Baharın, bereketin müjdecisi: Bir zamanlar İstanbul’da Hıdırellez

Kaybolan eski bir bayram geleneğidir Hıdırellez. Havaların ısınmaya başladığı, doğanın yeşerdiği ve insanın yepyeni umutlarla dolduğu bu bahar bayramı, bir zamanlar İstanbulluların yaşamında önemli bir yer tutardı.

Bahar geldi… Baharı karşılayan Hıdırellez bayramı bu yıl koronavirüs salgını nedeniyle ne yazık ki evlerde kutlanacak. Baharla birlikte İstanbul’un kaybolan geleneklerinden biri olan Hıdırellez bayramını hatırlayalım istedik…

Baharın, bereketin müjdecisi olarak kabul edilir Hıdırellez. Doğanın yeşerdiği ve insanın yepyeni umutlarla dolduğu bu bayram bir zamanlar İstanbulluların yaşamında önemli bir yer tutardı. Miladî takvime göre mayıs ayının 6. günü, Rumî takvime göre ise nisan ayının 23. günü kutlanan bu bayram, ne yazık ki İstanbul’da yıllar geçtikçe unutulur oldu. Elbette bu unutuşta zaman içinde değişen alışkanlıkların, İstanbul’un nüfusunun hızla artmasının payı büyüktür. Hızır, bereket ve bolluğu toprağın ısınmasıyla getirecek olan “ateşi”, İlyas ise bereketi ve bolluğu sağlayacak olan yeşermenin gereksinimi olan “suyu” temsil eder. İnanışa göre Hızır ile İlyas 6 Mayıs günü yeryüzünde buluştuklarında bahar gelir, doğa canlanır, bereket ve bolluğun kapıları açılır.

Kökeni Mezopotamya, Hitit ve Orta Asya inançlarına kadar uzanan, semavi dinlerde de yeri bulunan Hıdırellez, zaman içinde çeşitli değişimlere uğrayarak günümüze kadar gelir. Müslümanlar gibi Hıristiyanlarca da baharın karşılandığı ilk gün olarak kabul görür Hıdırellez. 23 Nisan’da Ortodoksların “Aya Yorgi”, Katoliklerin “St. Georges” günü olarak kutladıkları Hıdırellez üstüne çeşitli söylenceler bulunmaktadır. Hamse-i Hüsrev Dehlevi'de Hızır ve İlyas peygamberler… Sağda, gül fidanına niyet bağlama geleneğinin günümüzde hâlâ sürdürülmekte olduğunun bir kanıtı…

Türk halkbilimi ve halk edebiyatı araştırmalarının öncü ismi Prof. Pertev Naili Boratav’ın 100 Soruda Türk Folkloru isimli kitabından, ilk çağlardan günümüze kadar gelen bu halk bayramının kökenini okuyalım:

“Bahar bayramları içinde, hem yaygınlığı, hem de töre ve törenlerin, eğlencelerinin zenginliği bakımından en dikkate değeni ‘Hıdrellez’dir. Bu kelime, Müslüman inanışlarının efsanelik iki varlığı Hızır ve İlyas’ın adlarının halk ağzında aldığı biçimdir. Arapça ‘yeşillik’ anlamına gelen hadr, Arapların İslam-öncesi mitolojilerinde, tabiatın bahar mevsiminde yeniden canlanmasını simgeleyen bir tanrımsı varlık sanılıyor. İslâm geleneği bu efsanelik varlığı ‘nebî’ (peygamber) diye nitelendirir. (…)

Yurdumuzun hemen her yerinde hıdrellez gecesi (5 Mayıs) gül ağacının altına, genellikle kadınlar, o yıl içinde elde etmek istediklerini belirleyen küçücük nesneler koyarlar; örneğin, başlarını sokacak öz evlerinden yoksun olanlar ‘minyatür bir ev’ yaparlar; çocuğu olmayanlar minicik bir salıncak asarlar. (…)

Hıdrellez günü, hısım akraba, konu komşu kırlarda toplu olarak o güne özgü yemekler yemek ve eğlenceler düzenlemekle geçirilir.”

Hıdırellez eğlencelerinin ilk adresi Kâğıthane’de sandallarla seyre çıkanlar…

Gül dallarına bağlanan umutlar…

Rumi takvime göre yıl, 9 Kasım - 5 Mayıs arası “Rûz-ı Kasım” (Kış Faslı), 6 Mayıs - 8 Kasım arası da “Rûz-i Hızır” (Yaz Faslı) olarak ikiye ayrılır. Kışın bitip, baharın geldiğini müjdeleyen Hıdırellez, ülkelere göre değişen biçimlerde şenliklerle kutlanır. Hızır ve İlyas peygamberlerin 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece buluştuklarına ve dilekleri gerçekleştirdiklerine inanılır. Sadece şenlik ve eğlence değil aynı zamanda geleceğe dönük dilekler içeren, bölgesel inançlara ve kültürel özelliklere göre farklılıklar taşıyan bu gelenek günümüze dek gelebilmeyi başarır. Zamana ve mekâna göre değişkenlik gösteren çok çeşitli Hıdırellez ritüellerine gelince: Hıdırellez’den önce evlerin temizlenmesi, temiz giysiler giyilmesi; 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece eski hasırların yakılarak üstünden atlanması; derede, nehirde yıkanmak; para kesesini açık bırakmak gibi çok sayıda ritüelin yanı sıra gül fidanının dallarına asılan ve dibine bırakılan adaklar da dikkat çeker. Gül dallarına asılan gömleğin sabah giyilmesi; gül dallarına bağlanan keselerin içindeki paraların bereket için saklanması; kâğıda yazılı dileklerin gül dallarına bağlanması; gül dibine ev maketi bırakmak adettendir.

İstanbul’da süregelen bir başka Hıdırellez âdeti ise “baht açma” âdetidir. Kısmetinin açılmasını isteyen genç kızlar, içinde su bulunan bir çömleğe kendi yüzük, küpe gibi takılarını koyduktan sonra gül dibine bırakırlar. Sabah dualar, maniler eşliğinde niyet çömleği açılır: “Bahtı barın bal olsun, içi dolu gül olsun!”

Tiyatro oyunları ile tanıdığımız Musahipzade Celâl, Eski İstanbul Yaşayışı isimli kitabında eski Hıdırellez adetlerinden şu satırlarla söz eder: 

“Ecnebilerin Noel babasına teşbih edebileceğimiz bizim de bir babamız vardır. Adına Hızır baba (Hızırilyas) deriz, aralarında bir mukayese yaparsak benzer taraflarını, ayrılıklarını görürüz. Noel baba sakalı ile bacalardan odalara girer, çocuklara hediyeler getirir, mumlar dikilmiş telli pullu çam dallarına (Noelağacı) zarif oyuncaklar asar geçer.

Bizim Hızırilyas babamız ise Baharın müjdecisidir. Penbeli, sarılı, allı, morlu bahar çiçeklerinden örülmüş cübbesi vardır. Al renkli külâhına sardığı baharın çimenleri gibi zümrüt yeşili pırıl pırıl pırıldayan sarığın ucu, nurlu yüzünü aksakalını okşar.

Daha geceden gül dallarına gümüş kuruşlar, çeyrekler bulunan kırmızı keseler bağlanır. Hıdrellezin bereket getirmesi için besmelelerle asılır. Gül dibine konan toprak çömleklere, her genç kız kendine ait yüzük yüksük, düğme gibi bir şey atar. Ağzı bir yemeni ile bağlanır. Hıdrellezin kırmızı pabuçlarının bastığı yerlerde renk renk çiçekler açılır. Elindeki değneğin dokunduğu gül fidanlarında güller biter. Bülbüller aşka gelir dem çeker. Baharın feyzi cihanı doldurur.

Sabahleyin bir kızın yüzüne bürümcükten bir duvak örterler. Sesi güzel kızlar birer mani söyler, duvaklı kız çömlekten bir niyet çeker, kısmeti çıkmayan kızların başında kilit açarlar. O gün kuzular doldurulur, sütler, yoğurtlar, helvalar, peynirli pideler, dolmalar yenir. Bazıları kendi bahçelerinde bazıların da kırlara çayırlara yayılırlar.”

Hıdırellez bayramlarının İstanbul’da yapılan kutlamalarına mesireler ev sahipliği yapar. Eskiden çayırları ve su kaynakları ile bilinen İstanbul’da, Hıdırellez kutlamaların ilk adresi Kâğıthane olurdu. Kâğıthane’yi sırasıyla Haydarpaşa, Göksu, Beykoz, Çamlıca, Veliefendi, Silâhtarağa, Eyüp, Eğrikapı, Okmeydanı, Kurbağlıdere, Kuzguncuk, Alemdağı, Bentler, Sarıyer, Tatavla (Kurtuluş), Maslak, Mecidiyeköyü… izlerdi. Yediden yetmişe, çoluk çocuk o gün sabahın erken saatlerinden itibaren yollara dökülür, mesire yerlerinde gözlerine kestirdikleri yerlere yerleşirler. Baraka ve çadırların da kurulduğu bu mesirelerde müzisyenlerin ezgileri eşliğinde dans eden, yiyip içen, oyunlar oynayan, salıncaklarda sallanan İstanbullular karanlık basmadan evlerine dönerlerdi…

 
Kâğıthane’de baharı karşılayan aileler…

Mesirelerden izlenimler

Hıdırellez kutlamalarının yapıldığı Avrupa yakasında Kâğıthane ve Anadolu yakasında Küçüksu mesirelerine konuk olalım. Sözü, İstanbul 1874 isimli kitabında baharı karşılayanlara ev sahipliği yapan Kâğıthane ve Küçüksu mesirelerinden izlenimlerini anlatan İtalyan seyyah ve yazar Edmondo De Amicis’e bırakalım: 

“Müslüman cinsi lâtifi görmek için büyük bir bayram günü Haliç’in iç taraflarındaki Kâğıthane veya Anadoluhisarı köyünün yakınındaki Küçüksu mesirelerine gitmek gerekir. Bunlar sık korulukları, iki küçük deresi, oraya buraya serpilmiş kahveleri, çeşmeleri olan ve herkesin gidebildiği iki kocaman bahçedir. Buralarda, çayırlarla kaplı büyük bir ovanın içinde, güneş ışıklarının geçemediği yeşil kubbeler teşkil eden ceviz, sakız, çınar, akçaağaçların gölgesinde, etraflarında halayıklar, haremağaları ve çocuklarla küme küme, öbek öbek oturmuş, yarım gün boyunca, bitmek tükenmek bilmeyen bir telâş arasında, yemek yiyen, şakalaşıp eğlenen binlerce Türk kadını görülür. Bu mesirelere gelir gelmez şaşırıp kalır insan. Müslüman cennetine mahsus bir bayram görüyormuş gibi olursunuz. Bir sürü beyaz yaşmak ve erguvan, sarı, yeşil, kurşunî ferace, rengâhenk elbiseli birçok halayık, küçük maskaralar gibi giyinmiş kaynaşan çocuklar, yere serilmiş büyük İzmir kilimleri, elden ele geçen gümüşlü, altınlı kaplar, bayramlık elbiseleriyle meyva ve dondurma koşturan Müslüman kahveciler, göbek atan Çingeneler, şarkı söyleyen Bulgar çobanlar, ağaçlara bağlanmış, sırmalı ipeklerle örtülü yerinde duramayan atlar, dere boyunca dörtnala giden paşalar, beyler, delikanlılar, bir kamelya ve gül tarlasının dalgalanmasına benzeyen uzaktaki hareketli kalabalık, bu renk okyanusuna durmadan yeni renkler boşaltmaya gelen boyalı kayıklar, fevkâlade arabalar, uzaklarda, orada burada ışıklı, türlü türlü manzaralarla değişen bu güzel yeşillik ve gölgelik içinde şarkıların, zurnaların, kavalların, dümbeleklerin, çocuk çığlıklarının karmakarışık sesi, bütün bunlar öyle hoşa giden ve öyle yeni bir şeydir ki, ilk defa görenin içinden bir tiyatro sahnesindeymiş gibi alkışlamak ve ‘Bravo!’ diye bağırmak gelir.”

Baharla beraber sağlığa, refaha kavuşmak isteyen İstanbullular için Hıdırellez günü şenliklere, eğlencelere katılmak önemliydi. Eski Hıdırellez bayramlarını anlatan yazarların dile getirdiği gibi maddi durumu uygun olmayanların bu uğurda “eşyalarını, elbiselerini ve hatta evininin kiremitlerini sattıkları” bugün bizler için “şehir efsanesi” gibi dursa da o gün mesire yerlerine gitmek İstanbullular için bir gelenek olmuştu. İstanbul’da Hıdırellez kutlamalarının en görkemlisi, en renklisi ve en şenliklisi olarak tarihe geçen Kâğıthane, her yıl binlerce İstanbullunun akınına uğrardı. Yer Adları ve Yer Adlarına Bağlı Folklor Bilgileriyle İstanbul kitabının yazarı Mehmet Halit Bayrı, Kâğıthane’deki Hıdırellez kutlamalarını anlatır:

“Kâğıthane’nin mevsimi ilkbahardı. Hele ilkbaharın ilk günü itibar edilen Hızır-İlyas gününden sonra Kâğıthane’ye gidenlerin hesabı yoktu. Fakat Kâğıthane’nin en kalabalık, en neşeli günü olduğu gün, Hızır-İlyas günüydü. İstanbul halkının dilinde dolaşan bir rivayete göre Hızır-İlyas günü Kâğıthane’ye gitmek için bir hafta önce hazırlığa başlayanlar, borçlananlar, kışlık elbise ve paltolarını ve başka lüzumsuz eşyasını, hattâ evinin kiremitlerini satanlar olurdu. Eskiden Hızır-İlyas günü kendisini Kâğıthane’ye götürmediği için kocasından boşanmaya kalkışan kadınlara da tesadüf edilirdi. Bu rivayetler bir asla dayanmıyan mübalâğalardan ibaret telâkki edilse bile İstanbul halkının Kâğıthane mesiresine düşkünlüğünün derecesini ifade etmesi bakımından her halde büsbütün değersiz ve ehemmiyetsiz değildir.”Hıdırellez’in en renkli ve en hareketli kişileri Romanlardı…

“Hıdırellezden sonra yazdır efendi efendi!”

Hıdırellez gününü hep birlikte yenilen yemekler kadar hep birlikte söylenen şarkılar, türküler ve danslar şenlendirirdi. Mesirelerde şarkı söyleyen, dans eden Romanlar, Hıdırellez gününün en renkli ve en hareketli kişileri olarak öne çıkardı. Başlarında renk renk dallı budaklı yemenileri ile ellerinde çiçeklerle şarkı, türkü söyleyen genç kızlar; saz takımları; ikili, üçlü olarak dolaşan müzisyenler… hepsi Hıdırellez’in güzellikleri idi…

Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk yıllarına dek geleneğe uygun olarak kutlanan Hıdırellez bayramları, zaman içinde eski görkemini yavaş yavaş yitirmeye başlar. 5 Mayıs geceleri yerine getirilen ritüeller azalsa da 6 Mayıs sabahı mesire yerlerine erkenden gitme alışkanlığı uzun süre kaybolmaz. Atlı arabaların yerlerini otomobiller, kamyonlar almıştır. İstanbul o gün hareket halindedir. Yiyecek, içecek dolu sepetler, semaverler, hasırlar, kilimler ve ille de gramofonlar araçlara yerleştirilmiş, bütün aile, bütün mahalle birlikte eğlenmek üzere hazırdırlar.

Birkaç gazete haberini birlikte okuyarak, İstanbul’da Hıdırellez kutlamalarını anlatmaya devam edelim. 7 Mayıs 1929’da Akşam gazetesinde yayımlanan “Bu gün Hıdırelleztir. Bu sabah bir çok halk mesirelere taşındı.” başlıklı haberi noktasına, virgülüne dokunmadan aktaralım:

“Bu gün Hıdırelleztir. Eski Hıdırellez günleri kadar olmamakla beraber bu sabah gene sokaklar, tramvaylar, vapur iskeleleri epice kalabalıktı. Bir çokları yiyecekleri, gramofonları ile beraber arabalara, otomobillere biraz bahar havası almak için kırlara, sayfiye yerlerine gitmişlerdir. (…)

Eğlenmek için Kâğıthane’ye koşan aileler grup grup oturmuşlar, gramofon çalışıyorlar, dans ediyorlardı. Arada bir çok Çingene kadınları da şarkı söyliyor, göbek atıyordu.

Hıdırellez münasebetile bu gün askerlerimize kuzu eti yedirilmiştir.”

Hıdırellez kutlamalarının bir başka adresi de Beykoz Karakulak Suyu idi…

1932 yılında şenlikler yine gazetelere manşet olur. İşte, 7 Mayıs 1932 tarihli Akşam gazetesinin “Dün Kâğıthane görülecek âlemdi” başlıklı haberi:

“Hıdrellez deyince akla Kâğıthane gelir. Fakat dün kalabalık olan yalnız Kâğıthane değildi. Balıklı, Boğaz, Edirnekapı, Yedikule, Mısır tarlası, Hürriyetiebediye tepesi, Kazıklıbağ, Fulya tarlası, Çırpıcı, Veliefendi ve sair yerler de pek kalabalıktı.

Bir taraftan yemekler ısınıyor, bir taraftan kahveler pişiriliyor, bir taraftan erkekler grubunda kadehler tokuşturuluyordu. Çengiler oynarken uzaktan bir gazel başlıyor, bunu bir:

- Yaşşa!.. Narası takip ediyordu.”      

Sonra… sonra II. Dünya Savaşı yılları gelir. Artık İstanbul’un nüfusu bir milyon kişiyi geçmiştir. Savaş sonrası mesirelerin yerlerini binalar alacaktır. Dünya ve Türkiye değişmektedir. Bir yandan İstanbul nüfusu katlanarak artarken diğer yandan çok katlı binalar çoğalmaya başlar. Hıdırellez bayramı, ritüelleri yıllar içinde parlaklığını yitirir.

Zaman geçer… Hıdırellez, bugün Türkiye’nin birçok yerinde hâlâ kutlanmakta. Pek çok şehirlerde, kasabalarda, köylerde yaşatılan Hıdırellez geleneği özellikle Kırklareli’nde, Edirne’de çoğunlukla Romanların katıldığı “Kakava Şenlikleri” ile devam etmekte. İstanbul’da 1990’ların sonundan başlayarak Kâğıthane Belediyesi tarafından düzenlenen “Kâğıthane Hıdırellez Roman Şenliği” ile Eminönü, Ahırkapı’da yapılan “Ahırkapı Hıdırellez Şenliği” bu geleneği günümüze taşıyan şenlikler olarak sürmekte…

Hıdırellez’in hepimize sağlık, bereket ve şans getirmesi dileğiyle yazıyı, o zamanlar meşhur olan bir maniden satırlarla noktalayalım:

“Tavuğun büyüğü kazdır efendi efendi
Hıdırellezden sonra yazdır efendi efendi!”

 •

 

GİRİŞ RESMİ:

Münif Fehim’in fırçasından Kâğıthane’de âlem…