Anladığım kadarıyla tweet “dünya”sının gerçekliği farklı. Atılan tweet belâ oluşturuyor, tweet sahibi için gözaltı kararı çıkınca özür diliyor, siliyor, kısacası aniden çark ediveriyor...
02 Şubat 2017 14:10
Hiçbir zaman iletişim meraklısı olmadım: Telefonu sevmem, elektronik posta konusunda oldukça tutuğum; adıma açılmış “hesap”lar olduğu kulağıma çalındı ama, ne Facebook ve benzerleriyle ilişkim var, ne tweet attığım ya da gördüğüm. Bir tavır mı, karşı-duruş mu hayır, dileyen dilediğini yapar, benim vaktimi kullanma ekseninde tercihlerim başka.
Çevremde ‘sosyal medya’yla bağlantıları olan insanlardan duyuyorum ne duyuyorsam. Bir de geleneksel medyada karşılaştığım haberler aracılığıyla öğreniyorum bazı gelişmeleri: Tweet saldırıları, trollerarası küfürleşmeler, ihbarlar, tutuklama ve yasaklamalar: Çok hareketli bir dünya.
Umberto Eco’nun ölümünden önce son toplumsal/eleştirel çıkışı bu konuda olmuştu: Buyurgan rejimlerde yararlılığı üzerinde durmuş, buna karşılık tweet kullanımının bir “embesil ordusu” yarattığını eklemeyi savsaklamamıştı: Kıraathane mavralarıyla, iki tek attıktan sonra girişilen meyhane geyikleriyle bir tutuyordu uçuşan örnekleri. Söyledikleri bana, başka bir çağdaş filozofun, Sloeterdijk’in sık andığım bir yargısıyla örtüşüyor gibi geldiydi: “Önüne gelen dilediği yerde, ağzına geleni söylüyor”.
Bu diklenişler hemen karşı salvolar doğuruyor, “seçkincilik” suçlaması eşliğinde. Başıma dert açmıştım yıllar önce, Ekşi Sözlük üzerine yazdığım bir yazıda, “hain saldırı”ma şıpın işi karşılık gelmiş, ağzımın payı verilmişti. “Sen dilediğin gibi yazmakta özgürsün de, bize mi aynı hakkı fazla buluyorsun?” sorusu görünüşte sağlam değerlendirmeydi. Böyle diyorum, çünkü yazı yazmak ve onu yönetilen bir yayın organında yayımlamak bir denetimli süreç işi; tweet atmak ve benzeri etkinlikler an meselesi.
İlkinde, düşüne taşına hareket ediyor, kaleminizden (ya da klavyenizden) çıkan fikirleri tartmaya, gözden geçirmeye çalışıyor, bir zaman sonra dönüp daha doğru kelimelerle ifadenizi oturtmaya çaba gösteriyorsunuz, gerek duyduğunuzda yazınızı beklemeye alabiliyorsunuz. Yayın kararı aldığınızda, gönderdiğiniz organın sorumlu yöneticisi, varsa “hakem”leri değerlendirerek okuyor yazınızı, gerek görülmüşse uyarıda bulunuluyor, sözün özü süzgeçlerden geçiyor yazılı ürün, sonra iletişime açılıyor.
Anladığım kadarıyla tweet “dünya”sının gerçekliği farklı. Atılan tweet belâ oluşturuyor, tweet sahibi için gözaltı kararı çıkınca özür diliyor, siliyor, kısacası aniden çark ediveriyor.
Kaldı ki, bir fikri oluşturmak, serimlemek için yazı yazmaya girişmenin ölçüleriyle yaklaşık birkaç yüz vuruşluk bir hikmet yumurtlamanın ölçüleri çakışmıyor.
Etik açıdan da. Yakınlarım, dayanaktan yoksunluğu geçtim, yalan dolana başvurma rezilliğine düşmekten çekinmeyen sözde “arkadaş”ların herzelerinden beni haberdar ediyorlar, onlar adına yüzüm kızarıyor. Tweet dünyasında anlaşılan kifâyetsiz muhterisler, kıskançlık krizlerinde boğulanlar, arkadan vurma heveslileri kendilerine boş alan daha kolay bulabiliyorlar. Eco’ya hak vermemek elde mi: Meyhane sofrasının embesil lejyonerleri beyhude adam harcama alıştırmaları içinde gıcırdıyorlar.
Bir defasında “toplumlar da hastalanabilir” demiştim. Şu var: Bunun hastanesi, hekimi, ilâcı bulunmuyor. Tanı görünüyor. Tedavisi için önce büyük kırılmalar, ardından geniş zamanlar gerekiyor.