Türkiye’deki görsel bilinç üstüne iki kitap

"Modernleşmenin, görsel bilinci yaratan bir öğe olmanın ötesinde, egemen ideolojileri dönüştürücü etkisi ve onlarla kurduğu diyalektik ilişkiyi bir zihniyet öğesi olarak belirlemesi, Wendy Shaw’un kitabının en büyük başarısı. Bizde gerçek bir 19. yüzyıl çalışmaları alanı olsa, bu ilişkinin daha dramatik boyutlarının gösterilebileceğini bilmek gerek."

22 Aralık 2022 22:30

Biri epey bir zaman önce yurtdışında basılmış bir kitabın çevirisi, diğeri hakları alınmış ve bir süre içinde Türkçede yayımlanacak iki yapıt, üzerinde çok az düşündüğümüz bir konuda ufuk açıcı yanları, hiç beklenmedik konuları farklı bakış açılarıyla ele almaları nedeniyle sivrilip öne çıktı 2022’de. Başka kitaplar da var elbette aynı nitelikleri taşıyan ve bu listeye eklenebilecek ama Türkiye’de başlı başına bir “sektör” haline gelmesine rağmen görsel kültürümüzüm Tanzimat’tan bu yana gelen serüveni hemen hiç akademik ve analitik olarak irdelenmediğinden, her iki yapıtı da özellikle vurgulamak istedim.

İlki, bahsettiğim serüven alanında birçok yapıt vermiş, görsel kültürü bilinç tarihinin ve genel anlamda sosyo-kültürel oluşumların bir parametresi ve kurucu elemanı olarak gören, çok ilginç saptamalarda bulunan Wendy Shaw’un Osmanlı Resmi: Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne Batı Sanatının Yansımaları adlı yapıtı.

Türkçeye maalesef çapraşık, karmakarışık, anlaşılmaz cümlelerle çevrilen kitabında Wendy Shaw birçok önemli saptama yapıyor. Ayrıca başlangıçta kendisinin de belirttiği gibi, Türkçe, tarihçi Stanford Shaw’un ve Ezel Kural Shaw’un kızları olan Wendy Shaw’un “ikinci anadili”dir, kitaba özgün İngilizce baskısında bulunmayan katkılar getirmiştir ve elimizdeki yapıtı metnin ikinci edisyonu olarak okumak gerekir ki, bu çok sevindirici bir şey.

Her şeyden önce, üzerinde gerçekten çok durmamız gereken bir sorunu doğru bir yaklaşımla temellendiriyor ki, o da Osmanlı’nın son döneminde, büyük Batılılaşma hareketini kapsayan Tanzimat döneminde ortaya çıkan Batı tarzı resmin anlamı ve dinamikleridir. Bu tarih bugüne değin bir “taklit” olarak temellendirildi. Sosyal bilimler metafiziğinin bu en temel yanlışı bugüne değin Türkiye’de gerek Tanzimat’ı gerekse Jön Türk hareketini ele alan hemen tüm metinlerde ana kabul olarak zikredildi. Oysa bir ülkenin içinde özgül dinamikler oluşmadan böylesi bir kabul ve yönelimin olanaksızlığı daha erken bir tarihte saptansaydı ve Batılılaşmayı başlatan ve kuran öğeler yerli yerine oturtulsaydı muhakkak ki bugün kendi kendimizi çözümlemek ve toplumsal gerçekliğimizi anlamak bakımından başka bir yerde olacaktık. Dolayısıyla kitap özünde modernleşmenin dönüşümleri bağlamında da okunabilir.

Shaw, Paşalar Kuşağı ve özellikle Osman Hamdi gibi ilk dönem, Avni Lifij, Ruhi Arel, Ömer Adil, Çallı, Namık İsmail, Nazmi Ziya gibi arkadan gelen ve Cumhuriyet’e de sarkan sanatçıları ele alırken iki önemli noktayı saptıyor. Birincisi, bu sanatçıların, kendisini gösteren ve hâkim hale gelen temel zihniyet belirleyici muhakemenin dışında kalmadığını kanıtlıyor. Modernleşmenin, görsel bilinci yaratan bir öğe olmanın ötesinde, egemen ideolojileri dönüştürücü etkisi ve onlarla kurduğu diyalektik ilişkiyi bir zihniyet öğesi olarak belirlemesi 2011 yılında yayımlanmış bu kitabın büyük başarısı. Bizde gerçek bir 19. yüzyıl çalışmaları alanı olsa, bu ilişkinin daha dramatik boyutlarının gösterilebileceğini bilmek gerek.


İbrahim Çallı

Shaw’un ikinci önemli saptaması, görsel alanda meydana gelen devrimin açılımları. Klasik nakış, tezyin, hat ve minyatürden tuval resmine geçiş kuşkusuz ki kesin bir devrimdir. Bu planda boy gösteren yeni dilin doğrudan bir bilinç kurucu öğe olduğu Shaw’un temel önermesidir. İddia biraz daha geliştirilmeye muhtaçtır ama çok önemlidir. Gerçekten de resmin öne çıkması, özellikle II. Mahmud’un portresini kamu kuruluşlarına astırmasından sonra gelişen görsellik, Tanzimat’ın hareketleri başladığı için ve o hareket bünyesindeki hamleler nedeniyle değildir. Tersine, Tanzimat’ı belirleyen bir olgudur ve çok etkilidir. Shaw bu gerçeği kamusal alanın oluşumuyla birlikte görüyor.

Bu “yeni” problem. Öte yanda, geleneksel görselliğin toplumsal ve zihinsel dünyamızdaki etkisini de bilmiyoruz. Daima bir yokumsama ve değilleme (negation) ile ele aldığımız Osmanlı-İslam görselliğinin kendisine özgü bir bilinç tarihi kurmadığı ve son derecede esoterik noktalara doğru derinleşmediği söylenemez ama onları henüz ortaya çıkarmadık. Shaw’un saptaması bu lineer ilişkiyi doğru şekilde dönüştürüyor ve görselliğin tayin edici etkisini saptıyor. Buradan “yeni toplum için sanat” konusuna gelmesi neredeyse kaçınılmaz.

Kitap bu bakımdan erken modernleşme döneminin anlaşılması için çok önemli bir kaynak niteliği kazanıyor. Shaw’un kitabı post-Oryantalist bir bakış açısıyla biçimlenmiş sanat tarihinin kendisine ait sınırlarını aşan önemli bir tarih-yazımı örneği. Henüz Türkçeye çevrilmemiş İslam sanatına yönelik çözümlemesi de Avrupa-merkezcil anlayışın ötesine geçerek bu konunun nasıl ele alınması gerektiğini gösteren, yine derinlemesine bir metin. Nihayet Türkçeye daha önceden çevrilmiş Osmanlı Müzeciliği bu kavramların tamamını bir araya getiren, neredeyse klasikleşmiş bir çalışma.

Sarah-Neel Smith’in kitabı, Metrics of Modernity: Art and Development in Postwar Turkey isimli kitabı bir manada konuyu Shaw’un bıraktığı yerden alıyor. Kuşkusuz iki yapıtın irdelediği dönemler arasında çok ciddi bir fark var. 1945 sonrası Tanzimat’a da, 1914 kuşağına da, erken Cumhuriyet dönemine de yakın değil. Yine de temel parametre ve katsayı bellidir: Modernleşme. Değişen modernleşmenin tarifidir. Daha önceki dönemlerde Batılılaşma tek başına modernleşmeyi açıklarken, şimdi devreye bir kavram daha girmiştir: Ekonomik kalkınma. Batılılaşma bir kurtuluş reçetesiyken, şimdi kalkınmak Batı’dan bağımsızlaşmanın bir aracı olarak değerlendiriliyor.

Zihniyet dünyası, kültürel alan, hatta yakın dönemlerin yaygınlaştırdığı kavramla söylersek kültürel sermaye bu anlayışa nasıl cevap verecektir?

Dört bölümden oluşan kitapta Smith konuyu dört isim çevresinde ele alıyor. Önce Maya Galerisi’ni inceliyor ve ona ele aldığı konunun ruhuna uygun şekilde yarıçevre (semiperipheral) galeri tanımını getiriyor. Bir söylence niteliği kazanmış bu galeriyi bir kültürel kod olarak irdeliyor. İkinci bölüm çok gecikmiş bir işi başarıyor ve Bülent Ecevit’i sanat yazılarıyla dönemin ilginç bir figürü olarak okuyor. İlginçlik Ecevit’in aynı zamanda politik hayatta öne çıkan bir figür olmasından kaynaklanıyor. Sol görüşlerin henüz ortada bulunmadığı bir dönemde de olsa, CHP çevresinde yer alan genç kuşağın sanata dönük veya onu da içeren arayışları dönemi anlamak açısından önemli.

O kuşak, sanatı “demokratikleşmenin” kurucu öğeleri arasında sayıyordu. Smith de bölüme “demokratik soyutlamalar” adını vermiş. Bu kanavaya Ankara’da kurulan Helikon Galerisi’ni/Derneği’ni de ekliyor. Daha sonra yine siyasette sivrilecek Profesör Erdal İnönü’nün de galerinin kurucularından ve “emekçilerinden” olması, Smith’in geliştirdiği denklemin ve önermenin önemini veriyor.

Üçüncü bölüm, zamanında İstanbul’da düzenlenen fakat jüri üyeleri sadece yabancı eleştirmenlerden meydana geldiği için kıyametler koparan Kalkınan Türkiye başlıklı sanat yarışmasını ele alıyor ki, kitabın belkemiği aslında bu ilişki: kalkınma (için) sanat.

Modernliğin bu çok özgül türünün ve anlayışının ele alınması gerçekten uzun süre boyunca sanat-toplum ilişkisini yeni bir zemine oturtan çok değerli ve işlev içeren bir yaklaşım. Sanat-toplum ilişkisi içinde sanatı ikincilleştiren 1970’lerdeki anlayışın kökenlerine böylece iniyoruz. Daha 1950’lerde yönetici elit ve literati tarafından bulunmuş bir perspektiften söz ediyoruz.


Füreya Koral

Son bölüm Füreya Koral. Atatürk’ün çevresinde yer almış, bir otodidakt olarak öğrendiği seramikçilikle ilk kadın seramik sanatçısı olan Füreya’nın Türkiye ve Amerika arasındaki yönelimlerini ele alıyor. İlginç yanları olsa da kitabın nispeten daha hafif bölümü, fakat ana bakış açısını geliştirmesi bakımından önemli. Kitap 21. yüzyılda bu düşünce ve görüşün İstanbul Modern adlı modern sanat müzesine yansıtılmasıyla sona eriyor. Böylece geçmiş kültürel birikim nasıl dönüştürülür ve sanat-toplum ilişkisi nedir şeklinde beliren iki can alıcı soruyu Smith belli bir yönelimle irdeliyor.

Uzun bir tarihten söz ediyoruz. Bakir bir arazi. Çok çalışılması gereken konular. Çok odaklı bakış açılarının, farklı disiplinlerin birlikte kullanılmasının önemli katkılar getireceği bir dünya. İki kitap da birer köşe açıyor. Başka araştırmacılar tarafından geliştirilmeyi bekleyen bu yapıtlardan Shaw’un çalışmasını zaten daha önce çok kullanmıştım; derslerimde ve araştırmalarımda ama Smith’in kitabı hoş bir sürpriz oldu.

Türkiye’deki görsellik ve modern görsel bilinç önümüzdeki dönemin ana çalışma alanları olacak. Hiç değilse diyelim ki 2022 bu kapıyı sağlam araladı.

• 

 

GİRİŞ RESMİ:

Kız Okulu (İnas Sanayi-i Nefise Mektebi), Ömer Adil, 1919, İstanbul Resim ve Heykel Müzesi.