Barış Bıçakçı kurmaca dünyasıyla güncel zamandan ayrılışını ifade ederken, bir yandan da pazar koşullarının gerektirdiği hiçbir ilişkilenme tarzına yanaşmayarak ilk kısımdaki ayrılışını güçlendirme eğilimi gösterir
02 Kasım 2017 14:21
Bir gizlilik tabakası kaplamıştır Barış Bıçakçı’nın yazarlık konumunu. Her şeyin mutlak bir görünür olma hâliyle damgalandığı bir dönemde bu tabakanın varlığı hiç şüphesiz bir imtiyaz kaynağıdır. Bıçakçı ismi etrafında oluşan çeşitli mitlerin imtiyazın sert duvarında gedikler açma amacı taşıdığı söylenebilir; ancak bunun istenilen sonucu ortaya çıkarmadığı da biliniyor. Edebî ontolojisini kamusal alandan sakınarak sürdüren bir yazar olarak Bıçakçı, sadece metinleri kanalıyla bir söyleşim sistemi kurmayı seçmiş gibidir. Bu tercih giderek yazınsal özgürlüğün yazar dışı çerçevelerle kuşatılması sonucunu getirse de, metne bir tür gizem zerk eder. Sahici deneyimi modernliğin şok edici yaşam koşullarında kesintiye uğrayan bireyin bir tür inziva modeli inşa etmesi şaşırtıcı değildir. Walter Benjamin’e göre, deneyim hiçbir zaman stratejik deneyimin siper savaşı, iktisadî deneyimin enflasyon, bedensel deneyimin mekanik savaş, ahlakî deneyimin iktidar sahipleri tarafından boşa çıkarıldığı bu dönemdeki kadar yalanlanmamıştı.1 Bıçakçı’ya teknoloji tarafından tasallut altına alınmış olan gündelik hayatın herhangi bir mecrasında bir söz üreticisi olarak rastlanılamaması deneyime yüklediği niteliksel değerle yakından ilişkilidir. Okurlar yalnızca kitapları kanalıyla iletişime geçmeyi öneren bir yazınsal varoluşla karşı karşıyadır. Ancak bu öneri dijital tahakküm biçimlerinin hemen her şeyi özdeş ve mekânsal açıdan eşit kılan koşullarında geldiği için teklifin sahibine negatif bir bakış atfeder.
Bıçakçı bir yandan oluşturduğu kurmaca dünyayla güncel zamandan ayrılışını ifade ederken, diğer taraftan pazar koşullarının gerektirdiği hiçbir ilişkilenme tarzına yanaşmayarak ilk kısımdaki ayrılışını daha da güçlendirme eğilimi gösterir. Yazarın kurmaca metinleri dışında kendi yazarlık ve yaşam tecrübesine dair yazdığı tek metin olan Kurbağalara İnanıyorum’da geçen şu cümleler bu açıdan önemlidir: “Benim varmaya çalıştığım yer galiba, güzel ama hiçbir işe yaramayan cümleler ile dolu bir yer. Kullanılamayacak kadar güzel cümleler yazmak istiyorum.”2 Negatif bir anlatı meydana getirme çabası vardır burada: Kelimeleri bilindik mecralarından çekip çıkararak işlevsel ve amaçlı kılınmayacakları bir alana iletmeyi tasarlayan bir yazınsal ütopya kurmak ister gibidir Bıçakçı. Örneğin, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’de “Edebiyatın kendini ortaya koymak olduğuna inanmayan” bir sese rastlanır.3 Yazıya atfedilen bu Beckettvari kıymet, kurmaca gerçekliği dışsal gerçeklikten büsbütün ayırma çabasıyla mazruftur. Yine de, edebiyatı amaçlılıktan arındırmaya dönük bu eğilimin büsbütün rafine ve fazlasıyla içe dönük bir kültürel tutuma tekabül ettiği söylenemez. Bu anlayışın kökeninde, metni büyük söylemlerin kapsayıcı atmosferinden kurtarma ve bu yolla ona sadece yazınsal enerjinin dolayımıyla yaklaşma arzusu göze çarpar. Nitekim bu niyetin başka türden ilerlemeci anlayışlarla bir ortaklığı söz konusu edilemez. Bıçakçı oldukça minör bir noktadan yola çıkarak edebî alanın etrafını mahremiyetin amblemleriyle kuşatmayı tasarlar. Aynı kitapta, kendi çizgisinin kesikli olduğunu, buna karşılık, başkalarının çizgilerinin hemen her zaman kesiksiz göründüğünü söylerken de, yazma deneyiminin tekilliğine ilişkin bir öz farkındalık sergiler.4 Bıçakçı gündelik hayatın hemen her şeyi atomize eden parçalanışında bir bakıma fildişi kuleden seslenerek yazınsal pozisyonunu betimler.
Ancak bu fildişi kule bir “kibir bölgesi” olarak anlaşılmamalı: Zira Bıçakçı’nın tavrında dünya meselelerine dair soğuk ve mesafeli bir tutumdan söz etmek kabul edilebilir değildir. Görüntü ve hemen her konuda söz söyleme dürtüsünün tetiklediği bencillikten değil, iyice düşünmeye ve demlemeye bırakmaya dayalı bir diğerkâmlıktan yol alan bir bakıştır bu. Öyle ki, bu edebî pozisyonun içerdiği susma hâli, yazarını patron, müşteri, tüketici, düşman, aracı ve yapıtının çarpıtıcısı olarak çıkan dünyaya olan tutsaklık bağlarından kurtarır.5 Kamusal alan bütün şiddetli göstergelerin çarpışma yeri olarak düşünüldüğünde, Bıçakçı’nın buradan uzak durmayı seçmesi toplumsal bir davranış olarak kayıtlara geçer. Özellikle de kamusal alanla ilgili bütün tasarımların birleşme noktası olarak kabul görmeye başlayan sosyal medyadan uzak durmak bu türden bir davranıştır. Bıçakçı toplumsal bir eylem kategorisine yerleştirilebilecek bu tavrıyla bir yandan da sahte bireyselleşme ihtimaline kapıları kapatmıştır. Benliğin her türden özgürleşmesi demek olan bireyselleşmeden değil, herkesi birbirinin taklidi kılarak kitleselleştiren dijital kültüre yönelik bir karşıtlık temelinde politika güder. Kaldı ki, sahte bireyselleşme gerçek içsel içeriğe karşı üslubu çekici kılar.6 İçselliğin ve özsel varlığın değil, dış yüzeyin ve görüntünün geçer akçe olduğu bu dönemle barışık olamamak yazınsal sahiciliğin temel dayanaklarından biri olmuştur Bıçakçı’da.
Kitle kültürü tarafından massedilme ve metalaşma, kendi sınırlarını kolektif yapının baskın unsurlarına karşı korumaya çalışan zamane sanatçısının en önemli korkularından biri hâline gelmiştir. Bugünün imkânları içinden var olan bir yazar için modern olmak, âdeta sürpriz ve hıza, adrenalin ve zamansal kopuşun sarsıntılarına bağımlı yani “şok-kolik” olmak demektir.7 Bıçakçı belki de bu şok durumunu asgari düzeyde deneyimlemek adına yazınsal mekânda bir geri çekilme meydana getirmiştir. Bıçakçı’nın sadece yazdıklarını esas alarak söyleşme isteği hiç kuşkusuz yalnızca modern dönemde bir kriz olarak addedilebilir. Yoksa yazar ve metnin birbirlerinin ayrılmaz parçaları olduğunu söylemek artık doğru olmaz. Başka bir deyişle, metin yazar tarafından üretilen ama peyderpey ondan bağımsızlaşarak kendi özelliklerinin belirgin çizgileriyle sınırlı bir nesneye dönüşmeye başlar. Roland Barthes’ın ünlü “Yazarın Ölümü” yazısında dediği gibi, bir metne Yazar atamak o metne kilit vurmaktır, onu nihai bir gösterilene/ kavrama mahkûm etmektir, yazıyı kapatmaktır.8 Metne başlı başına bir hareket tanıyan bu anlayışla ilerlendiği takdirde Bıçakçı’nın kendisini ortalamadan/ gündemden uzaklaştırma isteği tuhaf gelebilir. Daha doğrusu, bu yolla metne bir özgürlük alanı açmak, piyasanın acil ve tüketime dönük çağrılarına kulak tıkamak yönünde bir amaç taşındığı düşünülmemelidir.
Aslında Bıçakçı doğrudan doğruya güncelin ağır bir saldırı hâlinde ilerleyen imgelem boğuntusundan kurtulmak ister gibidir. Görünmeyerek, saklanarak ve nihayet bütün pencereleri sıkı sıkıya kapatarak bir mahremiyet teleolojisine ulaşmayı düşler. Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra’da hem Başak hem de Umut sanki bir tehdit ihtimali varmış gibi, aralarına kimse sızmasın diye her yeri en küçük boşluğa kadar kapatmışlardır.9 Bıçakçı ortak dilin ve duyarlığın ölümüne ağıt yakan bir yazarlık tavrını benimser. Söz gelimi Sinek Isırıklarının Müellifi’ndeki yazar bu dili bulamamaktan şikâyet eden bir hâletiruhiye içinde âşık olmanın zorluklarından söz eder.10 Ortak dilin gündelik deneyimin aşırı deforme edici ortamı içinde irtifa kaybederek türlü türlü tikelliklere hapsolması bir kriz anlamına gelir. Bıçakçı’nın yakınması bu kriz durumuna çözüm bulmaktan uzak duran; çünkü kapılma ihtimaline önlem almak isteyen bir tutum olarak okunabilir. Akıntıya karşı kürek çekmekten yana bir edebî varoluş değil, akıntıya dâhil olmamayı öneren bir çağrı daha evla görülür.
Bıçakçı’nın “hayalet yazar” görünümü adı altında gerçekleştirdiği edebî yolculuğu bireyselleşme vaazlarının aşırı bir popülizmle harmanlanarak çiğ bir yapıya dönüştüğü bir zamansal dilimi kat ediyor. Bu doğrultuda yaşanan gizli kapaklı yolculuk, narsistik yaranın kendi içinde daha fazla kabuk bağlama riskini taşısa da, yazarın rekabet ve hırsa dayalı medya balonlarından özgürleşmesine olanak sağlar. Mahremiyetin Türkçe edebiyattaki bu en canlı kanlı örneklerinden birinde, gizlilik kamusal tehdidin her türden anonim baskısına karşılık bir öz benlik kültürü örgütler. Yazarın yalnızca metinlerin sunduğu bilgiyle var kalmayı seçimi, diğer bütün seçimleri anaforuna çeker. Vitrinde olmanın, sözü teknolojik kara deliğin uçsuz bucaksız uzamına aktarmanın ve giderek bu alanın dayattığı varlık tarzını benimsemenin yazınsal kapasitede yol açtığı gerilemelere minnet etmeyen Barış Bıçakçı, dedektif romanları tadında bir hikâyenin en başat figürlerinden biri olmaya devam ediyor. Bu başatlık, benliğin gündelik sunumunun farklı türden görünümlerine yüz çevirmeden, kendisinin baş rolünde olduğu gerçekliği deneyimlemeyi sürdüren bir bakışla mühürlendiği için eleştirel ruhunu metinsel zamanı boyunca sürdüreceğe benziyor.