"Anlatarak, yeni gözler bahşederiz karşımızdakine"

Can Gürses: "Görünmez Ada, bir diğer deyişle ütopya, yeryüzünde yoksa, yeterince arzulanmadığındandır. Ütopyayı gerçekleştirmek insanların elinde, aklında, kalbindedir. Fakat maalesef Korona’dan sonra değişen hiçbir şey olmayışı gösteriyor ki, ütopya insanlık tarafından yeterince arzulanmamaktadır."

10 Kasım 2022 07:53

 
Henüz bir lise öğrencisiyken Cervantes’in Don Kişot’u, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ve Bulgakov’un Usta ile Margarita’sı üzerinden ironi-yazar-toplum ilişkisini ele aldığınız tezinizden tam not olarak alarak Uluslararası Diploma (International Baccalaureate) ile mezun oldunuz. Bu kadar erken yaşta sıkı bir okur olmanın yazı maceranıza katkısı nasıl oldu?
 
Bir meyvenin nasıl bir meyve olduğunu anlayabilmesi için çekirdeğini bulması gerekir. Her meyve kendisinin ne meyvesi olduğunu bilir. Ama huyunu, suyunu, lezzetini, rengini, sertliğini, yumuşaklığını, faydasını, tatlılığını, ekşiliğini bilebilmesi için çekirdeğiyle kucaklaşmalıdır. Bir kirazın kiraz olduğunu bilmesi gibi her yazar da kendisinin yazar olduğunu bilir. Ama nasıl bir yazar olduğunu kavrayabilmesi, onu o yapan usulünü bulabilmesi için çekirdeğine erişmelidir. Okumak, bir yazarın çekirdeğine erişme serüveninde defalarca çıkacağı en eşsiz yolculuktur. Bir yazar ancak okuyarak çekirdeğine, nasıl bir yazar olduğu bilgisine erişir. Bu okuma yolculukları ömür boyu sürer. Yazar, çekirdeğiyle kucaklaşma arzusuyla nice kitap kateder. Okuduğum kitaplar olmasa ben, ben gibi bir yazar olamazdım. Daha iyi, daha güzel, daha saf bir ben gibi yazabilmek için kitaplara çıkacağım yolculuklar hiç bitmeyecek.
 
 
Bir söyleşinizde “yağmur ne için yağarsa ben de onun için yazıyorum” diyorsunuz. Yazma edimini hayatınızda bu kadar mühim kılan histen bahis açmak ister misiniz? Dil ve edebiyat sizin için ne ifade ediyor?
 
Dil bazen bir ruhu bir ruhla, bazen bir kalbi bir kalple, bazen bir aklı bir akılla buluşturan bir müzik. Bu müziği hangi sözcüklerle söylüyorsak o, bizim şarkımıza dönüşüyor. Edebiyat ise dili, o muhteşem müziği bir başına bestelemek. Edebiyat sessiz sözcüklerden mürekkep bir senfoni. Sesi ancak okununca işitilen gür bir fısıltı, usul bir içe sesleniş, koyu mavi bir dalgalı deniz. Yağmur, yağmak için vardır. Kendini kendi sesiyle dile getirir. Çünkü kendi sözünü ancak kendi sesiyle söyleyebilir. Ben de yazmak için varım. Kendimi sadece kendi sesimle dile getirebilirim. Sesim, sözümü benim kılan dilim. Var oluşumun doğası yazmak. Doğam, yaşamıma hükmettiğinden ben de yağarcasına yazarak, sesimle sözümü sarmaş dolaş ederek tane tane var oluşuma yakışmaya çabalıyorum. Her yağışla yeniden diriliyorum. Dil denen o büyülü müzikle şarkılar söylüyor, senfoniler besteliyor, ana dilimden Canca bir dil yontuyor, sesin danslarını ediyor, sözün dalgalarında varlığı yoklukla dölleyip kendimi doğurup duruyorum.
 
En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın (2014), Kırık Beyaz (2015), Ölüyordum, Geçerken Uğradım (2017) romanlarınızın ardından yeni kitabınız Bir Ömrün Takvimi kitapçılarda yerini aldı. Kitap bir ajandaya alınan notlar gibi ay ay ilerliyor, ancak kronolojide saparak ilerliyor. Örneğin ocak ayında farklı yıllarda seyahat ediyoruz. Kitapta en eski tarih ise 1916, başkahramanımızın doğduğu yıl. Farklı tarihlerde Görünmez Ada’dan ve görünen dünyadan kesitler sunuyorsunuz. Kronolojideki gezintinin değişkenliğinin sizin için önemi neydi?
 
Yaşadığımız zaman düzlemsel akar. Yaşadıklarımızı anlamlandıran, hikâyemizi çizen zamansa gelgitli bir okyanus, bol virajlı bir dağ yolu, her küresinde ayrı mevsim hüküm süren dünya gibi biricik, izafi ve nevi şahsına münhasır bir akıştadır. Bu zaman, birbirine çıkan hatıralarla örülür. Bir ömür, her biri bir diğerine bağlı, birbirinin sebebi, birbirinin eseri, birbirinin tohumu, birbirinin fırtınası, birbirinin güneşi olan hatıralardan oluşur. Son romanım Bir Ömrün Takvimi’nde Mimo hayat hikâyesini hayati hatıralarını birbirine örerek anlatıyor. Zamanı, mekânı başka başka olan bu hatıralar, Mimo’nun hikâyesini anlamlandıran duygu, düşünce, olay ve durumlarla birbirlerine dönüşerek, birbirlerini bütünleyerek bir ömre tamamlanıyor. Bir bahçe düşünün. Bu bahçe ömrü ifade etsin. Bahçedeki bir çiçek, onun çok uzağındaki, çok daha eskiden ekilmiş bir ağaçla bağlantısız görünse de toprağın altında kökleri birbirine sıkı sıkıya bağlıdır. Ömrümüzü meydana getiren hatıralarımızın görünmez köklerini gösteriyor romanım. Zaten roman sanatı, görünmez köklerin arasında taşınan can suyunun izinden gitmek değil de nedir?
 
 
Kitapta “Adalı” olma kavramı önemli. Ada, doğaya işaret ediyor ve buradan uzaklaşmak bir nevi mutsuzluk, tedirginlik yaratıyor. Görünmez Adalı olmaktan son derece mutlu olan, bu coğrafyayı şans ve neşe sayan anlatıcı, adalıları yeryüzünün “en göz alıcı” evlatları ilan ediyor. Ada, çeşitliliğin bir aradalığına önem veriyor. Buradaki “adalı” kavramı farklılıkları barındıran, ütopik bir coğrafyaya dönüşüyor diyebilir miyiz? Karamsar günlerden geçtiğimiz şu günlerde “ada”yı umut ışığı olarak mı düşlediniz?
 
Bir Ömrün Takvimi’nin üslubunu 2019 yazında bulmuştum. Bir ömrün takvimini çıkarma fikri, hikâyeden evvel doğdu. –Tüm romanlarımda böyle olur; önce gövdesini görürüm, sonra o gövdeye en uygun ruhu ararım.– 2020 Martı’na dek kurduğum hikâye başkaydı. Ama ruhu benzeşti. Huyca Mimo, ilk günden beri Mimo’ydu. Henüz romanı yazmaya geçmemiştim. Ancak kahramanımı, ömrünü üzerinden anlayacağı ve anlatacağı hayati günleri, olayları, halleri belirlemiş, hikâyesini mevsim mevsim hazırlamıştım. Türkiye’de geçiyordu hikâye. Ne var ki tam romanı yazmaya başladığım günlerde salgın patlak verdi. Dünya, içinde kendimi asla güvende hissetmediğim bir distopyaya dönüştü.
 
Korkuyu, huzursuzluğu, karanlığı aşabilmek için romanımı, yazarına da okuruna da şifa ve umut veren bir dönüşüme uğratmaya karar vererek hikâyeyi sil baştan kurdum. Aidiyetimi korumakta zorlandığım dünyadan kaçmak için Görünmez Ada’yı yarattım. İdeal yaşamı, ütopik ülkeyi tüm ayrıntılarıyla hayal edip, romanımı bu adaya taşıdım. Böylece kendimi salgından ve ona yol açan insanlardan, devletlerden, ideolojilerden korumuş oldum. Gerçeği, Görünmez Ada’yla kıyaslayıp vahlanalım değil, gerçeği o güzelliğe eriştirme itkisi duyalım isteğiyle yazdım. Daha evvelce de söylediğim gibi, düşlenebilen her şey gerçek olabileceği için düşlenebilir. “Henüz var olmayan bir şeye tutkuyla inanmayı sürdürerek onu yaratırız. Var olmayan, yeterince arzulanmamış demektir” der Kafka. Ben, tutkulu inancımla Görünmez Ada’yı yarattım. Görünmez Ada, bir diğer deyişle ütopya, yeryüzünde yoksa, yeterince arzulanmadığındandır. Ütopyayı gerçekleştirmek insanların elinde, aklında, kalbindedir. Fakat maalesef Korona’dan sonra değişen hiçbir şey olmayışı gösteriyor ki, ütopya insanlık tarafından yeterince arzulanmamaktadır.
 
Öyleyse en azından, biz, yaşamların en güzelini arzulayan azınlık, kendi dünyamızda gerçekleştirelim hayalimizi. Önce kendi insanlığımızı geliştirip, iyileştirip, bilgeleştirerek, sonra kendi çemberimizi, kendi adamızı ütopya güzelliğine eriştirerek, kendi yuvamızı Görünmez Ada kılarak yapalım bunu... Tabii, roman, Görünmez Ada’nın değerlerini ve bu değerlerin sağlamlığını da sorgulamadan edemiyor. İşin içinde insan olan her düzen mükemmellikten yoksun kalmaya mahkûm. İnsanın ruhundaki korkunun, güvensizliğin onu birden kötü birine dönüştürebileceğini de gösteren roman, insanın kendisinin ve hayallerinin bizatihi engeli olduğunu hatırlatıyor. Ama evet, aynı insanın bu engeli aşabilecek erdeme, iradeye, cesarete ve kalbe; sevme ve mutlu olma yetisine sahip olduğuna inanıyor. Her şey, tüm duygular dönüp dolanıp umuda çıkıyor. Romanlar yazmamıza, romanlar okumamıza, hayaller kurmamıza ve her sabah yeni bir güne başlamamıza umut sebep oluyor. Umut, ütopyanın erişilebilir hali. Ütopyanın yalın, dünyevi hali umut. Bir Ömrün Takvimi, benim umutlarımın romanıdır.
 
 
Çiçekçe, dünyanın en kokulu dili. Başkahramanımızın adı da Mimoza. Diğer kahramanlarımızın adları da çiçek adlarından geliyor. Bir Ömrün Takvimi’nde çiçekler ve koku üzerine bir dünya yaratıyorsunuz. Buradaki “çiçek”leri filizlenmek, yeniden başlamak olarak düşünebilir miyiz?
 
Görünmez Adalıların tek kutsalı doğa. “Doğaya Tanrı’ya tapar gibi değil, bir çocuğa tapar gibi taparız” diye açıklıyor Mimoza. Adalılar, doğanın kendilerinden üstün olduğu bilinciyle var oluyor. Huylarını ve adlarını doğanın en zarif ve tüm kırılganlığına rağmen güçlü parçası olan çiçeklerden alıyorlar. İnsan olmayı allayıp pullamıyor, çiçek gibi insanlar olmayı güzelliyor, benimsiyor ve gerçekleştiriyorlar. Yeryüzünde doğaya en benzer usulde yaratılmış insanlar Görünmez Adalılar. Tenleri çiçekler gibi renk renk. Bir renk, diğerinden ayrıcalıklı, şaşaalı, kıdemli değil. Dilleri de Çiçekçe. Çiçekler dile gelseydi nasıl bir eda, ses, ahenk, üslupla konuşurduysa adalılar da öyle konuşuyor. Sözcüklerinin anlamı, dokusu, niyeti, yaydığı koku ile renk veriyor. Görünmez Ada’yı var tutan, koruyan, kollayan düstur “iyilik, güzellik, dürüstlük”. Bu üç huy da çiçeklerin ustalığı. Adada düzenin tehlikeye girmesi, huzurun bozulması, insanların çiçekçe davranmayı ve çiçekçe iletişim kurmayı başaramamalarıyla meydana geliyor. Görünmez Ada’yı görünen dünyanın gözlerinden koruyan, göğün bekçisi epik kelebekler de epik çiçeklerle besleniyor. Yine, adanın özünün çiçekler olduğunu gösteriyor bu olgu. Niye mi her şeyi çiçekler üzerine kurdum? Çünkü çiçekler tıpkı iyi, güzel, dürüst insanlar gibi görünmeyen yahut kolaylıkla görmezden gelinen doğalılar. Çünkü miniminnacıklar, incecikler, emeğe, sevgiye, neşeye muhtaçlar. Benim romanlarımda anlatmayı sevdiğim insanlar da böyle. Çünkü yaşamı en çok hak edenler, insandan çok çiçeğe benzeyen insanlar. Benim okurlarımın da böyle insanlar olduğuna inanıyorum. Dilimin çiçeklerini yoksa niçin sevsinler? Okurlarımın, romanlarımda kendilerini bulmalarını, böylece yaşama cesareti, gücü ve sevinci bulmalarını arzu ediyorum.
 
Bir Ömrün Takvimi’ndeki önemli unsurlardan biri de fotoğraf. 1916’dan beri fotoğraflanan bir belleği katman katman açıyorsunuz aslında. Böylece bir kenti, kentin insanlarını, toplumu, mekânlarını baştan izliyoruz. Bazen geçmişi anarken, bazen de geçmişten bugüne seslenen metinleri okurken, bu deklanşöre basılan “anlar” düşüyor önümüze. Deklanşöre basan göz ile bunu bize anlatan göz aynı aslında. Sizce bu romanda “gösterilen”lerin önemi nedir?
 
Görüp de unutmadığımız her şey bizim hatıramızdır. Mimo, görmeyi var oluş üslubu bellemiş bir fotoğraf sanatçısı. Fotoğrafını çekmiş olduğu değil, bilakis, fotoğrafını çekmediği, dolu dolu ve derinlemesine yaşadığı, unutmak istemediği, görerek kendisi olduğu anları anlatıyor bize Bir Ömrün Takvimi’nde. Onu o yapan hatıraları sözcüklerle fotoğraflıyor. Hikâyemizi anlatmak, hatıralarımızın fotoğrafını çekmek ve uzatıp bize dinleyene göstermektir. Bizim o fotoğrafı nasıl çektiğimiz, hatıramızın nasıl olduğunu değil, bizim nasıl bir insan olduğumuzu gösterir. Ve hatıralarımızın fotoğraflarına bakan, yani bizi dinleyen, anlattığımızda bizi değil, görüp de bildiği hayatı ve kendisini başka gözlerle görür. Anlatarak, yeni gözler bahşederiz karşımızdakine. Romanların esas amacı, okurunun aklında, kalbinde, ruhunda uç veren çiçekler gibi nice göz tomurcuklandırmaktır.