Müjde Ar, 80’ler boyunca rol aldığı filmlerle kadın cinselliğini farklı bir bakış açısıyla yansıtan bir başrol olur, hatta Türkiye sinemasındaki kadın temsilinin önemli ölçüde değişmesini sağlar...
06 Nisan 2017 14:07
Söz konusu klişe olunca “Yeşilçam klişeleri” başlığı altında onlarca klişeyi arka arkaya sıralamak mümkün. “Aşkımızı parayla satın alamazsınız, ben senin bildiğin kızlardan değilim, kurtaracağım seni bu hayattan” ve daha bir sürü örnek cümleyi içinde barındıran hikâyeler bu yazının konusu değil. Bu yazıda “klişeleri kıran kadın” olarak bilinen Müjde Ar’a, onun kendini sinema tarihimize kendini bu şekilde kabul ettirmesine sebep olan politik zemine ve filmlere odaklanacağım. Başlarken, Müjde Ar’ı klişeleri kırmak noktasında en sivri isim yapanın onun standart bir toplumsal güzelliğe sahip olmaması ya da dönemin aktristlerinden daha cesur olması gibi özelliklerinin yanı sıra dönemin politik zeminin ve sinema dünyasının içinde bulunduğu değişimin de önemli etkisi olduğunu söylemekte fayda var. Müjde Ar’ın klişelerin dışında bir kadın karakter olması, onun dönemin birçok aktristinin aksine elini taşın altına koymayı bilmesinin yanı sıra 12 Eylül 1980 darbesinin ve doğru zamanda doğru yönetmenlerle çalışması gibi tesadüfi diyebileceğimiz sebeplerin de etkisini görmezden gelmemek gerekir. Müjde Ar, kadınların -kadın karakterlerin- "melek" ya da "şeytan" olmadığını ortaya serer, hatta bu iki uç imgeyi birleştiren kadın tipinin ortaya çıkmasını sağlar.
Müjde Ar’ın filmografisine göz attığımızda, burada odaklanacağım Aaahh Belinda, Asiye Nasıl Kurtulur, Dağınık Yatak, Gizli Duygular, Asılacak Kadın, Kupa Kızı gibi toplumsal cinsiyet rollerini ve klasik Yeşilçam aktrist algısını yıkacak karakterlere hayat vermeden önce, 1975 yılında TRT’de yayınlanan Aşk-ı Memnu dizisindeki Bihter rolüyle kariyerine başladığını görürüz. Söz yazarı ve tiyatro oyuncusu Aysel Gürel ve gazeteci Vedat Akın’ın çocukları olarak dünyaya gelir. 70’lerin başlarında mankenlik ve fotoroman oyunculuğu ile gösteri sanatlarına ilk adımını atar. Kariyerinin 80 öncesi döneminde Kızını Dövmeyen Dizini Döver, Tokat gibi hem toplumsal cinsiyet rollerini yeniden inşa eden hem de Yeşilçam klişelerini bolca içinde barındıran filmlerde de başrolde olduğunu görürüz, fakat 80 darbesiyle değişen siyasal ortam, sanatın her dalına olduğu gibi sinemaya da dayatılan sansür ve Avrupa’daki kadın hareketinin de etkisiyle sadece Türkiye sineması değil, Müjde Ar’ın kariyeri de önemli bir kırılma yaşar.
1980 öncesi filmlerinden, Kızını Dövmeyen Dizini Döver (1977) filminde Müjde Ar, Sevil isminde zengin bir ailenin manken kızını canlandırır. Sevil, Ferhan Şensoy’un canlandırdığı Tarık adlı serseri sevgilisinin evlenmeden önce ilişkiye girme teklifini reddeder ve onu terk eder. Sevil, Tarık tarafından uğradığı fiziksel ve duygusal şiddet sonrasında babasından da ahlaksızlık yaptığı gerekçesiyle “kızını dövmeyen dizini dövermiş” denilerek bir tokat yer. Bu tokat âdeta bugün de değişmeyen bir algı olarak, okumuş ya da kendi hayatını yaşayan genç kadınların mutlaka başına bir şey geleceği klişesini yeniden inşa eder. Sevil, hem sevgilisi hem babası tarafından cezalandırılmıştır, filmin sonunda izleyicinin çıkarması gereken mesaj Sevil’in masumiyeti olması gerekirken, akıllarda kalan özgür yetiştirilen genç kadınların başına kötü şeyler geleceği ya da onların eninde sonunda toplum nezdinde ahlaksız davranışlar sergileyeceğidir.
1980 darbesi bir kırılma noktası olsa da buraya gelene kadar belki de Müjde Ar’ın bu dönemde neler yapacağının, onu ne derece aykırı rollerde göreceğimizin sinyallerini veren 1975 yapımı Köçek filminden de bahsetmeden geçmek olmaz. Müjde Ar, Nejat Saydam’ın yönetmenliğini yaptığı filmde Caniko isminde, genellikle arkadaşları erkek olan ve bir erkek gibi yaşayan interseksüel bir mahalle çocuğunu canlandırır. Caniko, geceleri para kazanmak için köçeklik yapar. Günün birinde kaçırılır ve tecavüze uğrar. Bunun üzerine çift cinsiyetli olduğu için bıçaklanır ve hastaneye kaldırılır. Bu sırada geçirdiği cinsiyet geçiş ameliyatıyla kadın olur. Filmin sinopsisi diyebileceğimiz bu cümlelerle bile filmin Türkiye sinemasında görmeye pek de alışkın olmadığımız interseksüellik gibi bir konuyu beyazperdeye taşıdığını görürüz. Yine burada da, sokağa çıkan kadının cezalandırıldığı gibi ikili cinsiyet sistemine uyum sağlamayanın da cezalandırıldığı klişesiyle karşılaşsak da filmin mutlu sonla bitmesi "klişeleri yıkan" taraf olarak ön plana çıkar. Filmin belki de en önemli sahnesiyse Caniko’nun rüyasında kendisini ve âşık olduğu adamı gökkuşağının altından geçerken görmesidir. Rüyasında evleneceği adamı gelinlik, kendisini damatlıkla gören Caniko, uyandığında bunun gerçek olmadığını görse de filmin sonunda âşık olduğu adamla evlenebilir.
1980 yılındaki sıkıyönetim sonrasında siyasî iktidarın korunması için basınla birlikte sinema ve televizyon yapımları da sıkı bir denetime ve izne bağlanır. Yeşilçam sinemasındaki kadınlar 1980’lere kadar başrolde iyi eş, anne, arabulucu ya da yardımcı rollerde iffetsiz, baştan çıkaran, ara bozan kadın karakteri şeklinde temsil edilir. 1980 yılına kadar politik filmler aile kavramı üzerinden yıldız sistemiyle yapılırken, darbe sonrası toplumsal politik filmlerin odağı değişir. Odak artık birey, özellikle de kadındır. Yıldız sistemi devam etse de dönemin politika konuşmaya ve yapmaya müsaade etmeyen ortamı hem yapımcıları hem yönetmenleri farklı izleklere odaklanmaya yönlendirir. 1982 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye’ye layık görülen Yılmaz Güney’in Şerif Gören’le yönetmenliğini yaptığı Yol filmi Türkiye’de yasaklanır ve gösterime girmez. Toplumcu bir film üretmek, üretilse bile onu yaygınlaştırmak artık mümkün değildir. Diğer yandan Avrupa’daki feminist hareketin de Türkiye’de yansımalarının görüldüğü, Türkiye kadın hareketinin ilk adımlarını atmaya başladığı bu yıllarda bireyci filmler öne çıkar. Birey üzerinden dünyayı tanımlayan, romantik bir dönem başlar. Bu dönemdeki filmler aynı zamanda romantiktir, çünkü bireyin iç buhranı ve dünyayla yaşadığı çelişkilere odaklanır. Bu dönem filmlerine birçok kaynakta “kadın filmleri” denilse de, cinsiyet politikası adına önemli cümlelerin kurulduğu bir dönemdir.
İşte tam bu noktada standart başrol kadın güzelliğinin dışında kalan Müjde Ar, döneminin çok ilerisindeki filmlerde, daha önce pek görmediğimiz bir temsil ile karşımıza çıkar. Müjde Ar, 80’ler boyunca rol aldığı filmlerle kadın cinselliğini farklı bir bakış açısıyla yansıtan bir başrol olur, hatta Türkiye sinemasındaki kadın temsilinin önemli ölçüde değişmesini sağlar.
Türkan Şoray’ın başrolünde olduğu, Şerif Gören’in yönetmenliğini yaptığı On Kadın (1987), Türkan Şoray’ın dokuz farklı sosyal ve ekonomik konumdan kadın karakteri canlandırdığı film, dönemin Türkiye'sinde kadın olmaya dair bir panaroma sunar. Pınar Kür’ün romanından Feyzi Tuna’nın yönetmenliğiyle beyazperdeye aktarılan Bir Kadın Bir Hayat (1985) filmi, boşanmak isteyen kadının erkek dünyasında tutunma çabasından bahseder. Hale Soygazi’nin başrolünde olduğu, Duygu Asena’nın aynı adlı kitabından aktarılan Kadının Adı Yok (1988) kadın- erkek arası toplumsal eşitsizliği konu alır. Bir Yudum Sevgi (1984) de aynı dönemin ruhunu yansıtan geleneksel Türk aile yapısı içinde kadın olmaya odaklanmış filmlerden. Toplumsal güzelliğiyle öne çıkan ve Yeşilçam sinemasında kendine yer etmiş bu gibi isimler de kadın cinselliğini konu alan ve dönemin ruhuna uygun olarak klişeleri yıkan filmlerde rol alıyor. Fakat hiçbiri Müjde Ar kadar etkili olmuyor. Bunun birçok sebebi olduğu gibi, Müjde Ar dışındaki oyuncuların güzelliğinden ve ahlakından ödün vermeme hâlleri onun kadar kalıcı bir etki bırakamamalarının en önemli sebebi diyebiliriz. Hiçbiri Müjde Ar kadar riskli rollere girmiyor ve kadın cinselliğine dair onun kadar cesur cümleler kurmuyor.
Bu döneme dair şu önemli anektod neden 80 dönemi sonrasında akıllarda klişeleri yıkan kadın imgesi olarak kalan ismin Türkan Şoray ya da bir başkası değil, Müjde Ar olduğunu en net hâliyle açıklar gibidir. 1981 yılında Ah Güzel İstanbul filmi için başrol oyunculuğu Türkan Şoray'a önerilir ancak o, soyunamayacağını söyleyerek bu teklifi geri çevirir. Rolü Müjde Ar alır ve bu filmdeki rolüyle 18. Antalya Film Festivali'nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü’ne layık görülür.
Türkan Şoray, bu dönemde gerçekleştirdiği bir söyleşide kadın cinselliğinin sinemaya dâhil olması üzerine şu sözleri söyler: "Kadının cinselliği hep ayıp, yok sayılıyordu. Ama bu bir gerçek.... İnsansak, yaşıyorsak, yemek yiyor, uyuyorsak, cinsellik de yaşamın bir parçası. Değişimle birlikte bu sinemaya yansıdı" der (Kelebek, 1999).
Bu değişimi nasıl yaşadığını ise şöyle ifade etmektedir Türkan Şoray:
“Toplumun değişmesine bağlı bir olay bu. Toplumun zevkleri ve beğenileri değişmeye başladı. Eskiden izleyici o tarz filmleri seviyordu. Şimdi televizyonda yabancı filmleri görüyor, iyi oyuncuları tanıyor. Bu değişim sinemayı zorladı. Artık eski filmlerde yaptığımız şeyler istenmemeye başlandı. Mesela bir aşk sahnesinde geçiştirilen sahneleri seyirci yadırgamaya başladı. Eskiden oyuncular el ele tutuşur, kamera oradan çiçeklere dönüverirdi. Daha gerçekçi olmaya başlayan seyirci başka şeyler istemeye başladı. Biz de ne yapmamız gerektiğini düşünmeye başladık. Bu değişime ayak uyduramadığımız zaman çağ dışı kalacaktık. Aynı kişilikte kaldığımız sürece unutulup gidecektik. Devamlı yeniliğe, çağa, değişime ayak uydurmak zorundaydık ve bunu yapabilenler kaldı Türk sinemasında.”
Müjde Ar’ın sinema kariyerinde kırılmayı yaratan ilk film 1984 yapımı, senaryosunu Murathan Mungan’ın yazdığı, yönetmenliğini Atıf Yılmaz’ın yaptığı Dağınık Yatak’tır. Zengin erkeklerle metres hayatı yaşayarak onların sağladığı imkânlarla lüks içinde yaşayan Benli Meryem, partide rastladığı genç bir komiye âşık olur. Benli Meryem, birçok erkekle birlikte olan ve bu özelliği üzerinden aşağılanmayan bir başkarakterdir. Filmde, toplumsal doğru ya da yanlış olduğunu düşünmeden, salt kendi arzusu üzerinden çelişki yaşayan bir kadın olarak çıkar karşımıza. Yaşadığı çelişkileri toplumsal ahlak kuralları üzerinden değil, bireysel gelgitleri üzerinden yaşaması, Türkiye sinemasındaki klişe kadın karakter imgesine atılmış bir çizik gibidir âdeta.
Aynı yıl Şerif Gören’in yönetmenliğini yaptığı Gizli Duygular filmiyleyse bekâret ve namus gibi kalıpları kırar Müjde Ar. Bir diğer değişle 1974 yılında bekâret konusu üzerinden Kızını Dövmeyen Dizini Döver filminde cezalandırılan Müjde Ar, on yıl sonrasında o kadının da intikamını almıştır. Bekâr bir çift olan karşı komşularını gözleyerek kendi cinselliğini keşfeden ve beyazperdede bu kadının arzusunu ve cinselliğini cesurca gösteren bir Müjde Ar vardır. Mahalle baskısı ve kim ne der gibi klişe korkuları yenen, dolayısıyla bu algıyı da kıran bir kadın karaktere hayat verir.
1985 yapımı, Atıf Yılmaz’ın hem senaristliğini hem yönetmenliğini üstlendiği, Necati Cumalı’nın aynı adlı eserinden aktarılan Dul Bir Kadın filmi, toplumsal ahlak algılarını yıkan bir hikâyeye sahiptir. Filmde dul ve çocuk sahibi bir karakteri canlandıran Müjde Ar ve arkadaşı rolündeki Nur Sürer arasında örtük de olsa kadın kadına bir çekim olduğu gibi, ikili Yılmaz Zafer’in canlandırdığı aynı adamla da bir ilişki yaşamaktadır. Toplumun ona atfettiği roller ile kendi arzuları arasında kalan bir Müjde Ar vardır karşımızda. Toplum nezdindeki dul kadın imgesi, yaşanan özgür cinsel yolculuk üzerinden yeniden yorumlanır.
1986 yılında Müjde Ar, Atıf Yılmaz sinemasının en önemli kadın karakterlerinden biri hâline gelmiştir. O yıl altı filmde başrol oynar. Bu filmlerden Aaahh Belinda, Kupa Kızı ve Asiye Nasıl Kurtulur, Müjde Ar’a belki de klişeleri yıkan kadın unvanını kazandıran en önemli yapımlardır. Bu yıl, Fransız sinemasının önemli yapıtlarından, başrolünde Catherine Deneuve’ün oynadığı 1967 yapımı Belle de Jour (Gündüz Güzeli) filmi Kupa Kızı adıyla Türkçeye uyarlanır. Zengin kocası sayesinde varlıklı bir hayat süren Müjde Ar, arzularının peşinden giderek, para kazanma kaygısı olmadan gündüzleri bir genelevde çalışır; akşamları ise kocasıyla sıradan yaşamına devam eder. Aynı yıl Atıf Yılmaz yönetmenliğindeki Asiye Nasıl Kurtulur filmi genelevde çalışan bir seks işçisinin bu “ahlaksız” yerden nasıl kurtulacağına dair sorular sorar. Vasıf Öngören’in tiyatro oyunundan aktarılan Asiye Nasıl Kurtulur, toplumsal erkek algısının bir yansıması niteliğindedir. Filmde Fuhuşla Mücadele Derneği Başkanı Seniye Gümüşçü rolündeki Nuran Oktar, erkek aklın filmdeki temsili gibidir. Her seferinde, çıkmaza düşen Asiye için en doğru yönlendirmeyi yapacak kişi odur. Asiye sadece onun istediği şekilde hareket ettiği sürece hayatın çıkmazlarını çözebilecektir. Oysa Asiye tüm bu söylenenleri yapmasına rağmen o sistemin içinde kaybolur. İlginçtir ki Türkan Şoray da filmin 1973 yapımı, Nejat Saydam’ın yönetmenliğini yaptığı versiyonunda Asiye’yi canlandırır. Türkan Şoray, filmin sonunda kurtuluşu ölümde bulurken, Müjde Ar kurtuluşu, o çarkın bir parçası ve dolayısıyla kazananı olmakta bulur. Yine Atıf Yılmaz’ın yönetmenliğini yaptığı Aaah Belinda, hem dönemin kadın sineması açısından hem de Müjde Ar’ın sinema kariyeri açısından âdeta bir başyapıttır. Müjde Ar’a dair klişeleri yıkan kadın algısı bu filmle birlikte sarsılmaz bir şekilde, bugün bile aşılması güç bir şekilde perçinlenecektir. Bir tarafta bekâr, cinselliğini özgürce yaşayan, entelektüel oyuncu Serap, diğer tarafta evli ve çocuklu bankacı Naciye. Kadın, evli ve çocuklu yani toplumun öngördüğü hayatı mı seçmelidir yoksa özgür, dışadönük, sosyal yaşantıyı mı sorusunu en çarpıcı şekilde sorar. Nitekim Serap, bu dayatmanın ürünü olan bir reklam filminin içine düşer. Aaahh Belinda filminde, Serap’ın arkadaşlarının Asiye Nasıl Kurtulur oyununu sahnelemek üzere çalışıyor olmaları elbette bir tesadüf değildir. Asiye de Serap da toplumsal baskı sarmalının içinden kolay kolay kurtulamayacaktır. Aaahh Belinda filminde gördüğümüz, çocuğun dayak ve korkuyla eğitimi, kocanın ve babanın sarsılmaz iktidarı, piknik çilesi, kayınvalide baskısı gibi soru sormaya müsaade etmeyecek kadar hayatımıza girmiş her tür olgu kadın için aslında bir hapishaneden farklı değildir. Serap, Naciye rolünü her kadın gibi kabullenir ve o sistemin parçası olur. Film, izleyiciye kadının heteroseksist aile yapısı içinde sıkışmışlığını gerçekçi ve klostrofobik hâliyle sunmasıyla bir çözüm üretmekten çok, bu gerçeğe dair kolay kolay etkisinden çıkamayacağımız bir hikâye sunar.
Geriye dönüp baktığımızda "Müjde Ar neden klişeleri yıkan kadın olarak adını Türkiye sinemasına yazdırmıştır" sorusunun tek bir cevabı olmadığını görürüz. Dönemin trendi olarak anılacak kadın filmleri akımında, gerçekten bu konuyu dert etmiş, ses getiren ve bugün bile aşılması zor filmlere imza atmış bir Müjde Ar kalır geriye. Dolayısıyla Müjde Ar, diğer yıldız oyuncuların aksine özel yaşamında ya da katıldığı televizyon programlarında da kadın cinselliği üzerine açıkça konuşabilmesi, belli kalıplara sıkışmaması ve bu tutarlılığıyla kendisine atfedilen rolü sonuna kadar sürdürebilmesiyle Türkiye sinema tarihinde her zaman farklı bir yere sahip olacaktır.