Yazarın hasta olanı makbuldür

Herman Melville, John Milton, Jonathan Swift, James Joyce, George Orwell ve William Shakespeare… Harvard Tıp Fakültesi’den John J. Ross bu yazarların hastalıklarından tıp ve edebiyat tarihini bir araya getirdi: Shakespeare’in Titremesi Orwell’in Öksürüğü

16 Temmuz 2015 14:00

Yazarlığın kendisinin başlı başına bir hastalık olduğunu kabul etmemiz lazım; yaratım sürecinin insanın sağlığını bozduğu bir gerçek. Bugünkü örneklerden bahsetmiyorum. Yakın geçmişin kalburüstü yazarlarının hastalıkların pençesinde neler ürettiğini az çok biliyoruz. İşin esprili tarafı, günümüzden bakarak o yazarların rahatsızlıklarının değerlendirilmesi.

Shakespeare'in Titremesi Orwell'in Öksürüğü, John J. Ross, Çeviri: Merve Sevtap Ilgın, Yapı Kredi YayınlarıBirçok yazar, bünyesini olumsuz etkileyen hastalıkları zaman zaman otobiyografilerinde, yapıtlarında ve dost meclislerinde ortaya dökmüş ya da bir şekilde hissettirmişti. O hastalıkların, üretimlerine katkı sağladığına dair rivayetler bir yana, yazarları kimi anlarda çekilmez kıldığına ilişkin yorumlar da bulunuyor. Harvard Tıp Fakültesi’den dahiliye ve enfeksiyon hastalıkları uzmanı John J. Ross, pek denenmemiş bir yol seçip hâlâ dünyayı sallayan bazı yazarlara hekim olarak yaklaşıp eğlenceli ve merak uyandıran metinlerden kurulu Shakespeare’in Titremesi Orwell’in Öksürüğü kitabıyla tıp ve edebiyat tarihini bir araya getiriyor.

Bir hekim ve bir okur

Ross’un bu kitabı yazmasına neden olan şey, çalıştığı hastanede karşılaştığı bir vakanın Shakespeare’e atfedilen bir hastalıkla benzeşmesi. Araştırma araştırmayı kovalıyor, kitap üstüne kitap biniyor ve en sonunda Ross’un aklına tıbbı ve edebiyatı birleştirebileceği bu fikir geliyor. Kitabın gerçek kahramanları olan yazarların yanı sıra hayali hekimler ve anlatımın içine serpiştirilen kurgular, Ross’un çalışmasını hayli çeşitlendiriyor.

Edebiyat tarihi dediğimizde, üretilen eserler dışında yazarlarla ilgili dedikoduların, şöhretli isimlerin takıntılarının, tuhaf alışkanlıklarının, hayatlarındaki dönüm noktalarının, hastalıklarının ve ölümlerinin sıralanışı da işin içine giriyor. Oralardan müthiş malzemeler edinilebileceği gibi yazarların korkuları ve sıra dışılığının kaynağına da erişilebilir. Ross, bu anlamda mesleği gereği hastalıklara geniş bir parantez açıyor.

Shakespeare’in hastalık korkusunun ve dedikoduyla gerçeğin birbirine karıştığı frengi muhabbetinin onu nasıl etkilemiş olabileceğinden bahsediyor Ross. Bunu yaparken (ve aslında kitaptaki yazarların tümünün hikâyesinde olduğu gibi) yaşadığı dönemi, özellikle hastalıklar babında inceliyor. Ross, kitaptaki yazarlarla ilgili en önemli biyografileri okumakla kalmıyor, örneğin Shakespeare’in bütün kitaplarını önce bir hekim sonra da bir okur olarak hatmediyor.   

Frenginin ortalığı kasıp kavurduğu yıllarda, Shakespeare’in titremelerini buna bağlayabilir miyiz? Ross, bir tahmin yürütüyor: “Shakespeare, ününe ayak uyduracak kadar zampara biriyse şayet, yüksek derecede frengi ve diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyon riskine sahipti denebilir (…) Shakespeare’in, [eserlerinde] zührevi hastalıklarla meşgul olması, fiziksel bir rahatsızlıktan çok aşırı faal bir hayal gücünden kaynaklanıyor olabilir.”

Kendisine birçok hastalık yakıştırılan, bunların hangisine sahip olduğu muallakta kalan Shakespeare’e dair bilinen en önemli şey, ömrünün son günlerinde el yazısının giderek çirkinleştiği.

Shakespeare’le ilgili rivayetleri bir tarafa bıraktığımızda Milton’ın körlüğü hayli gerçek ve bu rahatsızlığın onu daha yaratıcı yaptığı söyleniyor. İngiltere’nin karmaşık ortamında, Milton’ın yaratıcılığının pek kıymeti var mıydı, bilinmez. Ross, Milton’la ilgili yazılıp çizilenlere ve anekdotlara baktığında, insan ilişkilerinde zorlanışının, otizme ya da Asperger Sendromu’na bağlı olabileceğini belirtiyor.

Ross, tuhaf teşhisleri anlatırken bir yandan da garip tedavi tekniklerini eşeliyor. Yazarlara da uygulanan kurşun ve cıva tedavileri, kullanıldığı dönemde çözüm diye kabul edilse de çok daha ciddi hastalıklara yol açtığı pek bilinmiyordu. Ross, bunları sıralarken konunun nasıl trajikomik yerlere gittiğini de gösteriyor.

Yazarların hastalıkları veya onlara yakıştırılan rahatsızlıklar, eserleriyle sürekli ilişkilendirildi. Bir yazar, romanında, şiirinde, tiyatro oyununda ve öyküsünde herhangi bir hastalıktan bahsetmeyegörsün, hemen dedikodu çarkları dönmeye başlıyordu.

Konunun öbür tarafında ise yazarların mustarip olduğu ve hepsini şekilden şekle sokan hastalıklar var. Viral enfeksiyonlar, travmalar ve bağışıklık sisteminin çöküşüyle beliren rahatsızlıklar, yazarların cümlelerini ve davranışlarını da eğip büküyor. Kimi olan bitenin farkında ve bunları bir kenara not ediyor, kimi de etrafını kırıp geçiriyor. “Sersemlikten” şikâyetçi Swift gibileri, hiçbir işe yaramayan ilaçlar kullanıp iyileşmeyi bekliyor örneğin. Aşırı titizliği ve obsesifliğinin, Swift’in hayatını ve iş yaşamını olumsuz etkileyişi de cabası.

Anksiyete bozukluğu, yüksek tansiyon ve romatizma

Ross’un yararlandığı ve bazen alıntı yaptığı biyografilerde, “ufak tefek” uydurma sorunları bulunduğu, araştırmalar ve ortaya çıkarılan belgelerle kanıtlanmıştı. Ancak yine de rivayetlerin gerçeğin önüne geçmesi, böylesi bir piyasanın varlığına işaret ediyor. Ölmüş yazarların arkasından, var olan ya da olmayan hastalıklarıyla ilgili atıp tutulan biyografi pazarı, Ross gibi işini ciddi ve titiz yapanlar sayesinde bir komedi panayırına dönüşüyor.
 

Zamanında, teşhis bolluğu veya kısırlığından, kimin hangi hastalığa yakalandığını bulmak zorlaşıyordu. Bronte ailesinin psikiyatrik rahatsızlıkları, yaşadıkları dönemde “lanetle” ilişkilendirilse de bugünden bakınca hayli yaygın ve olağan hastalıkları bulunduğu görülüyor. Hawthorne’un sosyal anksiyete bozukluğu da bugünün gözde hastalığıyken on dokuzuncu yüzyıl ortaları için çok afili duruyor.

Ross, yazarların hastalıklarının çoğunlukla psikolojik olduğuna inanma eğiliminden bahsediyor: “Yazarlar hastalandığında, genellikle onların fiziksel bir hastalıktansa psikolojik bir rahatsızlıktan mustarip olduğuna inanma eğilimindeyiz. Bu muhtemelen onların hassas, hayalperest, çoğunlukla da sorunlu bireyler olmasından kaynaklanır. Bu kanı, arkadaşları ve aileleri arasında bile hüküm sürebilir.” Esrarlı ölümlerin aksine psikolojik rahatsızlıkların, hastanın doğrudan ölümüne yol açmadığı ama onu süründürdüğü görüşü hâkimdi.
 

Herman Melville’in babasından miras kalan duygu durum bozukluğuyla mücadele etmesi, bahsi geçen sürünüşe örnek gösterilebilir. Ross’a göre bipolar bozukluğu, Melville’in bir yazar olarak hızla yükselişini ateşler fakat aynı zamanda felaket gibi bir kariyer ortası krizine de yol açar. Üstelik bu rahatsızlık, Herman’ın oğulları için trajik sonuçlar doğurur. Bunlara, gözündeki ışık hassasiyeti ve güçlü romatizma ağrıları da eklenince hastalık çemberi tamamlanır.

Yüksek tansiyonun tetiklediği öfke patlamaları, Yeats’in şiirlerini de günlük hayatını da hışımla doldurur. Sonrasındaki yumuşamalar ve özür dileme seansları, epeyce yorduğu kalbinin 1939’da durmasını ise engelleyemez.

Gerçekler ve rivayetler

Ross’un anlattığı yazarlardan biri, yine bipolar olan ve söyleyip savunduklarıyla yaptıkları birbirini pek tutmayan Jack London. Son derece enerjik, uyku düşmanı ve bazen yemek yemeyi bile unutan London’ın çoğu zaman ağzından çıkan lafların tutarsızlığına vurgu yapıyor Ross. Depresyonlarını, alkole olan düşkünlüğüne bağlayan ve alkolikliğini reddedişiyle nam salan London’ın, tekneyle çıktığı yolculuklarda, gezdiği yörelere özgü hastalıklara art arda yakalandığını görüyoruz. Bu da onu, hastalık ve yara konusunda takıntılı birine dönüştürüyor.        

London’ın sıkıntılı kişiliğinin benzeri, kaotik bir evrende yaşayan James Joyce’da da karşımıza çıkıyor. Fakat Joyce, biraz daha fiziksel rahatsızlıklarla meşgul: Prostat, testis ve eklem iltihabı…
 

Sürekli tekrarlayan zatürreeden dolayı geçmek bilmeyen öksürükleri ve günden güne zayıflayan ciğerleri, George Orwell’in tüm hayatını sekteye uğratıyor. Sonradan ortaya çıkan tüberkülozu da bu tabloya ekleyelim. Avrupa gibi yıkıntılarla dolu bedenine rağmen Orwell, çok önemli ve bugün okunmaya devam eden kitaplar yazdı. Ross, kitaplarını kaleme alırken sağlığı dalgalanmaya devam eden Orwell’le ilgili olarak doktoru James Williamson’dan bir şey aktarıyor: “Hiç şikâyet etmeyen metanetli halinden çok etkilendim.” Yaşadığı dönemde onca muhalif esere imza atan Orwell için hayli sakin bir tavır bu. Ross’a göre bir dizi hastalıkla boğuşan, suçluluk duygusu geliştiren ve başarısızlığa kafayı takan Orwell, bütün bu olumsuzluklara karşın ömrünün son gününe dek azimli, sadık, cesur ve acımasızca dürüst biri olarak yaşar. Bu özellikleri bile kazandığı zaferi ve başarıyı gösterir aslında.

Ross, ele aldığı yazarların hastalıklarıyla beraber, onlara atfedilen ve dedikodudan öteye gitmeyen rahatsızlıkların bir dökümünü yapmış. Dahası, ömürleri boyunca mücadele ettikleri hastalıklara bir hekim olarak yaklaşmış. Buradan bakıldığında gerçekleri rivayetlerden ayıran bir metin var karşımızda. Ross’un bahsettiği gerçekler, yazarların yapıtlarını hangi ortamda ve nasıl bir ruh haliyle oluşturduğuna dair sağlam veriler sunarken bizi, eğlenceli ve bir o kadar da hüzünlü hayat hikâyeleriyle buluşturuyor.  

İllüstrasyon: John S. Dykes / WSJ