Tocqueville’den Trump’a: demokrasi, haklar ve kibir üzerine…

"Tocqueville, modern temsili demokrasinin işlev bozukluklarının neden olacağı yeni despotizmlerin kaderimiz haline gelebileceğini gören ve ifade eden ilk modern siyasal düşünürdür. Trump iktidarı başta olmak üzere günümüz demokrasilerinde sıkça yaşanmakta olan popülist otoriterleşme eğilimleri Tocqueville’in öngörülerinin ne denli başarılı olduğunun kanıtı, ne yazık ki!"

Modernite, üzerinde pek fikir birliği olamayan kavramlardan biri. Ekonomide temel değerin topraktan paraya, önde gelen ekonomik faaliyetin tarımdan tecime döndüğü, referansların dini olandan insan aklına evrildiği, yeni toplumsal yapıların zuhur ettiği, milliyetçilik ideolojisinin yükseldiği, siyasal yapıların ulus-devletlerden oluşmaya başladığı; kısacası ‘katı olan her şeyin buharlaştığı’ bir süreçten bahsediyoruz. Modernitenin ilk filizlendiği Avrupa bu paradigmalardaki dönüşmeyle didişmekte iken, Amerika Birleşik Devletleri modern ulus-devlet yapısının (modern cumhuriyetin) ilk doğrudan uygulaması olarak ortaya çıkıyor. Başta Britanya İmparatorluğu olmak üzere kimi Avrupa devletlerinin sömürgesi olmaktansa, bağımsız bir yapı olma tercihiyle verilen mücadele sonunda 1787’de Amerika Birleşik Devletleri kuruldu. 1789'da ise anayasanın tamamlanıp onaylanmasıyla, ülkeyi anayasayla yöneten bir başkanın seçimle iş başına geldiği ilk modern demokratik cumhuriyet oluştu.

Siyasal yapılanma bakımından modern öncesi ile modern zamanlar arasındaki farklardan biri de iktidarın meşruiyetinin kaynağı oldu; egemenlik, Tanrı’nın dünyadaki temsilcisi olarak görülenden ‘ulus’ denilen modern kurguya devredildi. Anayasa, ülke üzerindeki egemenlik haklarının kullanım yetkisinin, içeriğinde belirlendiği şekliyle, devlete verildiği hukuki düzenlemedir. Anayasa, modern devletin temel örgütlenmesini oluşturan; temel hak ve özgürlükleri tespit edip, sınırlarını çizen; bütün diğer kanunların ve diğer hukuki düzenlemelerin uymak zorunda olduğu (lex posterior derogat legi inferiori: üst kanun alt kanunları ilga eder) kurucu hukuki ve siyasi belgesidir. Evet, Magna Carta’dan (1215) beri hükümranın yetkilerini belirli ölçüde kısıtlayan, kimi bireysel özgürlükleri tanıyan belgeler (örneğin 1628 Haklar Dilekçesi, 1689 Haklar Beyannamesi) mevcuttu, ama Amerika Birleşik Devletleri yazılı bir kurucu belgeyi ‘anayasa’ nitelemesiyle kabul eden ilk devlet oldu. Halen yürürlükteki en eski anayasa olan Amerikan kurucu belgesinin uygulaması, kanunların anayasaya uygunluğunun, hukuk açısından mahkemeler tarafından denetlenmesine dayanır. Federal Yüksek Mahkeme ilk defa 1803 yılında Marbury-Madison davasında kanunların anayasaya uygunluğunun denetleneceğine ve anayasaya aykırı bulunan kanunların uygulanmayacağına karar verdi. Neden modern devlette sistemin kurucu belgesi olan Anayasa’ya bu kadar üstünlük, bu kadar önem verilmekte? Bu soruya modern siyasi her yapılanma için aşağı yukarı aynı cevap verilebilir, ama Amerika Birleşik Devletleri özelinde bakılacak olursa kuvvetler ayrılığı ilkesi ve başkanlık kurumundan oluşan sistemin dengelerini sıkı sıkıya sağlamak ve korumak kaygısı görülüyor. Devletin egemenlik yetkisinin yasama, yürütme ve yargı yetkilerinin farklı erklerde olmasından ötürü bunların birbirlerinin aşırılıklarını dengeleyecekleri, birbirlerini denetleyebilecekleri bir sistem bu. Asıl olan özgürlüklerin devlete karşı korunması olduğundan, özellikle İngiltere kralının despotluğuna karşı mücadele vermiş Amerikan kurucu seçkinleri denge-denetleme dedikleri bir yapıyı kurmayı yeğlemişler.

Bu siyasi filizler gelişmekteyken 26 yaşındaki genç Fransız aristokratı Alexis de Tocqueville, hapishaneleri ve ıslah evlerini incelemek üzere 1831 yılının Mayıs’ında Amerika Birleşik Devletleri’ne gider. 1832 Şubat’ına kadar sürecek olan bu kapsamlı gezisi esnasında aldığı notlar, John Quincy Adams, Andrew Jackson ve Daniel Webster gibi siyasi ileri gelenlerle yaptığı sohbetler, gözlemler ve düşünceler 1835 ve 1840’ta iki cilt halinde yayınlanan Amerika’da Demokrasi’yi oluşturur.

Barındırdığı tüm çelişkilere rağmen Amerika’da Demokrasi, demokrasinin özgün bir siyasi yöntem ve yaşam tarzı olarak anlaşıldığı ve irdelendiği ilk çalışmadır. Bu yapıt hâlâ, kanımca da bihakkın, alanının en değerli ürünlerinden biri olarak kabul edilir. Tocqueville’e göre, modern zamanları tanımlayan salt kapitalizm ve ülke sınırları içindeki hukuki yaptırım gücü değildir. Modernite ile öncesi dünya (Tocqueville bu dünyayı defaeten ‘aristokrasi’ olarak nitelendirir) arasındaki dönüşümü belirleyen “büyük demokratik devrim”dir. Demokrasi, yerleşik düşünce, ifade ve davranış kalıplarına meydan okur. Tocqueville, okuyucusuna demokrasinin ruhu hakkında çok önemli aktarımlarda bulunur: insanların ufuklarını genişleten; çoğulculuğu azmettiren; davranışlarının nasıl, ne zaman ve nedenlerine ilişkin sorumluluk almalarını sağlayan; iktidarı doğal olarak kabullerini sorgulatan; kralın çıplak olduğunu söyleme cesareti veren bir düzendir demokrasi. Tocqueville için demokrasinin özü yurttaşlar arasındaki eşitlik ilkesindedir; böylece mutlak monarşinin büyüsü bozulmuştur. Siyasal haklar zamanla imtiyazlı azınlıktan ayrımcılığa uğramış kitlelere yayılacaktır. Hatta demokrasi toplumsal yaşantıda da etkilerini göstermeye başlamıştır Tocqueville’e göre: kendisinin de önceleri benimsediğini itiraf ettiği, “kadının mutluluğu kocasının yuvasındadır” şeklindeki kadim ataerkil anlayış, kadın ile erkeğin eşitliğine doğru giden bir evrimleşmededir.

Tocqueville de Jean Jacques Rousseau gibi demokratik mükemmeliyetin ancak ilahi güçlere ait olduğu kanısındadır; ama bu sayede ölümlüler arasında yaşanacak sürekli mücadeleler demokratik kazanımlara yol açacaktır. Jacques Derrida’nın “gelecek demokrasi” adına yapı-söküme uğratılması gerekenleri gibi, Tocqueville de bedel ödemeye hazırdır bu uğurda. Her ne kadar sivil toplum kavramını modern bağlamda ilk kullanan olmasa da, bu kavramı demokrasi mefhumu içinde değerlendiren ilk siyasi düşünürdür. Tocqueville, sivil toplum yapılanmalarını; yurttaşlık bilincini arttırması, siyasi iktidar karşısında eleştirel görüşler ifade etmesi, eşitler olarak dayanışma imkanlarını sağlaması gibi saiklerle demokratik yapının olmazsa olmazlarından addeder. Yalnızca seçimler değil sivil toplum kuruluşları da demokraside siyasi tiranlığa karşı direnme araçlarıdır.

Bugüne kadar ilgilenmemişseniz Tocqueville’in Amerika’da Demokrasi’sini okunmaya değer yapan bir neden daha ileri sürebilirim: Demokrasinin patolojilerini inceleyen ilk demokrasi analizidir bu yapıt; hem de bir normatif ideal olarak demokrasinin ruhuna ve özüne sadık kalarak yapar bu analizi Tocqueville. Muhtemelen neden modern temsili demokrasinin kölelik müessesesiyle bağdaşamayacağının enine boyuna tartışıldığı ilk yapıt Amerika’da Demokrasi'dir. Tocqueville eğitimdeki eşitsizlikleri ve ayrımcılığı da gözlemlemiştir. Ancak denilebilir ki bu eserin en derin öngörüsü, günümüzün de nasibini aldığı, demokrasi çağının muhtemel despotizm sorunudur.

Tocqueville, yeni sivil toplumun içinden çıkmakta ve yükselmekte olan kapitalist sanayinin ve yeni bir sosyal erk olarak sanayicilerin neden olabileceği tehlikelerin gayet farkındaydı; onların kapital üzerindeki güçlerinin demokrasinin vazgeçilmezleri olan özgürlük, çoğulculuk ve eşitliğe karşı bir tehdit oluşturabileceği öngörüleri arasındaydı. Ancak tahminleri bu kadarla da kalmıyordu; sanayileşmenin bir yandan kentlere ve kasabalara tıkılmış ve aşırı fakirliğe mahkûm edilmiş işçi sınıfı, öte yandan işyerlerinin maliki olan paragöz ve yurttaşlığın erdemlerinden hiç nasibini almamış bir orta sınıf üreteceğini düşünüyordu. Tocqueville’e göre, demokratik koşullarda işçilerin kafa tutması durumunda orta sınıf siyasal nevrasteni olarak adlandırılabilecek bir rahatsızlığın dermansızlık ve gerek toplumsal gerek siyasal düzen bozulmasından genel bir asabiyet şeklinde beliren semptomlarını gösterebilirdi. Bu duyguların korku, açgözlülük, profesyonel ve ailevi saygınlığı kaybetme endişesiyle birleşmesi neticesi, orta sınıfın siyasi iktidarın kendilerine sunacağı her türlü imkândan faydalanmaya hazır olacağı düşünülebilirdi; özgürlük, çoğulculuk ve eşitliği sınırlayıcı her türlü düzenleme olabilirdi bunlar.

Tocqueville, modern temsili demokrasinin işlev bozukluklarının neden olacağı yeni despotizmlerin kaderimiz haline gelebileceğini gören ve ifade eden ilk modern siyasal düşünürdür. Trump iktidarı başta olmak üzere günümüz demokrasilerinde sıkça yaşanmakta olan popülist otoriterleşme eğilimleri Tocqueville’in öngörülerinin ne denli başarılı olduğunun kanıtı, ne yazık ki! “İlginç, yine de bunları anlamak için de olsa nerdeyse 800 sayfalık bir kitap okumak istemiyorum” derseniz size Cengiz Çağla’nın Tocqueville’in yaşamına, yapıtlarına, yöntemine, kendisini etkileyen düşünürlere ve hakkındaki yorumlara dair çalışması Tocqueville ve Özgürlük’ü öneririm. Kitabın arkasındaki alıntılar dahi içinde olduğumuz açmaza gözlerinizi açabilir:

“Tocqueville’e göre demokrasi, temel ilkesi eşitlik olduğundan ve bu ilke despotizmle uyuşmaz olmadığından baskı rejimine dönüşmeye yatkın bir rejimdir. Demokrasilerde insanlar sahip oldukları maddi refah koşulları içinde çoğunluğun verdiği kararlar uyarınca yönetilmeyi kendi kendilerini yönetmeye tercih ederler. ‘Genel irade’ ya da ‘kamuoyu’ tarafında bulunmadıkları zaman kendilerini yalnız ve soyutlanmış hissederler, sorgulanmadan kabul edilen çok genel fikirlere katılırlar, böylece bireylerden oluşan geniş kitlenin yönetimde söz sahibi olduğu yanılsamasını sürdürürler. Oysa, bu demokratik çerçeve tarihte eşine az rastlanır bir despotizm ihtimaline kapı aralamaktadır. Tocqueville’in geliştirdiği demokrasi eleştirisi, özgürlüğün yok oluşu üzerinden temellenmektedir.”

Bu sorunların cevabı yine de hukuka, haklara sahip çıkmakta. Hakların artık salt insan odaklı ele alınamayacağı kanısındaysam da, Şeyla Benhabib’in Buhran Çağında Haysiyet: Zor Zamanlarda İnsan Hakları başlıklı çalışması günümüz kozmopolitizmine ilişkin kafa karmaşasını belki gidermiyor, ama çok ciddi yepyeni ufuklar açıyor. Kaldı ki nasıl gidermesi beklenebilir ki? Çözül(e)memiş çelişkilerden menkul koskoca bir alan var önümüzde: “Tikelci bağlılıklarla evrenselci emeller arasındaki çelişki, insan yasalarının çoğulluğu ile tüm insan kentleri tarafından paylaşılacak ortak bir rasyonel düzen ideali arasındaki çelişki ve insanlığın birliğine dair inanç ile insanların çeşitliliğinden doğan sağlıklı çekişmeler ve zıtlıklar arasındaki çelişki” ve daha niceleri. Sofistike analizleri ve haysiyete uygun önerileriyle Benhabib’in çalışması yalnızca bugünü düşüncede layıkıyla kavramakla kalmıyor, bu meselelerde derdi olanlara eylemsel yollar da gösteriyor.

Haklar ve Türkiye denildiğinde Bülent Tanör’ün Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu adlı çalışmasını zikretmemek mümkün değil. 27 yıllık bir eser de olsa, ölüm cezasının 2004’te hukuken kaldırılmasından on sene önce yayınlanmış da olsa, halen 1982 Anayasası’nın 2017 referandumuyla değişmiş rejiminde yaşamakta olsak da, ilkeleri ortaya koyuşu, sorunları tespiti, ihlallerin kaynaklarına inişi ve bunların hukuk-ötesi boyutlarındaki analizleriyle gerek günümüzde yaşanan buhranları gerek bunların çıkış yollarını işaret etmekte taptaze bir kaynak Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu. Piyasada bulamayabilirsiniz ama sahaflarda aramaya değer.

Ha, hubris (kibir) ile hiçbir sınır, norm ya da etik tanımadan davranabileceklerini; ülkeleri ve dünyayı idare edebileceklerini sananlara müthiş bir şiirsel uyarı okumak isterseniz, o zaman önerim Herman Melville’in 1851 tarihli Moby Dick’i. Yoksa Moby Dick’i yalnızca bir balina ile avcısının mücadelesi diye mi görüyordunuz?

 

KİTAPLAR

  • Seyla Benhabib (2011). Dignity in Adversity: Human Rights in Troubled Times, Polity/ Seyla Benhabib (2013). Buhran Çağında Haysiyet: Zor Zamanlarda İnsan Hakları (çev. Barış Yıldırım), Koç Üniversitesi Yayınları.
  • Cengiz Çağla (2007). Tocqueville ve Özgürlük, Belge Yayınları.
  • Herman Melville (1851). Moby Dick / Herman Melville (2006). Moby Dick (çev. Sabahattin Eyüpoğlu - Mina Urgan), Yapı Kredi Bankası Yayınları.
  • Bülent Tanör (1994). Türkiye’nin İnsan Hakları Sorunu (genişletilmiş-yenilenmiş 3. Baskı), BDS Yayınları.
  • Alexis de Tocqueville (1835-1840) / 2019). De la Démocratie en Amérique/Democracy in America/Amerika’da Demokrasi (çev. Seçkin Sertdemir Özdemir), İletişim Yayınları.

 

GİRİŞ RESMİ

6 Ocak 2021'de ABD başkanı Trump'ın konuşmasından sonra senatoyu işgal eden göstericilerden biri: QAnon Shaman.