Türkiyeli okurun yakından takip ettiği Alberto Manguel, Londra'da katıldığı bir söyleşi sonrasında Musa İğrek'in sorularını yanıtlayarak son zamanlarda başına gelenleri anlattı...
13 Nisan 2017 14:30
Edebiyatseverlerin yakından tanıdığı yazar, çevirmen, editor ve kütüphaneci Alberto Manguel geçtiğimiz hafta kütüphaneler hakkında konuşmak için Londra’daki Britanya Ulusal Kütüphanesi’ndeydi (British Library). Kütüphanenin konferans serisinden biri olan bu buluşma, pek çok Manguel okurunu bir araya getirirken, etkinlik kütüphanelere ve kitaplara bir övgüydü. Britanya’nın saygın gazetelerinden The Guardian kitap eki editörü Claire Armitstead ile yazarlık serüveni, Borges ile okumaları, kütüphanelerle ilişkisi ve Fransız bürokrasisi yüzünden yitirdiği o benzersiz kitaplığı üzerine konuşan yazarla, bir sohbetimiz oldu.
Manguel’i en iyi anlatan manzaralardan biri, yazarın o benzersiz kütüphanesinde binlerce kitap arasında çektirdiği fotoğraflardır... Okumaya ve kitaba olan tutkusu kendini bir çırpıda ele verir. Fransa’nın Nouvelle-Aquitaine bölgesindeki Mondion köyünde, ahırdan bozma, 30 bin kitabın yer aldığı bu mekan, cenneti bir kütüphane olarak tanımlayan Borges’in düşlediği bir yer olmalıydı. Manguel’in 2000 yılında tüm kitaplarıyla yerleştiği bu taşra ev, 15 yıl boyunca yazarın, dünyanın yükünden sığındığı bir kuytuydu. Bu birliktelik ne yazık ki, çok uzun sürmedi.
Fransız hükümetinin her kitabın değeri ve faturasını ibraz etmesini istemesi ve vergi memurlarıyla başı derde girmesi sonucu Manguel, Ocak 2015’te kitaplarını toplayarak evden taşınmak zorunda kaldı. Yazarı oldukça inciten bu taşınma kısacası Fransız bürokrasisinin sonucu. Pek çok ülkede yaşadığını bu kadar bürokratik baskıyı hiçbir yerde görmediğini belirten Manguel devam ediyor: “Hayatımın son gününü kitaplarımla bu cennetin köşesinde geçireceğimi düşünmüştüm, fakat cennetin doğasında onu bir gün yitirmek var. Her bir kitabımın hangi rafta yer aldığı hâlâ gözümün önünde. Kimi zaman kütüphanemden bir kitaba ihtiyaç duyduğumda ‘şu rafın şu köşesinde’ diye mırıldanıp duruyorum. Geceleri ise kitaplarımın çığlıklarını duyuyorum adeta”. Yüzünü New York’a çeviren yazar, şimdilerde kutu gibi bir evde, partneri ile yaşıyor. Geçtiğimiz yıl bir bir sınıflandırılıp paketlenen kitaplar bir süredir depoda saklı. Yeni yerleri ise New York’ta kurulacak bir vakıf olacak.
Alberto Manguel şimdilerde kitaplarına mekan olacak New York ve Buenos Aires arasında mekik dokuyor. Borges’in ayak izlerini takip eden yazar, Aralık 2015’ten beri Arjantin Milli Kütüphanesi’nin başında. Herhangi siyasi bir figürle anılmamak ve onlarla fotoğraf çektirmemek kaydıyla görevi kabul eden yazar, halinden oldukça memnun: “Haftanın her günü sabah 06.30 başlayıp gece 10.00 gibi eve dönüyorum. Hayatımda hiç bu kadar çalıştığımı hatırlamıyorum”. Manguel, en büyük tutkusu kütüphanelerden söz açıyor. Kütüphanelerin bir imparatorluğu yerle bir edecek güçtü olduğuna değinen yazar, bu mekanları, insana iyi gelen ruh klinikleri olarak tanımlıyor. Buraları toplumun birer kimliği ve hafıza merkezi olduğunu aktaran yazar, kütüphaneciler, kitapçılar ve öğretmenlerin medeniyetimizi kurtaracağına inanıyor.
Kütüphanelerden sonra konu usta yazar Jorge Luis Borges’e geliyor: “16 yaşımda Borges ile tanıştım. Bounes Aires’te çalıştığım kitapçının ziyaretçileri arasındaydı. Bir gün bana kendisi için kitap okuyup okuyamayacağımı sordu ve ben de büyük bir heyecanla kabul ettim.” Borges’e yaptığı okumaları bir hediye olarak gören Manguel, usta yazarla geçirdiği o şölenlerden çok şey öğrendiğini aktarıyor: “Okurken beni sık sık durdurup kelimelerin nasıl bir araya geldiği, yazarın bir sözcüğü bir başka yerde nasıl kullandığı üzerine uzun uzun düşünürdü. Metnin ve kelimelerin nasıl bir işlev kazandığını bir sanatkâr gibi analiz ederdi. Ona kitap okuyan birkaç kişiden biriydim ve bu okumalar iki yıl boyunca sürdü.”
“Okumalar Okuması”nda maddeler halinde “İdeal Okur” tanımlamasını yapan Manguel, bir okur olarak Manguel kendisini nasıl tanımlıyor? Kendisini ideal bir okur olarak görmediği söyleyen yazar, kaleme aldığı onlarca kitaba rağmen, herşeyden önce bir okur olduğunu aktarıyor: “Mesela Geceleyin Kütüphane adlı kitabımın bu kadar ilgi göreceğini düşünmemiştim. Kitap hakkında sergiler açıldı, konserler yapıldı ve operaya uyarlandı... Antolojiler de hazırladım, bunlar dostlarımın benim sevdiğim hikayeleri okumaları için yayımlandı.” Konu kitaplardan açılmışken, kitapların tıpkı insan bedeni gibi her birinin kendine ait bir kokusu olduğunu düşünüyor Manguel. Penguin kitaplarının eski baskılarının kokusuna hayran olduğunu aktaran yazar kitabın kokusunu “taze peksimet” olarak tarif ediyor.
Birçok okuru haberdar olmasa da Manguel, 2013’te felç geçirir. Dört- beş hafta süren hastalık döneminden sonra sağlığına kavuşsa yaşadığı deneyim yazarın okuma ve yazma eylemine karşı tutumunu değiştirir: “Kelimeleri yitirdim o dönemde. Söylemek istediklerimi dile getiremiyordum, kelimeler etrafımda uçuşuyor fakat yakalayamıyordum. Sözcükleri bir şekle sokmak ne mümkün... Sıkıntılı bir haldi. Aynı anlama gelen kelimelere bulmaya çalışıyordum. Düşüncelerimin kelimelere dönüşmeden hangi hallerden geçtiğini öğrendim. Bir bir gözümün önünde şekillenmeleri, onları anlamamı kolaylaştırdı. Hayatımdaki en önemli tecrübeydi.”
Türkiye’yi yakından tanıyan Manguel ile konu dönüp dolaşıp ülkede yaşananlara geliyor. Durumdan pek hoşnut olmasa da büyük bir umutla “daha iyi olacak” diyor ve kitabını imzalayarak sohbeti noktalıyor...