“Akademik dayanışma ve ortaklaşma kültürü, kadın çalışmaları alanında aslında var ama bu kurumsal olarak çoğunlukla öne çıkmıyor, yani kurumlar değil, kişilerin yaptıkları birtakım ortak çalışmalarla seslerini duyurmaları mümkün oluyor."
10 Haziran 2021 12:00
GÜLŞAH TORUNOĞLU: Hocam, hoş geldiniz. Öncelikle Anayasal Demokrasinin Savunucusu ödülü için tebrik ederim.
BERTİL EMRAH ODER: Çok teşekkür ederim. Benim için de güzel bir sürpriz oldu. Ocak ayında ödülü alacağım büyük bir zirve olacak. Beş günlük, araştırma alanımızın en büyük etkinliği olan “Global Summit in Constitutionalism”deki törende takdim edecekler. Bu ödül bilimsel araştırma alanında anayasal demokrasiye gönül verenler için büyük bir anlam ifade ediyor.
GT: 2010 yılında Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KOÇ-KAM) kuruldu. 2016 yılında da Koç Üniversitesi ev sahipliğinde, Prof. Dr. Çiğdem Kâğıtçıbaşı öncülüğünde, bir de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Sürdürülebilir Kalkınma UNESCO Kürsüsü kuruldu. KOÇ-KAM’ın iki ayağı var, disiplinler arası araştırma ve uygulama. Bu ikisini birbirinden bağımsız düşünmek durumda değiliz, ancak önce araştırma ve uygulama kısmını ayrı ayrı konuşalım istiyorum. KOÇ-KAM toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda akademik anlamda nasıl çalışmalar yapılmasını destekliyor, uygulama merkezi olarak ne gibi faaliyetler içinde?
BEO: KOÇ-KAM’ı 2010 yılında, belirttiğiniz gibi Çiğdem Kâğıtçıbaşı’nın direktörlüğünde kurduk. 2010 yılından başlamak üzere KOÇ-KAM’ın kuruluşunda ve içinde yer aldım. Böylece Çiğdem Hoca ile çalışma imkanına kavuşmuş akademisyenlerden biri oldum. Merkezin kuruluş aşamasında, disiplinlerarası bir araştırma ve uygulama merkezi kurmayı önceliklendirdik. Sadece sosyal ve insani bilimler alanında değil, aynı zamanda sözgelimi tıp ve hemşirelik, mühendislik ve fen bilimlerini de kapsayacak, daha içerici ve daha çoğulcu bir merkez yapılanmasına gittik. Kurullarımıza, danışmanlarımıza, genel olarak etkinliklerimize ve araştırma profilimize farklı disiplinlerin biraradalığını, işbirliğini yansıttık. Özellikle araştırma projelerimizde disiplinlerarası niteliğimizi ön plana çıkartmayı hedefliyoruz.
Merkez çalışmalarında araştırma ve uygulamanın birlikteliğine inanıyoruz. Aynı zamanda öğretmeyi de bunlara katabilirim. KOÇ-KAM adında sadece “araştırma ve uygulama” yazıyor, ancak öğretme de hiç kuşkusuz merkezin temel işlevlerinden bir tanesi. Bu çerçevede, toplumsal cinsiyet eşitliği alanındaki bilgi ve deneyimlerimizi dikkate alarak çalışmalarımızı önceliklendiriyoruz. Bu öncelikli alanlar kadının insan hakları alanı, siyasal katılım, şiddetin önlenmesi, kadın istihdamı, kadın sağlığı ve kadınların eğitime katılımı olarak sıralanıyor. Eğitim bakımından STEM alanı olarak ifade ettiğimiz alanlarda, yani fen, mühendislik ve matematik konusunda kadın ve kız çocukları bizim önceliklerimizden bir tanesi. UNESCO çalışmaları çerçevesinde bu alan önceliklendirilmiş durumda. Bu çalışmalarımızı sürdürürken hem proje temelli araştırmalar hem bireysel araştırmalar hem herhangi bir proje tarafından fonlanmasa bile birtakım araştırma ekiplerinin ortaklaşa yürüttüğü araştırmalara işbirliklerine önem veriyoruz. Önem verdiğimiz diğer öncelikli bir konu, araştırma birikimimizi kamusal etkiye dönüştürebilmek. KOÇ-KAM blog üzerinden farklı araştırmacıların ve uygulamacıların birikimlerini paylaştıkları bir platform yarattık. Türkiye’de toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin iki yılda bir yayınladığımız rapor da araştırma temelli bir kamusal paylaşım. KOÇ-KAM’a bağlı araştırmacıların bireysel yayınları yanında, KOÇ-KAM’ın üstlendiği bazı araştırma ya da çeviri projeleri de kitap yayınına dönüşüyor.
Politika Odaklı Araştırma ve Öğretme
GT: KOÇ-KAM toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda akademik çalışmalarda “politika odaklı araştırmaya” öncelik tanıyor ve politika odaklı araştırma çerçevesinde UN Women ve UNESCO başta olmak üzere uluslararası örgütler, sivil toplum kuruluşları, diğer üniversiteler ve karar alıcılar ile iletişim ve işbirlikleri öne çıkıyor. Politika odaklı araştırma ne demektir? KOÇ-KAM’ın araştırma ve uygulama bağlamında faaliyetleri arasında nasıl bir etkileşim, uyum var?
BEO: Politika odaklı araştırma, karar alıcılara ve uygulamaya yön verebilecek nitelikte bulgular içeren ve bulguları politika önerileri olarak sunan araştırmadır. Bu bir yıllık raporda da yer alabilir, yasama taraması çalışmalarında da; ya da saha araştırmasının bulgularından derlenerek de yapılabilir. Sonuçta, politika üretiminde esas alınabilir. İş Bankası ile ortaklaşa geliştirdiğimiz İş’te Kadın Portföyü ve ona dayalı program çerçevesinde bu tür araştırmalarımıza yönelik yeni kaynak da yaratacağız.
Fakat uygulama boyutu dediğim zaman kamusal etkiye odaklanmamızda da fayda olabilir. Kamusal etkiyi özellikle politika belgeleri, blog yazılarımız ve yıllık raporlarla sağlamaya çalışıyoruz. Fakat buna ek olarak, sözgelimi MATRA fonu (sosyal dönüşüm) tarafından da desteklenen bir proje çerçevesinde, Türkiye’de genç kadın liderliğine odaklanan ve çok farklı alanları kapsayacak şekilde genç kadın liderleri yetiştirdiğimiz bir çalışmamız oldu. Bu proje bize araştırma alanında da veri sundu. Bir yandan da uygulama alanında Türkiye’de kapasite geliştirme konusunda genç kadınları hedefleyerek öncü bir çalışma yapmış olduk.
Yine uygulama alanında UNESCO Toplumsal Cinsiyet ve Sürdürülebilir Kalkınma Kürsümüz de merkezimizin aynı zamanda çok önemli bir ortağı. Bu bağlamda genç kadınlara yönelik sürdürülebilir kalkınma ve kadınların güçlendirilmesi konusunda bir Uluslararası Yaz Okulu düzenledik.
Bu etkinlik Corona günlerinden önce düzenlenmiş ve çok yoğun ilgi gören bir etkinlik oldu. Dünyanın hemen her kıtasından başvuru aldık. Endonezya’dan Kanada’ya uzanan geniş bir yelpazeden söz edebilirim ve elemek de çok zor oldu. Çünkü etkili olabilmek için çok da büyük bir etkinlik yapmamanız gerekiyor. Aşağı yukarı 40 kadar katılımcıyla, dünyanın her yerinden, farklı alanlardan, farklı disiplinlerden doktora öğrencilerini, genç kadın girişimcileri, kadın profesyonelleri Koç Üniversitesi kampüsünde buluşturduk.
Özellikle hem UN WOMEN’ın (ki biliyorsunuz İstanbul’da bir merkezi de var) hem de UNESCO ve Türkiye Milli Komitesi’nin toplumsal cinsiyet eşitliğinden sorumlu olan birimin, Türkiye’den ve yurtdışından araştırmacıların, Feride Acar’ın anlatımıyla GREVIO’nun İstanbul Sözleşmesi ve Avrupa Konseyi birikiminin yansıtılabileceği, bir haftalık ortak bir platform yaratmayı hedefledik. Bir başka kamusal etki ve uygulama çalışmamız Milli Eğitim Bakanlığı’nın da yürüttüğü proje çerçevesinde, özellikle öğretmenlere yönelik olarak şiddetin önlenmesi ve şiddete ilişkin hukuksal kültürün ve hak bilincinin güçlendirilmesi konusunda oldu. Belediyelere yönelik, başta Sarıyer Belediyesi olmak üzere, çalışanlar düzeyinde ve yerel düzeyde kitlelerin hak bilinci ve kadın sağlığı konularında çalışmalarımız devam ediyor.
GT: Toplumsal cinsiyet sertifika programlarınıza, yüksek lisans, doktora ve doktora sonrası araştırma düzeyinde verilen eğitimlere bakıldığı zaman, KOÇ-KAM’ın uygulama ve öğretme boyutundaki faaliyetleri arasında da birbirini tamamlayan bir uyum görüyoruz.
BEO: Öğretme konusunda da, evet, dediğiniz gibi toplumsal cinsiyet sertifika programımız son derece etkin ve yerleşik bir programa dönüştü. Bu programı üniversite düzeyinde ve bir tür yan dal sertifikasına benzeyecek şekilde uyguluyoruz. Bir ders havuzu oluşturduk. Sertifika programı içinde sosyolojiden, karşılaştırmalı edebiyattan, hukuktan, ekonomiden, uluslararası ilişkilerden farklı dersler yer alıyor ve bu derslerin sertifika programına eklemlenebilmesi içinde hem merkezimizin hem de ilgili fakültelerin görüşleri alınıyor. Aynı zamanda öğrenciler, eğer yurtdışı değişim programlarına giderlerse –küresel değişim veya ERASMUS değişimi– gittikleri üniversitelerde aldıkları toplumsal cinsiyet eşitliği odaklı dersleri de sertifika programımız içinde tanıyabiliyoruz.
Bunun dışında, üniversiteye dönük olarak uygulama ve öğrenim faaliyetlerimiz bulunuyor. Sözgelimi geçen yıllarda yaptığımız ve sürdürmeyi düşündüğümüz “kampüste cinsiyet eşitliği” etkinliklerimiz oldu. Bunlardan bir grubu kampüsteki kadınlara odaklandı. Özellikle kadın liderliği konusuna, kadınların yönetici konumlarda hem araştırmacı hem de yönetici olarak nasıl işlevler üstlendiğini araştırmaya devam ediyoruz. Bu konuda etkinlikler de yaptık kadın dekanlarımızla, kadın yöneticilerimizle. Böylelikle üniversite içi kadın topluluğu ve kadın dayanışması yaratmaya çalıştık. Bir anlamda kendimize baktık, “Biz ne yapıyoruz?” diye sorguladık. Bu da tabii çok ilgi çekici ve zenginleştirici oldu.
Üniversitenin kendi kadınlarını tanımaya ve tanıtmaya, anlamaya ve dinlemeye büyük bir gereksinim olduğunu da fark ettik açıkçası. Bu tür bir diyalog insanı çok dinç tutuyor. Türkiye’nin değişik yerlerinde veya dünyada değişik pozisyonlarda kadın liderliği düşük düzeyde. Yükseköğretimde zaten kıdem arttıkça kıdeme oranla kadın temsilinde düşüş gözlemliyoruz. Yönetsel pozisyonlarda ise kadın liderlerin çok düşük oranlarda olduğunu görüyoruz. Kadın dekanların, kadın rektörlerin, kadın enstitü direktörlerinin sayısının az olduğunu ya da cinsiyetçi kalıplara özgü olarak kişilerin belirli alanlarda var olduğunu, belirli alanlarda ise hiç olmadıklarını görüyoruz. Benzer durum pek çok kurumda, siyasette, ekonomide de yaygın. İşte size aktardığım genç kadın liderlere yönelik kapasite geliştirme programımızın çerçevesinde, Türkiye’deki lider kadınlarla üniversiteyi buluşturduk. Dolayısıyla genç kadın lider adaylarıyla kıdemli kadın lider adaylarının yakın ilişkisini, kıdemli olanın mentorluğunu sağlama fırsatımız oldu.
KOÇ-KAM bünyesinde gerçekleşen ‘Geleceğin Rol Model Lider Kadınları’ projesinin açılış kokteyli Hollanda Başkonsolosu Mr. Bart van Bolhuis’in de katılımıyla Koç Divan by Pera’da gerçekleştirilmişti.
Deneyim paylaşımı yaratabilmek amacıyla kampüste kadın ve erkeklere göre ayrışmış olan verileri de topluyoruz. Üniversitemizin değişik birimleriyle işbirliği halinde bunu gerçekleştiriyoruz. Veriyi cinsiyete göre analiz etmeye çalışıyoruz. Kampüste özellikle kadınların kendilerini daha emin hissedebilmeleri için hem fiziksel anlamda hem duygusal anlamda neler yapılabilir, bunu anlamaya çalışıyoruz ve bu konuda kamuoyu anketleri yapıyoruz. Dolayısıyla “Kampüs güvenli mi, örneğini geceleri yeterince ışıklandırma var mı?”, “Kampüste kendinizi şiddete karşı korunaklı konumda hissediyor musunuz?” vs. farklı sorular sorarak kampüsün kadın dostu olup olmadığına ilişkin durumu ve algıyı ölçmeye çalışıyoruz. En son özelikle COVID-19 ve salgın sürecinin kampüslere ve araştırmaya etkisi konusunda bir çalışma yapmak üzereyiz. Etik kurul onayları ile ilerlediğimiz için çok da hızlı olmuyor. Saha araştırması yapanlar bunu çok iyi bilirler, anket çalışmaları etik kurul onayları olmadan yapılamaz.
KOÇ-KAM olarak geliştirdiğimiz ve ardından da bir tasarımcı ile birlikte çalışarak online hale getirilen, bütün üniversiteye yeni giren öğrencilere, bütün öğretim üyelerine, idari çalışanlarımıza ve taşeron firma işçilerimize zorunlu kılınan bir cinsel tacizi önleme eğitimimiz var. Bu eğitimde hukuksal altyapıyı paylaşarak ve istenmeyen davranışları hem cinsel taciz hem cinsel saldırı düzeyinde anlatıyoruz. Cinsel taciz ve saldırı yaşayan öğrenci, akademik veya idari personel ya da taşeron çalışanlarımızın hukuksal yollara nasıl gidebileceklerini aydınlatmaya çalışıyoruz. Üniversite olarak cinsel taciz ve saldırıya ilişkin bilinçlendirme, aydınlatma, hukuksal başvuru yollarını gösterme konusunda etkin bir kurumsal kapasiteye sahibiz. KURES de (Koç Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik Servisi) bu noktada son derece önemli bir destek. Ancak üniversitenin etkili soruşturma yükümlülüğü çerçevesindeki KOÇ-KAM’ın yol göstericiliği, birikimi devreye giriyor. Dolayısıyla disiplinlerarası bir kadın çalışmaları merkezinin varlığı, burada sağlıktan, hukuktan, sosyolojiden hocalarımızın yer alması ve soruşturma süreçlerine ilişkin olarak yol göstermesi önemli. Her fakülte düzeyinde bir öğretim üyemiz, bir başvuru kişisi olarak görev yapıyor. Diğer yandan üniversite içindeki bu şiddet karşıtı aydınlatma, bilinçlendirme, süreçlerin etkili şekilde takibi alanlarında merkez önemli rol oynuyor. Geliştirdiğimiz cinsel tacizi ve cinsel saldırıyı önleme online eğitim programını farklı üniversitelere verdik ve bu deneyimden yararlanılmasının bir ölçüde kolaylaştırıcı olacağını düşünüyoruz.
Uygulama çalışmalarının sadece üniversite dışı bir kamusal etki yaratması değil, kampüslerin içinde de bir etki yaratması gerekir ki dönüştürücü olabilelim. Özetle, aktardığım tüm bu noktalar uygulamanın üniversite içi bir uzantısı diyebilirim.
GT: Peki, yeri gelmişken sormak isterim, Türkiye’de üniversitelerde neden kadın cinsiyet ve cinsellik araştırmaları alanında lisans düzeyinde bir bölüm kurulmadı? Bütçesel bir sıkıntı mı, başka bir bürokratik engel mi var, ihtiyaç veya talep mi olmadı yoksa kimsenin aklına mı gelmedi? Mesela şimdi Koç Vakfı’na, Suna ve İnan Kıraç Vakfı’na ve rektörümüz Ümran Bey’e gidip “Lisans düzeyinde eğitim veren bir bölüm açmayı düşünür müsünüz?” diye sorsak “Neden daha önce gelmediniz?” derler mi?
BEO: Evet, çok güzel sorular; tabii ilham verici de aynı zamanda, öneri içerdiği için. Merkezlerin kuruluşları Türkiye’de aslında ’90’lı yıllarla başa baş giden bir süreç. Merkez oluşumu dışında, benim bildiğim kadarıyla sadece Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde kadın çalışmaları konusunda bir anabilim dalı yapılanması var ama tabii bir anabilim dalı bir lisans derecesi verecek yapı değildir; bunu ancak bölümler üzerinden sağlamak mümkündür. Tabii “Kadın çalışmaları acaba lisans düzeyinde bir bölüm olabilir mi?” ve “Bu politika neye göre saptanır?” gibi sorularla karşı karşıya kalıyoruz. Kuşkusuz olabilir ve bu yükseköğretim politikasına ilişkin bir tercihtir. Çok derin ve büyük bir araştırma alanı. Türkiye’nin birikiminin de hem farklı disiplinlerin kucaklaşması hem de yıllara yayılan deneyimler çerçevesinde yüksek olduğuna inanıyorum. Türkiye toplumsal cinsiyet eşitliği endekslerinde performansı düşük bir kategoride yer alıyor olsa da, kadın çalışmaları ve genel olarak toplumsal cinsiyet çalışmaları alanında araştırma ve öğretme kapasitesine sahip. Nitekim UNESCO kürsümüz ve merkezimiz KOÇ-KAM olarak toplumsal cinsiyet ve haklar başlığıyla genç araştırmacılara yönelik bir çağrılı konferansı yeni yaptık. O kadar yetkin başvurular aldık ki… Hem yöntemsel açıdan hem içerik açısından yenilikçi, özgün, araştırma heyecanı ve hevesi yansıtan bir görünüm sergiliyor bu başvurular. Bizleri Türkiye’nin geçmiş araştırma birikiminden geleceğin, yeni kuşağın birikimine taşıyor. Birleşmiş Milletler’in kullandığı bir motto var: “Generation equality.” Bu bir eşitlik kuşağına ve “kuşaklar arasında eşitlik” yaklaşımına çağrı ve vurgu niteliğinde. Bizim etkinlik çağrısına yönelik ilgide gözlemlediğimiz de bu durum oldu. Bundan 20 sene öncesiyle, 30 sene öncesiyle bugüne baktığımız zaman, aslında eşitlik bilincinde yeni kuşaktaki olumlu farklılaşmayı ve kuşaklararası buluşmayı görmek mümkün. Dolayısıyla özellikle lisansüstü programlar açılması söz konusu olursa hem akademik araştırma birikimi açısından hem talep açısından faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Fakat tabii merkezlerin kuruluş sürecine dönersek, ’90’lar bütün dünyada bir mihenk taşı gibi; özellikle kıta Avrupası bakımından. Çünkü o dönemlerde kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda hem hukuk politikasının geliştirilmesi düzeyinde hem de merkezleşme veya platformlaşma düzeyinde üniversitelerde büyük bir canlılık oluyor. Bu canlılıkta Türkiye de var. Merkezleşme yükseköğretim politikasında özellikle ’90 sonrası ve hızlı bir şekilde benimsenen, kurulan öncü merkezlerin etkin olduğu (örneğin Ankara Üniversitesi [1993] ve İstanbul Üniversitesi [1989] merkezleri) bir yapının oluşumu demek. Fakat bu yapı her zaman etkili ve etkin bir araştırma modeli ve ağı yaratabilmiş değil. Merkezlerin bir kısmı günümüze geldiğimizde çeşitli nedenlerle (mali, idari kapasite sorunları), biçimsel merkezler olarak çok sınırlı etkinliklerde bulunabiliyorlar. Araştırma boyutunda daha çok bireysel çalışmaların öne çıktığını gözlemliyoruz. Ama buna rağmen bazı öncü merkezlerin halen daha güçlü yapılarını kurduklarını, fonlar veya üniversite için desteklerle çalışmalarını sürdürdüklerini gözlemliyoruz. Doktora ve yüksek lisans düzeyi çalışmaları ise çok önemli. Lisansüstü kadın çalışmaları alanının desteklenmesinin Türkiye açısından yapısal değer taşıdığını düşünüyorum. Bu konuda özel burs programları ve araştırma kaynağı yaratılmalı. Yüksek lisans ve doktorada Türkiye’de etkili programlar yapılandırılabilirse büyük bir canlılık olabilir. Şu anda farklı doktora programlarında da toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin çalışmalar yapılıyor. Yani tarih programında da, hukuk programında da, sosyolojide de var çalışmalar ama bunlar o yerleşik programın altında bir yer edinmiş oluyor çoğunlukla. Toplumsal cinsiyet eşitliği çoğunlukla bağımsız bir araştırma alanı olarak karşımıza çıkmıyor.
Üniversitelerin özgül toplumsal cinsiyet eşitliği programlarına entelektüel ve mali yatırım yapmak istememelerinin nedenleri de bir tartışma konusu olabilir. Bu programların sürdürebilirliğinden endişe ediyor olabilirler ya da planlama ve programlamalarda bunu gereksiz görüyor olabilirler, belirli disiplinlerin altında bunların yapılmasını daha uygun ve işlevsel görüyor olabilirler. Diğer yandan, bu gibi programlara kamusal desteğin olmayacağından endişe ediliyor olabilir. ’90’larda hem YÖK düzeyinde hem de TÜBİTAK araştırmalarında gözlemlediğimiz bu açık desteği gündelik siyasette de görüyorduk. Bugün gündelik siyasal iklimde toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin olumsuz ifadelerle ve adımlarla daha fazla karşı karşıya kalıyoruz. ’90’larda kadın merkezleri kurulurken, Türkiye’de kadına yönelik şiddetle mücadelede ilk yasal temelin oluşturulduğunu, kadından sorumlu devlet bakanlığının aktif olarak bu süreçler içinde yer aldığını ve uluslararası platformlarda Türkiye’nin hem devlet düzeyinde hem sivil toplum düzeyinde canlı olarak temsil edildiğini görüyorduk. Sonrasında İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olunması ve 6284 Sayılı Kanun’da görüldüğü gibi olumlu kamu politikaları bu süreci destekledi. Böyle bir siyasal dinamik vardı Türkiye’de ve o yükseköğretim politikasına ve araştırma politikasına yansıdı diyebiliriz. Şu anda bu dinamik zayıfladı siyasal anlamda. Tabii bu toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarında Türkiye’nin birikimi yok, kazanımı yok ve bu mesele yükseköğretimde inkâr ediliyor anlamına gelmez, fakat yeterince gündemde yer almadığı açık diyebiliriz.
GT: Peki, sizce bu alanda araştırma merkezleri nasıl bir müdahalede bulunabilir? Serpil Sancar diyor ki örneğin, “Kadın haklarını yeterli düzeyde koruyabilecek sivil, siyasal ve kamusal mekanizmalara hâlâ sahip değiliz; her adım geriye gitmeye eğilimli, her aygıt kırılgan; kadın örgütlerinin sorun haline getirmediği hiçbir konu kamuoyu gündemine giremiyor ve kendiliğinden çözülmüyor”. Üniversitelerdeki araştırma merkezleri ve toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları konusunda çalışmalar yapan sivil toplum kuruluşları ortak bir politika yürütebilir mi?
BEO: Bu da zorlu ve kısıtları olan bir süreç. Akademik dayanışma ve ortaklaşma kültürü kadın çalışmaları alanında aslında var ama bu kurumsal olarak çoğunlukla öne çıkmıyor; yani kurumların değil, kişilerin yaptıkları birtakım ortak çalışmalarla seslerini duyurmaları mümkün oluyor. Türkiye’de kadın çalışmalarında araştırma temelli kamu politikasına büyük ihtiyaç var. Bunu merkezler kuşkusuz bireysel olarak yapabilir. Ancak merkezlerin bir araya gelmesi ile oluşturabileceği konsorsiyumlar kapasitelerini birleştirerek daha zengin ve etkili biçimde somut politika önerileri hazırlayabilirler. Bunu iyi yapılandırılmış bir oluşum içinde yapmayı başarabilirlerse ciddi katkıları ve etkileri olur. Bu sosyal politikanın özgül bir alanında, örneğin kadın emeği alanında olabileceği gibi, yükseköğretim politikalarına ilişkin genel bazı ilkeleri önermek anlamında da olabilir. STK’larla olan işbirlikleri de hiç kuşkusuz merkezler için son derece değerli. Merkezlerin ve merkezlerdeki araştırmacıların ürettikleri bilgileri akıllı bir tasarımla zaman zaman STK’lar eliyle uygulaması ve STK’lardaki veriyi araştırmada kullanması her durumda önemli. Bağımsız, ortaklığa ve işbirliğine dayalı programları ve politikaları oluşturmak gerekli ve kapasitemiz doğrultusunda bunların hepsine ayrı ayrı odaklanmalıyız.
GT: Evet, zaten akademide bir de böyle bir eleştiri var aslında. Gelişmekte olan ülkelerde kadın, cinsiyet ve cinsellik araştırmalarının seyrinin genellikle aktivizm, siyasi ve toplumsal değişim odaklı ve yasal iyileştirmeler merkezli olduğu, kadının toplumdaki statüsünün iyileştirilmesi konusunda çözüm üretme hedefli olduğu, dolayısıyla bu tarz konuların çalışılmasının öncelikle teşvik edildiği bir yerde eleştiri konusu. Birçok akademik araştırma alanının değişim odaklı bir gündemin aciliyetine yenilip ertelendiği, bazı konuların gereken akademik ilgiyi görmediği veya eksik kaldığı yönünde eleştiriler var. Örneğin üniversite bünyesinde kurulmuş bazı kadın cinsiyet ve cinsellik çalışmaları merkezleri kadın derneği gibi çalışıyor. Ne düşünüyorsunuz toplum ve bilimin bu kesişmesi konusunda? Akademik sorumluluklarımızla akademisyenin toplumsal yükümlülükleri, sosyal sorumlulukları arasında bu kadar hayata dokunan bir konuda nasıl bir denge yaratabiliriz?
Bertil Emrah Odser
BEO: Çok önemli bir noktaya işaret ettiniz. İlk olarak uzun soluklu, derin analiz ve takip gerektiren, nitel ya da nicel bilgi üreten yetkin bilimsel araştırmaların artmasına ve bu araştırmalar ışığında kamusal bir tartışmanın yapılmasına olan gereksinim büyük. Bu boyutun kadın çalışmaları alanında Türkiye’nin birikimine rağmen halen eksik olduğunu düşünüyorum. Böyle araştırmaları yapabilmek, saha araştırmasının en azından önemli bir kısmını yapabilmek için de fonlara ihtiyacımız var. Hem sahayı tarayabilmemiz açısından ve uzun erimli nitelikli çalışmalar bakımından hem de bazı uluslararası, temel konulara ve yapısal sistematik alanlara ilişkin olarak çalışmaları sürdürebilmeniz açısından ciddi bir maddi kaynağa ihtiyacımız var. İşte bu noktada çok büyük güçlüklerle karşılaşıyoruz. Maalesef Avrupa düzeyinde de benzer güçlükler var. İkincisi, saydamlık sorunları Türkiye’de etkili araştırma yapmada çok ciddi bir engel olabiliyor. Sözgelimi, bugün şiddet alanında bir araştırma yapılacağı zaman şiddet verileriniz araştırmacılara açık olmalı. Biz bugün şiddet konusundaki verileri açıklıkla ve güvenilir bir şekilde edinemiyoruz. Kısmen GREVIO kanalıyla ya da Birleşmiş Milletler raporlarından öğrenebiliyoruz. Kadın araştırmalarının ürettiği bilimsel bilgi ışığında toplumsal sorunları tartışabilirsek bilim toplumu dönüştürebilir. Çünkü ancak o zaman toplum kendini, kendi önyargılarını sorgulayabilir, kendini eleştirebilir, yanlışını görebilir. Yetkin bilimin ürettiği bulguların gücü hakikatin gücüdür. Bugün olansa cinsiyetçi önyargılarla ve tarafgirlikle bilimsel kavramları sorgulamaktan ibaret. Durum tersine döndüğünde sözünü ettiğiniz denge kurulabilir. Diğer yandan, toplumsal sorunları araştıran hiçbir araştırmacı gündemden kopmamalı, ancak gündeme teslim olup araştırmasından da kopmamalı. Bu denge sağlanmadan toplumsal alanda bilim yapılamaz.
Hukukta ve Siyasi Mekanizmalarda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
GT: Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanı ve anayasa profesörü olarak size sormak isterim. Türkiye’de kadının hukuki bağlamda elini kolunu bağlayan derdi nedir? Yani şimdi sihirli bir değneğiniz olsa, yargıda nasıl bir toplumsal cinsiyet eşitliği eylem planlamasına gidilmesini isterdiniz?
BEO: Yargıda acilen bir toplumsal cinsiyet eylem planına ihtiyaç var. Bu mutlaka bir öncelik olmalı. Bu öncelik içinde yüksek yargının birinci derecede yer aldığını düşünüyorum. Türkiye’de çoğul bir yaklaşımla yüksek yargı düzenlendiği için, başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere (çünkü hiçbir kadın üyesi şu anda yok) Danıştay’da, Yargıtay’da ve özellikle yönetsel anlamda güçlü pozisyonlarda (daire başkanı gibi) kadın yargıçların ciddi biçimde artması gerektiğini düşünüyorum. Burada özellikle ceza yargısını önceliklendirmeliyiz.Ceza yargılaması diyorum, çünkü bu yargının mensupları ağır insan hakkı ihlali olan kadına yönelik şiddette çok yüksek sorumluluğa sahip. Bu noktada olağanüstü bir cinsiyetçiliği, fail kollayıcılık ve mağdur suçlayıcılık olarak bilinen yargısal tutumu güçlü bir şekilde görüyoruz. Dolayısıyla ceza yargılaması, başta Yargıtay olmak üzere çok köklü bir tutum analizine tabi tutulmalı. Özellikle savcılık gibi kadınların çok daha az temsil edildiği, bu cinsiyetçi rollere daha fazla teslim olmuş bir meslek grubunda kadınların sayısını artırmak zorunlu. Danıştay’da, genel olarak idari yargı içinde aslında kadın-erkek dağılımında, Türkiye’de uzun yıllar nicel anlamda iyi bir performans gördük. Son yıllarda orada da bir dengesizlik ve tersine kayış var. Dolayısıyla bunun da çok ciddi gözden geçirilmesinde fayda var. Anayasa Mahkemesi’nde hiç kadın yargıcımız yok. Özetle, yargıda kadın profesyonellerin lider konumda temsilinin öncelikle dikkate alınması gerekir. Bir eylem planı çerçevesinde, Adalet Bakanlığı’nın kendi yapısı da dahil olmak üzere nicel unsurun ve temsil unsurunun ön plana çıkartılması gerektiği kanısındayım.
Diğer bir öncelik, hukuk fakültelerindeki müfredatın öğretilme biçimlerindeki cinsiyetçilik sorunuyla mücadele etmemiz gereğidir. Hukuk fakültelerindeki cinsiyetçilik ve cinsiyetçiliğin aşılanması sorunu üzerinde durmamız lazım. Hem ceza hukuku kitaplarında hem de özellikle aile hukuku kitaplarında toplumsal cinsiyet eşitliğinin, sosyoloji biliminin verileriyle örtüşmeyen anlatısını elemeliyiz. Çoğunlukla ahkâm kesme düzeyinde cinsiyetçi kalıplara esir olmuş veya cinsiyetçiliği pekiştiren yaklaşımlar halen hâkim. Dolayısıyla hukuk öğretiminin ve yargının bir toplumsal cinsiyet eşitliği etki analizine tabi tutulması zorunlu diye düşünüyorum.
GT: Az önce şiddetten bahsettiniz hocam; daha önceki bir konuşmanızda da “Şiddet konusu farklı kesimleri birbirine yaklaştırıyor, aslında bir ortaklaşma alanı yaratıyor” demiştiniz. En son yazdığınız Women and Constitution-Making in Turkey From Ottoman Modernism to a Constitutionalism of Women’s Platformbaşlıklı makalenizde de bahsettiğiniz, “bıyıksız anayasa” talebi ile kurulan Anayasa Kadın Platformu’nda 88 kadın örgütü bir araya gelince bazı konularda anlaşmazlıklar çıkabiliyor ama şiddet konusunda dinî, siyasi, etnik farklılıklarımız ne olursa olsun, çoğunlukla ortak paydada birleşiliyor. Bunun gibi farklılıklarımızı aynı potada eritebilecek başka ortaklaşma alanları nelerdir sizce?
BEO: Kadına yönelik şiddet kadın hareketlerinde de, eşitlikçi ulusal mevzuatların gelişiminde de önemli bir oydaşma unsuruydu. Uluslararası insan hakları hukukunun toplumsal cinsiyet eşitliği temelinde biçimlenmesinde de merkezî bir rol oynadı ve büyük bir ortaklaştırıcı oldu. Türkiye’de de bir dönem aynısının olduğunu ve ileride daha da güçlü bir şekilde karşımıza çıkabileceğini düşünüyorum. İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin olarak son dönemde yaşananlar, İstanbul Sözleşmesi karşıtları karşısında aslında farklı ideolojilerden kadınların bir araya gelmesi ve aynı şeyi söylemesi son derece önemli bir gösterge. Ortaklaşmanın değişik biçimleri olabilir. Herkes kendi yerinde aynı şeyi söyleyebilir ya da daha diyalojik, daha ilişkisel bir zemin yaratabilirsiniz. Bu başarılabilirse, şiddetten yola çıkarak birbiriyle gerçekten konuşan ve birbirini sadece duyan değil, ama aynı zamanda dinleyen bir ortaklık oluşturabilirse, kadınlar Türkiye demokrasisi içinde önemli bir öncü rolü üstlenmiş olurlar. Bu noktada kadınların dinamizmi, barışçıl cesareti ve yılmazlığı başka hiçbir toplumsal grupta olmadığı kadar güçlü.
Şiddet üzerinden bir başarı elde edilebilirse, bu başka ortaklaşmaların da önünü açabilir. Bir başka ortaklaşma alanı kadın istihdamı, kadın emeğinin korunması olabilir. İstihdam hem kadının hem de kadın hareketinin güçlenmesi anlamında bir rol oynayabilir. Siyasal katılım alanında eşitlik ve kota dahil hızlandırıcı araçlar, Türkiye’de kadın hareketinin öne çıkan temsilcilerinin uzun zamandır ortak gündemi. Ancak daha çok kadını hem Meclis’te hem bakan olarak hem de yerel yönetimlerde görmek seçim dönemi dışında nadiren bir gündem oluşturuyor.
GT: Hocam, bu kadar yoğun bir gündeminizin yanında Medyascope’tan Bilim Akademisi’ne, Koç Üniversitesi Hukuk Kulübü’nden İstanbul Erkek Liseliler Derneği’ne kadar her herkese zaman ayırıyorsunuz. Hepimiz adına değerli vaktiniz için, görüşlerinizi bizimle paylaştığınız için çok çok teşekkür ederim.
BEO: Ben teşekkür ederim.
•
Prof. Dr. Bertil Emrah Oder
Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı, Anayasa Profesörü, Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KOÇ-KAM) Direktörü