Yurdanur Salman: Dille ilgili hiçbir şey ona yabancı değildi…

Feridun Andaç'ın Yurdanur Salman ile 1994'te yaptığı, zamanında ancak bir kısmı basılmış olan söyleşinin tamamını, geçen hafta kaybettiğimiz Yurdanur Salman'ın anısına yayınlıyoruz. 

21 Mayıs 2020 09:26

Yurdanur Salman’ın çevirilerinin okuru çeken yanı Türkçeye gösterdiği özendir diyebilirim. İngilizceden yaptığı çevirileri kendi dilinizde okurken duyuş/düşünüş, hissediş biçimini veren tını sanırım onun çeviri ustalığını gösteren belirgin yanıydı. Özgün birçok çeviriye imza attı. Birçok yazarı ilk kez onun çevirileriyle okuduk.  Şimdi masamda duran  Ortak Kültür Sözlüğü (Yurdanur Salman/Gamze Varım/ Serhan Keser), Yazın Kuramı (R. Wellek/A. Warren, Suat Karatay ile) kitapları  onun bu yanını anlamak için yeterli sanırım. Başucu kitabı kılabileceğiniz iki seçkide de onun imzası var: Sanatça Örnek Bir Çilekeş (Susan Sontag, Müge Gürsoy’la birlikte) O Ana Adanmış (John Berger). İlk yayımlandığı günlerde elimden düşürmediğim Erich Fromm’un Sevme Sanatı (1975, de yay., 150 s.), onun çevirisindeki söyleyişi, Türkçenin tınısını hissettirmesi bakımından da belleğimde iz bırakan bir kitaptır… Ardından John Berger,  Susan Sontag,  Salman Rushdie çevirileri geldi, sonra başkaları…

Üniversitelerde dersler verdi. Yeni çevirmenler yetiştirdi. Tek başına bir akademi gibi çalıştığının tanığı oldum. Kolektif çalışmaya, birlikte üretmeye açık bir yanı vardı Salman’ın. Görünmeyen bir Rönesans aydınıydı o benim gözümde.

1990’ların başında, bu yönde, önemli bir adımı daha vardır Salman’ın, iki ayda bir çıkan yazın/eleştiri dergisi Kuram’ın yayın yönetmenliğini üstlenmesi.

1994 yılının baharında bir gün Arnavutköy’deki evinde buluşup bu dergiyi konuşmuştuk.

Çok sonraları İstanbul’dan ayrılıp Ege’ye, Behramkale yakınlarına gidip yerleştiğinde ise ara ara telefonlaşıp söyleşirdik.

Önceki günlerde aramızdan ayrıldı. Söz Uçar,Yazı Kalır adlı derlemede bir kısmı yayımlanmış olan bu söyleşi onun anısına yeniden yayınlanıyor. Aynı zamanda Kuram dergisini –daha doğrusu kitap dizisini– hatırlamak için de bir vesile...

 

Kuram 6. sayıya ulaştı. Yazın ve eleştiri kuramı ağırlıklı bir dergi. Şu an, bu alandaki tek dergi üstelik. Sizi böylesine kıraç bir alanda “kuram”a yönelten ne oldu?”

Evet, Kuram 6. sayıya ulaştı. İçinde bulunduğumuz koşullarda Kuram’ı üreten bizler de bunu büyük bir başarı olarak görüyor, bundan kıvanç duyuyoruz. Bu alandaki tek dergi olması, bu alanın yayın açısından neredeyse boş olmasından, bu gereksinmenin karşılanması gerektiği inancından kaynaklanıyor. Türkiye’mizde hem pek çok şey yapılıyor, hem de yapılması gerekenler gerektiği gibi yapılmıyor. Dünyada yazın, dilbilim, eleştiri, estetik vb. alanlarında baş döndürücü bir yenilik, çeşitlilik, renklilik, yaratıcılık ve üretim görülüyor. Ülkemizde yabancı dil bilenler ve gerçek entelektüel merak içinde olanlar bunları bireysel olarak izleyebiliyor. Gene de bunlar pek az sayıda birkaç yayın organının ve sınırlı akademik çalışmaların dışında genel okurla ve kamuyla paylaşılamıyor. Ayrıca, neredeyse yirmi yıldır Türkçeye bir şeyler oluyor. Bizler okur olarak büyürken Türk Dil Kurumu’nun yayınları, Yeni Dergi, Varlık gibi bu işi sorumlulukla ele alan yayınlarla olgunlaştık. Yalnızca dil bilgisi edinmekle kalmadık; “dil terbiyesi” de edindik, sanıyorum. Oysa şimdi, her zaman herkesin belirttiği gibi, dilimizde bir başıboşluk, belki hızlı toplumsal değişimin getirdiği bir çalkantı, tutarsızlık ve özensizlik görülüyor. Anlamın oluşturulması ve taşınmasında çok önemli bir öğe olan dile bunu yapamazsınız! Kuram’ı çıkarmaya karar verirken en büyük amacımız, I. Kitap’ta Okur’a seslenişte belirttiğimiz gibi, öncelikle “dil” oldu. Nitekim I. Kitap’ın ilk sayfasında şu iki önsözü görüyorsunuz:

Homo sum: humani nihil a me alienum puto.
Ben insanım: İnsanla ilgili hiçbir şey bana yabancı değildir. (Terentius)

Linguista sum: linguistici nihil a me alienum puto.
Ben dil(bilim)ciyim: Dille ilgili hiçbir şey bana yabancı değildir. (Roman Jakobson)

En büyük özlemimiz, gerek telif, gerekse çeviri yazılarda dilde doğruluk, duruluk, titizlik ve tutarlılık amaçlarını sürekli gözetmekti. Konu yelpazemizi de oldukça geniş tutmaya çalıştık. Böylelikle dilin at oynatma alanı genişleyecekti.

Ülkemizde yaşanan ikinci bir şizofreni de Batı ile Doğu’nun, eski ile yeni’nin, yerli ile yabancı’nın ayrı tutulması. Biz kuramlar’da Türk yazınına da, yabancı dilde çıkan Türk yazınına ilişkin yazılara da yer vermeye çalıştık.

Amaç ve kapsam olarak neleri düşünerek yola çıktınız?

Kuram’ın amacını ve kapsamını 1. sayımızda şöyle açıklamıştık:

Kuram kitap dizisi, insanbilimleri, sanat, felsefe, müzik, mimarlık ve yazın gibi alanlarda deneme, inceleme, araştırma türlerinde telif ve çeviri yazılar basmayı, bunu yaparken Türkçe’nin anlatım olanaklarını geliştirmeye çalışmayı, bu gibi alanlarda hızla üretilerek dilimize girmekte olan terimleri saptamayı, tanımlamayı ve yeterli karşılıklar önermeyi amaçlıyor.

Diziye adını veren Kuram sözcüğü, bilim, inceleme, araştırma alanları arasında su geçirmez setlerin bulunduğu anlamına gelmiyor bizce. Klasik, oturmuş, yerleşmiş ve üzerinde uzlaşmaya varılmış görüşlere de yer vermeye, Türkçeyi bu alanlarda yetkinleştirme çabalarına katkıda bulunmaya çalışacağız.

Bu doğrultuda, gerek telif gerekse çeviri yazılarda dil ve terim tutarlılığını olabildiğince sağlamaya, belli yazıların sonuna, yerleşmemiş ya da yeni önerilen terimlerin batı dillerindeki karşılıklarıyla abecesel listelerini eklemeye karar verdik. Yılda üç kitap olarak yayımlamayı tasarladığımız bu dizinin sizlere aydınlık, olabildiğince duru bir dil ve anlam ilişkisi kurmasını diliyoruz.”

Amacımız, dil bilinci yüksek, öğrenme, bilgilenme güdüsü canlı okurlarla –sayıca az da olsalar– gerçek ve sürekli bir ilişki kurabilmekti. Abone sayımız giderek artıyor. Bir bakıma Kuram’ı keşfeden, Kuram’a tiryaki olan sadık okurların sayısı çoğalıyor. İstediğimiz, bize yakın düşen okurlarla bütünleşerek birlikte belki daha ilerilere yönelebilmekti. Kuram özellikle Ankara’da çok iyi satılıyor! Ama bu arada bizim için anekdot niteliğine dönüşen bir noktayı belirteyim: Kültür Bakanlığı, kütüphanelere abone olma önerimize 8 ay sonra olumsuz yanıt verdi. Oysa Köy İşleri Bakanlığı ilk sayıdan Kuram’ı fark ederek abone oldu!

Elbette Kuram, içeriği gereği yolda, ayaküstü okunacak bir dergi/kitap değil. Yazıların uzunluğu ve yoğunluğu bu süreli yayına neredeyse bir ya da birkaç kitap oylumu ve niteliği kazandırıyor. Ayrıca yazıların sonunda verilen notlar, kaynakça, terimler, açıklamalar okurlar için yeni ufuklar, yeni yayınlara giden yollar açıcı nitelikte. Bütün bunları bilerek, isteyerek yapıyoruz. Bu nedenle bir kitabın hazırlanışı, geniş ve yoğun bir ekip çalışmasıyla üç ya da daha fazla ayda ancak kotarılabiliyor.

Dergide ilgi odağını çeviri ve telif yazıların yanı sıra özel dosyalarla da geniş bir eksende tutmaya çalışıyorsunuz.  Buradaki seçimi neye göre belirliyorsunuz?

Kuram kitap dizisi ikinci yayın yılında “özel dosyalar” hazırlamaya başladı. Bu, yayın ekibinin ortaklaşa aldığı bir kararla oldu. Böylece amaç belli konularda derli toplu, ama dosya konusunu kuramsal olarak en son ucundan yakalayan bir ana yazı çevresinde, gene çeviri ve telif yazılardan bir yumak oluşturmaktı. Şimdiye dek sinema, eleştiri ve masal/mit dosyalarını oluşturduk. Bu yöndeki çalışmalarımızı, belki ara alanları kapsayacak dosyalar hazırlayarak sürdürmeyi düşünüyoruz.

Bu tür dergiler ekip çalışmasını gerektirir. Ömrü biraz da buna bağlıdır! Ne dersiniz? Böyle bir ekibiniz olmalı sanırım…

Böyle bir ekibimiz var. Zaman zaman ayrılmalar ve yeni katılmalarla ekip Tahir Abacı, Necmiye Alpay, Hakan Arslan, Aykut Derman, Evren Erem, Sevinç Kabakçıoğlu, Suat Karantay, Mübeccel Kızıltan, Mustafa Öneş, Ahsen Özsoy, Mehmet Rıfat, Sema Rıfat ve Dilek Yazıcı’dan oluşuyor. Sertaç Ergin grafik tasarımda, Selçuk Çelik grafik uygulama ve basımda, Perihan Adıgüzel dizgi ve sayfa düzeninde kısıtlı olanaklarımıza karşın “harikalar” yarattılar! Uyum içinde, büyük bir özveri ve yaratıcılıkla çalışan bir ekip bu. Çünkü her birimiz bu gereksinmenin giderilmesi gerektiğini biliyor, buna inanıyoruz. Birikim ve enerjimizi Türkçenin gizilgücünü çeşitli bilim alanlarında sonuna dek açığa çıkarma yolunda sorumluluk ve özveriyle kullanmayı gönüllü olarak üstleniyoruz. Bu toplumda yetişmiş ve eğitilmiş bilim adamları, dilciler, çevirmenler, öğreticiler vb. olarak; şimdiye kadar edindiğimiz deneyimler bizi yeni kuşaklara karşı borçlu ve sorumlu kılıyor. Niteliğin oluşturulması, korunması ve aktarılması gerektiğine inanıyoruz. Zaman içinde oluşturulan üstyapı değerlerini en geniş kitleyle paylaşmanın bir yolu eğitimse –ekibin içinde eğiticiler çoğunlukta– bir yolu da yayın bizce. Ekibimiz Kuram’da benimsediği bu amacı gerçekleştirmede sağladığı başarıdan kıvançlı… 1995’te yeni atılımlara hazırlanıyor!

Derginizde hemen göze ilişen bir başka yan ise, terim çalışmaları. Bu hangi gereklilikten doğdu, amaçlanan nedir?

Gelişen bilim dalları, yabancı dillerde sürekli yeni terimler üretiyor. Bunların Türkçe olarak karşılanmasına gelmeden önce, Türkçede belli bilim dallarında bütün terimler tam olarak yerine oturmuş bile değil. Aynı terime değişik yazılarda, değişik çevirmenler değişik karşılıklar buluyor ya da öneriyorlar. Sonunda tam bir kargaşa doğuyor. Ya da Türkçe karşılık bulma zahmetine katlanılmadan dildeki terim Türkçe (ya da İngilizce, Fransızca vb.) yazımıyla veriliyor. Bu açıdan bakıldığında Türk Dil Kurumu’nun başlattığı uzmanlık sözlüklerinin yayımını durdurması çok yazık oldu. Bu sözlüklerin, kapsamları genişletilerek, ayrıntılandırılarak, zamanı yakalayarak, kullanım açısından daha işlevsel kılınarak sürdürülmesi gerekti. Aslında ülkemizde uzun süredir büyük bir sözlük açığı var! Hiçbir (kabadayı?) yayınevi de bu işe girişmiyor! Artık çoktan yerleşmiş olması gereken terimler üzerinde bile tam bir uzlaşma yok. Oysa dilde, terimlerde kargaşa, anlamda kargaşa demek! Öğrencilerimize, okurlarımıza kaynak olarak neyi önereceğimizi tam olarak bilemiyoruz. Biz de hangi kaynağa başvuracağımızı bilmiyoruz. Zaten ortada yeterli sayıda, oylumda ve çeşitlilikte güvenilir kaynak da yok! Terim çalışması bu gibi endişelerden doğdu.

Böyle bir dergi çevresinde bir eleştiri okulu oluşturulabilir mi? Yazın eleştirimizin bugünkü durumunda böylesi bir çabaya gereksinme var. Ne dersiniz?

Doğrusu Kuram’ı yayımlama kararı alırken “eleştiri okulu” ya da “dil çevresi” oluşturmak gibi bir amacımız yoktu. Hâlâ da yok. Kimseye, kendimize bile, bir şey dikte etmek istemiyoruz. Ama özenli, nitelikli, ileriye ve yeniye dönük, aydınlık bir yaklaşım içinde olmayı özlüyoruz ve bu tutumu çalışmalarımıza, yayınımıza yansıtmaya çalışıyoruz. Yazın eleştirisi, sanat eleştirisi alanı ülkemizde yıllardır aynı belirsiz, oturmamış, bireysel ve izlenimci tutum içinde sürüp gidiyor. Yeni Dergi günlerinde Memet Fuat bu açığın üzerine gider, eleştiri kuramı yazılarının yayımlanmasına özen gösterirdi. Gerçekten de eleştiri ilkelerinin, eleştiri kuram ya da kuramlarının, yaklaşımlarının temelden bilinmesi, terimlerinin yerli yerine oturması, yazılacak eleştirilerin, yapılacak uygulamaların bunlar bilinerek ve varsayılarak yapılması gerekiyor. Oysa bu alanda ortak bir bilgi ve dil/terim tabanı yok. O zaman kimin neye gönderme yaptığı kayboluyor. Her şeyi her zaman yeniden öğrenmek gibi yorucu bir görev çıkıyor okurun karşısına; ya da her şeyi belli bir eleştirmenin dilinden ve terimlerinden (kişisel kuramından/yorumundan) izlemek gibi… Elbette bu gidişle ortak eleştiri ölçütlerinden, yargılarından, ortak bir dil ve terimceden söz edilemez! Oysa Batılı, yazarken tek bir terimle hiç şaşmadan bütün bir akıma, bütün bir okula gönderme yapabiliyor. Kuram, yayımladığı yazılar ve dosyalarla, kullandığı dil ve terimlerle, tutarlılığa gösterdiği özenle yukarıda sözü edilen bu ortak gönderme tabanına katkıda bulunabilirse, kendini mutlu bir görevi başarmış sayar. Bu kadarı da şimdilik bize yeter.

İşin biraz da mutfağı; yayın, dağıtım, okur ilişkileri/ilgileri üzerinde duralım.

Mutfağımız, bence çok güzel ve çok eğlenceli. Bildiğiniz gibi Arnavutköy’de “önünde ebruli hanımeli açan” eski bir ahşap evin içinde “modern” Macintosh Apple’ımız ve kedilerimizle birlikte hazırlıyoruz Kuram’ı! Şaka bir yana, hafta sonlarında ekibimiz sık sık toplanıyor. Çay ve kahve eşliğinde sıkı çalışmalara, tartışmalara atıyor kendini. Ofis, ekip üyelerinin istedikleri zaman gelip okuma, çalışma, düzeltme yapmalarına açık tutuluyor. Kuram’ın hazırlık dosyası tartışmalı, devingen bir süreç içinde oluşuyor. Zaman sınırında bize ulaşan bir yazı bile, konu çeşitliliği gerektiriyorsa, düzeltiden geçip hemen diziliyor ve o sayıya giriyor. Bu açıdan bakıldığında Kuram, aslında bir dergi mutfağı canlılığı içinde hazırlanıyor. Yayın ekibi açısından gerçekten yaşayan bir yayın. Bu canlılığın içerikte ve dilde aynı çeşitlilik ve dirilikle okurlarımıza aktarılmasına çalışıyoruz. Dağıtım konusunda da ta baştan karar almıştık. Aboneyle yaşayan bir yayın olmayı amaçlıyoruz. O nedenle çok az kitabevine veriyoruz. Ankara ve İstanbul’da belli başlı birkaç kitabevinde bulunuyor. Sanırım bizim türümüzdeki okurlar bu yerleri keşfettiler. İzmir’de bir kitabeviyle daha yakınlarda ilişki kurabildik. Çok fazla ilan veremiyoruz, ama verebildiğimiz zamanlarda telefon ve mektupla istekler çoğalıyor. Türkiye’de okur kitlesinin profilini çıkarabilmek çok güç bir iş olsa gerek: Of’tan bir bankacı, Edirne’den bir temizleyici, İzmir’den bir jinekolog, Şarkışla’da bir öğretmen, hapishanelerden çeşitli kişiler okur profilimize dahil. Dağınık ve çeşitli olsa da yüreklendirici. Sonuç olarak istediğimiz okurun ilgisini çektiğimizi söyleyebiliriz. İkinci yılda Kuram’a olan ilgi ve güven grafiğinde bir yükseliş olduğu kuşkusuz. Bu da sevindirici bir gösterge.

İleriye dönük amaçlarınız…

Kuram yayımlamaya, dosyalar ve belki özel sayılarla/kitaplarla yayımlamaya devam edeceğiz. Terim çalışmalarımız, uzun erimde uzmanlık sözlüklerine dönüşebilir. Mehmet Rifat’ın Açıklamalı Göstergebilim Sözlüğü’nü büyük bir kıvançla, Türkçeleştirmeye özenli bir örnek olarak sunmaya devam edecek ve tamamlandığında sözlük olarak yayınlayacağız. Bunun dışında, hazırlıklarımız tamamlandığında kitap yayınına da geçebiliriz. Bu kararımızı zamanı gelince okurlarımıza ayrıntılarıyla duyuracağız.

                                                                                   (1994)