João Pedro Rodrigues'in beşinci uzun metraj filmi, din, dinsellik, mitoloji, beden, acı ve şehvetle mühürlü bir kendini gerçekleştirme hikâyesi anlatırken, katarsisi kuşların gözünden yansıtıyor
11 Nisan 2017 18:00
Her hikâye bin bir anlatıma açılabilir. Ve her niceliği aşabilir bir hikâye, herhangi bir hikâye. Beyaz güvercin, barışı veya umudu da simgeleyebilir, aşk ve masumiyet anlamına da gelebilir. Hristiyan ikonografisinde Kutsal Ruh'u da işaret edebilir beyaz güvercin. Veya beyaz bir güvercin, yalnızca beyaz bir güvercin de olabilir.
"Bazı şeyleri anlamaya çalışmamalıyız" diyor Fernando, 36'ncı İstanbul Film Festivali'nde Uluslararası Altın Lale Ödülü için yarışan Ornitolog filminin başkarakteri. João Pedro Rodrigues'in beşinci uzun metraj filmi, din, dinsellik, mitoloji, beden, acı ve şehvetle mühürlü, hayli kişisel bir kendinden geçiş ve kendini gerçekleştirme hikâyesi anlatırken, Einstein'a atfedilen "Doğaya dikkatlice bak, o zaman her şeyi daha iyi anlayacaksın" sözünü doğrularcasına, katarsisi kuşların gözünden yansıtıyor evvela. Anlam, sonrasında, ikincil olarak vücut buluyor, bulduğunda.
Ornitolog, Portekiz'in uçsuz bucaksız, dingin yeşilinde, azizvari bir adanmışlıkla kuşları inceleyen Fernando'nun kendine özgü "düzen"iyle açılıyor. Bir doğa belgeselinin titizliğini ve rahatını yansıtan bu düzen, çok geçmeden bilinmeyenin peşisıra, öngörülemeyen bir kaosa doğru savruluyor. Düzenden kaosa sürüklenen karakter, karşılaştığı maceralar sonrasında başka tür bir çıkışa doğru yol alıyor.
Nehirde birdenbire çıkan akıntı, Fernando'nun bindiği kanoyu deviriyor. Uzak, öte bir dünyadan, ihtimal ki sevgilisi Sergio'nun sürekli ilaçlarını almasını tembihlediği Fernando'yu akıntılar arasında bırakan Pedro Rodrigues, Santiago Yolu'nu yürümek üzere yola çıkan Çinli iki müstakbel hacı kadına çeviriyor kamerasını. Kayıplar. Fernando'nun hayatını kurtaran Fei ve Ling, önce bir kurtarıcı olarak görüyor kuşbilimciyi. İnançsız olduğunu fark ettiklerinde ise "kurtarılması gereken"in aslında Fernando olduğuna karar veriyorlar.
Fernando, sabahın ilk ışıklarıyla uyandığında, nerdeyse çırılçıplak, bir ağaca bağlı buluyor kendini. Zor bela kaçmayı başardığında, ormanın gizemleri ve anlaşılmaz ritüeller uygulayan, esrime hâlinde bir grupla yolları kesişiyor. Derken, İsa adında ahraz bir çoban çıkıyor karşısına Fernando'nun. Nihayet ormanın derinliklerinde eski bir tapınağın yanıbaşında kamp kurduğunda ise üç üstsüz, atlı avcı kadın çıkıyor yoluna. Ölüyor ve diriliyor Fernando. Öldürüyor ve diriltiyor. İsa'yı, hayır ikizi Thomas'ı görüyor yeniden. Ve Fernando, bir başkası, Anthony oluyor.
João Pedro Rodrigues, film boyunca izleyici ile izleyenin konumunu değiştiriyor sürekli. Fernando'nun dürbününden görünen doğa, karşılığında bakışını Fernando'ya çeviriyor. Ve önce kuşlar fark ediyor değişimi. Filmin başlarında modern hayatın nimetlerinden faydalanan Fernando, zamanla doğaya bırakıyor kendini. Doğa ise zamansız bir evrene doğru genişliyor.
Yönetmen, Hristiyan ikonografisini, mitolojiyi ve Portekiz'e özgü yerel inanışları harmanladığı Pasolini etkileşimli filminde, özünde bir adamın arayışını anlatıyor. Bu adam kim olabilir? "Sinemayı keşfetmeden önce" bir ornitolog olmak isteyen João Pedro Rodrigues mi? Padovalı Aziz Antuan mı? Doğaya karşı hayatta kalma mücadelesi veren biri mi? Kuir bireyin arayışı mı? Kendini bulma yoluna çıkan bir günümüz Odysseus'u mu? İlaçlarını almadığı için halüsinasyon görmeye başlayan biri mi? Yanıt hepsi veya herhangi biri olabilir, zira iki olasılık birbirinin zıddı olmak durumunda değil.
Pedro Rodrigues'in, Fernando'nun Anthony'ye dönüştüğü anlarda karakteri canlandırması, yönetmenin iç yolculuğunu izlediğimiz hissini kuvvetlendiriyor. Öte yandan, anlamı sınırlandırmak zorunda değiliz.
Fernando, Aziz Antuan da olabilir. Fernando Martins de Bulhões adıyla Lizbon'da varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Padovalı azizin hikâyesi, Ornitolog'un ana yörüngesini oluşturuyor. Afrika'da hastalandıktan sonra ülkesine dönmek üzereyken teknesi alabora olan ve Sicilya kıyılarına çıkmak zorunda kalan azizin mucizeleri arasında, ölüleri diriltmek, yaralıları iyileştirmek, bebek İsa ile görünmek ve balıklara vaaz vermek gibi filmde gördüğümüz şifreler de yer alıyor. Böylece, Çinli kadınların, "bireyi kurtarmak adına" bireyi hapseden Kilise olduğunu, Fernando'nun ormanda bir grup pagan tarafından vaftiz edildiğini (filmi izleyenler buradaki "çarpık" anlatımı sezecektir) ve ansızın Fernando'nun çadırına giriveren beyaz güvercinin Kutsal Ruh olduğunu düşünmemiz kolaylaşır. Keza, İsa'nın kardeşi ve ikizi Tomas ile yollarının kesişmesi de böylece bütünlük içinde durur.
Pedro Rodrigues, film boyunca groteskin kıyısına kadar gelip suya dalmaktan imtina ediyor. Erotik bir hikâye anlatıyor yönetmen; daha doğrusu Hristiyan ikonografisi ve mitolojisinde içkin erotizmi/ homoerotizmi itinayla keşfe çıkıyor. Vazgeçiş ile kudreti, adanmışlıkla şehveti, bedenin çığlıklarını yoğuruyor ve herhangi birinin bir diğerinden farkı olmadığını, birbirinden daha kutsal veya yozolmadığını vurguluyor.
Görüntü yönetmeni Rui Paços'un ormanın sükûneti ile tekinsizliği arasında kurduğu denge ve özellikle kuşların bakışını yansıtan geniş çekimleri, yönetmenin vizyonunu sektirmeden ekrana taşıyor. Fransız aktör Paul Hamy'nin ölçülü ve mesafeli tavrı da, ilginçtir, karakterin yolculuğuna eşlik etmemizi kolaylaştırıyor.
Ornitolog'un uzun yıllar sonra dahi yönetmenin en bütünlüklü ve özel işleri arasında sayılacağına içtenlikle inanıyorum. Pedro Rodrigues'in çoğu ilham noktasını açığa vurmaktan sakınmadığı filmi, pikaresk bir kuir hikâye olarak da izleyebilirsiniz, "gelişim aşamasında" bir azizin mücadeleleri olarak da. Nihayetinde, Fernando/ Antuan'ın balıklara vaaz verirken mırıldandığı bir cümle hepimize hitap edebilir: "Nasıl düştünüz bu karanlık sulara?"