanpınar. Okurlar buna göre kendi kurgularını geliştirebilirler. Ancak şimdilik, yani arşiv okumaları son sayfaya kadar tamamlanmadan önce kesin yorumlar yapmak zor.
Monsieur Teste çevirisi üzerinde ise mutlaka Fransız dili ve edebiyatı uzmanı bir araştırmacının çalışması gerek. Şimdilik taradığımız bütün evrakı yeni harflere aktararak siteye yükleyeceğiz. Dileyen üzerinde çalışabilecek.
İnternet sitesi sadece arşiv paylaşımından ibaret değil. Burada da iki ayrı yayım söz konusu. Bir yandan Tanpınar’dan kalan arşivi Latin alfabesine aktararak yayımlayacağız, bir yandan da 1930’lardan başlayarak günümüze kadar gelecek şekilde Tanpınar üzerine yazılmış ne varsa, rahatça ulaşılabilir duruma getireceğiz.
Ama asıl hoş tarafı, Tanpınar kitaplarını okurlara biraz daha yakınlaştıracak olan “okuma kılavuzu” bölümü. Burada roman haritaları, sinema ve müzik linkleri, Tanpınar’ın sözünü ettiği tabloların görülebileceği sanal galeri bağlantıları ile kavramsal sözlük çalışması olacak. Tanpınar’ın eserlerinde geçen bütün atıflar ve önemli kavramlar konunun uzmanları tarafından yazılacak. Bu nedenle, çalışmayı çok geniş bir yazar kadrosuyla yürüteceğiz. İşin keyifli yanı, tıpkı süreli yayınlar gibi sitenin aktif bir içeriğinin olması. Her an yeni bilgi girebiliyor ya da eksik/ hatalı bilgileri düzeltebiliyoruz. Takipçiler şunu da yapmayı düşünür müsünüz diye fikirler sunuyorlar bize.
“Tanpınar Merkezi” sadece siteyle sınırlı kalmayacak bir proje. Bundan sonra yapılacaklara dair neler söylemek istersiniz?
Projenin asıl büyük tarafı elbette üniversitemizde kurulacak olan Araştırma Merkezi. bunun için girişimlerimiz başladı. Merkez açıldığında Tanpınar edebiyatının içeriğine uygun atölye çalışmaları, seminer ve sergilere ev sahipliği yapacak. Bildiğiniz gibi MSGSÜ, Tanpınar’ın da üniversite hocalığına ilk başladığı yer. Tanpınar edebiyatının ana durakları diyebileceğimiz resim, heykel, mimari, müzik gibi konuların her biri için müstakil bölümleri olan Türkiye’nin en eski sanat kurumu. Eski adıyla Güzel Sanatlar Akademisi. Böyle olduğu halde, edebiyat bölümü ile resim, heykel, mimari ve konservatuar arasında sıkı bir işbirliği maalesef yok. Merkezin bu birleşmeye ve etkileşime hizmet etmesini istiyorum. Özellikle edebiyatı, resmi, müziği ve mimarisiyle İstanbul şehir kültürüne yoğunlaşacağız. Bunları internet kanalıyla geniş bir alıcı kesime ulaştırmak, bilgiyi ve konuşma ortamlarını üniversitelerin kapalı ortamlarından çıkarmak yapmayı çok istediğimiz işler. İnternet bu açıdan beni giderek cezbediyor. Aynı ilgileri paylaşan, merak duyan ya da konunun uzmanı olan kişilerin bu ortamda, birbirini hiç görmeden bir araya gelerek görüş alışverişinde bulunması, bunlara dünyanın her yanından takipçinin katkı yapabilmesi müthiş bir şey. Bu nedenle Tanpınar Merkezi’ni sadece bir üniversite kurumu olarak bırakmayacağız, zamanla edebiyatın başka konularını da kuşatacak kadar geniş bir yayın ve etkileşim ağı kurmak amacındayız.
Bir “Tanpınar Kütüphanesi” oluşturacak kadar metin yayımlandı. Daha da yayımlanacağa benzer; tanpinarmerkezi.com yakın dönem verimlerini de içerecek mi?
Elbette. 2017’ye kadar bir an önce gelmek istiyoruz. Eldeki malzemenin çoğu pdf veya fotoğraf. Bunların word’e aktarılması zaman alıyor. Bu nedenle, Tanpınar üzerine yazısı olanların yayın bilgileri ve word metinleriyle bunları bize ulaştırmaları, işi çok hızlandıran değerli bir katkı olur. Aylık dergilerde çıkan yazıları, sonraki ay hemen siteye yükleyecek kadar yakın takip yapacağız.
Tanpınar, son yıllarda en çok konuşulan ve hakkında her yıl birkaç kitap yazılan bir yazardır. Bu da onun bugün hâlâ yaşanan değişme sancılarını, bu sancıların derinliğine hissedildiği bir dönemde iyi ifade etmiş, sinir uçlarımıza sertçe dokunmuş olduğu anlamına geliyor. İçinden geldiğimiz, fakat jakobence uygulamalarla terk etmeye zorlandığımız kültür ve medeniyete dair tespit, eleştiri ve üzeri örtülü itirazları da onun yazdıklarını cazip kılmaktadır. Büyük bir yazar olduğundan kimsenin şüphe duymadığı Tanpınar’ın zengin atıflar dünyasına ve üslûbundaki büyüye de mutlaka işaret etmek gerekir. Bütün bunlar, onun edebiyat dünyamızda 1980’lerden sonra kurduğu “saltanat”ın devamını sağlıyor. Böyle bir yazarın yazdığı her cümle önemlidir ve geride bıraktıklarının ilgi odağı olmaması düşünülemez.
Tanpınar’ın Türkiyat Enstitüsü’ndeki özel evrakının yeterince incelenmediği, bu evrak İbrahim Şahin tarafından bütünüyle gözden geçirildikten sonra anlaşıldı. Anladığım kadarıyla Türkiyat’taki evrak, Tanpınar araştırmacılarını yıllarca meşgul edecek zenginliktedir.
Modernizmin Oyunu Oyunun Modernizmi – Tanpınar’da Oyun kitabında Tanpınar’da “oyun”, “oyunbazlık” meseleleri üzerine gittin. Son günlerde gene bir “Tanpınar Olayı” ile karşı karşıyayız. Türkiyat Enstitüsü’nde bulunan arşivde yeni roman yahut romanlar olduğu söyleniyor. Aynı zaman tanpinarmerkezi.com açıldı. Tanpınar gittiği yerden bir tür oyunbazlığa devam mı ediyor dersin?
Evet, çok güzel söyledin. Bence oyunbazlık devam ediyor. Bunların hepsi çok olumlu gelişmeler. Tanpınar gibi Türkçenin önemli yazarlarından birinin eserlerinin ortaya çıkması, bir arşivin olduğu gibi okurlara, araştırmacılara sunulması muhteşem bir şey bence. Evet bir Tanpınar olayı ile karşı karşıyayız. Bu olay, onun hakkında yeni çalışmalara, yeni okumalara temel verecek.
Soru aynı ama birçok versiyonu var. Ben bir daha ve doğrudan sorayım istiyorum: Tanpınar’a olan bu ilginin sebebi ne?
Tanpınar’a olan ilginin birçok sebebi var. Eserlerinde ortaya koyduğu üslubun kendisinden sonra gelen yazarları etkilemesi bunların en başta geleni. Oğuz Atay, Bilge Karasu, Yusuf Atılgan, Orhan Pamuk gibi yazarların adı onunla birlikte anılıyor. Atay’ın Günlük’ünde ona doğrudan göndermeler var. Orhan Pamuk, onun önemini ortaya koyan yazılar yazdı. Tanpınar’ın kitaplarının yurt dışı baskılarında kitapların arkasına Pamuk’un Tanpınar için söyledikleri konuluyor. Diğer taraftan geçmişin bir miras hâlinde eserlerinde görünür olması ona duyulan ilginin bir başka sebebi. Geçmişin inşa edilebilir bir kurmaca hâlinde ortaya çıkması, bunun çok farklı şekillerde yorumlanabilmesini de mümkün kılıyor. Eserlerinde müzikten, resimden bahsetmesi, bunların kurmacayla ilişkisi cezbedici. Psikanaliz ile Cumhuriyet’in ilk kuşağının düşüncelerini birleştirmesi de öyle. Mahur Beste, Sahnenin Dışındakiler ve Huzur ile bir anlatı evreni kurması, bir kurmaca kahramanın başka bir kurmaca kahraman olarak başka bir metinde tekrar ortaya çıkması eserlerine farklı bir bakışı mümkün kılıyor.
Türkçenin en iyi deneme yazarlarından olması bu ilginin başka bir yönünü oluşturuyor. Bugün günümüzde çok yaygın olmayan “yaratıcı zekâdaki eleştirel bakış”ı yazdığı 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’yle makalelerini sergilemiş, bu açıdan Türkiye’de bir eleştiri geleneğinin yaratılmasında öncü olmuş biri. Hâlâ 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi’ni aşan bir edebiyat tarihinin yazılamamış olması da bunu ispat ediyor. Ortaya koyduğu eleştirel düşüncede kendi yazarlığından gelen yaratıcılığı sergilemesi onlara bir denemeci üslubu ve zenginliğini katıyor. Erol Gökşen’in hazırladığı Hep Aynı Boşluk kitabında yer alan “Ahmet Cemil ile Mülakat,” ki bunların sayısının iki olduğunu da bu kitapla öğrendik, bunlara tipik bir örnek oluşturacak nitelikte. Halit Ziya’nın kahramanıyla konuşan bir münekkit, Ahmet Cemil ve varolduğu eseri tartışmak için farklı bir kanal açıyor. Beş Şehir ile şehir kroniklerini edebiyatla birleştirmesi, onu tek başına ayrı bir yere koyuyor.
Demokrat Parti üzerine yazdıkları, İsmet İnönü’ye olan sevgisi gibi konular da ayrıca tartışma konusu oldu. Demokrat Parti’ye kızan İnönü hayranı bir Tanpınar portresi, bu yazıların neden daha önce ortaya çıkarılmadıkları üzerine çok yazılıp çizildi.
Ve tabii şiirleri… Yahya Kemal’in yanında, ondan çok başka bir şiirin peşinde, kusursuzu arayan bir inatla şiirlerine çalışmasına hep dikkat çekildi.
Ama galiba ilgi görmesinin en büyük sebebi hep bir şeyleri yarım bırakması. Romanlarının hiçbirine tam olarak bitmiş diyemeyiz. Mahur Beste yarım kalmıştır. Sahnenin Dışındakiler de öyle. Huzur’daki “Suat’ın Mektubu” meselesi hep gündemdeydi. Aydaki Kadın sonradan Güler Güven’in çalışmalarıyla birleştirilmiş bir metin olarak karşımıza çıkar. Şiirleri üzerine hayatının son demlerine kadar çalışmıştır. İşte hep bu mükemmeli arayış ve bir zanaatkâr gibi her şeyi ince ince işlemek meselesi de ona duyulan ilgiyi gündemde tutuyor bence. Diğer taraftan değerinin bilinmediğinin altının çizilmesi de onu gündemde tutuyor.
Mektuplar'ın ardından Günlükler herkesin beklediği bir metindi. Birçok tartışma da yarattı. Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa’nın yeteri kadar tartışıldığını düşünüyor musun? Ve de, o edisyona dair neler düşünüyorsun?
Günlükler’i yıllarca bekledik. Sonunda ortaya çıktığında yeterince tartışıldığını düşünmüyorum. Edisyonuna dair birkaç eleştiri çıktı, ancak bu da çok gündeme gelmedi. Günlük’ün edisyonunda bence doğrudan sadece günlüğü yayımlayıp, gerekli yerleri notlamak kâfi olurdu, ancak bunun yerine Günlük’ün içeride bir metin olarak yer aldığı Tanpınar ve çevresinin, eserlerinin farklı kaynaklarla birlikte bulunduğu bir kitap olması tercih edilmiş. Oysa Günlük üzerine bu açıklamalı notların ayrı bir kitap olarak yayımlanması daha iyi olurdu. Günlük’te Tanpınar’ın iç dünyasına, kişisel yaşamının gizlerine, okuduğu kitaplara, gittiği müzelere, sinemalara, tiyatrolara kadar birçok unsurla karşılaşıyoruz. Bunlar onun dünyasını aydınlatmak için çok önemli anahtarlar. Bu sebeple Günlükler’e yeniden bakmak, buradan ortaya çıkan Tanpınar portresinin ayrıca yazılması gerektiğini düşünüyorum.
Tanpınar ile ilgili gelişmeleri son iki yıldır izlemedim. Tanpınar çalışmalarının sürmesi sevindirici. Tanpınar'ı “neoosmanlılık” denilen o saçmasapan düşünce akımına alet etme çabaları sona ermiş, çalışmalar ciddiyet kazanmışsa, buna daha çok sevinirim.
Türkiye'de herhangi bir tefekkür hareketi göremiyorum. Kıyasıya bir siyasî mücadele, daha doğrusu egemen akımın kendinden olmayı silip süpürme girişimi var. Bu, “sözde entelektüel” yaşamımıza da yansıyor. Tanpınar o egemen akımdan değil.
Dönüp dolaşıp Tanpınar'a geliyoruz. Çünkü pusulamız yok; daha doğrusu pusulamızı şaşırmış durumdayız. Tanpınar'ın pusulası Cumhuriyet ve Batı idi. Geçmişle de Batılı aydın olarak ilişki kurdu. Bunu da hâlâ anlamak istemiyoruz. Yaşasın Cumhuriyet! Yaşasın Tanpınar!
Haz ve Günah’ın ardından Tanpınar’a yönelik dikkatiniz eksilmedi, aksine çoğaldı. Sizin yeni metinler bulduğunuz günlerde tanpinarmerkezi.com da açıldı ve yeniden bir “Tanpınar olayı” vuku buldu edebiyat âleminde. Gerçekten de Türkiyat Enstitüsü’nde bulunanlar sadece ihmalden ötürü mü gün yüzüne çıkamadı şimdiye dek?
Bu ülkede edebiyatla uğraşan hemen herkesin yolu muhakkak Tanpınar’dan geçer/ geçmek zorundadır. Tanpınar’a ait evrakın Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’ne ne zaman devredildiğini bilmiyorum. Fakat Güler Güven’in Aydaki Kadın’ı, müsveddeleri düzenleyerek yayımladığı 1987 tarihini evrakın enstitüye devri konusunda başlangıç kabul etsek bile, aradan otuz seneye yakın bir süre geçmiş. Fakat daha evvel çalışma şartları nasıldı, evrak araştırmacılara açık mıydı bilmiyorum. Bildiğim, hemen hepimizin tanıdığı bazı araştırmacıların bu evrakı rahatlıkla görebildiğidir. Biliyorsunuz, Tanpınar’ın şiirleri yıllardır kitap hâlinde neşredilir. O şiirlerin ve daha sonra Yapı Kredi Yayınları arasında Tanpınar tarafından daktilo edilmiş görselleriyle birlikte basılmış olan şiir kitabının asılları söz konusu evrakın arasındadır. Fakat galiba, Güler Güven dışında kimse Tanpınar’ın el yazısıyla ve eski yazı olarak tuttuğu notlara bakmamış. Bu durum da ancak ihmalle açıklanabilir. Büyük emek vererek günlükleri okundu ve yayımlandı, biliyorsunuz. İnci Enginün ve Zeynep Kerman demek ki üzerlerine düşeni yaptılar. Evrakın geri kalanının bugüne kadar bir şekilde yeni yazıya aktarılarak yayınlanmamış olmasının kabahati, kendim dâhil, diğer yeni edebiyat araştırmacılarınındır.
“Tanpınar, bu mektubu ayrıca yayımlayacağını söylediği andan itibaren Huzur eksik bir roman hâline gelmiştir. Yeni bulunan Suat’ın Mektubu, Huzur’u tamamlar. Biz Huzur tamamlandığında, Tanpınar’da ciddi bir zihinsel dönüşümün gerçekleştiğini iddia ediyorduk. Mektup bizi haklı çıkardı” diyorsunuz. Mektubu Türk Edebiyatı dergisinde yayımlıyorsunuz ama biraz ipucu vermeniz mümkün mü? Dahası, “ciddi zihinsel dönüşüm” dediğiniz tam olarak ne?
Bu sorunun cevabını kavrayabilmek ve dahi anlatabilmek için öncelikle romantik ironinin ne demek olduğunu ve bu terim çerçevesinde bir entelektüelin kendisiyle hesaplaşmasının nasıl bir süreci kapsadığını, hangi aşamalardan geçtiğini anlamak lazımdır. Hayatı bir sanat eseri kılmak, Novalis ve Schelegel Kardeşlerden beri bilinen bir romantik felsefe temasıdır. Tanpınar, hiç tereddütsüz ilk hikâyelerinden ve şiirlerinden Huzur’a kadar -Huzur dâhil- duyarlık bakımından Alman romantiklerine çok şey borçludur. Öyle ki daha ilk metinlerinde kendisini göz hapsinde tutan bir bakışının olduğunu biliyoruz. Sosyal ve siyasal davalar konusunda olduğu kadar mizacının en esaslı hâlleri konusunda da aynı hassasiyete sahip bu adamın “sabit” bir duygu ve düşünce dünyasının olduğundan söz edilemez. Konuyu biraz daha açayım: Huzur, içeriği itibarıyla bizim zihnimizde nasıl bir Tanpınar imajı inşa etmiştir? Bu inşaya, Huzur’u ve genel olarak Tanpınar’ı yorumlayanların katkısı nedir? Bu soruyu kendine soran her Tanpınar okuyucusunun, soruya vereceği cevap muhtemelen mazi, Osmanlı, Cumhuriyet gibi anlamı sosyal değişme problemi etrafında tespit edilebilecek olgulardır. Fakat Huzur’da Tanpınar, kavramsal alegori açısından önemli olan iki figür kullanmıştır. Bunlardan birincisi içinde gizli bir İhsan barındıran Mümtaz, diğeri de nihilist ve anarşist Suad’dır. Ve roman mevcut haliyle -söz konusu mektup okunmadan- mitik kahraman Mümtaz’ın dramı imiş gibi okunur. Çünkü Huzur’da, Suad yarım kalmıştır. Zaten yazarının mektuba ihtiyaç duymasının sebebi bu yarımlıktır. Yarım ifadesiyle, Tanpınar’ın Huzur’da Suad’ı yeteri kadar anlatamadığını/ anlatmadığını söylemek istiyoruz. Oysa biraz Tanpınar romancılığını bilen herkes, Tanpınar’ın kahramanları karşısında bile dengeyi ve adaleti gözeten bir romancı vicdanına sahip olduğunu anlar. İşte Suad’ın mektubu, ondaki bu hassasiyetin ürünüdür. Biz, Tanpınar bu mektuptan söz ettiği anda Huzur eksiktir derken bunu kastettik. Eğer söz etmeseydi, herhangi bir sorun yoktu. Mektuptan söz ederek romanı eksik kılan bizatihi yazarın kendisidir. Böyle bir tercihin sebebi de izah etmeye çalıştığım durumdur.
Mümtaz’dan Suad’a doğru bir dönüşümün gerçekleştiğini gösteren çok daha somut işaretler vardır, Tanpınar monografisinde. Sahnenin Dışındakiler, yüceltilen bir devrin yeniden sorgulanmasıdır. Yıl 1949! Saatleri Ayarlama Enstitüsü aynı şekilde, kendi bilincini yeniden dizayn çabasıdır. O yüzden Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü Cumhuriyet devrinin ya da bürokrasinin ironisi olarak okumak kolaycılıktır. O romandaki asıl problem, Tanpınar’ın Huzur’da temsil edilen bilincini arındırma çabasıdır. Kayzer Andronikas’ın Hazineleri, Şerbetçibaşı elması ve Aselban ve romandaki ilm-i simya deneyi tamamen simgesel olgulardır; üstelik bu olguların tamamı Huzur’a kadar devam etmiş olan Tanpınar sanatının çözümlenmesi anlamına gelmektedir. Dikkat ederseniz bu değişim Aydaki Kadın’da tamamlanmıştır. Ne Sahnenin Dışındakiler’de, ne Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde ne de Aydaki Kadın’da, Huzur’un içeriğini belirleyen klasik sanatlar ve klasik dünya görüşüne ilişkin bir malzeme vardır. Tanpınar, Huzur’dan sonra kendisinin hayatın dışında kaldığını -hayat görüşü itibarıyla- fark etmiştir. Ancak zihnin yeni bir bakış açısıyla mücehhez kılınması zaman almıştır. Suad artık ondaki yeni dünya görüşünün mitik figürüdür. Kısacası nihilist ve anarşist, büyük insanlık idealleriyle alay eden, insanlığa dair ağır eleştiriler yönelten Suad artık bize Tanpınar’ın geldiği noktayı göstermektedir. Mektubunda Mümtaz’ın yazdıklarıyla, diliyle, edebî zevkiyle ve dünya görüşüyle alay eden Suad, Oğuz Atay kahramanlarının doğuşunu haber vermektedir. Konuyu daha iyi anlamak açısından Aydaki Kadın’daki Leyla'nın Kokteyli sahnesinin tekrar okunmasını tavsiye ederim. O sahne Amerikan filmlerinden alınmış simgesel bir sahnedir.
Monseiur Teste yakın zamanda Tanpınar’ın önsöz çevirisiyle yayımlandı. Bahsettiğiniz evrakın içinde çevirinin tamamı olduğunu söylüyorsunuz. İnceleme, yakından bakma fırsatınız oldu mu?
Monseiur Teste’nin Everest Yayınları'ndan çıkan Ayberk Erkay tarafından çevrilmiş metnini okudum. Daha evvel yayımlanmış başka bir çevirisi de var aynı kitabın, Türkçede. Fakat Everest’ten çıkan çeviri elbette çok daha iyi. Şunu da ekleyeyim ki bizde modern edebiyat çalışmalarının garip bir talihi vardır. Şair ve romancılar hakkındaki tesir problemini hep ezberlenmiş isimler üzerinden söyler geçeriz. Oysa Paul Valéry ya da Paul Verlaine yahut Rimbaud bizim edebiyatımızı derinden etkilemiş isimlerdir. Tanpınar’ın Valéry'e ilgisi, Haz ve Günah’ta üzerinde durmaya çalıştığım bir Tanpınar probleminin, “vuzuh” çabasının kaynağıdır. Tanpınar’ın Valéry’ye olan tutkusu da, Monseiur Teste çevirisini hazırlarken gösterdiği titizlik de aynı gaye ile açıklanabilir. Müsveddelerde kelime seçerken gösterdiği dikkat ve titizlik, karalamalar, çıkarmalar, eklemeler bunu gösteriyor. Ayberk Erkay çevirisiyle yer yer mukayese de ettim, Tanpınar müsveddelerini.
Bizi dönüp dönüp Tanpınar’a götüren şeyin/ şeylerin sebebi nedir sizce?
Bizi tekrar tekrar Tanpınar’a götüren şey, zannedildiği gibi sosyal değişmeye ilişkin tespitleri değildir. Çünkü nihayetinde sosyal değişmeye ilişkin ifadeler özünde birer fikirdir ve fakat Tanpınar sanatkârdır. Sanat eserlerinde felsefi sistemler bulamazsınız. Ancak devrinde moda olmuş birtakım fikirler bulabilirsiniz ki bunların birçoğunu farklı cümlelerle aynı senelerin fikir adamlarında da görmek mümkündür. Örneğin, Mustafa Şekip Tunç yeteri kadar okunsa ve bilinse, eminim ki Tanpınar’ın tespitlerinin birçoğu onda da bulunabilir.
Bizi Tanpınar’a sık sık götüren, hayatı sanat eseri kılma çabasıdır ki bu çabanın merkezinde insan vardır; yani kendisi vardır. Bireysel hayatını estetize edilmiş duyarlık üzerinden okuyan bir adam, sürecin ikinci ve üçüncü aşamalarını da tamamladığında büyük sanatın teknik tarafını da kavramış demektir. İkinci taraf yerellik, üçüncüsü ise evrenselliktir. Hayatındaki sıradan bir olguyu dramatize eden Tanpınar, olgunun toplumsal/ yerel düzeydeki sosyolojik karşılığını bulduğunda ikinci aşamayı tamamlamış olur. Süreç olgunun mitolojik düzeye aktarılmasıyla evrenselleştirildiğinde artık olgu, bir insanlık durumu olmuştur. Elbette bu dönüştürme kabiliyetine dilini de eklememiz lazımdır. Tanpınar dilinin asıl hedefi vuzuhtur; ilginç olan o dilin vuzuha kavuşmuş olması değil, vuzuha kavuşmak yolundaki çabasıdır. Bu yüzden Tanpınar dili tükenmez bir hazine gibidir ve biz sık sık ona döneriz.