50 yıllık suskunluğun ardından, şair Türkân İldeniz’in kitapları, üstelik yeni şiirleriyle birlikte, yeniden okurla buluştu. İldeniz’in “konuşmama” kararı nedeniyle, kitapların yayımlanması için iki yıldır çaba sarf eden ve editörlüğünü üstlenen şair Betül Dünder ile bütün bu süreci ve Türkân İldeniz’in şiirini konuştuk.
26 Ağustos 2021 17:30
İki yılı aşkın bir süre önce Betül Dünder’le hararetli bir edebiyat sohbeti içindeyken birden bir isim geçti, daha önce hiç duymamıştım: Türkân İldeniz. Kim olduğunu öğrenince çok heyecanlanmıştım. 60’larda kitapları yayımlanan bir şair kadın: Taşra Kızının Deliceleri, 1966; Havva Çıkmazı, 1967. Neredeyse 50 yıldır sessiz ama hâlâ şiir yazmaya devam ediyor, kendi köşesinde.
Neyse ki Dünder, İldeniz’e yıllar sonra ulaştı, onu ikna etti ve sürecin takipçisi oldu; inat etti, kırıldı, küstü, ter döktü ve nihayet bu kitapların yeniden okuruyla buluşmasına vesile oldu. Üstelik sonrasında dergilerde kalan şiirlerinin bir araya getirildiği Buz Altında Yanardağ adlı yeni şiir kitabıyla birlikte.
Bir yandan da Bendeniz Türkân İldeniz adlı, arşiv malzemesinden bolca faydalandığı bir biyografi kitabının son düzeltmeleri yapılıyor. Yakın zamanda o cilt de okurla buluşacak... Böylece edebiyatımızda Türkân İldeniz külliyatı, kendisi hayattayken dört cilt halinde yayımlanmış olacak.
50 yıllık suskunluğun ardından, şair Türkân İldeniz’in kitapları, üstelik yeni şiirleriyle birlikte, yeniden okurla buluştu. İldeniz’in “konuşmama” kararı nedeniyle, kitapların yayımlanması için iki yıldır çaba sarf eden ve editörlüğünü üstlenen şair Betül Dünder ile bütün bu süreci ve Türkân İldeniz’in şiirini konuştuk.
Yıllardır toplumsal cinsiyet bağlamında yaptığın çalışmalar ve şair kadınların şiirimizdeki temsili tartışmaları içerisinde aktif olarak rol alıyor, o öznelerden biri olarak bunun mücadelesini veriyorsun. Yaşayan, en kıdemli şair kadın olan Türkân İldeniz ile tanışmanız / buluşmanız nasıl gerçekleşti?
2005 senesinde şair dostum Emel İrtem ile birlikte Enver Ercan yönetimindeki Yasakmeyve dergisinde üç sayı devam eden “Şair Kadınlar: Dilin Kurdelasını Çözenler” dosyasının editörlüğünü yapmıştık. Dosyanın öncülü esasen Günseli İnal ve Necmiye Alpay’ın Sombahar dergisindeki “Kadın Altarı”dır. 90’lı yıllarda çıkan bu dosyanın yaklaşık on sene sonrasında şiirin kadınlarını yan yana getirmek ve 2000’lerin başında iyiden iyiye çoğullaşmaya başlayan şair kadınlara ve üretimlerine dikkat çekmekti öncelikli niyetimiz.
Bu süreçte bir kazı çalışması yapmak ve arşivi toplama gayemiz bizi farklı hikâyelere ve isimlere götürdü doğal olarak. Türkân İldeniz adıyla ve az sayıda ulaşabildiğimiz şiirleriyle ilk o günlerde karşılaştım. Daha sonra şair kadınların kimlik ve temsil problemi üzerine yaptığım yüksek lisans tezimi çalışırken, kendisine ulaşmak için birçok kanal üzerinden hareket etmiştim. Konuşmalar Kitabı: Şairler Arasında Kadın Olmak adıyla kitaplaşacak olan akademik çalışmamın omurgasını oluşturan o dönem 79 şair kadının sözünün olduğu söyleşiler kitabının dışında kaldı maalesef.
Aldığım cevaplardan biri beni durdurmuştu çünkü. Bir yayınevinde editör olan biri Türkân İldeniz’in asla söyleşi vermediğini ve şiirle ilgili kimseyi de kabul etmediğini söylemişti. Kendi çabasının da sonuçlanmadığını ekleyerek…
Peki, nasıl bulabildin Türkân İldeniz’i? Nasıl ulaştın?
Konuşmalar Kitabı’nın yayımlandığı 2013 senesine kadar çabam sürdü, ancak sonra pes ettim. 1950’lerden bugüne gelmiş şiire dair bir kadın-hayat, deneyimler ve şiirler; üstelik kendisinin hayatta olduğunu bilmek hep bir eksiklik duygusu bıraktı bende. Ta ki o karşılaşmaya kadar. 2019 sonbaharında Dünya Şiir Örgütü’nün eşzamanlı şiir etkinliği için TYS adına Nalan Çelik’ten bir davet almış ve Beşiktaş’ta belediye kültür merkezinde şiir okumak için buluşmuştuk. Salona girdiğimde uzun masanın sonunda İldeniz’i gördüm. Genç bir kadın (sonradan torunu Selinsu olduğunu öğrendim) ile birlikte oturuyordu. Yanına gidip kendimi tanıttım. Adımı duyunca birkaç yıl önce Varlık dergisinde editörlüğünü yaptığım bir dosyada kendisinden bahsettiğim “şiire ya da şiir kamusuna küstüğüne dair” cümlelerimi hatırlattı.
O sırada 80’inde olan İldeniz’in dimağı karşısında şiirle irtibatının kesilmemiş olduğuna kanaat etmiş, sevinmiştim. Bunun üzerine akademik çalışmamdan ve ona ulaşmaya çalıştığım o süreçten bahsettim ayaküstü. “Dağlarca’nın bana söylediği bir söz var kızım,” dedi. “Sen şiirini yaz ve şiir ve kendin üzerine hiç konuşma yapma. Ben bu sözü tutuyorum, konuşmam,” dedi. Ben de bunu duyunca “Aynı Dağlarca’nın nehir söyleşi kitabı yayımlandı Türkân Hanım,” dedim, “Yasemin Arpa’nın emeğiyle”. Şaşırdı ve kitabı görmek istedi. Diyaloğumuz böyle başladı. Onun zihninin apaçıklığı kadar almış olduğu bu prensip kararı aşamayacağım alenen ortadaydı. Ki şu an yeni basımları yapılan Taşra Kızının Deliceleri ve Havva Çıkmazı ile kitaplardan sonra dergilerde yayımlanmış şiirlerinden oluşan Buz Altında Yanardağ’ın Everest Yayınları’ndan yayımlanmış olması vesilesiyle konuşuyoruz. Kendine dair konuşmama kararı nedeniyle, editörü olarak süreci “deneyim esastır” diyerek paylaşmak da bizim payımıza düştü.
Türkân İldeniz albümünde şu notu düşmüş bu resimin altına: “Yıl 1953: Yaş onbeş saçlarım belimde”.
Gelelim o konuya! Kitapların neredeyse 50 yıl sonra okurla yeniden buluşmasının hikâyesini anlatır mısın?
O karşılamamızdan sonra kitaplarının yeniden basımının yapılması için süreci planlamaya başladık. Bu zaman olarak iyi bir denkleşmeydi muhakkak. Ben ona ulaşmaya çalıştığım yıllar içinde şair kadınlara dair kimlik ve temsil bağlamında çalışmalar yaparken yeni şeyler öğrenmiş ve daha serinkanlı olduğum bir döneme başlamıştım; Türkân İldeniz de kendini paylaşmaya karar vermişti. Bütün arşivini bana emanet etti o sıra. Arşivden kastım; 70’lerden itibaren 2019’a kadar dergilerde (çoğu Varlık dergisi ve son dönemlerde Papirüs’te) yayımlanan şiirleri ve biyografik malzemeler (fotoğraflar, mektuplar, hakkında yazılmış yazılar).
2020 yılı başlarında kendime dair bir gelişme var; bundan bahsetmeliyim, çünkü ikimiz adına bir nirengi noktası. Bir yayınevi, benim bütün kitaplarımı basacaktı, yeni dosyamla birlikte – yani editörü bu teklifi yapmıştı. Benim kitaplar üzerine konuşurken, yayınevinin yeni başlayan şiir serisi için de kendi dosyamdan önce İldeniz’in kitaplarından bahsedip öncelik istedim. Heyecanla karşılandı ve kitapları çalışmaya başladık. Dizgiden geldi üç şiir kitabı… özensiz, yalan yanlış sözcükler. Baştan yazsam o kadar uğraşmam, beyhude bir emek. Geçen yılki Temmuz ayı. O günler İstanbul’dan göç kararı da almışım, dileğim İldeniz’in kitaplarını kendisine teslim edip şehirden öyle ayrılmak. Niyet tutmuyor... Üstüne üstlük belki de onun yıllardır benzer sebeplerle uzak durduğu edebiyat / yayıncılık camiasının bir şamarını birlikte yiyoruz. İnsanî bir hukuk tanımayan “benci” bir refleks; geçmişi ve geçmişin deneyimlerini bilmeyen, buna saygı duymayan, edebi sıfatlarla yaşamayı önemsemeyenlere haksız ithamlarla yaklaşan biri tarafından “gönüllülük” ile “emek” kavramlarındaki bilinçsel farklılık sonucunda hem İldeniz’in hem de benim kitaplarımın yayın kataloğundan çıkarıldığına dair –gece yarısı yazılmış bir e-maille– bir bildirim aldık.
Yayınevinin veya editörün ismini burada zikretmeyeceğiz elbette ama böylesi önemli keşif yayınlarının arkasında ne gibi süreçlerin işlediğini okurun da bilmesi açısından bu deneyim paylaşımını kıymetli buluyorum. Peki, Türkân Hanım bu durumu nasıl karşıladı?
Bendeki kırılma noktası çok derin oldu ama Türkân İldeniz’in bunu anlaması daha zor oldu. Bütün itirazları o süreçte nüksetti. Bir yola girmiştik ve onun güvenini zedelememek için azami bir çaba sarf edildi; o günlerde senin de sürece dâhil olmanla birlikte Everest Yayınları’na geldi kitaplar. Cem İleri ve Eyüp Tosun sevinçle sahiplendiler ve çok kısa sürede yayıma hazırlanıp sözleşme aşamasına gelindi. Ne var ki yıllardır kendine çekilen ve bu gelgitlerden bir şekilde uzak kalan İldeniz için bu süreç yorucu oldu; ayrıca ben Antalya’ya yerleştiğim için araya giren mesafeye canı sıkılınca kitapların basımı durdu.
Tatsız bir dönem olarak hatırlıyorum o günleri; hem kitapların kaderi hem senin İstanbul’dan ayrılışın... Nasıl çözüldü peki her şey?
Şehirden ayrılmamla aramızdaki bağın inceldiğini düşünmüş olacak ki kendisi yayınevleriyle yeniden bireysel ilişkiler kurmayı denedi o dönem. İrtibatımız sürdüyse de ben gönlünden geçenin olması için gölge olarak kaldım bir müddet. Sihirli bir değneğim yok. Zaman ilerledi ve Everest Yayınları’nın Yayın Yönetmeni Cem İleri’den sonra Saadet Özen oldu. Kadın edebiyatına dair daha fazla esere açık, yelpazeyi genişletmeye dair düşüncesi net bir yönetici olunca, Türkân İldeniz kitapları yine gündeme geldi ve sonuçta birçok badireyi atlatarak yaklaşık iki senelik bir çabanın sonucunda Murat Çelik’in yayınevi içinden desteği ve dayanışma göstermesiyle günümüz okuru ve şiir kamusuyla Türkân İldeniz yeniden buluşmuş oldu.
Türkân İldeniz kimdir? Okurlarımıza biraz hayat hikâyesinden söz eder misin?
1938 Düzce doğumlu olan Türkân İldeniz’in şiirleri 1950’lerin ikinci yarısından itibaren Seçilmiş Hikayeler, Varlık, Dost, Hisar, Yelken dergilerinde yayımlanıyor. Biyografisini kısa tutan şairlerden o. Ancak bazı ayrıntılar elbette önemli. Düzce’de ortaokul olmadığı için –ki faal, özgüveni yüksek, parlak bir öğrenci, taşraya gelen bürokratları karşılama törenlerinde en önlerde– Bendeniz Türkan İldeniz biyografi kitabında görselleriyle görüleceği üzere, Cumhuriyet kuşağının belirgin bir temsilcisi.
İstanbul’da, Kandilli Kız Lisesi’nde eğitime devam ediyor. Oradan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi. O yıllarda şiirleri yayımlanmaya başlıyor ve kendisinin de çok kıymet verdiği Baylan Pastanesi buluşmaları, şiir matineleri ile adı iyice duyuluyor, edebi çevrelerde. İstanbul’daki şiir kamusu içinde, edebiyatçı fotoğraflarında şiir yazan tek kadın; kitabı merak ve heyecanla beklenen bir şair olarak anılıyor. Yayımlanmış şiirleri üzerine dergilerde metinler yazılıyor, kendisine ithaflı şiir yazan şair erkekler de var.
Bir sergi gezisinde Türkân İldeniz (solda) ve Metin Eloğlu (sağda).
Şair-erkekler Türkân İldeniz’i nasıl karşılıyor peki o dönemde?
O dönemlerin sosyolojisiyle düşününce, şiirleri ve şahsıyla ilgili yazılan metinlerde de görüleceği üzere, kadınların şair olabileceğine dair şüphe ve şerhleri olan edebiyat kanonunu oluşturan erkeklerin; hem şaşkınlığı hem de bu özden, kadınoluştan ve lirizmden gelen dile, onunla kurulan şiirlere karşı saygısı belirginleşiyor. Türkan İldeniz’in ilk kitabı Taşra Kızının Deliceleri, 1966 yılında basılıyor ve kısa zamanda ikinci baskıyı yapıyor. Hemen arkasından Havva Çıkmazı, 67’de yayımlanıyor. 1960 ihtilalinin devamı yıllarda görece özgürlük zamanlarında o günün güncel matbuatında Türkân İldeniz ile ilgili haberlere çok sık yer veriliyor. Özel yaşamı çok göz önünde. Yurtdışı gezileri gazetelerden duyuruluyor, kızının doğumu yine gazeteler aracılığıyla kutlanıyor. Bu çok alışık olduğu bir durum değil edebiyatımızın. Şiir antolojilerinde Gülten Akın’dan sonra adı anılan tek şair kadın.
Şair kadınların yeni yeni kendi seslerini duyurabildikleri yıllar. Son derece kısıtlı şartlar altında şiirde var olmaya çalışıyorlar, değil mi?
İstanbul’da 1950’lerin sonundan itibaren şiirle buluşmuş kadınlar olsa da, bu eril ortamda tutunamıyor çoğu. 1960’larda şiir kitapları yayımlanmış iki değerli şair kadını da anmalıyız: Melisa Gürpınar (Umut Pembeleri, 1962) ve Sennur Sezer (Gecekondu, 1964). Birkaç sene önce peş peşe yitirdiğimiz Gürpınar ile Sezer, o dönem bir elin parmaklarını geçmeyen şair kadınlardan ikisi. 80 sonrasına kadar da bu durum sürdü. Bir konuşmamızda İldeniz “Elbette yazan kadınlar vardı etrafta ancak tutunamadılar kızım, zordu, çok zordu" demişti. Türkân İldeniz'e yeniden dönersek; kendisini poetik olarak belirleyen bugün konuşmamasının da müsebbibi olan Dağlarca’yı ve “Hiçbir kliğe girme, sen başlı başına bir ordusun” diyen Attilâ İlhan’ı sürekli anıyor. Bu sebeptendir ki bizler onun deneyiminden ve edebiyat sosyolojisi bağlamında birinci ağızdan birçok bilgiden ve deneyimsel veriden yoksun kalıyoruz. Ancak bu suskunluk şunu değiştirmeyecek sanıyorum: Kendisi şiirimizde bir karakter, bir persona olarak sonsuzca kalacak.
Modern Türkçe şiir geleneği içerisinde 90’lara kadar kadınların sesini duymak zordu. 1950’lerden itibaren şiirleri ve kitapları yayımlanmaya başlayan Gülten Akın ismi burada en büyük kazanımdı. Türkân İldeniz’in de içinden geldiği bu Türkçe edebiyat ortamını nasıl değerlendiriyorsun?
90’lardan itibaren şiirimizde kadın çoğulluğuna dair bir hareketlilik olduğu gerçeğini akademik çalışmalarla da desteklediğimiz bir zamanın içindeyiz bugün. Nitelik olarak kendini ve şiirini kabul ettiren kadınların sayısı bugüne varana değin çoğaldı. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin edebiyattaki en şiddetli mücadelesi, deneyimlerimizle sabittir ki, şiir üzerinden gelişti. Kadınların kendi varoluşlarını şiir yoluyla gerçekleştirmesinin önündeki en güçlü engel; eril tahakkümün bunca yoğun olduğu şiir geleneği ve ona dâhil olmuş erkeklerin kadınları ve yazdıklarını biçimlendirme arzusuydu. Ve kadının, şiirlerin birer (arzu) nesnesi iken özneleşmeye başladığı yerde –son birkaç yılın keskin dönüşümünü vurgulamadan söylersek– ciddi dirençler gösterildi. Gülten Akın’ın “tekliği” üzerinden yeterli görülen bir modern Türkçe şiir antolojisi yinelenip durdu.
Oysa o sırada Türkân İldeniz de var. Bir karşılaştırma yapacak olsan?
Türkân İldeniz de 50’li yıllarda şiirlerini yayımlamaya başlıyor. İlk şiir kitabının basım yılı ise 1966. Gülten Akın’ın o yıla kadar üç şiir kitabı yayımlanmış. Şiire dair bir ömürden bahsedeceksek iki şair kadını kıyaslamamız olanak dışı. Çünkü her şeyden önce şiir poetikaları kısmen örtüşse de kişisel tarihleri ve şiire açtıkları yer hacimsel olarak farklı. İldeniz bu bağlamda güncel / politik / kültürel alanın içerisinde çok uzun süre olmadığından, şiir yazmayı, edebi kamuyu takibi bırakmasa da bu sessizlik bir hayli ilginç ve öznel bir tercih. İlk zamanlarda bulunduğu çevrede daha tekil örnekler var, o etkileşimin bir etkisi olarak gördüğüm çoğullaşmaya meyletmemiş olması bu tutum belirleyicilerinin etkisi ile alakalı kanımca.
Türkân İldeniz kitapları bu kadar değil. Bir de biyografi kitabı hazırlıyorsun/uz. O kitaptan da bahsedebilir misin?
Kendisinin dosyaladığı şekliyle biyografi kitabı olarak düşünülen “Bendeniz Türkan İldeniz” kitabında ilkokul öğrenciliğinden başlayarak yarım bıraktığı hukuk öğrenimi sürecine kadar tahsil hayatına dair fotoğraflarda ve ilerleyen zamanlardaki edebiyat masalarında İstanbul özelinde şiirleri dönemin iyi edebiyat dergilerinde süreli yayımlanan tek kadın olmanın deneyimini yaşıyor uzun süre. Biyografi kitaptaki görseller, gazete kupürleri, üzerine yazılan metinler ve mektupları derleyip bu arşivi bir anlatıya çevirerek de bir biyografi kitabı yapabilirdik. Ancak konuşmama ısrarı sonucunda belli bir kronolojik sırayı takip eden “hayat albümü” gibi düşünebileceğimiz bir kitap olacak elimizde.
Türkçe şiir üzerine akademik çalışmaları da olan bir şair olarak, Türkân İldeniz’in şiirleri hakkında neler söylemek istersin?
Şiirleri 50’li yılların ortalarında yayımlanmaya başlayan, 50’lerin Türkiye’sinden bugüne şiire / sanata dair bir tarih kitabı gibi yaşamış olan İldeniz’in salt şiirleri üzerinden iz sürecek, buna gönüllü olan her okurun, bir şair kadının yaşadıklarını; manipülasyonların, duygusal şiddetin ve eril baskının lirizmin bile yumuşatamayacağı kadar yıkıcı etkilerinin olduğunu anlayacağını, duyumsayacağını umuyorum kendi adıma. Bunun için “Devleri yakından gördüm hepsi cüce” dediği yerden başlayabiliriz belki. Kendisi kamusal alanda konuşmayan ama sözünü şiirleriyle söylemekten de geri durmayan bir şair. Devlere yakından bakabiliriz... Şiirlere dair öncelikle belirgin olan şey şu ki: İldeniz’in şiirlerinde özneler var. İsme cisme bürünmüşler. Gerçekler çoğu. Ece var, Kaptan var, Efe var, vb… Sesleniyor, onlarla konuşuyor şiirler yoluyla. Onlar yoksa okur ile konuşuyor. Lirik söyleyiş belirgin olsa da toplumcu duyuş, somut olayları İldeniz’in şiire taşımasına da olanak tanıyor. Şiir yoluyla didişiyor, isyan ediyor, azarlıyor; kendi hayat koşullarını değiştirmesi gerektiği yerdeki değişimin ilk işaretlerini şiirde vererek yeni bir hayata cesaretleniyor sonrasında.
Sonuçta yaklaşık yarım yüzyıldır Türkân İldeniz şiirlerini yazmayı sürdürdü, şiiri yakından takip etti. Ancak kendi hanesini ve hayatını şiir kamusuna kapattı. Neden diye sormak ve sorunun olası cevaplarını sorgulamak bugün şiir yazan herkesin boynunun borcu.
•