Kendine aşırı özgü olma hâlleri: ayran, hoşaf, bira, August Comte

Yerli ve millîyi, sadece içe dönük, dünyaya kapalı ve zenofobik bir politika olarak değil, aynı zamanda dışarıya dönük, küresel yarışın bir oyuncusu ve küresel kapitalizmin bir uzantısı olarak da tartışmak mümkündür

Bütünleşmiş bir kavram olarak sık sık kullanılan “yerli ve millî”deki yerli, millînin bir nevi pekiştiricisi diyebiliriz.[1] İki kelimeyi bir araya getirerek, vurguyu arttırmak için icat edildiği söylenebilir. Buradaki millî, Tanıl Bora’nın da isabetle söylediği gibi national veya ulusal gibi modern ve evrensel bir olguyla karşılanamayacak kadar özgün bir yere dokunuyor.[2] Ulusalın karşılayamadığı aşırı kendine özgü, otantik, zaman zaman dinî ifadeleriyle tartışılan yerli ve millîyi, sadece içe dönük, dünyaya kapalı ve zenofobik bir politika olarak değil, aynı zamanda dışarıya dönük, küresel yarışın bir oyuncusu ve küresel kapitalizmin bir uzantısı olarak da tartışmak mümkündür.

Yerli ve millînin art arda gelmesinin pekiştirici etkisi bir yana, bu iki kelimenin farklı anlamlar içerdiği de malûm. En basitçe, yerli o yere özgü demek olurken, millî millete özgü anlamındadır ve yerli olan millî olmak zorunda değildir. Ama bu iki kelime o kadar iç içe geçmiştir ki bazen ayrılmaları mümkün olmaz. Örneğin, Ordu Şehir Rehberine göre Ordu’nun millî içeceği Ufuk Gazoz’dur.[3] Buradaki anlam karmaşası aslında basitçe millînin yerli veya yerel yerine kullanılmasından ötürü. Fakat yerli, millîden sadece bir derece masum olabilir. Yerli, yerliciliğin ve otantizmin en katı ve şiddet içeren hâllerine ve nihayet milliyetçiliğe kadar götürebilir bizi. Örneğin, yerli ve millîyi belirlerken, neyin yerli ve millî olmadığının daha çok konuşulur olduğunu görürüz. Yerli ve millînin bu dışlayıcı var oluş biçimi, her iki kavramın da masum olamayacağının göstergesidir.

Yerli ve millî üretimi destekleme ve böylece ekonomiyi kendine getirme veya güçlendirme çabaları, 1930’lardan beri “Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı” sloganıyla ve isim değiştirerek günümüze kadar gelen “tasarruf ve yerli mallar haftası,” “millî ekonomi ve yerli mallar haftası” ve nihayet “tutum, yatırım ve Türk malları haftası” gibi yerli malı haftaları ile örneklendirilebilir

Yerli ve millînin ortaya çıkış noktalarını daha geniş bir coğrafyada ve tarihte anlayabilmek için yerli üretim ve tüketim teşviklerine bakabiliriz. Yerli ve millî üretimi destekleme ve böylece ekonomiyi kendine getirme veya güçlendirme çabaları, 1930’lardan beri “Yerli malı yurdun malı, her Türk onu kullanmalı” sloganıyla ve isim değiştirerek günümüze kadar gelen “tasarruf ve yerli mallar haftası,” “millî ekonomi ve yerli mallar haftası” ve nihayet “tutum, yatırım ve Türk malları haftası” gibi yerli malı haftaları ile örneklendirilebilir. Salt ekonomik bir girişim olarak sunulan bu devlet politikası, ırkçı söylemlerin ve yabancı düşmanlığının hem sebebi ve aracı hem de sonucu olur. Yerelin, yerlinin veya millînin yok olmaması için devlet politikaları teşvikler üzerinden olacağı gibi, yasaklamalar üzerinden de olur. Bu girişimlerin en sivri hâllerini muhafazakâr partilerin politikalarında bulabiliriz. Yabancı olan her şey reddedilir, çünkü yabancı ürün sözde yerel veya yerli olanı (yine sözde) öldürme potansiyeline sahiptir. Yani neyin yerli ve millî olmadığı daha çok konuşulur olur. Yerelin yok olmaması için, İtalya’nın ultra milliyetçi partisi Lega Nord’un (Kuzey Birliği) uygulamalarına bakmak yeterlidir. 2009’da Lucca şehrinde kebap gibi etnik yemek satışlarının ve büfelerin açılmasının yasaklandığı duyurulur. Lega Nord partisinin üyesi Ziraat Bakanı Luca Zaia gelenekler ve kültürün korunması için bu yasanın çıktığını ve bu yasanın McDonald’s’ları da kapsayacağını belirtir. Kendisi hayatında kebap yemediğini ve ananas dâhil tüm yabancı yiyeceklere karşı olduğunu söyler. Lucca’daki merkezi sol muhalefet ise bu durumu “yemek üzerinden yapılan etnik temizlik” olarak tarif eder. Yine 2009 senesinde bu sefer Venedik’te kebap ve pizza büfelerinin açılmasının yasaklandığı duyurulur. Bu yasak, verilen habere göre, 2011’e kadar sürer ve fakat 2017’de tekrar yürürlüğe girer.[4]

İçerideki yabancıyı tehdit olarak algılamak ve ona karşı yasaklamalara girişmek bu politikaların önemli bir özelliğidir. İçeriye dönük (içine kapalı) bir politika olduğunu söylemek zannedersek yanlış olmaz. Bu aynı zamanda dışarıya karşı içeride dayanışmayı güçlendirmek içindir de. 1928’de başlayan “Vatandaş, Türkçe konuş” kampanyası da bu minvalde düşünülebilir. Kampanyada yerli ve millî olmayanın (Türkçe konuşmayanın) asimile edilme (yerlileştirilme ve millîleştirilme) çabaları söz konusudur. Asimilasyon hem yumuşak güçle (teşvik ederek) hem de “vatandaşın” ve devletin sert gücüyle (yasaklayarak, döverek) mümkün kılınır.

Ulusal markaların ulusların tanıtımını yapmaya yaradığı şu zamanlarda ulus markalaşması kavramını tekrar düşünebiliriz. Dışarısı ile yapılan ekonomik ve semiyotik bir mücadele alanı olan ulus markalaşması gittikçe yayılan bir kavram olarak karşımıza çıkar

Her dönemin, her yerin, herkesin yerli ve millîsi farklı. Bugünün Türkiye’sinde yerli ve millî faaliyetlere hizmet etmek için pek çok ürün icat edilmeye başlandı. Geleneğin icadı hiç bitmeyen bir süreç. Fakat bu süreçte fazla konuşulmayan ilk önce yerli ve millî olmayanın tanımlanmasıdır. Örneğin rakı, 2009’da Türk Patent Enstitüsü tarafından Coğrafî İşaret olarak tescillendikten[5] sonra, devlet politikaları “yerine başka şey koymak” üzerine gelişir. Bira da bu politikalardan nasibini alır. 2013 yılında Türkiye Yeşilay Cemiyeti ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Global Alkol Politikaları Sempozyumu’na katılan Başbakan Erdoğan, biraya çatarak, millî içkimizi ayran olarak ilan eder: “Alkollü bir içki olan bira, Cumhuriyet’in ilk yıllarında, yayınlanan bazı kitaplarda, maalesef, ‘millî bir halk içkisi’ olarak takdim edilmiştir. Hâlbuki bizim millî içkimiz ayrandır.”[6] Habere göre, Erdoğan’ın bu sözlerinden sonra Pınar Süt’ün borsadaki hisse fiyatlarında önemli bir artış görülür. 2016’da Cumhurbaşkanı Erdoğan SÜTAŞ Tesisinin açılışında millî içkimizin ayran olduğunu bir kez daha tekrarlar.[7] CHP Ankara milletvekili İzzet Çetin ise bu duruma esprili yaklaşır: “Bizim millî içeceğimiz sudur, yoğurda katarsan ayran olur, rakıya koyarsan bayram olur.”[8]

Bira ve rakının müstakbel yerine belki de tam olarak geçilememiştir ki, ikinci millî içeceğe ihtiyaç duyulur. Atatürk’ün millî içecek hâline getiriniz demiş bulunduğu ve 2017’de Coğrafî İşaret olarak Kırklareli’ne tescil edilen Hardaliye “Alkolsüz yöresel üzüm içeceği” ve millî içeceğimiz olarak piyasaya sürülür.[9] Yine 2017’de Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Ahmet Eşref Fakıbaba Manisa’da ayrandan sonra ikinci millî içeceğimizi üzüm suyu olarak ilan eder. Lokantalara da bir çağrı yaparak şöyle der: “Kebap veya diğer yemeklerin yanında ayran ve üzüm suyu ikram edilsin.” Yine kendisi “bundan sonra kebap ve çiğköfte ile birlikte ayran, diğer her şeyle üzüm suyu tüketeceğim” der.[10] Bu furyaya bir de hoşaf katılır. Hoşafın organiği bir televizyon yarışmasında girişimcilik alanında finale kadar yükselir ve yarışmacı/girişimci organik hoşafın ayrandan sonra ikinci millî içeceğimiz olması için çalışacağını söyler: “Amacım hoşafı Starbucks gibi zincir hâlinde satılan bir içecek hâline getirmekti. Bunu yaparken de katkı maddesi, beyaz şeker, kimyasal prosesler kullanmadık. O yüzden organik denildi. Hoşafın ayrandan sonra ikinci millî içeceğimiz olacağından eminim.”[11] Hoşafın küresel zincir olan Starbucks’la birlikte anılma temennisi, hoşafı milletsiz küresel değil, yerli ve millî küresel yapma temennisidir. Daha doğrusu, millî olan hoşafın küresel bir markaya dönüşme temennisi. Küreselleşme konusunda daha eskilere dayanan Cola Turka örneği ilginçtir. 2003 yılında piyasaya sürülürken hazırladıkları ve Chevy Chase’in oynadığı reklam filminde küreselleşmenin Amerikanlaşma olarak görülmesi sonucunda, bu küreselleşmeye/Amerikanlaşmaya karşı Türkleşme, hatta ABD’nin Türkleşmesi komik bir dille anlatılır. Tıpkı ABD markaları gibi, Cola Turka da küresel bir yerli ve millî marka olarak dünyayı Türkleştirecektir.

Tıpkı yerli ve millî gibi, yersizlik ve milliyetsizlik politikaları olabilir mi? Bunu devlet politikası olarak düşünmek çok mümkün görünmese de, daha mikro düzeyde var olabileceğini söyleyebiliriz

Ulusal markaların ulusların tanıtımını yapmaya yaradığı şu zamanlarda ulus markalaşması kavramını tekrar düşünebiliriz. Dışarısı ile yapılan ekonomik ve semiyotik bir mücadele alanı olan ulus markalaşması gittikçe yayılan bir kavram olarak karşımıza çıkar. Bunun altında yatan ekonomik saiklerdir; uluslararası güvenilirliği sağlamak ve yatırımcıların güvenini kazanmak, güçlü uluslararası ortaklarla çalışmak, dolayısıyla küresel siyasî bir güce sahip olmak ve sonucunda da ekonomide istikrarı sağlamaktır. Uluslararası itibarı güçlü bir ulusun turist, yatırımcı, kalifiye göçmen ve öğrenci çekmesi mümkün olur. Amaç markalaşma ve pazarlama iletişim teknikleriyle bir ulusa imaj oluşturmak ve o imajla uluslararası izleyiciye tanıtımını yapmaktır. Bu imajı yönetmek, uluslararası camiada bu imajla birlikte ulusun itibarını geliştirmek ve kontrol etmek ulus markalaşmasının işidir. Dünyadan kopmak değil, tam tersine milletler/uluslar yarışına katılmaktır amaç; kendini soyutlamaktan ziyade, küresel kapitalist rekabetin içine girmektir. Bu konular konuşulurken yumuşak güç (soft power) terimini sıklıkla duyarız. Türkiye akademisinin fazlasıyla hakkını teslim ettiği Frankfurt Okulu ve onun “şeyleşme” veya “metalaşma” gibi kavramları burada kullanışlı kavramlar olabilir. Ulusların hem meta hâline dönüşmesi hem de şirketleşmesi ve sadece vatandaşlık, hukukî haklar gibi siyasî kavramlarla açıklanamaz olması bu durumun özetidir. Ulus markalaşması kavramıyla birlikte uluslar pazar, piyasa ve reklamcılık alanlarında var olur ve küresel yarışa katılır. Yerli ve millînin küresel bir marka hâline gelmesi, aslında bir nevi ulus markalaşmasıdır diyebiliriz. Burada Tanıl Bora’nın ulusal-millî ayrımını göz ardı etmeden millî ve ulusal marka dememiz daha doğru olur. O kendine aşırı özgü olma hâlini millî karşılamakta ama küresel pazarda var olabilme hâlini de ulusal karşılamaktadır.

Gelelim düşüncenin ve bilginin yerli ve millîsine. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın dediği gibi eğitimde amaç “yerli ve millî nesiller yetiştirmektir.”[12] Peki, yerli ve millî nesil nedir? Bunun cevabını Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2017 Mayıs’ında İbn Haldun Üniversitesi Sempozyumu’nda yaptığı konuşmasında arayabiliriz. Erdoğan, August Comte gibi “sorunlu şahıs”ların fikirlerinin bu topraklarda çok uzun zaman kabul gördüğünü ama İbn Haldun’un hak ettiği değeri göremediğini söyler ve akademide yerli eserler ortaya konamamasından şikâyet eder.[13] İbn Haldun’un yok sayılması Erdoğan tarafından kültürel intihar olarak nitelendirilir. İbn Haldun’un nasıl olur da yerli ve millî olarak sahiplenildiği veya Comte’un neden “sorunlu bir şahıs” olarak addedildiği tartışılabilir elbette. Fakat burada dikkat çeken diğer bir taraf, yerli ve millî tanımlanırken, yerli ve millî olmayanın işaretlenmesidir. Sahiplenilme anlatılırken, neyin sahiplenilmemesi gerektiği de anlatılır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Ocak 2018’de Boğaziçi Üniversitesi mezunları programında yaptığı konuşmasında yerli ve millî, ülke ve milletin değerleri sözlerini sıklıkla kullanırken, küresel marka olamamaktan bahseder. Tam olarak şöyle der: "Boğaziçi Üniversitesi bu ülke ve bu milletin değerlerine yaslanamadığı için küresel bir marka hâline gelme çabalarında da hedeflerine tam manasıyla ulaşamamıştır... Dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim görmekle yerli ve millî duruş sahibi olmak, asla birbirinin zıttı değildir.” Erdoğan’a göre eğitimde küresel bir marka olmak ve dünyadaki diğer eğitim kuruluşlarıyla yarışa girmek için yerli ve millî olmak şarttır. Peki, ne demektir yerli ve millî olmak? Erdoğan devam eder: “Batı ülkelerindeki üniversiteler, soruyorum, çok sesli değil mi? Peki, bunlardan hangisinin sürekli kendi devletine, kendi halkının değerlerine karşı faaliyet yürüttüğünü duydunuz, gördünüz? Böyle bir şey var mı?”[14] Burada yerli ve millî, devlet ve faaliyetleri ile ilişkili olarak tekrar ve daha kesin bir şekilde tanımlanıyor. Bu tanım belki de yerli ve millînin son zamanlarda en sıklıkla kullanıldığı tanım diyebiliriz. Burada bir yandan yerli ve millî duruşa sahip olmak ile küresel anlamda markalaşmak arasındaki ilişki tekrar edilirken, öte yandan devlet ve halkın değerleri ortak kabul edilip devletinin yanında olmak (devlete karşı faaliyet yürütmemek) yerli ve millînin ve dolayısıyla küreselin koşulu oluyor. “Yeni Türkiye’nin” hâlini yansıtan, yerli ve millî nesillerin tanımıyla da bağlantılı olan bu tanım, kendini son zamanlarda çok sık hissettirir. Örneğin, Doğan Grubu’nun Demirören’e satılmasından aşırı memnun gözüken Türkiye gazetesi yazarı Cem Küçük, Aydın Doğan’ı eski Türkiye’nin sembol ismi olarak tarif ederken, Erdoğan Demirören’i “yerli, millî ve kıymetli iş adamı” ilan eder. Demirören “yeni zamanın, yeni dönemin yepyeni ruhunu” yani Yeni Türkiye’nin yerli ve millîsini temsil eder; Doğan ise muhtemelen devletinin değerlerine kıymet vermediği içindir ki, demode kalmış, yeni sisteme ayak uyduramamış eski Türkiye’dir, Küçük’e göre.[15] Yerli ve millî hep “diğerini” tanımlayarak, olumsuzlayarak, etiketleyerek, yasaklayarak var edildiği için ayırıcı, dışlayıcı ve iticidir; yerli ve millî aynı zamanda konformist ve itaatkârdır.

Peki, tıpkı yerli ve millî gibi, yersizlik ve milliyetsizlik politikaları olabilir mi? Bunu devlet politikası olarak düşünmek çok mümkün görünmese de, daha mikro düzeyde var olabileceğini söyleyebiliriz. Örneğin, küresel restoran zinciri Wagamama’nın kurucusu Alan Yau’ya göre yemeği milliyetsizleştirmek, onu çok daha ilerici ve politik bir hâle getirir.[16] Yemekler millî kimliklerinden sıyrılarak, küresel olmalıdırlar. Sake Japonluktan kurtulup küresel bir içecek olduğunda eşitlikçi, barışcıl ve birleştirici bir özelliğe sahip olur. Burada yerli ve millî olana bağlı, ona ihtiyaç duyan bir küreselden değil, yersizlik ve milliyetsizlik üzerinden var olabilen bir küreselden bahsediyoruz. Böylelikle kimliksizliğe veya melezleşmeye izin veren, onu destekleyen ve var eden bir küreselleşme çok daha ilerici ve eşitlikçi olabilir. Sözün kısası, Alan Yau’ya göre yersizlik ve milliyetsizlik üzerinden sürdürülen yemek politikaları, küreselleşme ve markalaşma süreçlerinin içinde yer almalı ve anti-milliyetçi oluşumlar yaratmalıdır. Fakat yerli ve millî tartışmalarının hat safhada olduğu günümüz Türkiye’sinde, bira, rakı, ayran, hardaliye, üzüm suyu, hoşaf, İbn Haldun, August Comte, yeni nesiller derken, maalesef daha uzunca süre yerli yersizi, millî ise milliyetsizi ezeceğe, yiyip bitireceğe benziyor.

 
[1] Zamanın Kelimeleri: Yeni Türkiye’nin Siyasî Dili, Tanıl Bora, Birikim Kitapları, s. 193
[2] A.g.e.
[3] Memleket Ordu Şehir Rehberi, “Ordu’nun Milli İçeceği Ufuk Gazoz”. 22 Kasım 2017. https://memleketordu.net/ordunun-milli-icecegi-ufuk-gazoz/ 
[4] Times Online. “Italy bans kebabs and foreign food from cities”. 31 Ocak 2009. https://www.thetimes.co.uk/article/italy-bans-kebabs-and-foreign-food-from-cities-5knbn05f9cn; The Guardian. “Anti-immigrant Italians find a new foe: food from abroad”. 15 Kasım 2009. https://www.theguardian.com/world/2009/nov/15/italys-kebab-war-hots-up; The Guardian. “Venice bans kebab shops to preserve ‘decorum and traditions’ of city”. 5 Mayıs 2017. https://www.theguardian.com/world/2017/may/05/venice-bans-kebab-shops-preserve-decorum-traditions-city
[5] https://bit.ly/2GuMbrp; Hürriyet. “Rakı resmen milli içkimiz”. 1 Aralık 2009. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/raki-resmen-milli-ickimiz-13071962
[6] Hürriyet. “Milli içkimiz ayran”. 27 Nisan 2013. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/milli-ickimiz-ayran-23146841
[7] Sabah. “Varsın saldırsınlar: Evet bizim milli içkimiz ayrandır”. 23 Aralık 2016. https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/12/23/varsin-saldirsinlar-evet-bizim-milli-ickimiz-ayrandir
[8] Cumhuriyet. “Yoğurda katarsan ayran, rakıya koyarsan bayram”. 21 Mayıs 2013. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/423120/_Yogurda_katarsan_ayran__rakiya_koyarsan_bayram_.html
[10] Hürriyet. “Bakan açıkladı… Ayrandan sonra bir milli içecek daha…” 12 Eylül 2017. http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/bakan-acikladi-ayrandan-sonra-bir-milli-icecek-daha-40576368
[11] Sabah. “Organik hoşaf milli içecek olacak”. 12 Ağustos 2017. https://www.sabah.com.tr/yasam/2017/08/12/organik-hosaf-milli-icecek-olacak
[12] Haberler. “Uluslararası Erken Çocukluk Eğitimi Kongresi başladı”. 18 Mart 2016. https://www.haberler.com/uluslararasi-erken-cocukluk-egitimi-kongresi-8273234-haberi/
[13] Cumhuriyet. “Erdoğan: August Comte gibi sorunlu şahısların fikirleri kabul gördü”. 20 Mayıs 2017. http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/744596/Erdogan__Auguste_Comte_gibi_sorunlu_sahislarin_fikirleri_kabul_gordu.html#
[14] Hürriyet. “Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan Boğaziçi Üniversitesi çıkışı”. 7 Ocak 2018. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/cumhurbaskani-erdogandan-onemli-aciklamalar-40702458
[15] Küçük, Cem, Türkiye Gazetesi. “Yepyeni bir dönem ve yepyeni bir zamanın ruhu”. 23 Mart 2018. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/cem-kucuk/601352.aspx
[16] Polly Russell’ın Alan Yau ile yaptığı görüşme (2001) NLSC: Food: From Source to Salespoint, British Library- Sound Archive: Oral History.