Asil Çam: “En son ne zaman icra dairesinde geçen bir hikâye okudunuz?”

“Günlük yaşamda bir ses vardır, bilirsiniz, yapmanız ya da yapmamanız gereken şeyleri size fısıldar, bazen kızar, bazen destekler, bazen susar, bazen yorar... ‘Sen dili’ ile bu sesi görünür kılmanın bir yolunu bulmuşum gibi hissediyorum. Bulamadıysam bile yaklaştım ve karşılık vermek için o sesi tanımaya başladım…”

22 Eylül 2022 21:00

 

Geçtiğimiz günlerde Ketebe Yayınları’ndan çıkan ilk kitabı Ölümlünün Yaşam Fragmanları ile okuyuculara yeni bir öykü evreni sunan Asil Çam, iş hanlarını, pasajları, endüstriyel depoları, icra dairelerini ve huzurevlerini anlatırken orada yaşayan/çalışan bütün sakinlerin de hayatlarına dair kesitler sunuyor. Kimi oldukça mağrur, kimi hayatından alabildiğine şikâyetçi birçok karakter, Asil Çam’ın öykülerinde yaşama, mevcut yaşama biçimlerine dair farklı görünümlere zemin hazırlıyor.

***

İlk kitabınız Ölümlünün Yaşam Fragmanları geçtiğimiz haftalarda Ketebe tarafından yayımlandı. Öncelikle öykülerinizi dergi gibi çeşitli mecralarda yayınlamak ile kitap olarak okura sunmak arasında ne tür bir fark hissettiniz? Kitaba biçim ve isim verirken odak noktanızda ne vardı?

Dergilerde olmak da çok değerli ama daha bütünsel bir ifade şansı yakalamak açısından kitap çok avantajlı... Dergiler kısa süreli bir söz almaksa mesela, kitap hâkimiyetin yazar olarak bende olduğu bir düzlem. Kitaptaki öyküleri sıraya diziş şekli bile bir ifade biçimi olarak kullanılabiliyor. Kitaptaki öyküler tek tek okunduğunda bir anlam ifade etmekle birlikte, onları birer parçaya dönüştüren bir bağlam da ortaya koymaya çalıştım. “Yaşam Fragmanları” kelimelerini kullanmak da bunu pekiştirme amacı taşıyordu. Bir de “Ölümlülük” meselesi var elbette, o da bana dair bir “kaçırma telaşı”nın yansıması. Çünkü o an yaptığım şey her ne ise diğerlerini kaçırdığım duygusu ve bu kaçırma ânının eksilen bir sayı doğrusunda bulunuyor olması beni hüzünlendiriyor.

Öykülerinizin en dikkat çeken yanlarından birisi mekân tercihleriniz. İş hanları, pasajlar, endüstriyel depolar, icra daireleri, huzurevleri sizin öykü mekânı olarak tercih ettiğiniz, günümüz dünyasında daha anlamlı olan yerler. Öykülerinizi neden özellikle bu denli yoğun, kalabalık, “çalışma” zorunluluğunu vurgulayan mekânlarda kurguladınız?

Özgün bir şeyler üretebilmek için en iyi bildiğim şeylerden yola çıkmam gerektiğine karar verdiğimi hatırlıyorum. Bu mekânlar da iyi bildiğim, çeşitli rollerle bulunduğum yerler. “Günümüz dünyasında anlamlı olan” şeklinde ifade ettiğiniz yerler anlamlı, evet ama en son ne zaman icra dairesinde geçen bir hikâye okudunuz? İcra dairesinde geçmesi de yetmiyor bana kalırsa, orada solunan havanın tüm taraflarıyla ifade edilebilimesi önemli. Borçlular, borcundan habersizler, avukat kâtipleri, icra memurları, müdürler, kapıda bekleyen adliye polisleri, mahkûmların yaptığı el işlerini satan görevliler... Her birini yazar olarak eşit mesafede durabilecek kadar tanıdığımı düşünüyordum. Yazar olarak eşit mesafede durabilmek anlatıcının da aynı mesafeyi koruması anlamına gelmiyor elbette. Ama birilerinin böyle yerleri bilenler ve hiç bilmeyenler için bir çerçeve çizmesi gerekiyordu. Elimden geldiğince bunu yapmaya çalıştım ben de...

Selçuk Orhan’ın da vurguladığı gibi gündeliğin bir parçası olarak “çalışma hayatı”nı öykülerinizde bu denli vurgulamanız oldukça çarpıcı ve “ayrıksı”. Çağdaş yazarların ilgi alanları sanırım son yıllarda daha farklı konulara kaymıştı. Sizin kahramanlarınızın yaşantısında çalışma hayatının yeri nedir? Kahramanlarınızın “iş” ile bu denli kuşatılmış olmalarının özel bir anlamı var mı?

Kahramanların yaşantısındaki çalışma hayatının payı, gerçek dünyada çalışmak zorunda olan bütün insanlarla aynı oranda. Çok çalışanların az kazandığı, kazandıklarıyla insanca yaşayamadığı bir dünyada, bunun yazıyla da ifade edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Süpermarket deposundaki işçi karakteri, mezuniyet sonrası umutsuzlukla savrulan birçok kişinin bir tezahürü... Artık tahsil yapan orta sınıfa mensup birinin kendini eğitimiyle bir üst sınıfa “atması” imkânı gittikçe daralıyor. Kaderi zaten sadece çalışmak olan ailelerde yetişen diğerleri ise bir çamurun içinde güdüsel bir hayat seyrediyor. Hangisi daha mutlu, bilemiyorum ama bunları araştırmayı ve paylaşmayı önemsiyorum.

Az önce sorduğum iki sorunun bir kesişimi olarak, çalışma hayatının ve birçok endüstriyel mekânın öykülerinizde güçlü bir şekilde temsil edilmesinin mühendis olmanız ile bir ilişkisi olabilir mi? Kişisel yaşamınız sizin öykücülüğünüzü ve bir öykü evreni kurarken tasavvurlarınızı ne derece ve nasıl etkiler?

Eşit şartlarda eğitim almamış, uzun bir süre bunun farkına bile varmamış, liseyi aklı bir karış havada geçiren ve sadece yüzdelik dilimi uygun olduğu için mühendislik fakültesine gitmiş biri olarak, evet, mühendis olmamla ilişkili. Derinde bir yerde mükemmeliyetçilik baskısıyla yaşıyor olmak, başarı sayılabilecek her şeyi önemsizleştirmek, büyüdüğüm ailenin dinamikleri ve bilerek ya da bilmeyerek yaptığım seçimler öykülerin evrenini kurmamda etkili oldu diye düşünüyorum. Yani benim Asil Çam olmamla ilgili tüm bunlar. Ama biraz da böyle değil midir zaten? Benzer mekânları, insanları ve durumları bir başkası anlatmak istese benim öykülerimden çok farklı öyküler olurdu sanırım. Umarım başkaları da bu araştırmalara girer ve hep birlikte keyifle ya da bilemiyorum, hüzünle okuruz.

Parşömen Fanzin’in “İlk Göz Ağrısı” dosyası için verdiğiniz şu cevap bir yandan oldukça kışkırtıcı, bir yandan da sizin eğilimlerinizi göstermesi bakımından kıymetli: “Gerçek insanların hikâyelerini anlatmaya elimden geldiğince devam edeceğim.” Kimdir bu gerçek insanlar ve onları “gerçek” yapan nedir sizin için?

Zaman geçirmek için üretilen, eğlenceli olması gerektiği düşünülen, çoğunluğa hitap eden şeylerin öne çıkarıldığı bu dönemde tüm bunların olabilmesi için, modern hayat konforunun sürdürülebilmesi için ve sadece ihtiyaçlarını giderebilmek için yaşayan, ölümlerinden iki kuşak sonra kimsenin hatırlamayacağı ve hatta bir süre sonra mezarlarının üstüne yeni ölülerin gömüleceği insanlar, hikâyelerim için gerçek saydığım insanlardır.

Öykülerinizde ironiyi kullanma biçiminiz, kahramanlarınızın içerisinde bulundukları durumla takındıkları tavır arasındaki çatışma kitap içinde de devamlılık içeren bir konu. Görmezden gelinen veya düpedüz yok sayılan birçok mesele kahramanlarınızın/anlatıcılarınızın dilindeki ironiyle kendisini var edebiliyor. Bu noktada, kahramanlarınızın kaybetmemek/tutunabilmek/var olmaya inatla devam edebilmek için ironiye başvurduklarını söyleyebilir miyiz?

Daha çok anlatıcılarda bir tür ironi var gibi geliyor bana. İlk soruda da değinmeye çalıştığım, öyküler arası bağlantılar konusunda, öykülerin anlatıcılarını tek bir karakter gibi ele alırsak bu durum daha net ortaya çıkıyor. Anlatıcının bir mekanizması gibi, evet... Kaybetmemek mi, tutunabilmek mi, var olmaya devam etmek mi, bunu okur daha net söyleyebilir bana kalırsa. Çünkü değişkenlikler de barındırıyor ya da çelişkiler demeli. Bu durum da gerçeğe bir adım daha yaklaştırabiliyordur umarım hikâyeleri...

Özellikle “sen dili” ile kaleme aldığınız öykülerin anlatıcıyla okuyucu arasındaki iletişimi daha da ön plana çıkardığını ve doğrudan bir diyalog geliştirdiğini söylemek mümkün. Genellikle “ben” veya “o” diliyle yazılmış öykülerin okuru için bu sanırım farklı bir duygulanmayı, özdeşleşme ve iletişimi de beraberinde getiriyor olsa gerek. Sizin bu noktada “sen dili”ni tercih etmenizde özel bir neden var mı? Okurla anlatıcı kahramanlarınız arasındaki ilişki üzerine ne söylersiniz?

Yıllar önce Erdal Öz’ün Yaralısın kitabını okuduğumda çok etkilenmiştim. Anlatılanların da elbette bunda etkisi vardır ama anlatma şekli beni heyecanlandırmıştı. Yazma uğraşını hayatımın odak noktasına koyduğum andan itibaren, ki sanırım mühendislik bir tek gerçekten bu kısımda, kendi işimi yapabilmemde fayda sağladı ve böylece yazmak bir yaşam pratiğine evrildi, “sen dili” üzerinde düşünmeye başladım. Günlük yaşamda bir ses vardır, bilirsiniz, yapmanız ya da yapmamanız gereken şeyleri size fısıldar, bazen kızar, bazen destekler, bazen susar, bazen yorar... “Sen dili” ile bu sesi görünür kılmanın bir yolunu bulmuşum gibi hissediyorum. Bulamadıysam bile yaklaştım ve karşılık vermek için o sesi tanımaya başladım. Bu benimle ilgili kısım. Okur açısından bakınca da hikâyeyle özdeşleşmeye kolay bir yol sunuyor gibi. Okuma sırasında anlatılanları kendi gerçekliği olarak kabul etmeye gönüllü bir okur için bir hesaplaşmaya da dönüşebiliyor zaman zaman. Sadece karakterlerin ya da olayların kendisi için değil, onlarla karşılaşma ânı için de okura bir deneyim sunuyor. Yani umarım öyle oluyordur.

 

Asil Çam
Ölümlünün Yaşam Fragmanları
Ketebe Yayınları
Ağustos 2022
68 s.