Yayıncılık dünyamızı konu alan ve bağımsız, alternatif yayınevlerine odaklanan söyleşi dizimizin dördüncü konuğu Ayizi Kitap. Aksu Bora ile yayınevinin hikâyesi ve feminist yayıncılığın geleceği üzerine konuştuk...
21 Haziran 2018 14:04
"Biz pek profesyonel sayılmayız -bunun epey dezavantajı var ama avantajları da var. Yazarlarımızla ve okurlarımızla kitaplar aracılığıyla kurduğumuz ortaklıktan fazlasını istiyoruz, buna ihtiyaç duyuyoruz. Kitaplar hakkında sohbet edelim istiyoruz mesela, yazmak hakkında, kadın deneyimleri hakkında..." diyor Aksu Bora.
Kadınların deneyimlerinin yazınsal üretime dönüşmesi, üstelik bunun görünür hâle gelmesi için kocaman bir alan Ayizi Kitap. Kadınlar Hayatlar, Hayat Bilgisi, Yurttan Sesler... Ayizi Kitap'ın dizilerinden sadece üç tanesi. Bolca edebiyat da var: "Kadınlar deneyimlerini edebiyat araçlarıyla, öykülerle ifade etmeye daha yatkınlar. Bize gelen dosyaların çok büyük bölümü edebiyat dosyası..." Kurmaca ya da kurmaca dışı, anlatacak çok şeyi var kadınların. Feminist yayıncılığa neden ihtiyaç var sorusuna verilmiş bir cevap gibi Bora'nın şu sözleri: "Amargi’yi çıkarırken şunu fark etmiştik, kadınların anlatacak çok şeyi var ama iş bunları yazmaya gelince, orada kalakalıyorlar. Teşvik edilmeleri, destek görmeleri lazım ki bütün o deneyim, birikim unutulup gitmesin, yazılsın, paylaşılsın, kalıcı hâle gelsin. Bunun için de özel olarak bununla uğraşmak lazım- yani yayıncılık yetmiyor da feminist yayıncılık gerekiyor!"
Bağımsız, butik, alternatif... Kısacası ana akımın dışında kalan yayınevlerine odaklandığımız söyleşi dizimizin dördüncü konuğu Ayizi Kitap ve Aksu Bora...
Akademi ve yayıncılık dünyasının yakından tanıdığı bir isim Aksu Bora. Yine de başlarken Ayizi Kitap’ın kuruluşuna kadar neler yaptınız diye sormak istiyorum.
Ayizi’ni kurduğumuzda ben üniversitede çalışıyordum. Amargi Dergi’yi çıkarıyorduk bir yandan. Kitaplar yazdım, çevirdim, derledim, yayına hazırladım... Yayınevini kurmadan önce de kitaplarla ve yayıncılıkla epey ilişkim vardı yani!
Ayizi Kitap adını nereden alıyor?
Bir rüyadan. Metaforik değil, gerçekten öyle bir rüya görmüştüm, Ayizi diye bir tabela vardı. Neyin tabelası olduğunu bilmiyordum, yıllar sonra yayınevi kurmaya karar verdiğimizde, Selma ile İlknur’a bu rüyayı anlattım (ben önemli rüyalarımı yazarım, o yüzden de unutmam!) onların da hoşuna gitti, öyle oldu.
Kaç kişi, nasıl çalışıyorsunuz Ayizi’nde? Bir ofisiniz var mı?
Küçük bir ofisimiz var; ağaçlara bakıyor, aydınlık, çiçekler var, resimler var, çok güzel... Biz işlerimizi kendimiz yapıyoruz, yani “çalışan” yok ama yardıma gelen çok oluyor, arkadaşlarımız geliyor... Tennur (Baş), yayınevinin kuruluşundan beri kitapları ve kapakları “yapıyor.” O, ofiste çalışmıyor ama bir yandan da hep orada aslında. Küçük Selma (Koçak) her gün geliyor, bir sürü işi o üstlendi. Bu sene iki stajyerimiz var, Melisa’yla (Gündüz) Biray Anıl (Birer), tanıtım işleriyle uğraşıyorlar onlar da... Kaç kişi olduğumuzu söylemek zor yani, bazen birimiz yalnız oluyoruz yarım gün falan, bazen bir bakıyoruz ofiste sekiz kişi var ve hepsi bir işler yapıyor... Tabii o zaman daha eğlenceli oluyor, yemek yapıyoruz beraber, sofralar kuruyoruz…
Kulağa bir ofisten çok bir buluşma, birlikte üretme alanı gibi geliyor. Ayizi Kitap feminist bir yayınevi, hem üretimleri hem de işleyişi açısından. Bugün dünyada, hele de Türkiye’de feminist yayınevlerine olan ihtiyaç elbette tartışılmaz fakat yola çıkarken siz özellikle nasıl bir eksikliği doldurmayı düşündünüz?
Biz aslında yayıncılıkla ilgili bir eksik tespit ettiğimiz için başlamadık bu işe. Daha çok kadınların ve feminist hareketin ihtiyacı olduğunu düşündük böyle bir yere. Amargi’yi çıkarırken şunu fark etmiştik, kadınların anlatacak çok şeyi var ama iş bunları yazmaya gelince, orada kalakalıyorlar. Teşvik edilmeleri, destek görmeleri lazım ki bütün o deneyim, birikim unutulup gitmesin, yazılsın, paylaşılsın, kalıcı hâle gelsin. Bunun için de özel olarak bununla uğraşmak lazım- yani yayıncılık yetmiyor da feminist yayıncılık gerekiyor!
Türkiye’de feminist hareketin büyük bir eksikliğinin bu olduğunu düşünüyoruz: deneyimin birikebileceği kaplar yok! Dergiler bunun için çok önemli tabii ama yeterli değil- hem var olan dergiler uzun ömürlü olamıyor hem birbirlerinden el alabilecekleri koşulları yaratamıyoruz. Aynı zamanda, derginin yapabileceğiyle kitabınki farklı.
Biz bir yandan Amargi’yi sürdürüp bir yandan kitaplar yayımlamayı hayal etmiştik, bir süre de bunu yapabildik. Şöyle böyle bir beş sene kadar. Ama Amargi’yi 2015 yılında bitirdik çünkü çok fazla zorlandık- abone sayısı bir türlü artmadı, maliyetler sürekli yükseldi, dağıtım meselesini çözemedik... Hâlâ çok üzülürüm ona. Böylece kitaplara odaklandık biz de.
Yayınevinin sağladığı “kaplar”, diziler. Kitapları tek tek düşünmek yerine, dizilerin içinde düşünüyoruz yani. Diyelim “Kadınlar Hayatlar” dizisi, bizim için çok önemli, orayı nasıl dolduracağımızı çok düşünüyoruz, bunun için çok çabalıyoruz. Yahut “Politika” dizisi. Bir feminist yayınevinde Politika dizisi nasıl olmalı diye bağrışa çağrışa tartıştığımız günler oldu. Hayat Bilgisi dizisini nasıl geliştireceğimiz üzerine epey kafa patlattık.
Diyeceğim, tek tek kitaplar kadar, bunların çerçevesi olan diziler de önemli- kitapların seçimi kadar dizilerin nasıl oluşturulduğu da.
Söz açılmışken, Amargi Dergi’den de bahsedelim isterim. Türkiye feminist hareketinde yeri çok önemli olan bir yayın. Bunun önemini bir de sizden dinleyerek, derginin Ağustos 2015'teki vedasına dair birkaç söz söylemenizi istesem.
Dokuz yıl çıkardık Amargi’yi, 2006-2015 arası. Bir maceraydı çünkü ender rastlanan bir işe soyunmuştuk: aynı yerde durup fikirlerimizi okurlara anlatmak yerine, onların da katkısıyla, özgün bir feminist düşünce geliştirmeye çalıştık. Bunu öyle kısaca anlatmak kolay değil. “Farklılıklarımızla birlikte” türünden klişeler işlemiyor bu macerayı anlamaya çalışırken. Çünkü o, basitçe çok seslilik anlamına gelir. Bizim ise kendi sesimizi bulmak, onu kurmak gibi bir derdimiz vardı başından beri. Yazar sayısının çokluğu ve çeşitliliği buna işarettir. Feminist sözün eylemle bağını koparmamaya çalıştık, eylemi “gösteri” anlamında değil, dünyadaki varlığımızı inşa etmek anlamında kullandık. Böylece hem memleketin çeşitli yerlerinden kadınların yapıp ettiklerini görmeye çalıştık hem de feminist politikanın söz söylediği alanı genişletmeye. Yolda öğrendik, tartıştık, kavga ettik, barıştık, yürüdük birlikte. Son sayımızda bu maceraya bir yerinden katılmış kadınların onu nasıl gördüklerini anlatmalarını istedik; bizimkisi bir vehim değilmiş, oradaymışlar, bunu anladık. Güzeldi.
Feminist bir yayınevini, diğer yayınevlerinden ne ayırır? Feminizm odaklı kitaplar yayımlamasının dışında, işlerin yürüme şekli, çalışanlar arasındaki ilişki ve iş yapma pratikleri açısından soruyorum bunu özellikle. Kolaylıkları ya da zorlukları nedir feminist bir yöntemle yayınevi yürütmenin?
Diğer yayınevlerini çok iyi bilmiyorum, dediğim gibi, biz Ayizi’ni kurarken gözümüz onlarda değil, feminist hareketteydi. Kendimizi sektörün bir parçası gibi değil de feminist hareketin bir parçası olarak gördük esasen. Tabii ki bunun getirdiği epey bir sıkıntı da oldu -işlerin nasıl yürüdüğünü anlamamız ve ayak uydurmamız pek kolay değildi, hâlâ da değil; hesap kitap işlerine muhtemelen gerektiğinden çok daha fazla zaman ve enerji ayırıyoruz korkudan, tanıtım işlerini çok iyi kotaramıyoruz… Yeterince profesyonel değiliz yani! Bu tabii bir yandan da fena gelmiyor bize, kapıdan giren yazar kendini dostlar arasında hissediyor (genellikle!). O kadar ki, iki kitabını yayımladığımız Reyhan Saygın, işini gücünü bırakıp bizim web ve sosyal medya işlerimize el attı, sabırla tarif ediyor neyi nasıl yapmamız gerektiğini, bakıyor beceremiyoruz, kendi yapıyor falan… Bilemiyorum, bütün bunlara “feminist yöntem” denebilir mi. Yaptığımız işin politik bir iş olduğu bilinciyle davranıyoruz, bu kadarını söyleyebilirim.
Kaç dizisi var şu an Ayizi Kitap’ın ve neler yayımlandı bu dizilerden?
Yedi dizimiz var: Edebiyat, Araştırma İnceleme, Politika, Kadınlar Hayatlar, Hayat Bilgisi, Yurttan Sesler, Çizgili Kitaplar. En fazla kitabı Edebiyat Dizisi’nden yayınladık: 29 kitap. Bunlar arasında epeyce “ilk kitap” var. Edebiyat, kadınların kendilerini daha rahat hissettikleri bir alan, özellikle de öykü. Hem okur hem de yazar olarak orada daha “evlerinde” gibiler.
Araştırma İnceleme Dizisi, henüz sekiz kitapta. Burada daha çok saha araştırmalarına yer verdik. Örneğin Pınar Selek’in Maskeler Süvariler Gacılar’ı, Aynur Demirdirek’in Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, zorunlu göçün kadın hayatlarına ne yaptığını ortaya koyan Ne Değişti/Kürt Kadınlarının Zorunlu Göç Deneyimi, 12 Eylül döneminde Mamak Cezaevi’ndeki kadın tecrübesine bakan Mamak Kitabı, insan ticaretinin karanlık dehlizlerine girmeye cesaret eden Kimse Duymaz... bu diziden çıkan kitaplardan bazıları.
Politika’da yedi kitabımız var. Çeviri kitapların çoğu bu diziden- Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler, Ateşle Oynamak, Baş Harfi F gibi. Kadınlara yönelik şiddetle ilgili çok önemsediğimiz Sınır Bilgisi de bu diziden yayımlandı. Kadınların doğum tecrübelerini kökünden değiştiren bir sürece yakından bakan Elleri Tılsımlı da.
Kadınlar Hayatlar Dizisi, baştan itibaren üstüne titrediğimiz bir diziydi, dokuz kitap yayımladık. Sonuncusu bu ay çıktı: Ne Olmuş Güldüysek/ Evrim Alataş Kitabı. Kadınlara yönelik şiddeti faillere odaklanarak anlatan çok değerli bir kitap, Ölü Kadınlar Memleketi bu dizide yayımlandı, Pamuk Yıldız’ın darbe sonrası hayatları anlattığı kitapları da.
Hayat Bilgisi Dizisi’ni yeniden düşünüyoruz, şimdiye kadar iki kitap yayımladık sadece bu diziden, ikisi de mutfakla ilgili. Önümüzdeki yıl sürdürülebilir moda, sosyal haklar, sağlık gibi konularda küçük kılavuz kitaplar yapmak istiyoruz.
Yurttan Sesler de biraz öksüz kaldı- bu diziyi kenardakilerin tecrübelerinin görülebileceği kitaplarla kurmayı düşünmüştük, yeterince uğraşamadık. Fikirler ve girişimler var ama henüz orada nasıl ilerleyeceğimizden emin değiliz.
Çizgili Kitaplar ise geçen sene başlayan bir dizi- boyama kitaplarıyla başladık, grafik hikâyelerle devam etmek istiyoruz. O da biraz daha zaman istiyor, neler yapabileceğimizi hayal ettik ama henüz somutlaşmadı.
Yayımladığınız kitapların belirlenme süreci nasıl seyrediyor?
Üç ayrı süreç var bununla ilgili: Çeviri kitap az yayımlıyoruz, yayınevini kurarken düşündüğümüz şey daha çok telif yayımlamaktı zaten. Ama bazı kitaplar var ki Türkiyeli kadınlar okusunlar, ilham alsınlar, tartışsınlar istiyoruz. Yılda bir çeviri kitap yayımlayalım demiştik, öyle de yapmaya çalışıyoruz. Tabii Kadın Sağlığı Hareketinden Sesler’i tek kitap saymak pek mümkün değil, çok kalın ve iki cilt! Deli işiydi onu yayımlamak ama bir yandan da Türkiye’de beden politikaları tartışmasına büyük katkı olacağını umduk. Çevirmemiz için önerilen çok sayıda kitap oluyor, bunları mümkün olduğu kadar değerlendirmeye çalışıyoruz ama epey sıkı bir eleğimiz var bu konuda.
İkincisi, yayınevine gelen dosyalar. Bazen (genellikle) yazar kalkıp geliyor, kahve içip sohbet ediyoruz, ne yazdığını, niye yazdığını, bunun kendisi için ne demek olduğunu anlatıyor. Bazen de posta kutumuza yolluyorlar. Kadınlar deneyimlerini edebiyat araçlarıyla, öykülerle ifade etmeye daha yatkınlar. Bize gelen dosyaların çok büyük bölümü edebiyat dosyası. Edebiyat dosyalarını önce biz okuyoruz, bizim ölçütlerimiz daha çok kadınlara ilham ve güç vermesi, kadınlık deneyimiyle kurduğu ilişki gibi şeyler. “Olabilir bu” dediklerimizi edebiyat editörlerine gönderiyoruz- iki arkadaşımız yapıyor bu işi. Can Cankoçak ve Neslihan Cangöz. İkisi de hem iyi edebiyat okurları hem bu alanda tecrübeliler. Onlar da “tamam” derse, yayımlıyoruz.
Edebiyat, kadınların kendilerini daha rahat hissettikleri bir alan, özellikle de öykü. Hem okur hem de yazar olarak orada daha “evlerinde” gibiler.
Araştırma ve inceleme dizisi için tezler geliyor, bunların pek azını yayınladık şimdiye kadar, çünkü akademik bir çalışmanın kitaplaştırılması genellikle pek iyi sonuç vermiyor diye düşünüyoruz. Ama bazen de öyle bir tez geliyor ki (mesela Burcu Hatiboğlu’nun İmkânsız Medeniyet’i öyleydi), bizi de heyecanlandırıyor. Biraz da çalışmayı yapan kişinin politik dertlerinin olması, gerçek bir merakın peşine düşmesiyle ilgili sanırım.
Üçüncü süreç, “sipariş” kitaplar. Yayınevini kurarken bunları daha çok yapabileceğimizi düşünmüştük ama tabii işler öyle yürümüyor, düşündüğümüzden çok daha zor bir şey bu. Kitabı tasarlayacaksın, bu tasarıdan heyecan duyacak ve altından kalkabilecek bir yazar bulacaksın, yazım sürecinde hep oralarda olacaksın... Sevin Okyay kitabı öyleydi mesela. Ne Olmuş Güldüysek/ Evrim Alataş Kitabı öyle, boyama kitapları da... Önümüzdeki sonbahara Hayat Bilgisi Dizisi için bazı kılavuz kitaplar tasarladık, becerebilirsek onlar da güzel olacak.
Yeni seslere alan açmanız çok heyecan verici. Şimdiye kadar yayımladığınız kitaplardan hangileri yazarının sizi bulması ve “böyle de bir kitabım var” demesiyle oldu?
Çoğu. Hem edebiyatta hem de diğer dizilerde, yazarlar dosyalarını alıp geldiler ya da bize yolladılar, süreç öyle başladı. Bizim yazarı bulduğumuz daha az örnek var. OHAL’de Feminizm’i öyle yaptık mesela Ceren Belge ile. Ya da Hakikaten için Pınar İlkiz’le konuştuk, öyle oldu. Bundan sonra bu kitapların sayısını artırmayı istiyoruz. Edebiyatta değil ama diğer dizilerde, muhtemel yazarla birlikte kitap tasarlamak hem çok zevkli hem de mümkün. Hayat Bilgisi Dizisi’ni tamamen böyle devam ettirmek istiyoruz mesela.
Sevin Okyay kitabı çok ilgi gördü takip ettiğim kadarıyla. Dolaşıma girdi, paylaşıldı çokça. Bu tarz, Türkiye kültür sanat dünyasına önemli katkılar yapmış kadınlarla söyleşileri devam ettirmeyi düşünüyor musunuz? Düşünüyorsanız, sırada kimler var, ya da kimler geçiyor gönlünüzden?
Nihal Yeğinobalı’yla çok istedik ama sağlık problemleri nedeniyle olmadı. Başka birkaç kadın var, özellikle politika ve bilim alanından, onlarla konuşmadan isimleri zikretmek ayıp olur herhalde. Bir de tek tek kadınlar değil ama bazı kadın gruplarıyla söyleşiler yapmayı istiyoruz. Örneğin kadın futbolu, çok ilgilendiğimiz bir alan ama birkaç girişime rağmen henüz yol alamadık orada. Yahut televizyonun kurucu kuşağı sayılabilecek kadınlarla bir dizi söyleşi yapmak harika olmaz mıydı?
Kadınlar Hayatlar Dizisi’nde pek de bilinmeyen, önemi fark edilmeyen kadınlar da olsun istiyoruz. Bilirsiniz, yaşadıkları yerde herkesin hayatına bir biçimde dokunmuş, orada olmasıyla pek çok şeyi değiştirmiş kadınlar vardır. Onları görmeyi ve yazmayı hep düşündük, nasıl yapabileceğimizi konuşuyoruz.
Bir de “Ayizi Kadınlarıyla Sohbetler” başlığıyla gerçekleşen söyleşiler diziniz var. Böyle bir söyleşi dizisini başlatma fikri nasıl çıktı?
Biz pek profesyonel sayılmayız -bunun epey dezavantajı var ama avantajları da var. Yazarlarımızla ve okurlarımızla kitaplar aracılığıyla kurduğumuz ortaklıktan fazlasını istiyoruz, buna ihtiyaç duyuyoruz. Kitaplar hakkında sohbet edelim istiyoruz mesela, yazmak hakkında, kadın deneyimleri hakkında... Çünkü zaten kitaplarımızın varlık sebebi de böyle bir şey bizim için. Bu nedenle kurulduğumuzdan beri böyle çabalarımız oldu. Daha ilk yılımızda bir biyografi atölyesi yapmıştık mesela. Ama şimdiye kadar istediğimiz kadar zaman ve enerji ayıramadık bu işe. Ben okulda çalışıyordum ve Selma’yla İlknur da yayıncılık işinden, faturalardan, web ve sosyal medyayla uğraşmaktan, dağıtım sıkıntılarından kafalarını kaldıramaz hâle gelmişlerdi. Hem yayın programını biraz oturttuk ve bu bizi rahatlattı hem de ben tam zamanlı çalışmaya başladım, böylece elimiz biraz genişledi. Biz de geçen sene Ayizi Kadınlarıyla Sohbetler'i başlattık. Ankara’da başladık, İstanbul’a açıldık, başka yerlerden de istek geliyor, umarım gelecek yıl biraz daha genişletebileceğiz bunları.
Yazarlarla ve okurlarla kitaplar aracılığıyla kurduğunuz ortaklıktan fazlasını kurmak istediğinizden söz ettiniz. Ne kadar karşılık buluyor bu arzunuz? İlgi nasıl söyleşilere?
Başlarken neyle karşılaşacağımızı çok bilmiyorduk. Yayınevinde zaten yaptığımız bir şeyi tanımadığımız insanları da işin içine katarak sürdürmek nasıl olacak, kestiremiyorduk. Bizi çok mutlu eden bir ilgiyle karşılaştık. Kitaplar hakkında, hikâyeler, yazmak, kadın deneyimleri hakkında konuşmaya istekli çok insan varmış -sadece kadınlar değil. Biz “sohbet” demiştik, öyle ummuştuk, sahiden de öyle oldu. Dinlemek kadar konuşmak da istiyorlar, anlatacakları şeyler var, bazen birlikte düşünmek istiyorlar... Mesela feminist çeviri üzerine bir sohbetimiz vardı, pek ilgi olmayacağını sandık, daha çok kendi aramızda bir tartışma olur, birlikte düşünürüz falan dedik. Az çeviri yapıyoruz ama çok düşünüyoruz bu konuda çünkü. Sonra bir de baktık, salon doldu. Hem çok dertli bir konuymuş (çevirmenliğin zorlukları) hem de herkes kendi köşesinde kendi kendine konuşmaktan bıkmış, bir araya gelmek hepimize çok iyi geldi. Yeni ilişkiler kuruldu, tanıştık, bundan sonra birlikte neler yapabileceğimizi konuştuk...
Biraz el yordamıyla gittik bu yıl, neyi nasıl yapmamız gerektiğini biraz anlamaya çalıştık. Nasıl bir yerde daha iyi oluyor, ışık nasıl olmalı, duyurular nasıl yapılmalı, başlıklar nasıl seçilmeli... Biraz biraz anlamaya başladık sanırım.
Bu söyleşilerle birlikte Ayizi’nin sadece bir yayınevi olmaktan ziyade feministleri bir araya getirme amacı güden bir “mecra” da olduğunu söyleyebilir miyiz?
Evet, tabii. İlle de feminizmin sorunlarını, örgütlenmeyi falan tartışmak gerekmez bir araya gelince, bunu hatırlamakta ve hatırlatmakta fayda var. Annelik üzerine sohbetimize feministler ve feminist olmayanlar geldi mesela, anneler kızlarıyla geldiler, aynı hikâyenin iki farklı versiyonunu anlattılar, başkaları dinlerken bunu yaptıkları için kendileri de şaşırdılar, erkekler anneleriyle bazen nasıl zorlandıklarını konuştular... Sohbetler bazen baya bilinç yükseltmeye dönüştü. Gotik edebiyatın kadın kahramanları hakkında konuşurken işin doğum deneyimini erkeklerin nasıl algıladığına gelebileceğini pek de öngörmemiştik doğrusu!
Evet, biz yayıncılığı da sohbetleri de feminist hareketin bileşenleri olarak görüyoruz.
D&R diye bir şey var her şeyden önce. Büyük şehirler dışındaki okura ulaşmak için onların sistemine rıza göstermelisiniz ve bu çok adaletsiz bir sistem. İnternetten satış giderek daha yaygınlaşan ve güçlenen bir yöntem oldu, orada da çok aşamalı süreçler işliyor ve tekeller var tabii.
Biraz da yayıncılığın dinamiklerinden bahsedelim istiyorum. Basım, dağıtım ve kitaplarınızın kitabevlerinde görünür olması/olmaması gibi konulardan...
Ayizi’ni kurarken işimizin kolay olmayacağını biliyorduk tabii ama İletişim Yayınları’nın Nihat Tuna’sının da unutulmaz desteğiyle, başlangıcı kolay yaptık. Sonra işlerin düşündüğümüzden de zor olduğunu tecrübe ettik, o ayrı! Türkiye’de bağımsız kitapçıların pamuklara sarılıp üstlerine titrenmesi gerektiğini düşünüyorum -o kadar azlar ki! Böyle olunca, zincir kitabevleriyle uğraşmanız, kendinizi onlara kabul ettirmeniz gerekiyor. D&R diye bir şey var her şeyden önce. Büyük şehirler dışındaki okura ulaşmak için onların sistemine rıza göstermelisiniz ve bu çok adaletsiz bir sistem. İnternetten satış giderek daha yaygınlaşan ve güçlenen bir yöntem oldu, orada da çok aşamalı süreçler işliyor ve tekeller var tabii. Biz kendi online sistemimizi kurup oradan okura ulaşmayı planlıyoruz, umarım sonbaharda bunu başarabiliriz.
Yayıncılığın temel iki girdisi var: kâğıt ve telif. Türkiye’de hiç kâğıt fabrikası kalmadığı için, döviz kurundaki artışla birlikte kâğıt maliyeti korkunç bir noktaya gidiyor -bazen kâğıt bulmak imkânsız oluyor, kurun yükseleceği beklentisiyle kâğıtçılar satış yapmayabiliyorlar.
Telifte yüzde 17 gelir vergisi ve yüzde 18 KDV var! İkinci el araba ya da giyimde bu kadar vergi ödemiyorsunuz mesela.
Böylece, yayın tekellerinin çoksatarlarıyla dolu kitabevi zincirleri içinde kendinize yer açmaya çalışmaktan bitap düşüyor, maliyetleri azaltmak için kendi emeğinizi sömürüyor, ayakta kalmaya çalışıyorsunuz. Biz küçük yayıncıların da zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz yok korkarım!
Yayıncılık dünyasıyla arası nasıl Ayizi Kitap’ın? Özellikle belli noktalarda ortaklaşıyoruz, karşılıklı destek, dayanışma hissediyoruz, dediğiniz yayınevleri var mı?
Daha önce de söylediğim gibi, kuruluş aşamasında İletişim Yayınları’nın desteğini gördük, Metis Yayınları’ndan Müge Sökmen’in tecrübesinden yararlandığımız oldu. Dipnot, Ankaralı bir yayıncı olarak sıkıştığımızda el uzattı. Biz aslında hem meslek birliğimiz olan YAYBİR’de daha aktif olmayı hem de kendimize yakın hissettiğimiz yayıncılarla daha fazla ilişkilenmeyi istiyoruz ama buna ne zaman ne enerji kalıyor. Dediğim gibi, Ayizi esasen ortakların çalışmasıyla yürüyen bir yayınevi ve işleri kendiniz yapınca, pek kafanızı kaldıramıyorsunuz.
Fuarlarda yer bulabiliyor musunuz?
Fuar maliyetleri çok yüksek olduğu için şimdiye kadar katılma imkânı bulamadık.
Bugün, dünyada feminist yayınevi eğilimleri nasıl? Ayizi’ne benzer bir işleyiş ve yayın politikasıyla yayıncılık yapan yayınevlerinden takip ettiğiniz ya da iletişim hâlinde olduklarınız var mı?
Ayizi’ni kurarken dünyadaki feminist yayıncıların sitelerine bakıp hikâyelerini okumuştuk. Sonra Avusturalyalı bir feminist yayıncıyla yazıştık bir süre ama dediğim gibi, ilişkileri geliştirmek için gereken zamanı bulamadık bir türlü. Hâlbuki ne iyi olurdu, değil mi?
Elbette, çok iyi olurdu hem de. Temenni ederim zamanla buna da imkân bulabilir Ayizi ekibi. Son sorum: Bağımsız ve feminist bir yayınevi olarak nasıl bir yayıncılık dünyası hayali kuruyorsunuz?
Bağımsız ve feminist kitapçılar olsa, onlarla doğrudan çalışabilsek, sohbetler, imza günleri yapsak birlikte… Feminist yayınevleri ve yayınevlerindeki feministlerle feminist yayıncılık konferansları, çalıştayları düzenlesek… Bir feminist yayıncılar birliği kursak, dijital yayıncılığa geçerken yaşadığımız sıkıntıları konuşsak oradaki toplantılarda mesela…