Nâzım Hikmet söz konusuysa “tam”lığa ulaşmak olanaklı mı? Zor ama şu an bütün yapıtlarını basan yayınevinin çabası da bildiğimiz kadarıyla bu yönde...
21 Haziran 2018 14:00
Anlayamadığım bir “şey” var. Kitaplarda, dergilerde (site’lerde) şiir alıntılanırken ya da tamamı alınırken niye italik veriliyor! Vurgu mu, grafik (estetik) özellik mi? Şâir, italik yazmasını bilmiyor mu? Ayrıca şâirin italik yazdığı (vurguladığı) dizeler ne olacak!
Son zamanlarda çokça tartışılan Murat Belge’nin1 kitabında baştan sona böyle. Kitabı tasarlayanın tasarrufu mu, yazarın mı bilemiyorum. Okumakta olduğum Mehmet Can Doğan’ın kitabındaki2 alıntılar, örneklemeler italik değil ama. Doğan, şâir olduğu için mi? Konu edinilen şiirler düz verilmiş ki bence doğrusu bu. Yoksa “yayınevi” şiirleri artık italik vermiyor mu? Tam bilemiyorum; bu yayınevinden çıkan –epeyce yıl olmuş– bir başka kitap3 var elimde Rauf Mutluay’ın; orada alıntılanan, alınan şiirler italik verilmiş!
Şiirin italikle verilmesini (yazılmasını) doğru bulmuyorum. Grafiker, sayfa tasarımcısı, editör belki estetik bir kaygı için böyle yapıyor ama şiirin bütünü, tek bir dizesi de “bir yanı”yla grafik düzen. Özellikle şiir alınırken/alıntılanırken aslına uyulmalı. Düzyazı alıntılarda, bazen yazar italik yapıp ya da bold (siyah) “altını ben çizdim” (abç) der; kuşkusuz bu başka bir mesele. O ibâreyi vurgulamak istemiştir. Ancak şiirden alıntı yapılıyorsa ya da tamamı alınıyorsa olduğu gibi bırakılmalı. Şiirde vurgulamak istenen bir dize/dizeler, sözcük/sözcük öbeği vb varsa, metin içinde başka bir biçimsel düzenlemeyle verilebilir.
O yıllardan beri, Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri hep öncelikli kitabım olmuştur. Seksen öncesinde –en genel anlamıyla– devrimci hareketin yükseldiği ama şiddetle yüklü karşı eylemlerin de arttığı yıllar; 1976/77. Memet Fuat’ın basıma hazırladığı Nâzım ile Piraye4 adlı kitap da elimizde. Hani kapağında Nâzım’ın fırçasından Piraye’nin portresinin olduğu kitap; mektuplar şiirler iç içe...
Evet o zamandan bugüne Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri5 giderek büyüyen –hep– ilgi alanım. Sevdim, hayran oldum. Kitabı konu alan birkaç deneme de yazdım, birkaç kez sahneye de taşıdım, derslerimde işledim, işlemekteyim. Dolayısıyla bu kitaba, “şiirin italik” hâlinden bakabilir miyim derken “küçük bir araştırma” beni başka yerlere doğru sürükledi.
Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri ilk kez –kitap olarak– Memet Fuat’ın hazırladığı biçimiyle yayınlandı. Kitapta 32 şiir yer alıyor. Beş şiirde vurgulu sözcükler var. Sözcüklerin sayısı da on üç. Nâzım Hikmet, merdivenli dize bir yana, özellikle 20’li, 30’lu yıllarda şiirlerinde büyüklü küçüklü punto (font) kullanıyor; bazen italik, bazen siyahla (bold) yazıyor. Biçimsel, estetik yâni grafik bir özelliği de göz önünde tutuyor. Kuşkusuz bu onun için içerikle ilgili bir mesele; ya da sanatsal düşünceden uzak olan bir mesele değil. Tabiî ki “ses”e ilişkin de...
Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri’nde yer alan bu vurgulu sözcükleri Nâzım Hikmet nasıl vermiş. Bugüne kadar bu kitabın müsveddelerini görme şansım yoktu; yâni Nâzım’ın daktilosundan çıkan ve şu ân Piraye Koleksiyonu’nda yer alan metni/metinleri. Bugün tamamını göremediysem de, bu vurgulu sözcüklerin olduğu şiirleri görme şansım oldu.6 (Kitaba ilişkin üç ayrı müsvedde [daktilo] varmış.)
Bu şiirler, 20 Eylül, 1 Ekim, 5 Ekim, 6 Ekim, 10 Ekim (1945) tarihlerini taşıyor. Sözcükler/sözcük öbekleri de şöyle: “insandılar”, “Dağın üstünde”, “Bugün de”, “Birazdan açar”, “kırmızı kırmızı”, “öğretebiliriz”, “sevmeyi”, “Pîrâye”, Pîrâye”. Vurgular en çok “1 Ekim 1945” başlıklı şiirde yer alıyor. Bu şiir, –son iki dizesini kaldırsanız– o zamana kadar şâirde pek görülmeyen bir lirizm içeriyor:
Dağın üstünde :
akşam güneşiyle yüklü olan bir bulut var dağın üstünde.
Bugün de :
sensiz, yani yarı yarıya dünyasız geçti bugün de.
Birazdan açar
kırmızı kırmızı :
gecesefaları birazdan açar kırmızı kırmızı.
Taşır havamızda sessiz, cesur kanatlar
vatandan ayrılığa benzeyen ayrılığımızı...7
Nâzım Hikmet’in daktilosundan çıkan metinde (her üçünde) bu vurgulu sözcükler espaslı yâni harfler aralıklı yazılmış (örneğin “D a ğ ı n ü s t ü n d e”, “B u g ü n d e”). O zamanki olanaklar doğrultusunda böyle yaptığını düşünebiliriz. Eski bir daktiloyla zor koşullarda, görülmemiş bir “âdaletsizlikle” hapisaneye tıkılan büyük şâir...
Dolayısıyla bu sözcükleri, Memet Fuat italik yapmış (vermiş). Ancak “6 Ekim 1945” başlıklı şiirde tekrarlanan Pîrâye sözcüğünü olduğu gibi bırakmış (P î r â y e). Asım Bezirci’nin yetmişlerde –ilk iki cildi Şerif Hulûsi ile– hazırladığı ve açıklayıcı notlar koyduğu Tüm Eserleri’nde (7. Cilt) bu sözcükler siyah (bold) verilmiş. Belki de basım olanaklarından. Kullanılan hurufatın (karakterin) italiği yok muydu? Sanırım yoktu ki, hep siyah!
Neyse, vurgu için italik daha uygun. Ancak şaîr de onları espaslı yazmış; italik, vb not düşmemiş (835 Satır’da italiği kullanıyor). Tekrarlanan “Pîrâye” sözcüğü bir haykırış gibi; ses burada önemli. Zâten “Benim bağırasım gelir” diyor şâir de. Başka yerde, örneğin kitabın kapağında Piraye’deki i ve a’yı uzatmazken bu şiirde, bu harfleri uzatma imiyle yazıyor; dolayısıyla ses’i, bu haykırışı yazımda da belirtiyor. Olduğu gibi bırakılması bence son derece yerinde. İster istemez öteki sözcüklerde acaba bu ses özelliği de var mıydı, diye bir soru geliyor insanın aklına. “1 Ekim 1945”tekiler belki italiğe daha uygun ama ötekiler de bu ses özelliği var mı? Kim bilir, belki.
Kendisiyle yaptığım bir röportajda “Nâzım Hikmet’in tam anlamıyla bir ‘Tüm Yapıtlar’ dizisini yapmak bugün için olanaksızdır”8 diyen Memet Fuat “keşke” bunlara bir editör notu koysaydı. Kuşkusuz Memet Fuat’ın belirttiği çok önemli. Bunlardan biri de Nâzım Hikmet’in yurtdışına çıktıktan sonra yaptığı “değişiklikler”! Sanırım burada bir parantez açmak gerekiyor!
Nâzım Hikmet’in şiirlerindeki farklılıklar, eksiklikler çeşitli yazar ve araştırmacı tarafından son yıllarda gündeme getirildi; tartışıldı, tartışılmakta ve de araştırılıyor. Ben de bu köşede eksiksiz okumanın umudunu dile getirmiştim birkaç ay önce. Bazıları dönem gereği, özellikle siyâsî koşullardan; bazıları da belki bir dağınıklıktan (hapisane, ülke dışında oluş, vb) ileri geliyor. Nâzım Hikmet söz konusuysa “tam”lığa ulaşmak olanaklı mı? Zor ama şu an bütün yapıtlarını basan yayınevinin çabası da bildiğimiz kadarıyla bu yönde. En son yayınlanan (Piraye Koleksiyonu’da yer alan) Nâzım’ın Cep Defterlerinde Kavga, Aşk ve Şiir Notları (1937-1942)9 adlı oylumlu imece yapıtta, şâirin mahkemeye, duruşmaya ilişkin notlarının yanı sıra, şiirlerinin ilk/özgün hâllerini de okuyoruz. Örneğin “Bir Cezaevinde, Tecritteki Adamın Mektupları” başlıklı şiirlerde. Defterleri okurken bu şiirlerin Saat 21-22 Şiirleri’nin işâret fişeği (ya da “ilk kaynağı”) olduğunu düşündüm! Kuşkusuz bu, başka bir yazının konusu ama daha önce niye aklıma gelmemiş? (“Çankırı Hapisanesinden Mektuplar” da eklenebilir.)
Evet, uzun bir zamandır şu “şiirin italik” hâlini yazmak istiyordum. Yukarıda da belirttiğim gibi, örnek olarak da neden Saat 21-22 Şiirleri olmasın diyordum. Bende üç basım var. Cem, Adam ve YKY yayınları. Dolayısıyla Asım Bezirci, özellikle de Memet Fuat edisyonu. Müsveddeleri görme şansım yoktu. Öncelikle şu hiç görmediğim Bulgar (Sofya) basımında Saat 21-22 Şiirleri nasıl yer alıyordu! Her ne kadar yapıt ile ilgilensem de şâirin yaşamı şiire dâhil olduğundan doğal olarak elimdeki yapıt’ın dışına çıkmak da gerekiyordu.
Bulgar basımında bildiğimiz Saat 21-22 Şiirleri yok!10 Bu da bir başka yazının ve bağlamın konusu olduğundan kısaca şöyle özetleyeyim: Toplam üç sayfada yer alıyor ve sekiz kısa şiirden oluşuyor. Altında 1945 tarihi var ama adı da Gece 9 -10 Şiirleri.
Asım Bezirci’nin notlarında Saat 21-22 Şiirleri’nin basımlarını ayrıntılı bir biçimde buluyoruz. Ekber Babayef’in hazırladığı Sofya basımı için şöyle not düşmüş: “Saat 21-22 Şiirleri karışık olarak sunulmuştur. Nitekim, şiirlerden bir bölüğü ‘Gece 9 - 10 Şiirleri’ (S. 329 - 331) başlığıyla verilmiştir. Fakat bu sekiz şiirden dördü rubaidir, biri ise ayrı niteliktedir. Saat 21-22 Şiirleri’nin geri kalanı tarih sırası gözetilmeden derlemeye alınmıştır. Örneğin ‘12 Aralık 1945/14 Aralık 1945’ tarihleri arasındaki şiirlerden (S. 306 - 307) sonra ‘20 Eylül 1945/20 Kasım 1945’ tarihleri arasındaki şiirler (S. 308 - 318) gelmekte, onları ‘4 Aralık 1945/7 Aralık 1945’ tarihleri arasındaki şiirler (S.321 - 323) ile ‘24 Eylül 1945/30 Eylül 1945’ tarihleri arasındaki ‘Gece 9 - 10 Şiirleri’ (S. 329-331) izlemektedir.”11 Epeyce ilginç bir düzenleme!
Yine, Saat 21-22 Şiirleri’nin müsveddelerine baktığımızda yâni Nâzım’ın daktilo edip Piraye’ye verdiği (gönderdiği) metinlere baktığımızda tartışılacak yerler var. Piraye Koleksiyonu’nda Saat 21-22 Şiirleri’nin bir nüshasındaki “20 Eylül 1945” başlıklı şiirde daha önce görmediğimiz, okumadığımız aşağıdaki dizeler yer alıyor. Şimdiki basımda yok dolayısıyla –galiba– hiç yayınlanmamış:
Ve ben
Hapisane revirindeyim :
betonda beyaz tükrük hokkası ,
ampul 25 mumluk
ve dünyam :
k e l i m e l e r i n…
Daha sonra, Nâzım Hikmet bu dizelerden vazgeçip, bu bölümü attı mı; yoksa Memet Fuat mı çıkardı? Gerek defterlere gerekse bende olan müsveddelere baktığımızda, Nâzım Hikmet’e çok emek veren ve sevgisine yakın tanık olduğum Memet Fuat biraz “elden geçirmiş” denebilir. Kuşkusuz bir mantığı vardır. Kırklardan ellilerden sonraki tipografik özelliklerin değişmesi bir yana, sanki Nâzım yaşasaydı, “ikna ederdim” gibisinden bir yaklaşımı var. Ya da ben böyle algılıyorum! Bunlar da, kuşkusuz “eleştirel basım” yayınlandıktan sonra gündeme gelecek, tartışılacak.
Ben böyle algılıyorum da Memet Fuat ne demiş? Kitabın ilk basımının ardına koyduğu açıklamada şöyle belirtmiş: “Yazdığı 32 şiiri ‘günün birinde’ bir kitap yapmayı düşünerek de temize çekmiş. Elimde iki ayrı müsvedde var. Karşılaştırıldıkları zaman aralarında ufak tefek değişiklikler olduğu görülüyor. Ben daha sonra yazıldığı anlaşılan müsveddeyi doğru kabul ettim. Kitabın adı mektuptan alınan parçada ‘Piraye için yazılan saat 21 - 22 şiirleri’ olarak anılmış, oysa müsveddelerden birinin üstünde ‘Piraye için yazılmış: saat 21 - 22 şiirleri’ diye yazılı. ‘Piraye için yazılmış’ sözü sonradan şairin el yazısıyla eklenmiş. Ben ikinci adı bir düzeltme kabul ettim, ayrıca dış kapakta bir kısaltma yaparak ‘Saat 21 - 22 Şiirleri’ demekte de bir sakınca görmedim.”12
Yeri gelmişken, Saat 21-22 Şiirleri ile ilgili Memet Fuat’ın “başına gelenleri” kendi kaleminden aktarayım:
“Nâzım’ın şiirlerini yanlışsız basma konusunda ‘özel’ bir yargılanma yaşamıştım.
1965’te 21-22 Şiirleri’nin ilk basımı dava konusu olmuştu. Kitabı basıma hazırlayan bendim.
Sorgu yargıcı yüzüme şöyle bir baktı :
- Senin canına okuyacağım, dedi...
Bir yasa adamından beklenmeyen bu aykırı sözün üstümdeki etkisini bir gözledikten sonra da, şakalaştığını belirten bir gülümsemeyle ekledi :
- Ben Nâzım’ın şiirlerini ezbere bilirim, hepsini yanlış basmışsın...
Ne dedimse kabul ettiremedim. Yanlış diye direniyor. Sonunda Nâzım’ın kendi daktilosundan çıkmış müsveddeleri görmek isteyip istemediğini sordum.
- Getir, dedi.
Gün, saat verdi. İş bayağı ciddi...
Sanki kitabın içeriğinden değil de, şiirleri yanlış basmaktan yargılanıyorum...
Dediği gün, dediği saatte, elimde müsveddelerle, gittim.
Aldı, baktı.
- Otur, dedi.
Okudu teker teker. Bitirdi.
- Güzel, dedi. Bunlar çok değerli şeyler... Bunları iyi sakla...
Gerçi sorgunun sonunda gene mahkemeye gönderiliyorsunuz, ama şiirleri yanlışsız basmaktan oracıkta aklandığımı anladım...”13
Bir başka altı çizilecek konu da Nâzım’ın Piraye İçin Yazılmış Saat 21-22 Şiirleri için tasarladığı, Memet Fuat’ın da belirttiği kitabın “kapak tasarımı”. Başlığı yazmış; altına da büyük harflerle Eylül yazmış. Belli ki Eylül sonbaharı imliyor; nitekim başta (20 Eylül) “Bu geç vakit/ bu sonbahar gecesinde”; sonlarda (12 Aralık) da “sonbahar belki bugün bitti artık” der.
Sonbahar sözcüğü başka şiirlerde de geçer, kitaba yayılmıştır. Ama, Mehmet Rauf’un ya da Ahmed Hâşim’in sonbaharı, eylülü değildir. Kapaktaki “Eylül” ibâresi de kitaplarda yer almadı; şiirin içeriğine ilişkin olarak –ki şâir de başlığa eklemiş– “keşke” alsaydı diyorum... Memet Fuat bu Eylül ibâresini kullanmamış. Ayrıca “iki müsvedde” olduğunu söylüyor; Piraye Koleksiyonu’nda da üç adet var, dedik. Belki ikisi, birbirinin aynısıdır. İncelemek gerek.
Tekrar şiirin italik hâline dönecek olursam; bu köşede –bir kez daha– en kısa zamanda Nâzım Hikmet’in yapıtlarını eksiksiz okumak dileğimi belirtmekle birlikte; grafikerlerden de, editörlerden de şiiri alıntılarken ya da tamamını alırken italik yapmaktan vazgeçmelerini rica etsem!
Şâir dizeyi sözcük düzeniyle biçimlendirirken zâten grafiğe (estetik) ilişkin bir tasarımda da bulunuyor. Yüz yıl kadar öncesinden beri, Nâzım’ın ilk şiirlerinde gördüğümüzden beri, bu olanak var. Yâni şâir isterse italik yazar...