Tahire Erman, neoliberal kentleşmenin yoksulun mekânlarına getirdiği dönüşümü konu alan kitabı Mış Gibi Site’yi ve kentleşmenin “dönüşüm”ünü anlattı...
04 Şubat 2016 14:00
Akademisyen Tahire Erman’ın kısa süre önce İletişim Yayınları’ndan çıkan Mış Gibi Site adlı kitabı Batı dünyasından Küresel Güney’e ve de Türkiye’ye uzanarak neoliberal kentleşmenin yoksulun mekânlarına getirdiği dönüşümü konu alıyor. Erman, yerel perspektifini Karacaören TOKİ dönüşüm sitesinde yaptığı detaylı saha çalışması ile taçlandırıyor. “Ben hem kentlerin ne yönde değiştiğine bakıyorum hem de etnografik araştırma yaparak, insanların ne yönde değiştiğini anlamaya çalışıyorum. Odak noktam insan,” diyen Erman ile Karacaören-TOKİ’de yaptığı saha çalışmasına odaklandık, TOKİ’lerin dönüştürdüğü eski gecekondu sahiplerini ve kentsel dönüşümün insani boyutunu konuştuk.
Karacaören’deki TOKİ konutlarında “modernleşmekte” ve kentlileşmekte olan eski gecekondu sahipleri ile uzun süre çalıştınız. Ankara’nın eski gecekondu sahibi, yeni TOKİ sakini nasıl bir insan?
Şu önemli, eski gecekondu sahibinin tek bir tip TOKİ sakini durumu ortaya çıkmıyor. TOKİ kentsel dönüşüm projeleri gecekondu halkını bölüyor. Tapusu olan ve arazisi büyük olan gecekondu sahibi TOKİ projelerinde birkaç daire sahibi olabiliyor. Tapusu olmayanlar, tıpkı Karacaören-TOKİ’de olduğu gibi, ancak 15 yıl dairesi için borçlanarak ve her ay daire taksiti ödeyerek dairesine sahip olabilecek. Bu çerçeveden bakınca, dairesini borçlanmadan alan gecekondu sahibi dairesini borçlanarak alandan farklı bir dönüşüm yaşıyor.
Her iki tarafta da nasıl bir dönüşüm yaşanıyor?
Birinci durumda, kendine daha güvenli, dairesinin keyfini çıkartmaya niyetli bir insan ortaya çıkıyor. Özellikle genç evlilerde bu durum yaygın. Hak sahibi konutlarında yaptığım sınırlı araştırma üzerinden bunu söyleyebiliyorum. Bu insanlar muhafazakâr, geçmişini sahipleniyor. “Modern kentli kesim”e ait olma kaygısı, bunu için değişmeye çalışma çabası yok. Kendinin muhafazakâr değerleri ile kabul edilmesini istiyor. Bu bence Türkiye’nin “yeni orta sınıfı.” Burada ayrıca yaşlı bir kesim de var; onların iddiası pek yok. Gecekondu alışkanlıklarını site ortamında sürdürmek istiyorlar, komşularıyla kapı önünde oturmak istiyorlar. Ve de site yönetimi tarafından “sitede istenmeyen insan” ilan ediliyorlar. Borçla dairesini alanlar ise daha ezik, endişeli, sıkıntılı. Çoğu kendisini gecekondulu olarak tanımlıyor, gecekondusunu özlüyor. Daire borçlarının altında ezilmiş. Karacaören-TOKİ gözden çıkarılmış gibi; site yönetimi burayı terk etmiş, gecekondu alışkanlıklarının sitede sürmesinin önünde pek bir engel yok. Bu grup da sanki “yeni kent yoksulu.”
Peki, bu insanlar “Yeni Türkiye”nin görmeyi arzuladığı, görmek için çaba gösterdiği bireyler diyebilir miyiz?
Bu ilk grup “Yeni Türkiye”ye yakışır bir durum. Hem muhafazakâr, hem biraz da Cumhuriyet’in laik ve modern insan oluşturma projesine meydan okuyan, iktidara ideolojik olarak destek veren. İkinci grubun da AKP’ye desteği var, ama içine düşürüldükleri durumdan dolayı tepkililer. Ödemekte zorlandıkları borçlarından dolayı, araştırmadaki bir kişinin söylediği gibi, “patlayacak bomba” gibiler. “Yeni Türkiye” içinde bu yoksul grup görünmez kılınmaya mahkûm.
TOKİ dairelerini borçlanarak alanlar, yani sözünü ettiğiniz ikinci grup neden AKP’yi destekliyor? AKP tarafından dönüşüm yöntemleri yüzünden hayatları alt üst edildi; üstüne üstlük, neoliberal ideoloji içinde yoksulun sevilen bir figür olmadığını, Erdoğan’ın gecekonduları “kanserli hücreler” olarak tanımladığını, suç ve şiddet ile ilişkilendirdiğini, kriminalize ettiğini de biliyoruz. Bu dinamik nasıl gerçekleşiyor?
Bu benim de anlamaya çalıştığım bir paradoks. Karacaören-TOKİ’de Tayyip Erdoğan bir anlamda tanrılaştırılıyor, kendilerinden olan ve kendilerini temsil eden tek adam olarak görülüyor. İçinde bulundukları sıkıntılı durum ve özellikle her yıl iki kez memur maaşı zammına endeksli olarak artan daire taksitlerine duyulan tepkinin bedeli ise Melih Gökçek’e çıkarılıyor. Böylece Tayyip Erdoğan yaşanan olumsuzluklardan izole edilmiş oluyor. Bir de şunu söylemek lazım. İktidarın gecekondulara açtığı savaş içinde belediyeler tarafından kurulan söylemde TOKİ dairelerinin temiz, konforlu ve yaşam kalitesinin yüksek olduğu yaşam alanları olarak kurgulanması da, AKP’ye kendilerini gecekondudan kurtardığı için minnet duyulması gerektiği fikrini yayıyor. Ancak araştırmamda gördüğüm üzere, gecekondudan TOKİ dairelerine geçildikten sonra, bu söylemin içinin boş olduğu, belediyenin kendilerini borca sokarak rant elde ettiği görülüyor, Gökçek kötü adam ilan ediliyor. “Gökçek buraya gelirse sallandırırız,” gibi konuşmalara şahit oldum. Ama oylar yine AKP’ye ve onun desteklediği belediye başkanlarına gidiyor.
Bu seçmen grubu niçin başka siyasi olasılıklara kapı açmıyor?
Bu sorunun cevabı kitabın içeriğini aşar. Sadece şunu söyleyebilirim. Karacaören-TOKİ’de araştırmam süresince gerçekleşen seçimler sırasında CHP ortada yoktu. Sadece Mansur Yavaş CHP’den Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olduğunda, siteye gelip cami cemaati ile buluştu. Karacaören-TOKİ’de MHP de aktif ama AKP kadar oy toplayamıyor.
Londra’da devam eden hemen hemen tüm soylulaştırma projelerine İngiliz halkından, özellikle işçi sınıfından ciddi bir tepkinin geldiğini görüyoruz. Polisle mahallelinin sık sık çatıştığı Brixton örneğinde olduğu gibi... Bizde ise gecekondu halkının kurduğu yaşam çevresini karalayan hâkim söyleme karşı gecekondusunu neredeyse hiç savunamadığını, sahiplenemediğini görüyoruz. Ekseriyetle direniş gösterilemiyor. Neden?
Burada genellemeye gitmek zor. Genelde Karacaören-TOKİ halkı muhafazakâr, dindar ve milliyetçi bir halk, AKP iktidarına karşı duruşu söz konusu olamaz. Öte yandan, Ankara’da Halk Evleri önderliğinde bir Dikmen Vadisi direnişine şahit oluyoruz, İstanbul’da Küçükarmutlu var. Tabii öte yandan, bu direniş örnekleri ne yazık ki, gecekondu yaşamını sahiplenmek için yapılmıyor, kolayca rant pazarlığı şekline dönüşebiliyor. Dikmen Vadisi direnişinin ilk ortaya çıkış nedeni yerlerinden edilmeye, yersizleştirmeye karşı duruş idi. Ama zamanla, halkın arzusuna cevap verebilmek ve ayrıca sistem içinde yapılabilir bir talep oluşturabilmek için, hedef rant üzerinden şekillenmek zorunda kaldı.
Bu tip direniş örnekleri kentsel dönüşüm tehditi altındaki diğer insanları etkiliyor mu?
Dikmen Vadisi direnişinin başarısı diğer kentsel dönüşüm tehditi altındaki insanları etkilemekte. Karacaören-TOKİ’de şöyle diyenler oldu, “Bak, biz hemencecik evlerimizi boşalttık, borç altına sokulduk. Dikmen halkı direniyor, haklarını arıyor.” Şunun da altını çizmek gerekir. Ayrıca İngiltere’de sanayileşme süreci içinde kendini işçi olarak tanımlayan ve kendine özgü kültür ve mekânları olan bir “işçi sınıfı” oluştu; direniş bilinci ve örgütlenmesi böyle bir grupta kolay oluyor. Ancak Türkiye’nin gecekondu halkında bir sınıf bilinci tahmin edileceği gibi yok. İktidara karşı durma geleneği de yok.
“Yeni orta sınıf” ile “eski işçi sınıfı”nın tuhaf bir ilişkisi var. Bir grup işgalci pozisyonunda; diğer grup ise yerlerinden ediliyor, mağdur oluyor. Bu anlamda bir çatışma var. Oysa işgalci pozisyonunda olanın dert edindiği, mustarip olduğu, karşı çıkmak uğruna Gezi protestolarını yaptığı neoliberal kentleşme aslına bakarsanız “eski işçi sınıfı”nın meselesi. Bu da insanın aklına şu soruyu getiriyor: Çalışma yaptığınız TOKİ sakinlerinin Gezi’ye bakışı nedir? Davalarında önemli ortak noktalar var çünkü.
Aynen öyle, çok ortak taraf var. Bu noktaya geçmeden önce, şu işçi sınıfı-yeni orta sınıf konusuna açıklık getirmek isterim. Eski işçi sınıfı mahalleleri soylulaştırma süreçlerinden geçerken, işçi konutları ya yıkılarak ya da renove edilerek yeni orta sınıfın otantik yaşam alanları arama arzusuna cevap verirken, eski işçi sınıfı yerinden ediliyor ve yeni orta sınıf buralara yerleşiyor, bir anlamda işgalci. Burada Batı’daki “yeni orta sınıf”ın 1980 sonrası yıldızı parlayan finans, sigortacılık, danışmanlık, reklamcılık, medya, moda gibi sektörlerde çalışanlar olduğunu belirtmekte yarar var. Yani “yeni orta sınıf” pek de neoliberalizmden mağdur değil; çok iyi para kazanıyor, kendisine en üst yaşam biçimi olarak sunulan bir yaşamın içinde rezidanslarda yaşıyor, spa’larda sağlık kazanıyor, marka giyiyor, lüks arabalar sürüyor, egzotik coğrafyalarda tatilini yapıyor, ayrıcalıkları çok. Benim demek istediğim, Karacaören-TOKİ’dekiler neoliberal kentleşmenin gerçek kurbanları. Gecekondularında borç içine düşmeden, komşularıyla belli bir paylaşım içinde yaşarken, bahçelerinde yetiştirdikleri sebze ve meyveleri, tandırlarında pişirdikleri ekmekleri tüketerek ucuz bir yaşantı sürdürürken, mahalleleri kentsel dönüşüm projesi ilan edilince, TOKİ konutlarına yerleştirilmişler, borç altına sokulmuşlar; bir taraftan daire borçlarını öderken, diğer taraftan da her şeyi satın almak ve bireyci bir yaşam içinde olmak zorunda bırakılmışlar.
Peki bu mağduriyet durumu Gezi olaylarına bakışlarına yansıdı mı?
Hayır. Gezi onlar için Öteki’nin olayıydı, kendilerinden hiçbir şey bulamadılar. Gezi direnişini, Tayyip Erdoğan’ın yaftalamasıyla anladılar: Bu olaylar ülkesini sevmeyen birkaç çapulcunun işiydi ve cezalandırılmalıydılar. Araştırmanın sonuna doğru gelişen Gezi olaylarını Nuri Bey’e sormadan edemedim, kendisi gecekondusunun etrafındaki alana 450 ağaç dikmiş, kendi parasıyla sulayıp yetiştirmiş, ama TOKİ onu “utanmaz adam” ilan etmiş ve proje inşaatın süresinde tüm o ağaçlar kesilmiş. Sordum, Gezi Parkı kurtarılmaya değmez mi, senin ağaçlar gitti, o kadar üzüldün, Gezi Parkı ağaçları kesilmesin diye bu insanlar itiraz ediyor, sen ne düşünüyorsun? Cevap şuydu: “Gezi Parkı, benim hiç işim olmaz. Sahte polis varmış, döven. Gözü çıkan adam, üç yıl önce gözü çıkmış. O insanlar AKP’ye zarar varmek istiyor.” Burada şunu da belirtmek istiyorum, Gezi olayındaki “yeni orta sınıf,” –ki bu grup için bireysellik üzerinden kurulan bir yaşam merkezdedir- neoliberalizmin kurbanı olduğu için değil, AKP’nin baskıcı ve muhafazakâr tutumuna tepki olarak direnişe katıldı ve park üzerinden başlayan olaylar yaygınlaştı.
Kitapta “site halkı siyasi iktidar tarafından düşman öteki olarak tanımlanan ve kendilerine öyle tanıtılan modern kentli kesimi tanımamakta, anlamamakta, olumsuzluştırmakta. Modern bireyin onlara bakışı da aynı şekilde ayrıştırıcı,” diyorsunuz. Modern bireyin ayrıştırıcı bakışının nedeni ne? Yukarıdan bakma mı, kibir mi?
Bence iki kesim de birbirini tanımıyor. “Modern birey” olarak çevremizdeki insanları anlarsak, “gecekondu halkı” diyebileceğin kesimle hiç ilgilenmiyorlar, tanımaya çalışmıyorlar. Bu kitabı yazmamın bir nedeni de bu: sadece önyargı üzerinden ve olumsuz olarak yaratılan yaklaşımı bir derece olsa da kırabilmek. Seçimler sonrası bu kesim cahil olduğundan AKP’ye oy vermeyi sürdürdüğü için suçlanıyor, gecekonduları üzerinden özel mülkiyete karşı davranmakla suçlanıyor, gecekondu arazisini müteahhite vererek köşeyi dönmekle suçlanıyor, şehirde köylü kalmakla suçlanıyor. Ama bu insanları tanımak, anlamak çabasını ben göremiyorum. Bu kitapta bu insanların sadece Ayşe, Fatma ya da Ahmet, Mehmet değil, Yayla, Gülağa, Keklik, Medine olduklarını da göstermek, yani basmakalıp yaklaşımların ötesine geçmek istedim, insan olarak varlıklarına dikkat çekmek istedim. Toplumumuzda kaynaşma olmalı. Üniversite öğrencileri, STK’lar yeni kurulmakta olan TOKİ gecekondu dönüşüm sitelerine gitmeli, insanlarla konuşmalı, sorunlarını görmeli, çözüm aramalı. Yoksa siyasetteki kutuplaşma toplumdaki kutuplaşmayı iyice pekiştirecek.
Eski gecekondu sahipleri ile modern kentli bireyler arasındaki karşılıklı anlamama ve olumsuzlama durumuna dönecek olursak... Eski gecekondu sakinleri bir yandan modern olma gayesi de güdebiliyor, bu anlamda modern-kentli kesimi anlamayıp olumsuzlaştırmaları çok ilginç. Bu aslında kendine ideal olarak koyduğun şeyi tanımamak, anlamamak ve olumsuzlaştırmak olmuyor mu biraz da? Olmak istediklerini mi olumsuzluyorlar, yoksa bu olumsuzlama aslen öyle olmak istemediklerini mi gösteriyor?
Tabii bu insanlar toplumdaki yaygın düşüncelerin etkisinden muaf olamazlar. Modernlik de öyle bir şey. Aslında ben “modern” kavramına karşı bir duruş alacaklarını beklemiştim. Öyle olmadı. Modern olmak çoğu için istenen bir durum, biraz da daha iyi bir yaşamı çağrıştırıyor. Biz de daha iyi yaşayalım istiyorlar. Modernliği kültür üzerinden değil maddiyat üzerinden kurarak, kendilerine de modern olma yolunu açıyorlar ya da modern olamamayı kendi eksiklikleri değil kendilerine dayatılan maddi şartların sonucu olarak gösteriyorlar. Bir diğer grup ise modernliği “terbiye” ile ilişkilendiriyor, eğitimim yok ama terbiye kurallarını bilirim demeye getiriyor. Yani modernlik kavramını eleştirmiyorlar, kavramın içini farklı dolduruyorlar. Bu ilginç bir durum. Böyle yaptıklarında bir anlamda “modernlik” modernlik olmaktan çıkıyor. Modernlik hep ideolojik bir araç olagelmiş, insanların belli bir yönde dönüşmesini talep etmiş. Bu insanların modernlik tanımları kendilerini topluma “aşağı tabaka” kategorisine düşmeden dahil etme aracı sayılabilir. Kendini şehirli görmek ise farklı bir şey. Köyden gelmişler ya da aileleri köyden gelmiş; köyde akrabaları var, köyle ilişkisi kesilmemiş. Dolayısıyla birçoğu için şehirliyim demek bu durumu inkâr etmek oluyor bir anlamda. Birçoğu için, ben köyden geldim ama modernim demek söz konusu.
İktidarın gözünde eski gecekondu halkının neoliberal ekonomi politikalarının bir gereği olan kentsel dönüşüm projelerine maruz kalmasının iki faydası var size göre. Birincisi: TOKİ dairesinin borcunu ödeyebilmek için ömür boyu borçlanıyorlar ve çalışmaya mecbur ediliyorlar. İkincisi: Sitedeki tüketim kültürüne adapte oluyorlar ve eski kimliklerini ve kültürlerini terk etme yoluna sürükleniyorlar. Modernize ediliyorlar, kentlileştiriliyorlar. Peki buna bir kimlik dayatması diyebilir miyiz?
Doğru, eski gecekondu halkı gecekondu yaşamının dayanışmacı ve paylaşımcı yapısından koparak daha bireycileşiyor. Bunun nedeni taksit borçları ve daire yaşamının yarattığı yeni harcamalar ve bunun yanında kapalı kapılar arkasındaki daire yaşamı ve tüketim, yani yeni eşya, yeni televizyon üzerinden statü kazanma beklentisi. Ancak bu bir kimlik dayatmasından çok, piyasaya eklemlenme durumu: ev sahibi olabilmek için banka sistemine dahil oluyor, binasının bakımı ve temizliği için gereken hizmet için aidat ödeyerek hizmet satın alıyor, dairesini layıkıyla döşemek için mobilya ve beyaz eşya piyasasına müşteri olarak giriyor. Böylece piyasa hareketleniyor. Modern-köylü kimlikleri ise kültürel içerikli. Araştırmada gördük ki, çoğu kişi piyasa içine iyice girmişken, köylü kimliklerini muhafaza etme eğiliminde. Daireye geçtim, kentli ya da modern oldum düşüncesine karşılar. Ancak çoğu genç kadın olan bir grup var, onlar daire yaşamı üzerinden kentli kimliğini yakalamak çabasındalar.
Peki bu anlamda kentlilerin gözünde “modern” ya da “kentli” tanımı değişiyor mu? “Onlar modern olmasın,” diye iyice daralıyor mu, dışlayıcı bir hal alıyor mu?
Yerleşik kentliler üzerinde araştırma yapmadım. Çevremden edindiğin gözlemleri paylaşabilirim. “Şalvarlı modernlik” ya da “tesettürlü modernlik” henüz toplumda yaygınlaşmayan yeni modernlik türleri. Tabii burada kamusal alandaki görünürlükler üzerinden konuşuyorum. Bunlara tepki var belli bir kesimde.
Kitabınızdan alıntılıyorum: “Sitelerde ortaya çıkan manzara postmodern: Her şey karmakarışık bir şekilde bir arada, uyumsuzluk had safhada. Bunun özgürleştirici bir yönü de var ama site halkı için yarattığı sorunlar daha baskın.” Nedir bu özgürleştirici yan?
“Her şey karmakarışık” şu anlamda: bina önlerinde oturmuş kadınlar, yaya kaldırımında halı yıkayanlar, topluca yün tiftikleyenler, yani toplumda kurgulanan site/daire yaşamına yakışmayan manzaralar. Sitede özgürleştirici olarak bahsettiğim, gecekondu faaliyetlerinin, TOKİ site yönetiminin olduğu diğer TOKİ sitelerinden farklı olarak, yapılabilmesi anlamında yani site yaşamına “uygun” yaşamak gibi bir baskı yok üzerlerinde. Öte yandan, site muhafazakâr. Gecekondu faaliyetlerinin sitede sürdürülmesinin önünün açılmasına karşın, sitelilerin görünümleri açısından çeşitlilik, özellikle kadınların durumunda, söz konusu değil. Sitede hâkim olan görünüm tesettürlü kadınlar, hatta bir iki çarşaflı kadın da var. Alevi kadınlar bu durumdan çok mustarip; gecekonduda otururken rahat olduklarını, siteye geldikten sonra kapanma baskısı içine sokulduklarından şikâyetçiler, kendimizden taviz vermemizi istiyorlar diyorlar.
Kitapta da üzerinde epeyce duruyorsunuz, bu sitelerin neoliberal işleyişinde farklı olan, yerel olan bir şey var: İktisadi kurallar belli bir esnekliğe sahip, örneğin aidatlar şayet paranız yoksa biraz geciktirilebiliyor. Bu uygulamaların sıradan sitelinin durumunda ortaya çıktığını söylüyorsunuz, “oysa iktidarın adamı olanların durumda ise esnekliğin sonu yok,” diyorsunuz. İktidarın adamı olma pratiği sitelerde nasıl yürüyor? Nasıl ayırt ediliyorlar? Ne şekillerde esneklikler oluyor bu kişilere?
Bu konu hassas bir konu ve açıkça ifade edilmesi zor. Site halkı genelde dar gelirli, birçoğunun düzenli işleri yok, inşaat işçisi olan kocalar yazın iş bulup kışın işsiz kalıyor. Bu durumda bu ailelerin bankaya düzenli olarak taksitlerini yatırmaları imkânsız hale geliyor. Ya sistem çökecek ya da “esnekleştirilecek.” Sitede aslında çoğu kişi iktidarın adamı yani AKP’ye oy vermekte. Ama karşılığını alamamakta.
Peki karşılığını alan “iktidarın adamı” nasıl olunuyor?
Bunu bilmiyorum. Ama belli mekanizmalar dönüyor. En azından kulağıma gelen, kimi ailelerin aylarca taksit ödemeden dairelerinde oturmayı sürdürdükleri yönünde. Bu gerçek mi değil mi bilmek önemli. Ama daha da önemlisi bu gibi söylentilerin yol açtığı sonuçlar. Bu durum ailelerde dine yönelik pratiklerin önünü açıyor, aileleri kendilerini ne kadar dinlerine adadıklarını, ne kadar tam anlamıyla Müslüman olduklarını gösterme yarışı içine sokuyor.
İslami yapılanma, bu sitelerde nasıl bir yer tutuyor? AKP iktidarı çevresinde mi şekilleniyor?
Karacaören-TOKİ’deki çoğu site halkı zaten dindar. Kimisi gecekonduda iken evinde zikir toplantısı yaparmış. Burada bu enformel dini pratikler daha kurumlaşıyor. Tarikatlar “dayanışma-yardımlaşma dernekleri” olarak faaliyet gösteriyor, kermes düzenliyorlar, sitede daire kiralayarak giyecek ve eşya yardımı yapıyorlar, ucuz kreş hizmeti veriyorlar. Cami imamı camisini tarikatlardan uzak tuttuğunu, hiçbir tarikatın idaresi altına girmeyi doğru bulmadığını söylüyor. Burada da farklı İslami yapılanma arasında bir çekişme var gibi.
Bir tarafta körüklenen yeni arzular, yaratılan yeni hayaller; öbür tarafta borç ödeme baskısı, yeni sıkıntılar. Gelecekte bu insanları ne bekliyor?
Bu büyük bir sorun. Sadece Karacaören-TOKİ ve benzeri sitelerle sınırlı kalmayacak, tüm toplumu etkileyecek bir durum. Gerçekten patlayacak bir bomba. Özellikle gençlerin durumunda. Şanslı birkaç aile bu senaryoyu “başarılı” bir şekilde oynayacak, sınıf atlayacak, ama bu hiç sonlanmayan bir senaryo; yeni arzular, yeni tüketim hedefleri hep olacak, hep daha fazla istenecek. “Şanssız” aileler ise dairelerini kaybedecek, kiraya çıkacak, sisteme eklemlenme şansını yitirecek. Dün siteye bir ziyaret yaptım, pencerelerdeki “Satılık” ilanları dikkatimi çekti. Taksitlerini ödeyemeyeceklerini anlayanlar, dairelerine borçları ile birlikte talip olanlara devrederek siteden ayrılıyorlar. Bence en önemli konu, gençlerin durumu. Sitede yeni bir kuşak yetişmekte; arzuları, hayattan beklentileri yüksek, gecekondunun mütevaziliğinden uzak. Onlar site gençleri, gecekondu çocukları değil artık, AVM içindeki türlü çeşitli kıyafetleri, cep telefonlarını görmekteler, kendilerinin de olsun istemekteler. Ancak eğitim ve iş olanaklarına erişimleri maalesef kısıtlı. Sitedeki gençlerle ilgili bir araştırma yapmayı planlıyorum. Umarım kısa zamanda gerçekleştirebilirim.
Gecekondu kültürü büyük kültürel, sanatsal üretim alanlarına yol açmıştı. Pek çok unsuruyla arabesk kültürü örneğin... Sizce TOKİ’lerin de böyle bir potansiyeli var mı?
Çok ilginç bir soru, hiç düşünmemiştim. 1960-70’lerde arabesk ile gecekondu kültürü özdeşleştirilmişti, maalesef gecekondu arabesk ile damgalanmış, arabesk müziği ise gecekondu üzerinden “sınıf düşmüştü.” Özal döneminde bu gecekondu-arabesk ilişkisi çözüldü. Tabii gecekondu çok yaygın bir olguydu, TOKİ gecekondu dönüşüm siteleri ise yeni yeni ortaya çıkmakta ve iktidarın hedefi buraları gecekondu gibi farklı bir yaşam çevresi olarak tutmak yerine, farklılıkları yok ederek kente dahil etmek. “TOKİ site kimliği” oluşması lazım kendine özgü “sanatsal üretimi” olabilmesi için. Bu insanlar gecekondudaki gibi “ötekileşme” üzerinden kendilerini kurgulamıyor, kim olduklarını net olarak ortaya koyamıyor. Daire sahibi olma vaadi var, ama bunu “başarabilmek” için imkânları kısıtlı. Gecekondudan geldi, dairede oturuyor, ama gecekondu yaşamını özlüyor. 1950 sonrası köyden kente göç edenlerin ne köylü ne kentli olabilme durumundaki gibi (yani gecekondu halkı gibi), ne gecekondulu ne siteli olabilme durumu, yani iki arada kalmışlık burada da söz konusu. Acaba gecekondu özlemini dile getiren türküler ortaya çıkar mı ya da daire borçlarının yarattığı sıkıntıdan şikâyet eden? Bunlar arabesk gibi yeni bir “tarz” olamaz belki ama TOKİ sakinleri de şimdiden bir şeyler üretiyor; araştırmamda bir kadın ve bir erkek TOKİ sitesi üzerine deyişler söylemişti bana. Bundan da görüleceği gibi, bu insanlar maddi olarak yoksul olmalarına karşın, iç dünyaları açısından zengin insanlar. Söyleyecek çok şeyleri var. Dinlemek gerek.