“Kuvvetli tahaffuz çarelerinden birisi de aşıdır. Çiçek, kolera, tifo, veba, difteri, verem ve kızılın bugün aşıları vardır. Aşılananlar bu hastalıklara yakalanmazlar. Aşı sayesinde eski hükümdarlar gibi zaman zaman icrayi saltanat eden ve birçok insanların ölümüne mucip olan kolera, veba afetleri tarihe karışmıştır. Kızıl, kuşpalazı belki verem de unutulacak."
14 Ocak 2021 18:05
Yeni bir yıla girdik ancak 2021’de de bütün dünya Koronavirüs ile, pandemi ile boğuşmakta. Geçtiğimiz yıl çok ağır sonuçlarını yaşadığımız bu felaket, “sağlık” kavramının önemini yeniden gündeme getirdi.
Biz bu yazıda, eskilerin “sıhhat” dedikleri “sağlık” ile ilgili bir kitaptan daha doğrusu bir almanaktan, yıllıktan söz edeceğiz. 1933’te İstanbul Kader Matbaası’nda basılan, “Cumhuriyet’in onuncu senesini kutlarken hekimlerimizin halkımıza armağanı” olan Sıhhat Almanakı adlı eseri Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman [Uzman] yayına hazırlamış. Kitaptan söz etmeye başlamadan bu değerli eseri hazırlayan Mazhar Osman’ı birkaç satırla da olsa analım…
İsmi kurucusu olduğu Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi ile özdeşleşen, Hikmet Feridun Es’in deyişiyle “Türkiye’de doktor ismini, hekim şöhretini atasözüne, darbı mesele sokan insan” Mazhar Osman, 1909’da Türkiye’de akıl hastalıkları hakkında yazılmış ilk modern eser olan Tababet-i Ruhiye isimli kitabını yayımladı. 1919'da Toptaşı Bimarhanesi fahri baştabibi, 1922’de başhekimi oldu. 1927’de Toptaşı’ndaki hastaların Bakırköy’e nakledilmesi ve ardından Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin kurulmasında öncü olan Mazhar Osman, uzun yıllar hastanenin başhekimliğini yaptı. 1933’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde ordinaryüs profesörlüğe yükseldi. Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman, 31 Ağustos 1951’de İstanbul’da vefat etti.
Mazhar Osman’ın yazdığı “Sıhhat Almanakı’nı okuyanlara ilk sözüm” başlıklı önsözü şu cümle ile başlar: “Almanak sıhhat takvimi gündelik gazetelerden, haftalık, aylık revülerden, biraz daha fazla yaşayabilecek, bir sene elden ele dolaşacak bir kitapçık demek…” Yazı, Dr, Besim Ömer Paşa’nın 1899 ile 1906 yılları arasında basılmış olan dört ciltlik Nevsâl-i Âfiyet adlı eserine atıfta bulunarak, o yıllardan sonra kaybettiğimiz değerli doktorları anarak devam eder. Almanağın amacını ve hazırlanış sürecini Mazhar Osman’ın kaleminden okuyalım:
“Kitabımız türbe ya da müze fihristi olacak değildi ya! Hayatları hayata hizmet ile geçen bu muhterem üstatlarımızın ilmini herkese öğretmek faydalı olacaktı, o sayede ölülerimize rahmet okunurken, berhayat büyüklerimize de ellerinde birer irfan meşalesi olduğu halde resmigeçit yaptıracağız, onları da neslimize ve yeni nesle tanıtacağız, aynı zamanda birçok tıbbî ve sihhî bilgilerle okuyanlara faydalı olacağız. Bu ağır başlı sahifelere tahammül edebilmek için ediplerimizin kalemlerinden yardım rica ettik, Allah razı olsun esirgemediler, okuyanlar umarız ki sıkılmadan, yorulmadan bu kitaptan bilgi susuzluklarını söndürürler.”
“Eser benim değildir, bütün meslektaşlarımındır...” diyerek devam eden Mazhar Osman, almanağın bir başlangıç olduğu, Türk tıbbının şimdiki zamana ait tarihçiliği olarak kabul görmesi ve yenilerinin yazılması isteğini belirttikten sonra almanağa katkıda bulananlar için şu satırları yazar:
“Günün tarihini yazmak noktasından bu nakıs [eksik, bitmemiş] almanakın ne kadar kıymetli olduğunu ve olacağını meslektaşlarımın hepsi taktir ettikleri içindir ki, yaşlılar, gençler, gurup etmekte olan güneşler, yeni doğan yıldızlar ayni şevkle yazılmasına yardım ettiler.”
Mazhar Osman’ın alçak gönüllüğüne bakmayın, çok kısa bir zamanda böyle bir almanağın hazırlanması bugün bile çok ama çok zor bir iş. Fotoğraflı ve telif yazılardan oluşan bu eser tam 1136 sayfa… Adeta küçük bir tıp ansiklopedisi olan bu kitap, birkaç bölümden oluşuyor: Tıp tarihimizden sayfaların bulunduğu “Umumi yazılar”; Tıp Fakültesi duayenlerinin, 1921 Tıp Fakültesi mezunlarının yer aldığı “Resimli Salname”; hastalıklar ve tedavileri konusunda hepsi alanında uzman doktorlar tarafından yazılan “Halka mahsus tıbbî yazılar”; Abdülhak Hamit, Cenap Şahabettin, Hüseyin Rahmi, Neyzen Tevfik gibi yazarların kaleme aldığı “Hekimliğe dair hikâye ve fıkralar” ve son olarak “Tıbbî nasihatler”…
Yaşadığımız günlerin gündemine uyarak kitapta yer alan salgın hastalıklarla ilgili olan birkaç yazıdan söz edeceğiz. İlki uzun yıllar mücadele edilen çiçek hastalığı ile ilgili. Çok sayıda can alan, ateşli, ağır ve bulaşıcı bir hastalık olan çiçek hastalığı ve aşısını “İstanbul Çiçek Aşısı Müessesesi Müdürü” Dr. Şerafettin Mustafa Bey yazmış. İstanbul Telkihhanesi (Çiçek Aşısı Üretim Merkezi) müdürlüğü görevini 1923 ile 1936 yılları arasında sürdüren Dr. Şerafettin Mustafa [Kam], “Çiçek aşısı” başlıklı yazısına “Her müellif aşıyı tarif ve izah ederken çiçek aşısından bahseder. Hakîkat çiçek aşısı bütün manasile aşıya güzel bir misaldir.” diyerek başlar. Önce çiçek hastalığını ve aşısını anlatır. Ardından da Türkiye’de Osmanlı döneminden beri bilinen çiçek hastalığı ve aşısı hakkında bilgiler verir:
“Eskiden Asya’da ve memleketimizde Variolisation = Çiçekleme usulü münteşirdi [yaygındı]. Çiçek hastalığının çok öldürdüğünü, öldürmese de sakat bıraktığını ve çiçek çıkaranların bir daha çiçek çıkarmadığını gören halk bir mahalde bir çiçek görünce salim olanları bu çiçekli ile temasa geçirirlerdi. (…) Bu çiçekleme usulü memleketimizden Avrupa’ya bazı yollarla gitmiştir; fakat tarihen müsbet olan 1777’de İngiltere Hükümeti’nin İstanbul sefirinin zevcesi Lady Montani bir gün Edirne civarında gezerken bir köyde bu çiçekleme usulünü görmüş, kendini ve çocuğunu çiçeğe aşılatmış ve gördüğü bu çiçekleme usulünü bir raporla İngiltere’ye bildirmiş, orada da bu çiçekleme usulü tatbik olunmaya başlamıştı.”
Çiçek aşısının zaman içinde nasıl geliştiğini, “koldan kola” aşı uygulanmasını ve aşının nasıl üretildiğini ayrıntılı olarak anlatan Dr. Şerafettin Mustafa Bey, çiçek aşısını “ne vakit ve nasıl yapmalı” sorusunu şöyle yanıtlar:
“Aşılama için bir mevsim yoktur. Çocuk iki aylık olunca humması, cildî rahatsızlığı ve zafiyeti yoksa aşı tatbik olunur, çiçek vukuatında bu müddetten evvel de yapılır, hatta doğumdan birkaç gün sonra bile tatbik olunabilir, yalnız, çocuğu tartmalı, şayet üç kilo geliyorsa aşıyı yapmakta bir beis yoktur. Tabiî ahvalde ikinci aşı çocuk mektebe başlamadan evvel yapılmalıdır. Sonraları beş senede bir defa tatbik olunmalıdır. Çiçek vukuatında, salgınlarda bu müddetleri beklememelidir.”
Sıhhat Almanakı’nda çiçek hastalığına dair bir başka yazı daha yer almakta: “Çiçek hastalığına karşı aşılanınız!” Hastalığa karşı aşının önemini vurgulayan ve bulaşıcılığa dair uyarıları içeren yazı ile devam edelim:
“Çiçek mikrobu havadan geçer. Hele çiçeklilerin kurumuş kabukları toz halinde havaya geçtikten başka nefes borusuna da girer. Çiçek aşısı ile aşılanınız. Aşılı da olsanız çiçek hastası olan eve girmeyiniz; kendiniz yakalanmasanız bile hastalığın mikrobunu başkalarına taşırsınız, bilmeksizin bir takım masumlara kıyarsınız. (…)
Aşı için gençliğin, ihtiyarlığın, zaifliğin, şişmanlığın, ay başının, gebeliğin mahzuru yoktur. Her zaman ve herkese aşı yapılabilir.
Aşıyı doktora yahut aşı memurlarına yaptırınız. Aşı piçağını kaynar suda kaynatmaksızın veya alevden geçirtmeksizin kolunuza dokundurtmayınız. En iyisi aşınızı da kendiniz alınız.”
Sırada bir başka salgın ve bulaşıcı hastalık uzmanı bir hocanın yazısı var. “Tıp Fakültesi Hıfzıssıhha ve Bakteriyoloji Müderrisi, Emrazı İntaniye Hastanesi (Haydarpaşa İntaniye [Enfeksiyon] Hastanesi) Müdür ve Başhekimi” Dr. Server Kamil Bey, “Sıhhi bir şehir nasıl olur?” başlıklı yazısıyla Sıhhat Almanakı’nda yer almakta.
1924’de ülkenin ilk verem hastanesi olan Heybeliada Sanatoryumu’nun kurucularından, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hıfzıssıhha ve Bakteriyoloji hocalarından Ord. Prof. Server Kamil [Tokgöz], 1943 de Denizli’den milletvekili seçilerek milletvekilliği görevinde de bulunmuştur. Veremle savaş ve bakteriyoloji alanında uzman olan Dr. Server Kamil, yazısına önce “sıhhî şehir” kavramını anlatarak başlar:
“Sıhhi şehirler, içinde oturanların sıhhi ve ruhi imkân dahilinde taahhüt altına alınmış memleketler demektir. Onun içindir ki milletlerin medeniyet seviyelerinde şehirlerin sıhhi teşkilât itibarile tekâmülü [gelişimi] en ön safhayı teşkil eder. (…)
Evvelâ bir şehir, arâzisi ve toprak altı sularının seviyesi tetkik edilmiş olmak şartile ya deniz kenarında yahut mühim akarsular civarında kurulmuş olmalıdır. Bu hususun ihmali o şehirde iskân edilecek halkı su ve yeşillik gibi hayatî iki mühim ihtiyaçtan mahrum eder. “
Dr. Servet Kamil, şehirlerde apartman sisteminden uzaklaşmanın, bahçe içinde bağımsız binaların inşa edilmesinin önemini anlattıktan sonra katı atık ve kanalizasyon sistemlerinin nasıl olması gerektiğini anlattığı satırlarına “Gıdaî ihtiyaçlar” başlığı altında topladığı maddelerle devam eder: Su, et, ekmek, süt ve çiy istimâl edilen [kullanılan] gıdaî maddeler…
Dr. Servet Kamil, “Şehir halkını bulaşıcı ve içtimaî hastalıklar ile kazalara karşı muhtelif tedbirler” olarak da çeşitli maddeleri peş peşe sıralamış. Bunlar arasında: “salgınları daha yuvasında iken” günü gününe tespit ederek kontrol altına alan bir sağlık teşkilatı; “kara ve denizden gelebilecek bulaşıcı hastalıklara karşı teşkilat yapmak”; “kara ve deniz vasıtalarını ve binalarda eşyaları” temizlemek; hamam ve berberlerde “hastalık nâkili eşyaları” arındırmak; “tüberküloz mücadelesi için kâfi dispanser, hastane, sanatoryumlar açmak” ve “frengi mücadelesi vazifesini umumî dispanserlerde” yapmak; “meme çocukları ile biraz daha büyük çocuklar için” kreşler, sokak çocuklarını koruyacak “hususî ve resmî teşkilat” yapmak; “kuduz müesseseleri” açmak; “şehirde vukua gelecek her nevî kazalarda kazazedelerin imdadına yetişmek için imdadı sıhhî istasyonları” açmak; “park, spor mahalleri, plajlar, tiyatrolar ve sinemalarda” gerekli önlemleri almak… gibi maddeler de bulunmakta.
“Sıhhi bir şehir nasıl olur?” başlıklı yazı şu satırlarla son bulmakta:
“İşte hututu umumiyesini kısaca arz ettiğim sıhhî ihtiyaçları tatmin edilmiş böyle bir memlekete sıhhî bir şehir denir; ve böyle bir şehirde oturanlara da müsterih [huzurlu] bir teslimiyet ile yaşamak fırsatı verilmiş olur.”
Dr. Servet Kamil’in sözünü ettiği şehirler yazının yazıldığı yıllardan başlayarak bir hayal olarak kalmış şehirler… Ülkemizde büyük şehirlerde bahçeli evlerin yıkılıp yerine apartmanların yükseldiği 1930’lu yıllarda plansız ve altyapısız büyüyen şehirler de hâlâ “Sıhhi bir şehir nasıl olur?” sorusunu yanıtlamaya, yazarın dikkatle sıraladıklarını gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
Sıhhat Almanakı’nda yer alan salgın ve bulaşıcı hastalıklar üzerine yazılmış olan yazılardan son olarak değineceğimiz yazı, Dr. Vefik Vassaf Bey’in yazısı olacak. “İstanbul Bakteriyolojihanesi Müdürü. Sarî hastalıklar mütehassısı” Dr. Vefik Vassaf Bey’in yazısı “Sari hastalıklar, sirayet yolları, tahaffuz [korunma] çareleri” başlığını taşımakta…
Prof. Dr. Vefik Vassaf [Akan], İstanbul Bakteriyolojihane Müdürlüğü, Hıfzıssıhha Okulu Müdürlüğü görevlerinde bulunmuş, bir süre İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Bakteriyoloji bölümünde, 1948’den sonra da Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji bölümünde öğretim üyeliği yapmıştır.
Yazısına önce “hastalık nedir, onu tarif edelim” diyerek başlar Dr. Vefik Vassaf. Sonra “mikrop nedir ve nasıl bulaşır” sorusuna yanıt verir. “Hıfzıssıhha ilmi nasıl yaşamak lâzım geldiğini, hastalıklardan korunmak usullerini öğretir,” cümlesiyle başlayan bölümde de koruyucu hekimliğin önemini anlatır. Ardından “beşeriyetin birçok hastalıklarda ıztırap duymasındaki âmil yine insandadır” diye başladığı sözü “harbı umumi”de harcanan milyarlar laboratuarlara, hastanelere, sanatoryumlara, mekteplere harcansaydı hastalıklara çare bulunmuş olacaktı diye bitirir. Bütün dünya Birinci Dünya Savaşı sonrasında ekonomik bunalım içinde çırpınırken yazdığı yazıda, dünyanın “müstakbel bir harp için gece gündüz uğraştığını” belirten Dr. Vefik Vassaf, ilkinden çok daha fazla yıkıcı olacak İkinci Dünya Savaşı’nı öngörecektir…
Yeniden hastalıklara, mikroplara dönerek uzun uzadıya anlatır salgını. “Temastan maksat nedir? İnsan hastalığı nasıl alır?” başlıklı bölüm, Koronavirüs’ün başladığı ilk günden beri doktorların söylediklerinin tekrarıdır sanki. Dr. Vefik Vassaf’ın 1933’te kaleme aldığı aşağıdaki satırlar bize çok tanıdık gelecektir:
“Hükümet hastalığın nev’ine göre ya hastayı hastaneye kaldırır, yahut evi karantineye koyarak hasta evinde tedavi edilir, karantineye konulan evlerin kapısına ‘Burada sari hastalık var, girmeyiniz.’ diye sarı bir kağıt yapıştırır. Lüzum görürse bekçi, jandarma bekletir. İnsan hasta olan yere girmez, hasta ile temas etmiş olanlarla bir araya gelince ağzını burnunu temiz tutar, yiyeceğine içeceğine dikkat eder, havadar odalarda yatarsa sari hastalıkların pek çoğundan kendini korumuş olur.”
Bütün dünyada ve ülkemizde de yıllardır salgınlara karşı uygulanan yöntemlerdir bunlar. Ancak onca bilim insanının, doktorun yazmasına, anlatmasına karşın hâlâ “bize bir şey olmaz!” diyenleri anlamak zor. Yazı, Dr. Vefik Vassaf’ın aşı ve aşıların hastalıklara karşı “kat’i zafer” kazanacağını belirttiği satırlarla son bulur:
“Kuvvetli tahaffuz [korunma] çarelerinden birisi de aşıdır. Çiçek, kolera, tifo, veba, difteri, verem ve kızılın bugün aşıları vardır. Aşılananlar bu hastalıklara yakalanmazlar. Aşı sayesinde eski hükümdarlar gibi zaman zaman icrayi saltanat eden ve birçok insanların ölümüne mucip [neden] olan kolera, veba afetleri tarihe karışmıştır. Kızıl, kuşpalazı belki verem de unutulacak. Beşeriyet mikropların yeni yeni salgınlarla daimî taarruzlarına ilim silâhlarile göğüs gerecek belki bir gün bunlara kat’i zafer temin edilerek, ölüm vak’aları pek ziyade tenakuz etmiş olacaktır.”
1933 baskısı Sıhhat Almanakı ‘nı yayına hazırlayan Ord. Prof. Dr. Mazhar Osman, o yıllarda bütün yokluklara ve yoksunluğa rağmen halkın sağlığı için özveri ile çalışan bilim insanları, doktorlar ve sağlık çalışanları unutulmasın istedik…
•
GİRİŞ RESMİ:
1900’lerin başında, Sıhhat Almanakı yayımlanmadan çeyrek asır kadar önce Demirkapı Telkihhane-i Şahane (Çiçek Aşısı Üretim Merkezi).