"Yıllar içerisinde, özellikle de bu kitabı yazarken değiştim. Kararlar o kadar net verilemeyebilir. Hiçbirimiz o kadar güçlü değiliz. Zaten o kadar güçlü olmak yanında biraz da kibri getirir. Gönül ister ki acı çekilmesin ama bir yandan da 'Keder mi, hiçbir şey mi deseler kederi seçerim' demiş Faulkner."
27 Mayıs 2021 12:00
Hayat akıp giderken bazı konular var ki, hiç güncelliğini yitirmiyor, bir de bu tip konularda herkesin bir fikri var ama çözümü yok. İşte bu konulardan biri de ikili ilişkiler… Yazar Aslı Perker de Ayrılığın İlk Günü isimli kitabında ikili ilişkileri ve ayrılığı bize kadının gözünden aktarıyor. Kısaca bir kadının ayrıldıktan sonraki bir günlük zaman dilimini bize saatlere bölerek anlatıyor. Adamın değer vermediğini düşündüğümüz ama kadının adamı çok sevdiği görüşü üzerinden şekillenen romanda kendinizi sevgilisinden ayrılmış bir arkadaşınızı teselli eder gibi buluyorsunuz. Bu kitap ve konusu çok su kaldırır; cinsiyete göre herkesin görüşü ayrı olabilir ama biz Aslı Perker’le Ayrılığın İlk Günü'nü ve romandan hareketle ikili ilişkilerin gidişatını konuştuk.
Hep edebi eserlerle ilgili şöyle bir şey söylenir; her anlatıcı yazmadan duramayacağı konu hakkında kalem oynatır. Siz bu kitabı neden yazma ihtiyacı duydunuz? Sizdeki öyküsünü merak ediyorum.
Aslında kitabı tamamen başlıktan yola çıkarak yazdım. Hatta daha önce kimseye söylemedim ama işin doğrusu başlığı da bir arkadaşım verdi. Daha doğrusu şöyle dedi: “Böyle bir başlık var aklımda ama ne yazılır bilmiyorum. Bence sen yazmalısın.” Çok beğendim, yazacağım dedim, ne yazacağımı bilmeden. Ama en nihayetinde 46 yaşında bir kadınım, pek çok kalp kırıklığım var ve elbette bunlar da içine akacaktı. Bir de etrafımda da romandakine benzer aşk öyküleri duyuyordum. Bunlara ne kadar aşk denebilirse tabii… Saat konusunu oturttuktan sonra gerisi çorap söküğü gibi geldi. Bana ilham veren yaşadığımız çağ oldu. Zorlandığım kısmı ise dili oturtmaktı.
Kitap bir kadının sevgilisinden ayrıldıktan sonra geçen 24 saatlik zaman dilimini anlatıyor. Bir kadının düşüncelerini çok iyi incelerken, günümüz erkeğinin (istisnalar kaideyi bozmaz) ilişkilere bakış açısını da iyi yansıttığınızı düşünüyorum. Kitabı okuyan erkeklerden geri dönüş aldınız mı, aldıysanız nasıl dönüşler oldu?
Yüzlerinde utancı gördüm. Kimisi “Bu kitabı bütün erkekler okumalı” bile dedi. Bu tarz ilişkilerin bir tür psikolojik şiddet olduğunu kabul edenler tabii bunlar. Ancak bu sayı eminim çok azdır. Okuyan pek çok erkek şöyle der: “Gör işte kızım, adam seni sevmiyor, oradan uza.” Kadın olmadıkları için böyle derler. Konu geliyor, “Kadınlar Venüs’ten, erkekler Mars’tan”a dayanıyor.
Kitapta edebiyat ve bilim dünyasından aşkla ilgili örneklere de yer vermişsiniz. Gayet güçlü kadınların aşkla nasıl değiştiklerini... Kitaptaki kadın karakter de eğitimli, kendi ayakları üzerinde duran biri ama iş ikili ilişkilere ve aşka gelince, iş dünyasındaki o dominantlığı kalmıyor. Aşk ne olursa olsun kadının kırılgan noktası mı sizce?
Genelleme iyi değil diyor büyüklerimiz ve bence de öyle ama evet, sanırım kadın aşkta daha kırılgan. Çünkü daha cesur, daha kendinden emin, daha verici. Her şeyin dahası olduğuna göre daha da çok kırılacak. Yapısı gereği… Kadın çocuk doğuruyor, düşünün, bu öyle böyle bir cesaret değil. Ruhen demiyorum üstelik, fiziken. Bu kadar güçlü bir varlığın yaşadığı her duygu güçlü olacak.
Kitaptaki erkek karakter üzerinden sorayım. Erkeğin kadını değersizleştirmeye çalışma nedeni sizce ailede yetiştirilişi mi, yoksa yaşadığı ilk ilişkiden aldığı darbeyi tüm kadınlara yansıtma isteği mi?
Hep böyle miydi? Bana kalırsa bu biraz da bu çağın hastalığı. İşin içinde kolay erişim var, çok seçenek var. Önünüzde katalog gibi bir Instagram var, düşünün. Eşleşme aplikasyonlarını saymıyorum bile. Eskiden ara ki telefonunu bulasın; artık o da sorun değil, yazıyor bir mesaj, ya tutarsa… Bir erkek bir gecede pek çok kişiye olta atıyor. Hangisi takılırsa… Eskiden bunu yapabileceği bir mecra bile yoktu. Gelelim erkeği böyle yapan annesi mi konusuna… O çok Freudyen bir bakış açısı ve işte bu noktada genelleme çok yanlış olur. Kimi de ekonomik sebeplerden ciddi bir ilişkiye giremiyordur muhtemelen. Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı’da olduğu gibi. Parası yok, evlenemez, çocuk yapamaz, ev açamaz. Ciddi ilişkiye girse ne olacak? Yani aslında bu işler biraz fazla katmanlı bana göre. İlk ilişkisinden aldığı darbe? Bu ancak psikopat başkarakterli bir Hollywood filminden beklediğim bir şey. Gerçek hayatta çok yeri olduğunu sanmıyorum.
Ayrılığın İlk Günü’nde dikkatimi çeken bir diğer konu da erkeğin kendi değersizlik duygusunu sevilen, ilgili gören bir kadını üzerek, ona kendini düşündürmek isteyerek çıkarması ki, şu sıralar ghosting konuşuluyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bunu daha mantıklı buluyorum ya da umuyorum. Çünkü o zaman en azından bunu yapan adamın bir derinliği vardır. Öteki türlü sadece hızlı bir tüketici demektir. İstediğini elde edebildiğini bilmek bile yeteri kadar önemli bir ego tatminiyken, istediğin pek çoğunu elde edebilmek herhalde bir hayli gururlarını okşuyor. Belki bu noktada anne ya da belki de aile konusu işin içine girer. Ailesinden kaşıkla sevgi almış çocuk sonra o sevgiyi kepçeyle almaya çalışıyor. Bir kişinin o ihtiyacı doyuramayacağı kesin. Ama bunlar hep spekülasyon. Belki de sadece öyle olduğu için öyledir. Belki de bazı insanlar tek eşlidir, bazıları değildir. Etik olarak vaka vaka konuşmalıyız demek zorundayım, ama sanırım ileri bir zamanda sosyal medyanın ilişkileri nasıl sarstığı ve ne tür psikolojik hastalıklara sebebiyet verdiği tezlerde anlatılacak.
Bu kitabın mesajı böyle ilişkiler yaşayan, kendini değersiz göstermeye çalışan erkek karşısında ne yapacağını bilemeyen kadınlara “yalnız değilsiniz, güçlü olun” mesajı vermek mi?
Tabii ki bir mesaj düşünerek yazmadım ama sonuçta dediğiniz çıkıyor. Ayrılığın bir sosyal statüsü, dili, dini, ırkı yok! Ayrıldığı anda herkes perişan. Perişanlık bir yana, kendinden utanacak kadar acınacak halde. Bir arkadaşım “Kitap bana antidepresan gibi geldi” dedi. Sorgulamak zor bir süreç ama sonunda insanı iyileştirdiği kesin. Tek bir cevap kalmayana kadar sorunca sanırım insan kendinin en saf haline dönüyor. O soruları sormalarına biraz yardımcı oluyorumdur belki.
Bu kitabın yazarı olmasaydınız ve bir arkadaşınız bunu başına gelmiş olarak anlatsaydı ona ne söylerdiniz?
Harika soru! Bana bunları çok anlatan oldu, benim de söylediğim hep çok sertti: Adam yalan söylüyor, sen de kendini kandırıyorsun, bir daha sakın arama! Gel gör ki, yıllar içerisinde, özellikle de bu kitabı yazarken değiştim. Kararlar o kadar net verilemeyebilir. Hiçbirimiz o kadar güçlü değiliz. Zaten o kadar güçlü olmak yanında biraz da kibri getirir. Gönül ister ki acı çekilmesin ama bir yandan da “Keder mi, hiçbir şey mi deseler kederi seçerim” demiş Faulkner.
•