Ümit Kireççi: "Çizgi roman eskisi kadar okunmuyor. Ama geleceği parlak!"

"Çizgi roman ekolleri ve yayıncılığı hiç değişmedi. Dün neydiyse bugün de aynı. Değişen sadece ve sadece okur profili ve sanatçıların alışılmış kalıpları yıkma çabasıyla ortaya çıkan anlatım teknikleri..."

Okumaya çizgi roman ile başlamış biri olarak çizgi roman merakının gençlerde hâlâ sürdüğünü görmek sevindirici. Elbette eskisi gibi değil, ama zaten ne eskisi gibi ki… Günümüzde “eski nesil” çizgi romanlar yeniden basılırken aynı zamanda “yeni nesil” çizgi romanların da çoğaldığını görmekteyiz. Ancak bütün bunların yanı sıra çizgi romanın tarihi, kuramı, tekniği üzerine kitaplar yok denecek kadar az…

Bu konuda çalışma yapan, çizgi romana dair nadir eserlerden birini kaleme alan Ümit Kireççi’nin çocukluğunda başlayan çizgi roman merakı daha sonraki yıllarda mesleği olmuş. Kireççi’nin Önce Yazı, Sonra Çizgi: Çizgi Roman Senaryosu isimli kitabı yakınlarda “meraklı” okurları ile buluştu. İsmine bakarak kitabı “ders kitabı” zannetmeyin. Elbette çizgi roman senaryosu yazımı ve teknikleri hakkında; ancak kitap sadece yazının, senaryonun “kuram” ve “teknik” konularından ibaret değil. Yaklaşık 130 yıllık tarihi olan çizgi romanın tarihsel köklerinin irdelendiği, örnekleriyle eleştirel olarak konu edildiği bir kitap buYazar, senarist, dramaturg, oyun yazarı ve yönetmeni Ümit Kireççi bize son kitabı Çizgi Roman Senaryosu’nu anlattı...

Çizgi romanla tanışmanızdan başlayalım isterseniz…

Sene… İşte çok eskiler, o zamanlar 5-6 yaşında çocuğum. Babam elimden tutar, beni sinemaya götürür, Godzilla, Herkül, Batman izletirdi. Almanya’dayım o zamanlar. Bruce Lee filmleri moda, Muhammed Ali ikonumuz… Sonra o yıllarda plastik oyuncak asker koleksiyonu yapma yaygın. Ben de bulaştım. Birinci, ikinci dünya savaşları, Kızılderililer, kovboylar, şövalyeler, Vikingler, ne bulduysam almaya başladım. Derken 7-8 yaşlarımda “Spuck” ve “Horror” korku çizgi romanlarıyla tanıştım. Elimden geldiğince takip etmeye çalıştım onları. O yıllarda Superman ve Batman’li çizgi romanlar etkili oldu yine. Türkiye’ye yaz tatiline geldiğimizde anneannemin evinin çatı katı diyebileceğimiz kısmında torbalarda biriktirilmiş Gırgır, Çarşaf, Fırt mizah dergilerini okumam bakış açımı değiştirerek zenginleştirmişti.

Ancak hayatımı değiştiren ve çizgi roman okuma alışkanlığımı edinmemi sağlayan şeyler çizgi romandan çok, çizgi romanın ilişkide olduğu diğer alanlar oldu. Maceralarda yer alan karakterlerin üniformalarının oyuncak askerlerimle olan benzerlikleri, hikâyelerinin masal ve bazı filmlerden ilham almış olması dikkatimi çekti. Süper kahramanlarınsa isimlerinin veya güçlerinin veya kostümlerinin masal, fizik, tiyatro, biyoloji, kimya, mitoloji ve tarih gibi alanlardan doğduğunu keşfetmem ayaklarımı yerden kesti. Böylece çizgi romanlarda okulda veya özel okumalarımda edindiğim her bilginin karşılığını aramaya başlamıştım.

Ülkemizdeki mizah dergilerindeki çizgi romanlarınsa gündemle bağlantılı öyküleri ele alması sanat-yaşam arasındaki ilişkiyi çok yönlü sorgulamamı sağladı.

Ve elbette Conan’la haşır neşir olmaya başlamam bu sorgulamada zirveye ulaşmama neden oldu.

Elimdeki kısıtlı kaynaklarla ve lisenin kütüphanesini kullanarak Conan’da adı geçen ülkelerin asıllarını, tanrı isimlerinin kökenlerini, fantastik düzleme yansıyan gündem siyasetini ve metaforları görmeye başlayınca, tahmin edeceğiniz üzere, artık İskenderun’da yaşayan ve herkesle iletişim kurup sosyalleşebilen biri olmaktan hepten çıkmıştım.

Daha sonradan mesleğim olacak olan tiyatroyla çizgi roman attığım her adımda, aldığım her nefeste bana eşlik etmeye başlamışlardı.

Okurluktan yazarlığa ve öğretim üyeliğine uzanan yolda çizgi roman hayatınızı nasıl etkiledi?

Çizgi romana tıpkı nitelikli bir tiyatro izleyicisi gibi yaklaşmam bugünkü kişi olmamı sağlayan en büyük etken oldu diyebilirim. İzlediğim/okuduğum metne dair araştırmalar yapmam ve bunları eseri daha iyi anlamada kullanmam takdir edersiniz yararlı bir eylemdi.

Üniversite yıllarımda daha kaliteli çocuk tiyatrosu yapımcısı ve sanatçısı olabilmek için Ankara sathındaki yaratıcı drama kurs ve atölyelerinin çoğuna katılmak için verdiğim uğraşı da bana öğretici, bilgi aktarıcı olarak kendimi geliştirmemde yol sunmuş oldu.

Zaman içinde biriktirdiklerimi atölyelerde her çizgi roman okuruna, çocuklara ve üniversitede öğrencilerime aktarmam hep çizgi roman sayesindedir.

Bir sanat dalı olarak çizgi romanı nasıl değerlendirirsiniz?

Çizgi roman sanatı son derece popüler, eğlenceli, heyecanlı ve fakat entelektüel alandan uzak kalmış, akademiden uzun süre ırak tutulmuş bir sanat dalıdır. Bu nedenledir ki hak ettiği değeri bir türlü görememiş, kendini ifade edememiştir.

Pardon, bunu sanat kendi kendine yapacak değil; okuruyla sanatçısı çizgi romanı layıkıyla anlatamamışlardır!

Çizgi roman sanatı hedef kitlelerine, yayıncılarına, sanatçılarına ve ekollerine göre içerik farklılıklarına sahip bir sanat dalı olma özelliğine sahiptir. Kanımca herkesin hakkında konuştuğu, içeriğine müdahale ettiği, yönlendirmeye çalıştığı, kabaca söylersek ayar verdiği ve kişisel keyfe göre de yerden yere vurduğu bir sanat dalı olma özelliği taşımaktadır.

Diğer bir deyişle, özünde diğer sanat dallarından hiç farkı olmayan çizgi roman son derece savunmasız ve sahipsizdir!

Çizgi roman işlev olarak bir bireyin sanatla ilgilenmesini, kendini geliştirebilmesini, çok yönlü olmasını sağlayabilecek en pratik ve kullanışlı araçtır bana göre. Okuma alışkanlığı kazanma, plastik sanatlara ilgi duyma, sinemaya yönelme… Çizgi roman bunların hepsine kapı açabilir. Veya en azından sadece çizgi roman okuyarak bireyin mutlu ve sanatsever bir kişilik olması sağlanabilir.

Sonuç itibariyle sanatın kişide geliştirmesi gereken görüş kazanma, sorgulayıcılık, farklı fikirleri tartışma, hayatı sorgulama, estetik bakış edinme işlevi çizgi roman aracılığıyla sağlanabilmektedir. Doğru okurun doğru çizgi roman eseriyle tanışması bunun için yeterlidir.

Ama diyorum ya, çizgi roman sanatı kendini bir türlü doğru ifade edememiş, bir türlü doğru yöntemlerle sahiplenilmemiş. Bazı ekollerin ideolojik baskınlığı, eğitimcilerimizin sığ bakış açısı, anne-babaların yanlış yönlendiren korumacılıkları, akademilerle sanat camiasının bir sanat dalına üvey evlat muamelesi yapması…

Neyse… Günümüzde bu tavırlarda değişim görüyorum. Bu da en azından günümüz için umut verici.

Çizgi romanın dünyadaki ve Türkiye’deki tarihsel yolculuğundan ve bu yolculuktaki kilometre taşlarından söz edebilir misiniz?

Açıkçası evet, söz edebilirim ama galiba etmemeyi tercih edeceğim.

Çünkü tarihsel bir yığın bilgiyi, eseri, sanatçıyı, yayıncıyı, çevirmeni burada onore edebilirim büyük bir keyifle ama bunun pratikte bir işlevi olacağından emin değilim.

Dahası, çizgi roman okurları arasındaki koleksiyonerleri saymazsak, bu özel bilgilerle kalan okurların ilgilenmeyeceğinden adım gibi eminim. Hatta bir adım ileri giderek söylüyorum, günümüzün çizgi roman sanatçılarının çoğunun kitaplıklarında eski çizgi romanların bir nüshası bile bulunmuyordur, vereceğim bilgilerle ilgilenmezler.

Belli sanatsal kaygılarla yaratılmış eserleri ve sanatçılarını, zorluklarla oluşturulmuş bir geleneği görmezden gelen, kendi eserlerine altyapı olmaları için kullanmayı akıl etmeyen bir kitleye, zanaatkâr konumundaki bir kitleye metazori bilgiler aktarmaya çalışmanın yararı olmayacaktır diye düşünüyorum.

Çizgi Roman Senaryosu isimli kitabınızın hazırlanış öyküsünü öğrenebilir miyiz?

Sorunuzun yanıtı bir filmde yatıyor. Evet, ortaokulla lise boyunca yoğun olarak Jules Verne okuyarak çizgi roman okumalarıma bilimsel dayanak sağladım uzun süre. Ve evet, o yıllarda çocuk klasikleri adı altında basılan hemen her kitapla Milliyet Çocuk dergilerini okuduğum bir gerçek. Yine Yalvaç Ural’ın “mitoloji” yazıları beni benden alırdı o dergilerde, ustaya saygımı eklemeden geçmeyeyim. Özetle, yoğun bir okuma programım olmasına karşın yönlendirenim olmamıştı hiç.

14 yaşındayken tiyatroyla tanışmam aslında büyük bir dönemeçti benim için. Şöyle ki; bir gece TRT’de siyah-beyaz bir filme denk gelmiş yarım yamalak izlemiş, çok etkilenmiştim. Filmin adı Macbeth’miş ve bir tiyatro eseriymiş. Dayımın kitaplığından oyunu ödünç alarak okumam, içeriğini kavramam, o saate kadarki tüm biriktirdiklerimi o metin üzerinden karşılaştırmam ve oyun hakkında, yazarı hakkında, tiyatro sanatı hakkında bilgiler edinmem kuramsal bir altyapı oluşturmama olanak tanıdı.

O saatten sonra tiyatroya, plastik sanatlara, klasik müziğe, sinemaya dair ne bulduysam okumaya başladığımı hatırlıyorum. Ancak derin bir hayal kırıklığı da yaşıyordum çünkü tüm o sanatsal araştırmalar içinde hepi topu hiçten bir fazlası kadar çizgi roman araştırmasına rastlıyordum.

Bu çizgi roman gibi bir sanat dalının görmezden gelinmesinden başka bir şey olamazdı! Oysa çizgi roman sanatı vardı ve hak ettiği değeri görmeliydi!

Bu şekilde tüm kuramsal okumalarımı çizgi romana uyarlamaya başladım. Yaşım daha 16-18 arasıydı ve bunları paylaşabileceğim, tartışabileceğim, düşüncelerimi masaya yatırıp başka bir göz üzerinden geliştirmemi sağlayacak karşıtlarım yoktu.

Üniversite yıllarında Ankara’da bulunmam, Alman Dili ve Edebiyatı’nda üç sene dirsek çürütmem, paralelinde çocuk tiyatrosu için oyun yazıp yönetmem ve sanat konuşabileceğim bir çevreye girmem, içimde biriktirdiklerimi düzenlememi sağladı. Üstüne üstlük Dil-Tarih Tiyatro Bölümü, Dramatik Yazarlık Ana Sanat Dalı’na girdim.Bölümde dramaturgi, göstergebilim, metin çözümleme, sahne üzerindeki her unsurun bağlantılı uyumu, tiyatro kuramları, felsefe, tarihî gelişmelerle eserler arasındaki ilişkilere ek olarak hemen her tür senaryo biçimi üzerinde çalışmak lisans tezimi hangi konuda vermek istediğime karar vermemi sağladı: Çizgi roman senaryosu.

1994 sonrasında geniş bir arşiv oluşturmaya başlamış, çizgi roman hakkında çıkan hemen her kitaba ve makaleye ulaşmaya çabalamıştım. Bunlara ilaveten Amerikan çizgi romanı comics’leri toplamaya başlamış, özellikle Almanca ve İngilizce çizgi roman sanat kitaplarıyla yayınlanmış senaryoları raflarıma dizmeyi başarmıştım.

Bu süreci uygulamalı olarak deneyimlememi sağlayan bir basamak da fanzin çizgi roman çıkarmam oldu. Dört çizere yazarlık ve editörlük yaparak senaryo yazımının uygulamada yaşadığı sıkıntıları ve eksiklikleri gözlemlemem alana daha da hâkim olmamı sağladı. O yıllarda tiyatro oyunları ve TV senaryoları yazmışlığım vardı ve çizgi roman senaryosunu onlarla mukayese ederek deneyimlemem beni bambaşka bir seviyeye taşıdı. Çizerleri yönlendirmek, çizim hatalarını düzelttirmek, anlatımı güçlendirecek unsurları ekletirken zayıflatacakları çıkarttırmak, onların önerileriyle senaryoyu güçlendirmek veya iletişim kurulmadan eklediklerinin basılmasıyla anlam kaymalarını sineye çekmek…

Haliyle alandaki uygulamalarımla okuldaki kuramsal bilgilenmelerinin beni ulaştırdığı nokta bana çizgi romanın anlatım diliyle dünya çizgi roman senaryo şablon örneklerinin yer aldığı bir tez yazma imkânı tanımış oldu.

Zaman içinde bu hayalime Aşkın Güngör eşlik etti, daha sonra da çizgileriyle Necmi Yalçın. Lâl Kitap Yayınları yayın yönetmeni Bahadır Zaimoğlu’ysa kitabın işlevine ve amacına inandı. Ayşe Zaimoğlu büyük emek harcayarak kitabın grafiğini tamamladı.

Yani bugün burada söyleşiyor olmamızı böyle bir sürece ve Önce Yazı Sonra Çizgi: Çizgi Roman Senaryosu tezime/kitabıma borçluyuz. Hatta biraz da, yakında yine Lâl Kitap’tan yayınlanacak olan “Çizgi Romanın Dili ve Çevirisi” yüksek lisans tezime.

Kitabın alt başlığı “Önce yazı, sonra çizgi”. Çizgi roman nasıl yaratılmakta, süreci anlatabilir misiniz?

Çizgi roman tarihçesine bakarsak, eserlerin büyük oranda tek kişinin elinden çıktığını görürüz. Yetenekli ve söyleyecek sözü olan bir sanatçı aklındakileri kurgular, çizerek aktarır, renklendirir ve gerekli yazılarını yazdıktan sonra baskıya verirdi.

Ancak ABD’de patlayan ve dünyaya yayılan çizgi romanın bu üretim modeli evrim geçirerek yenilenmiştir. Seri ve periyodik üretim, iliklerine kadar sanayii devrimi işlemiş, rekabetçi ABD’li sanatçılarla yayıncılara da sirayet etmiş olacak ki, bir bakıma fabrikasyon denebilecek yeni bir yapı ortaya çıkmış: Uzmanların iş bölümü.

Gerçekçi olunursa herkes kabul edecektir, tek kişinin onca yükü omuzlaması ve sınırlı bir zaman aralığında her defasında kaliteli iş üretmesi pek mümkün olmayacaktır. Haliyle çizgi romanın yazarıyla çizerinin, çinicisiyle kaligrafistinin, renklendiricisinin işbirliği yaptığı bir üretim modeli kullanması kaçınılmaz ve verimli olmuştur.

Çizgi roman yazarı çizgi roman hikâyesini sinopsis, tretman ve senaryo olarak kaleme alır, çizer kurşunkalemle yorumlar, uzlaşı sağlanır, düzeltmeler yapılır, kurşunkalem üzerinden çini geçilir, renklendirme tamamlanır ve kaligrafist yazıları yerleştirir.

ABD ekolü comics’lerde bu sürece editör dahil olurken, fumetti (İtalyan), manga (Japon) ve bande dessinée (Frankofon) ekollerinde bu aşamalar daha az olabildiği gibi, editör yönlendirmeli tek kişilik üretim modeli de kullanılmaktadır.

Senaryo sinemanın temel öğelerinden biri, tiyatroda ise bu işi tekst görmekte. Çizgi roman senaryosu ise birçoğumuza yabancı bir kavram. Çizgi romanda senaryonun öneminden söz ederek devam edelim…

Çizgi roman senaristliği bu bağlamda son derece önemli bir konum kazanmıştır günümüzde. Özellikle de her çizerin deha düzeyinde sanatçılık özelliği göstermediği ve çoğunun teknik bilen, yetenekli zanaatkârlar oldukları gerçeği göz önüne alınırsa, yazarın işlevi daha iyi anlaşılacaktır.

Çizgi roman senaristi bir hikâye anlatmak üzere yazının dışında çizgisel anlatım araçlarına ihtiyaç duyan bir sanatçıdır. Birincil görevi çizgi romanın ilk okuru olan çizeri doğru yönlendirmektir. Aksi takdirde okur yanlış yönlendirilecek, iletilmek istenen mesaj gerekli dramatik etkilerle yerine ulaşamayacaktır.

Kendini çizgi romanın anlatım olanakları konusunda yetiştirmiş bir yazarın (çoğu ortalama olan) çizerleri yönlendirmesi bu bakımdan önemlidir. Senaryo teknik unsurları ne kadar ustalıkla kullanılırsa, çizerin doğru bir yorumla eseri yansıtması bir o kadar başarılı olacaktır.

Tam da burada yakında basılacak olan yüksek lisans tezimin konusu çizgi roman çevirisi olsa da bu konuya odaklanarak ilerlediğimi belirtmek isterim. Çizgi romanın dili ve yaratımı günümüz koşullarında uzman sanatçıların işbirliğini mecburi kılmaktadır. Çizgi roman senaryosu bu nedenledir ki göz ardı edilmemesi gereken bir aşamadır.

Ancak şunu da atlamamayım, günümüzde yazarların çoğu da en az çizerlerin büyük kısmı kadar zanaatkâr konumundadır. Senaryo tekniği bilgisi, yaratılan eserin çizgi roman sanatını derinden etkilemesinin garantisi değildir. Bu bilgi ortaya konan eserin en azından etkili bir şekilde okura sunulmasını kolaylaştırır.

Çizgi roman senaryosunun tıpkı sinema ve tiyatro uyarlamalarında olduğu gibi romanın ruhunu “yakaladığı” ya da “uzaklaştığı” oluyor mu? Yazar ile çizer arasındaki işbirliği ve etkileşimden söz edersek…

Başıma geldiği için biliyorum, yazarla çizer arasında işbirliğiyle uyum yakalanmaması her zaman ciddi bir sorundur.

Hele hele de çizgi romanı çizerden ibaret sanan ve hâlâ yazara gereken değeri vermeyen yurdumun çizgi roman camiasında ortaya çıkan eserlerin kalitesi hayli tartışmalıdır.

Ancak burada yatan sorun sadece çizer odaklı bir üretim modelini tercih etmemiz değildir. Yazmayla çizme arasındaki zaman farkı önemli. Yazarın belki de yıllarca demlediği bir hikâye senaryoya döküldüğünde harcanan zaman kısa olacaktır. Buna karşın çizerin düşünmese-taşınmasa harcayacağı zaman işin doğası gereği çok daha fazla olacaktır. Bu da çizere büyük bir yük bindirmektedir. Ancak bu yine de çizer odaklı bir bakış açısıyla yaklaşımı doğru kılmamaktadır. Birçok çizer özellikle bu gerekçeden dolayı kendini işin merkezine koyup düzeltilerden kaçınmak istese de, ortaya çıkan eserin başarılı olması için egoların bir yana bırakılması zorunluluktur.

Öte yandan en büyük sorun çizgi roman aşkıyla yanan yazarla çizerin belirgin bir ekolü benimsemelerinin dışında, ortak dünya görüşüyle bir sanatsal bakış açısı geliştirmemiş olmaları doğru “iletişim” kurulmasını engeller, bu da ortaya çıkan eserde “uyum” yakalanmasını imkânsız kılar. Ortaya çıkan işler teknik olarak başarılı görünmekle birlikte, kırık ayaklı pahalı sandalye gibi eksiklidir, sanatsal değer olarak düşüktür. Yazarın da, çizerin de büyük hevesle çıkacağı yol büyük bir yapaylıkla son bulabilir.

Türkiye’de çok uzun yıllar boyunca çizgi roman küçümsendi, engellendi. Çocuklarına “okuma şu Teksas Tommiks’i, dersine çalış” diyen anne ve babalar yok artık. Çizgi roman eskisi gibi okunuyor mu?

Okunmuyor!

Ama okuyan sayısı her geçen gün artıyor. Yayıncılar her ne kadar satış rakamlarını açıklamasalar da, çizgi roman atölyelerimden, atölyelere olan ilgiden, her gün artarak gelen taleplerden artışı görüp değerlendirebiliyorum. Tabii yayıncıların artması ve bu alanda oluşan pazardan pay kapmak için yeni yayınlar basıp Türk çizerleri yüreklendirmesi ve eserlerin arkasında durması bunda büyük etken oluşturuyor. Kaldı ki çizgi roman tabanlı siyaset paylaşımları yapmak üzere davet edildiğim TV programları da okur sayısının arttığının en büyük delili olsa gerek.

Söz eskilerden açılmışken, “eski nesil” çizgi romanlar ile “yeni nesil” çizgi romanları karşılaştırmanızı istesek…

Doğrusunu söylemek gerekirse, dünyayı saran çizgi roman sansür dönemini saymazsak çizgi roman ekolleri ve yayıncılığı hiç değişmedi. Dün neydiyse bugün de aynı.

Değişen sadece ve sadece okur profili ve sanatçıların alışılmış kalıpları yıkma çabasıyla ortaya çıkan anlatım teknikleri... Diğer bir deyişle, çocuk okur genç yaşa ulaştığında zamanın gereklerine göre ortaya çıkmış olan jargonunu kullanarak kaygılarını dile getiren çizgi roman okumak ister. Yaş ilerlediğinde de olgun okur başka bir seviyede çizgi roman talep eder. Kahramanları veya grafik romanları çağa uydurmak, çağın teknolojik, bilimsel, sosyolojik gelişimleriyle donatmak da yayıncıyla sanatçıya düşmektedir.

İçerikse ekollere ve ekollerin barındırdığı türlere bağlı kalınarak üretilir. Bu aşamada da hedef kitle, okur profili, cinsiyet vs. baz alınarak, üzülerek söylüyorum, içerikte nadiren yaşanan değişikliklerle belli şablonlar tekrar edilir.

Yani tekrar ediyorum, çizim teknikleri, baskı, format, dil ve anlatım özgürlüğü başta olmak üzere çok bir değişiklik yok eskiyle yeni arasında.

“Eski nesil” çizgi romanlar birkaç kuşak tarafından okunduktan sonra yeniden basılmıyor, ancak “meraklıları” tarafından koleksiyonu yapılıyor… Gençlerden oluşan çizgi roman okuru yaratma uğraşına omuz veren biri olarak, kurucusu olduğunuz Çizgi Roman Okurları Platformu’nun etkinliklerini anlatır mısınız?

Çizgi Roman Okurları Platformu (ÇROP) okur, sanatçı ve yayıncı arasında bir bağlantı oluşması amacıyla kuruldu. Zaman içinde ÇROPBlog aracılığıyla her gün haber paylaşarak çizgi roman sanatının ülkemizde eksikliğini duyduğu medya açığını kapatmaya çalıştı. Bu gayeyle 2006 yılından bu yana blogda röportajlar, yeni yayınların duyurusu, etkinlik haberleri, sinema uyarlamaları, sektöre dair olaylar, yenilikler ve onlarca ilintili bilgi paylaşıldı.

Ayrıca 15 yıldır ÇROP çatısı altında yayıncılarla, üniversitelerle, sanat kurumlarıyla ortak etkinlikler düzenlendi. Ülke çapında panel, söyleşi, sempozyum, sergi ve yarışmalar organize edildi.

Özellikle çizgi roman dünyamızın eksikliğini hissettiği araştırmacılığı teşvik etmek üzere onlarca yazarlık yarışması düzenledik. Bu yarışmalardan derece alan birçok arkadaşımız bugün bu başlangıcın ardından gazete, dergi, internet sitelerine başta çizgi roman olmak üzere yazı hazırlayanlar kervanına katıldı. Bazılarıysa kitap yazacak düzeye ulaştı.

ÇROP son olarak bu salgın döneminde birçok çizgi roman listesi hazırlayarak defalarca yarışma düzenledi. Ara ara yavaşlasa da yolunda ilerleyen rotamızda bozulma olmadı hiç.

Günümüzde kitabın, romanın satış rakamları ne yazık ki eski yıllarla kıyaslanamayacak kadar kötü. Bunun elbet birçok nedeni var. Bu nedenlerden biri de yaratı sürecindeki durgunluk. Tıpkı edebiyat, sinema, tiyatro ve plastik sanatlarda olduğu gibi çizgi romanda da bir tıkanmadan söz edilebilir mi?

Ülkemizdeki gerekçelerle dünyadakilerin aynı olduğunu düşünmüyorum. Bir tıkanma olduğu ortada ancak sebepler çok çeşitli.

Öncelikle yayıncılarımızın örneğin kitap yayıncıları kadar profesyonel olmaması ciddi bir handikap. Reklam, duyuru, okurla buluşma araçlarının etkin kullanımı vs. birçok olanağın acemice kullanılması tıkanmayı tetikliyor.

Bununla birlikte alım gücünün düşük olması yayıncıyı da, okuru da zorluyor. Kâğıt zamları, dövizin yükselişi, dağıtım sıkıntıları, geri ödemelerde yaşananlar, satış noktalarının azlığı… Çizgi roman yayıncılığı çok ciddi bir darboğazdayken tıkanıklığın aşılması çok zor olacaktır.

Ve buna bağlı olarak “öncelikler” listesinde çizgi romanın yer alması sorunu büyüyor.

Yoksa şunun altını çizmek isterim: Çizgi romana karşı büyük bir açlık duyuyor okurumuz. Biz daha tüm çeşitleri, tüm maceraları, tüm gelişmeleri tüketmiş değiliz. Alım gücü yüksek olsa, yayıncının eli biraz rahatlatılsa inanıyorum ki okur sayısı da artar, tıkanma da biter.

Son olarak, Türkiye’de çizgi romanın geleceği hakkındaki düşüncelerinizi alalım.

Biliyoruz ki sanat ancak gelişmeye açık insanların bilgilerini artırmaları ile mümkün olur. Çizgi romana dair inceleme ve araştırma kitaplarının yayınlanmasını göz önüne alarak söylüyorum, ben ülkemizde çizgi romanın geleceğini parlak görüyorum.

Zaman ayırıp bana çizgi roman sanatı hakkında konuşma keyfini yaşattığınız için teşekkür ederim.