Deniz Işıker Bedir: “Kadın çalışmaları yapmak bile başka bir ötekileştirmeye neden olabiliyor!”

“…işte o hiyerarşik yapı adım adım alta doğru ilerliyor. Başörtülü kadın olmak bir alt katman, kadın olmak başka bir katman, Mardinli olmak bir başka katman, Arap ya da Kürt olmak başka bir katman, kadın çalışıyor olmak başka bir katman, o bile yani kadın çalışmaları yapmak bile aslında başka bir ötekileştirmeye neden olabiliyor.”

10 Haziran 2021 11:05

GÜLŞAH TORUNOĞLU: Deniz hoş geldin, Mardin Artuklu Üniversitesi Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi hangi alanlarda akademik araştırmalar yapılmasını destekliyor, uygulama merkezi olarak ne gibi faaliyetler içinde?

DENİZ IŞIKER BEDİR: Merkezimiz 2017 yılında kuruldu, ben 2018 yılında merkezin müdürlüğüne başladım, ancak faaliyetlerine 2019 yılında başladı diyebiliriz. 2019 yılında doktora sürecimin son aşaması olduğu için yeterince ilgilenebildiğimi söyleyemem merkezle. 2019’dan sonra daha çok faaliyet yapmaya başladık. Huri Küçük ve Emine Dalıcı arkadaşlarımla ortaklaşa yürütüyoruz işleri. Yönetim kurulundaki arkadaşlarımız dahil oluyor toplantılara, onların katkısını da zikretmem lazım burada. Ancak yine de çok yeterli, istediğimiz düzeyde bir şeyler yapıyoruz diyemem, çünkü çok farklı yoğunluklarımız var hepimizin. Ben Psikoloji Bölüm Başkanlığı’nı yürütüyorum şu anda. Aynı zamanda anneyim, farklı bir sürü sorumluluğum var. Dolayısıyla çok istediğimiz düzeye çıkaramadık etkinliklerimizi. Üniversitemiz yeni ve gelişmekte olan bir üniversite. Bundan kaynaklanan sıkıntılarımız var, yani kalifiye eleman bulmak, bu alanda çalışmak isteyen birilerini bulmak çok zor. Kadın çalışmaları yapan çok az kişi var zaten üniversitede; hatta ben de bizzat kadın çalışmaları yapıyor sayılmam. Aslında benim doktora alanım adli tıp, sosyal bilimler ve doktorada yaşlı istismarı çalıştım. Merkezler gönüllülük esasına dayalı çalışıyor, çünkü doğrudan herhangi bir katkısı yok size. Manevi olarak elbette çok katkısı oluyor, çünkü yaptığımız işler önemli işler ama genelde bütün üniversitelerde araştırma merkezleri, özel üniversiteleri hariç tutuyorum ama devlet üniversitesi ise, uzaktan eğitim merkezleri gibi üniversiteye maddi getirisi de olan merkezler daha görünür ve ön planda olabiliyor.

Ben müdürlüğü devraldıktan sonra toplumsal cinsiyet, kadın istihdamı, kadına yönelik şiddet gibi konularda panellere konuşmacı olarak katıldım. Bazen de il bazında ya da bir proje kapsamında Güneydoğu’ya gelen STK’larla toplantılar oluyor. Onların hepsine katılmaya, davet edildiğimiz her yere gitmeye çalışıyoruz. Bunun yanı sıra Aile ve Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü’nün bir teknik kurulu var. Kadına yönelik şiddeti önleme ile ilgili bir teknik kurul bu. Bu kurula bütün kurumlar katılıyor; hem STK’lar hem de kadın birimleri olan bütün kurumlar. Biz de paydaşlardan biriyiz. Bu iki ayda bir toplantıların olduğu bir kurul. Bu toplantılarda işbirlikleri nasıl olabilir, kadına yönelik şiddeti önlemede her kurum neler yapabilir ya da şu âna kadar neler yaptılar, bunlar konuşuluyor. Bunun dışında kadın, şiddet, toplumsal cinsiyet gibi konularda okuma grubu kurma planımız vardı, hatta duyuruya da çıkmıştık ama tam o sırada pandemi oldu ve maalesef ara verdik. Online da yürütemedik, çünkü öğrencilerin internet sıkıntıları çok fazla. Derslere bile katılamayanlar var ve insanlar online etkinliklerden yoruldu benim gözlemlediğim kadarıyla.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde online bir panel düzenledik. Geçen yıl bir bildiri yayınlamıştık bununla ilgili. Bu yıl da yine farkındalık oluşturmak amacıyla sosyal medya hesaplarımızdan ve okul sitemizden yayınlayacağız. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle de üç yıldır bildiri yayımlıyoruz. Bunun dışında halen üzerinde çalıştığımız bir proje var. Üniversitemizde cinsel tacize karşı politika belgesi hazırlamaya çalışıyoruz. Ben bunu kişisel olarak da çok önemsiyorum. Çünkü insanlar tacizin ne olduğunu, tacizin sınırlarını bilemeyebiliyor ya da bilmeyen birini çok rahat kullanabiliyor. Akademi de diğer birçok alan gibi bundan azade değil. Dolayısıyla bu politika belgesini üniversitemiz imzalarsa, bunun herkese ilan edilmesi, herkesin bunu bilmesi çok önemli olacak. Halihazırda birkaç üniversitede örneği var zaten. Genel olarak yaptığımız çalışmalar şimdilik bunlar. Başka bazı proje projelerimiz de var ama onlar henüz olgunlaşma aşamasında.

GT: Nedir o ileriye dönük projeleriniz? Neleri gerçekleştirmek istiyorsunuz?

DIB: Açıkçası proje bazlı çalışmayı çok istiyoruz. Zaten girişimlerimiz de oldu. Mesela Sabancı Vakfı’na bir proje vermiştik ama kabul edilmedi, muhtemelen bizim eksikliğimizden dolayı. Proje yazmak zaten ayrı bir şey gerçekten ve bununla ilgili çok iyi bir bilgi sahibi olmak lazım, çünkü kurumların beklentileri farklı olabiliyor. Bu benim sevdiğim bir projeydi, TÖMER Türkçe Öğretme Merkezimizde mülteci kadınlara yönelik Türkçe öğretimi projesiydi. Bu kadınların çocukları için de üniversite öğrencilerinin katkı sunacağı özel bir alan hazırlamayı da düşünmüştük. Dediğim gibi, geliştirme aşamasındayız. Bir yandan okulumuzun kaynaklarını kullanmaya çalışıyoruz. Bütçemiz kısıtlı olduğu için de bunları ancak proje bazlı yürütebiliriz. İki yıldır proje koordinasyon ofisimiz aktifleşti üniversitemizde, onlar destek oluyorlar bu süreçlere. Bir de STK’larla görüştük proje konusunu. Onlar genelde bu alanda çalıştıkları için daha iyi sürdürebiliyorlar projeleri. Mardin’de çalışan kadın derneklerinin, kadın STK’larının yazdığı ama bizim de hem danışman hem eğitmen olarak dahil olabileceğimiz projeler var. Sonuç olarak bizim eğitim, danışmanlık alanında ya da akademisyen olarak yapabileceğimiz bir şey varsa, o projede biz de yer almak istiyoruz. Çünkü biz alanda çok eksiğiz, yani STK’lar kadar alana hâkim olduğumuz söylenemez. Ama onlar birebir çok fazla kadınla çalışıyorlar. Hem yerel bazda hem mülteci kadınlarla çok fazla proje yapıyorlar. Dolayısıyla onlarla böyle ortak projeler yapmayı da çok önemsiyoruz.

GT: Kaç kişisiniz şu an merkezde?

DIB: Toplamda beş kişiyiz yönetim kurulu olarak ama bence bu konuda çalışacak kişiler ya profesör olmalı ya da akademik çalışmalarının büyük bir kısmını yapmış olmalı; çünkü mesela bir yandan benim kafamın bir yerinde doçentlik duruyor ve ona hazırlanmak istiyorum, bir yandan başka idari işlerim var. Bence bu konuda büyük üniversiteler daha şanslı, çünkü daha çok bu alanda çalışmış hocalar merkez müdürü oluyor ve bu daha verimli oluyor. Bir de Ankara Üniversitesi örneği gibi büyük üniversitelerdeki ilgili merkezlerde kadın çalışmaları alanında yüksek lisans ve doktora programları oluyor. Bir de özellikle TÜBİTAK bursları ile kaynak sağlayabiliyorlarsa, yüksek lisans öğrencilerini, doktora öğrencilerini bizzat çalışmalarına dahil edebiliyorlar. Bizim böyle bir şansımız olmadığı için sadece burada gönüllü çalışan akademisyenler bir şeyler yapmaya çalışıyor. Dolayısıyla şu an beş kişiyiz. Sayımızın artacağını umuyorum, çünkü kadın alanında çalışan hocalarımızla temas kurduk, erkek yönetim kurulu üyelerimiz de var ama pandemi birçok şeye ket vurdu maalesef. Hepimizde Zoom yorgunluğu oluştu, sanırım heyecanımız da azaldı biraz bu süreçte. Ama tabii yapacak çok iş var.

GT: Peki, lisans düzeyinde ders açıyor musunuz merkez olarak?

DIB: Bugüne kadar vermedik ama düşünüyoruz. Aslında üniversitemizde insan, toplum ve medeniyet diye bir ders var. Ben bir arkadaşımla bu dersin koordinatörlüğünü yürütüyorum. Bütün birinci sınıf öğrencilerimiz alıyor. 1.300 kişi alıyor yaklaşık ve her hafta okulumuzun YouTube kanalı Mauniv üzerinden canlı yayın yapıyoruz. 25 Kasım’da yaptığımız paneli bu ders kapsamında da yayımladık farkındalık oluşturmak amacıyla.

GT: Üniversitelerde bu konularda çalışan farklı kurumsal yapılanmalar oluyor. Örneğin eğitim uygulama konusunda bir araştırma merkezi, bunun yanı sıra öğrencilere veya çalışanlara gerektiğinde doğru müdahaleyi yapıp destek olabilecek bir cinsel taciz, cinsiyete dayalı şiddet ve travma ile ilgili psikolojik danışmanlık merkezi, sağlık merkezi gibi. Sizin üniversitenizde böyle bir yapılanma var mı?

DIB: Bizim bir psikolojik danışmanlık merkezimiz yok henüz. Birçok üniversitede var, biz de üzerinde çalışıyoruz şu an. Rektörlüğümüz de bu konuda duyarlı ve bize destek oluyor. Sağlık merkezi sadece doktor ve hemşirenin olduğu bir yer şimdilik bizde. Eğer bir tecavüz olayı yoksa, sadece cinsel tacizse mesela, zaten fiziksel bulgu olmayacağı için sağlık merkezi de adli kurumlara yönlendiriyor. Psikolojik destek vermek gerekir tabii bu durumda ama bu bizim için çok zor, çünkü travma ile çalışmak da uzmanlık gerektiriyor. Tabii bir de işin adli boyutu oluyor. Bir psikolojik danışmanlık merkezi olsa mesela, orada yönlendirmeler çok daha sağlıklı yapılır diye düşünüyorum ama merkezler bunun yeri değil gerçekten, çünkü özel bir eğitim gerektiriyor bu mesele. Bir kere her merkezdeki kişiler, müdür ya da diğer çalışanlar acaba buna duyarlı mı, bunu da bilmiyoruz. Ya da doğru bilgiye sahip olmayabilir orada çalışanlar. Dolayısıyla bunu bir merkezde sürdürmek çok da yapılabilir bir şey değil bana kalırsa. En doğrusu bu konuda uzmanlığı olan yerlere yönlendirmek.

GT: Türkiye’de üniversitelerde neden kadın cinsiyet ve cinsellik araştırmaları lisans düzeyinde bir bölüm kurulamadı? Bütçeyle ilgili bir sorun mu, başka bir bürokratik engel mi var, ya da ihtiyaç veya talep mi olmadı?

DIB: Kadın ve Cinsiyet Çalışmaları anabilim dalı lisans düzeyinde çok mümkün değilmiş gibi geliyor bana. Çünkü mesela iş tanımı nasıl yapılacak, mezun olanlar hangi sıfatla mezun olacak? Kadın çalışmacısı olarak mı, toplumsal cinsiyet uzmanı olarak mı? Mutlaka yurtdışında örnekleri vardır ama Türkiye’de yüksek lisans ve doktora boyutunda kalması daha doğru sanki. Bir de istihdam problemi olabilir ama bir yandan da 10 yıldır gerçekten kâğıt üstünde olsa bile, tabela merkezi dense bile bu konulara gerçekten eğilenler olduğunu görüyoruz. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun bence bu konuda bağlayıcı ve iyi hazırlanmış bir kanun. Üniversitelerde de böyle çalışmalar var ama ben kişisel çabanın çok ötesine geçemeyeceğini düşünüyorum, çünkü kurumsal bir yapı yok, sadece merkez var. Merkezlerin çoğu da dediğim gibi çok aktif çalışamıyorlar, çünkü bütçeleri kısıtlı, çalışan sayıları az, çalışanların başka yoğunlukları var.

GT: Rektörlükten size ayrılmış ek bir bütçeniz yok mu?

DIB: Hayır… Merkezin bütçesi şöyle var. Mesela uzaktan eğitim merkeziyseniz eğitimler düzenleyip bütçe oluşturabiliyorsunuz kendinize. Biz de belki bunu yapabiliriz ama mesela bir kadın hakları eğitimine kim para verip gelir ki? O yüzden bizim bu anlamda böyle ayrı bir bütçemiz yok. Belki üniversitenin farklı kanallarıyla paneller, çalıştaylar, o tarz etkinlikler düzenleyebiliriz ama onun dışındaki çok büyük bütçeli etkinlikleri yapmak daha zor. Aslında rektörlüğümüz yaptığımız etkinliklerde maddi destek sağlıyor. Zaten şu an birçok etkinlik online yapıldığı için daha kolay işliyor süreçler. Ancak çok büyük bütçeli işler için proje yazmamız ya da bir kurumla paydaş olmamız lazım. Bahsettiğim gibi proje yazma işi de uzmanlık gerektirdiği için bunu da çok fazla yapamıyoruz. Hem vakit sıkıntısından hem de bizim bunu bilmememizden dolayı. Bu konuda bir eğitim almamız gerekiyor, çünkü bütün projeler ayrı proje yazım teknikleri bilmeyi gerektiriyor. Avrupa Birliği projeleri için çok özel bir eğitim gerekiyor. TÜBİTAK için de öyle. Mesela ben TÜBİTAK 1001 projesine araştırmacı olarak dahil olabiliyorum ama bunu merkez özerkliğinde, kurumsal olarak yapmak gerçekten büyük bir emek istiyor. Bu da akademik yoğunlukla beraber çok kolay değil.

GT: Pandemi de ek zorluklar getirdi diye düşünüyorum.

DIB: Pandemi bu işin artık tuzu biberi oldu gerçekten. Akademi zaten esnek çalışmaya çok uygun bir iş. Ofise gelip çalışabiliyorduk ama son bir yıldır evden çalışmak çok zorladı bizi. Tabii burada tuzu kuru bir konuşma oluyor bu. Sonuçta ev dışı çalışmak zorunda olan ya da gündelik işlerde çalışanlar için süreç çok çok daha zor. Biz maaşlı çalışanlar olarak sadece belli zorluklarını yaşıyoruz pandeminin. Evden çalışmak bir kadın için genel olarak zor. Zaten bu süreç genel olarak kadınlara yönelik adaletsizlikleri ama özellikle kendi çalıştığım alan olduğu için gözlemlediğim kadarıyla akademideki adaletsizliği daha çok ön plana çıkardı. Bununla ilgili yapılan çalışmalar da var. Pandemi sürecinde kadınların veriminin çok azaldığına, erkeklerin veriminin arttığına yönelik. Mesela ben ofise geldim, saat beş gibi çıkıp işten, mutlaka eve gidip bir şeyler yapmak zorundayım. Benim eşim de akademisyen gerçi, bu konuda şanslıyım, çünkü ikimiz de esnek çalışıyoruz ama bakıyorum, erkek akademisyenler saat yediye, sekize kadar, belki daha da geç saatlere kadar burada, ofiste çalışmaya devam ediyorlar; hatta hafta sonu da geliyorlar ama benim çocuğumla vakit geçirmem gerektiğini düşündüğüm için böyle bir şansım olmuyor. Yani erkeklerden bazıları çocuklarıyla vakit geçirmese de iyi hissediyor kendini, sorun etmiyor bunu. Dolayısıyla gerçekten yetersizlik duygularını çok açığa çıkardı bu. Çünkü yetiştiremiyoruz hiçbir şeyi. Bu pandemi sürecinde bunu çok yaşadık. Ben bireysel olarak da çok yaşadım. Zaten odaklanma problemleri olan biriydim, bu süreçte daha da arttı. Psikolog olduğum için gözlemleyebiliyorum kendimde olan biteni ama maalesef kendi söküğümü dikemiyorum. Belirsizlik ve kaygı hepimizde odaklanma sorunlarına neden oldu ama burada vurgulamak istediğim ve gözlemlediğim şey, erkeklerde bu durumun kadınlar kadar yoğun olmadığı yönünde.

GT: Ama sonuçta toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda hassasiyeti ve farkındalıkları yüksek olan bir akademisyensiniz. Sizin için bu dengeleri sağlamak daha kolay olmalı.

DIB: Aslında bu çok da mümkün olmuyor bence, çünkü bir kere Türkiye toplumunda yetişmiş biriyle evlisiniz. Benim eşim Samsunlu. Yani farklı bir bölgeden bir erkekle de evli olsaydım çok fark etmezdi bence. Kültürel olarak yetiştirilme tarzı ve öğrenilen cinsiyet rolleri çok değişmiyor. Ben de Mardinliyim ve nispeten daha özgür bir aile ortamında büyüdüm. Benim babam mesela yardım eder, bundan gocunmaz. Eşim de çocuk bakımı konusunda çok yardımcı oldu kızımız doğduğundan beri. Ancak yine de evin asli işlerini kadınlar yapıyor, çünkü evde her şeyin yerini siz biliyorsunuz. Erkekler genelde yardımcı rollerde. Evdeki paylaşım genelde yardım etme üstüne kurulu. Özellikle çocuklu bir evde yardım etme değil de, işbölümü şart bence.

GT: Peki, STK’larla işbirliği yapıyor musunuz ve Mardin özelinde hangi alanlarda araştırma ve uygulama politikaları geliştirmeye yönelik öncelikleriniz var?

DIB: Yani elbette bölgenin çok farklı sorunları var. Bölgede gerçekten iyi çalışan STK’lar var. Biz de dirsek teması sağlamaya başladık. Önce hepsine ziyarette bulunduk. Mardin KAMER, Lider Kadın Derneği, MOKİD (Mardin Ortak Kadın İşbirliği Derneği) gibi buradaki yerel bazlı dernekler kadına yönelik güzel çalışmalar yapıyorlar. Dil öğretimi, kadınların istihdama kazandırılması, kadınların hakları konusunda eğitimler mesela. Çok fazla mülteci kadın var burada yaşayan ve ayrıca Türkiyeli olup etnik farklılıklarından dolayı Türkçe bilmeyen bir sürü kadın da var. Yaşlılarda daha yüksektir diye düşünülür bu oran ama değil aslında. Türkçeyi birçok genç kadın da bilmiyor. İletişim kurabilmek ve istihdama katılabilmek için o kadın Türkçe konuşmak zorunda. Dolayısıyla onlara Türkçe öğretimi konusunda bazı dernekler çalışıyor. Biz de aslında o az önce bahsettiğim TÖMER projesini hazırlarken bunu düşünmüştük. Çünkü mülteci kadınlar çalışmak istiyor ama Türkçe bilmedikleri için hiçbir yere ulaşamıyorlar. Başvuruda dahi bulunamıyorlar. Dolayısıyla o kadınlara Türkçe öğretmek önceliğimiz olmalı diye düşünmüştük. Bir de sadece iş hayatına değil, toplumsal hayata katılabilmek için de önemli dil meselesi, çünkü hiçbir şekilde iletişim kuramıyorlar. Yardım isteyecekler, yardım isterken bile çocukları aracılığıyla iletişim kuruyorlar çoğu zaman. Bu çocuk için de yıpratıcı ve travmatik bir süreç, çünkü bütün konuşmalara şahit olmak zorunda kalıyor. Bir de bölgede çocuk gelin sorunu var. Berdel evliliği sorunu var. Eskiden de vardı ama “mülteci sorunu” olmaya başladıktan sonra yine artış gösterdi.

Burada mülteci sorununu tırnak içinde kullanıyorum. Yani bu sorun kelimesini biraz ihtiyatlı kullanmak lazım, onu da söyleyeyim. Mesela kadın sorunları uygulama ve araştırma merkezleri var. Bana çok garip geliyor, çünkü baştan tanımlarken kadını sorunlu bir varlık olarak tanımlıyorsunuz. Ben bunu “başörtüsü sorunu” dendiğinde fark etmiştim, çünkü asıl sorun başörtüsünde ya da başörtülü kadınlarda değil. Başörtüsü sorunu diye bir şey yok aslında, başörtüsü yasağı var ve o bir sorun oluşturuyor. O yüzden ben tanımlarken de kadın sorunu, mülteci sorunu yerine kadınların yaşadıkları sorunlar, mültecilerin yaşadıkları sorunlar diyorum genelde, dikkat etmeye çalışıyorum bu tarz tanımlamalara. Çünkü erkeklerin yaşadığı ya da toplumsal cinsiyetle ilgili farklı sorunlar da var.

Bir önceki konuya dönecek olursak, mültecilerin ikinci eş olmasıyla Mardin’de ciddi bir artış olduğu söyleniyor. Hatta birkaç kez haberlerde denk geldim, polis düğünleri bastı, 18 yaşından küçük kızları devlet korumasına aldılar. Yani Mardin’de bu sorunlar çok önemli. İkinci eş meselesi zaten çok uzun zamandır var. Güneydoğu’da çok yaygın bir şey ama Suriyelilerin gelmesinden sonra arttı, çünkü paraya ihtiyacı olan, barınma sorunu olan bir sürü insan var ve barınma ya da maddi imkân sağlayan bir insanla ikinci evliliklerini yapıyorlar. Küçük yaşta evlilik gibi sorunlar bölgemizin sorunları zaten ama Mardin biraz değişik bir yer. Dediğim gibi etnik farklılıklar, dinî farklılıklar çok fazla; dolayısıyla farklı kültürel kodlarımız var. Arapların çok farklı, Kürtlerin çok farklı, başka milletten insanların çok farklı kültürel kodları olabiliyor. O yüzden burada çalışmak da aslında çok kolay bir şey değil. Bir de dil problemi ortaya çıkıyor. Şimdi ben mesela Mardinliyim ama Kürtçe bilmiyorum. Arapça biliyorum, Kürt biriyle iletişimim çok daha zor olabiliyor. O yüzden bu bölgede çalışmak bu anlamda daha zor. Ama STK’lar bunu aşmışlar, çalışma kadroları çeşitli, birden fazla dil bilen kişileri istihdam ediyorlar. Ben genel olarak buradaki STK’ları beğeniyorum çalışma sistemi olarak.

GT: Kadın dernekleri bu kadar farklı sorunlara cevap verebilecek, çoğulcu bir yapıya sahip mi?

DIB: Ben çoğulcu olduklarını düşünüyorum genel anlamda, çünkü birçok kadınla ilgili projeler yapıyorlar. Genelde dirsek temasında olduğumuz derneklere baktığımda, hem Kürt kadınlarla hem Arap kadınlarla hem mülteci kadınlarla çalışıyorlar, yani projelerinde hepsini katmaya çalışıyorlar. Mülteciye yönelikse ayrı, yerel halka yönelikse ayrı bir proje yapıyorlar. Ben daha çoğulcu buluyorum buradaki STK’ları.

GT: Sizin işbirlikleriniz o anlamda da örtüşüyor sanıyorum.

DIB: Evet ama çok az maalesef. Bu biraz bizim eksikliğimiz, biraz da onların. Çünkü biz belki kendimizi tam anlatamadık onlara, ama onlar da bizimle çalışmak yerine ya da bizim uzmanlık alanımız olan bir konuda bize danışmak yerine bazen farklı üniversitelerden, hocalardan danışmanlık alabiliyorlar Tabii başka üniversitelerden merkezlerle de keşke işbirliği yapabilsek… Çünkü yalnız başımıza gerçekten zorlanıyoruz. Yani hem ortak çalışmalar hem farklılıklar açısından… Mesela sizi tanıdım, siz farklı bir alanda çalışıyorsunuz, bana hemen bir şey gönderdiniz. Ne kadar güzel oluyor işte böyle etkileşimler! Öyle olmadığı sürece çok kendi dünyamızda kalmak zorunda kalıyoruz. Tabii şu an pandeminin iyi tarafı çoğu şeyin online olması. Daha fazla şeye katılabiliyoruz. Bu güzel bir şey gerçekten ama bir yanıyla da çok dışarıda kalmış gibi hissettiğim oluyor benim. Ankara, İstanbul gibi metropollere uzaktayız. Bir kere Güneydoğu özel bir bölge olduğu için çok fazla proje yapılıyor burası ile ilgili. İstanbul’dan, İzmir’den de çok fazla dernek geliyor aslında buraya proje yapmaya. Onlara mümkün olduğunca katılmaya çalışıyoruz ama genelde bir fikir alışverişi bazında oluyor yine, ortak bir çalışma gibi olmuyor bu. Bizden fikir alıyorlar, biz konuşuyoruz toplantılarda, çok güzel… Onlar da bir sürü veri almış oluyorlar ama bununla sınırlı kalıyor çoğu maalesef.

GT: Onun size bir geri dönüşü olmuyor mu?

DIB: Yani işte gönderiyorlar raporlarını ama bu kadar. Bizim açımızdan bir geri dönüşü yok ama tabii ki kıymetli çalışmalar hepsi. Sonuçta biz de proje yapmak istiyoruz, merkezin aktif hale gelmesi için ve tabii ki proje bütçesiyle daha çok çalışma yapmak için. Ben akademik çalışmaları bu merkezde gerçekten daha fazla önemsiyorum, çünkü kadın çalışmaları konusunda zaten bir yüksek lisans doktora programımız yok. Belki bu merkez vasıtasıyla güzel akademik çalışmalar yapılabilir, farklı konularda çalışılır. Bir de akademinin sosyal hayattan bağımsız olmaması gerektiğini ve aktivizm tarafının da olması gerektiğini düşünen bir insanım. Ben zaten derneklerde de aktif çalıştım daha önce. Bu anlamda akademisyenlerin inisiyatif alması gerektiğini düşünüyorum. Mesela biz bu bölgede yaşıyoruz. Sorunlarımız örneğin Akdeniz bölgesinden çok farklı. Buradan mevsimlik işçi olarak başka şehirlere giden çok fazla insan var. Belki onunla ilgili çalışılabilir. İnsanlar sürekli ölüyorlar yollarda, mevsimlik işçi taşıyan minibüslerde. Sürekli kazalarda ölüyorlar, bazen gittikleri yerlerde ırkçı saldırılara maruz kalıyorlar. Dolayısıyla böyle sorunlar da var. Yani biz bunlara uzak kalamayız. Toplumsal cinsiyet eşitliği ya da cinsiyete dayalı şiddetle ilgili çalışacağız ama bu şiddetin altında Mardin’de neler yaşanıyor, bununla ilgili çalışmamız lazım. Üst başlıklar çok afili, çok güzel ama bize çok temas etmeyen yanları da olabiliyor projelerin. Ama ben akademik çalışmaya biraz daha fazla odaklanmak istiyorum.

Sonuç olarak biz tabii ki STK’larla ortak çalışma yapmayı istiyoruz. O yüzden merkezde çalışmaya başladıktan sonra arkadaşlarımla hemen buradaki STK’larla görüştük, çünkü derdimiz ortak, burada yaşıyoruz. Kurumlar bazında da bunu hep söylüyorum ama işte biz biraz akademi olarak uzak kalıyoruz bazı şeylere. Çünkü mesela kadına yönelik şiddet vakası oluyor, STK’lar organize oluyor, ŞÖNİM’e yönlendiriyorlar. Polisidir, jandarmasıdır, başka kurumlardır, hepsi aynı anda devreye girdikleri için sürekli iletişim halindeler. Ama biz akademik bir kurum, üniversite olarak biraz dışarıda kalabiliyoruz bu açıdan. Çoğu zaman akademik çalışma, panel, sempozyum, çalıştay olacağı zaman görüşüyoruz kurumlarla. Ama biz bu akademik çalışmalar dışında da aktif olarak onların destek olduğu ya da hedef kitlesi olan kişilerle görüşüp sorunları tespit etmek isteriz. Mesela Kızılay Toplum Merkezi göç konusunda çalışan akademisyenleri toplamıştı geçen sene. Çünkü Mardin’de sorunlar her yerle aynı değil, her şehrin farklı sorunları olabiliyor. Ötekileştirme sorunu var, kiraların artışı sorunu var, ikinci eş meselesi var, çocukların entegrasyonu sorunu var… Var Allah var yani, çok fazla sorun var. Akrabalık ilişkileri olan bir yer olmasına rağmen sorunlar olabiliyor. Velhasıl bizim en büyük sorunumuz kalifiye eleman azlığımız. Belki kalifiye eleman, gönüllü çalışabilecek doktora ve yüksek lisans öğrencileri ya da bize katkı sunacak STK’lar gibi bir destek olursa tüm bu sorunlara daha yakından eğilebiliriz. Zaten bizi destekleyen bir yönetimimiz var. Gerçekten çoğu konuda bize destek sunuyorlar. Bizi kısıtlayan bir rektörlüğümüz yok. İstişare ediyoruz ama bize bırakıyorlar çoğu şeyi. Dolayısıyla ancak böyle işbirlikleri ile zenginleşebileceğini düşünüyorum. Çok klasik oldu ama bu şekilde…

DIB: Bir de benim bu alanda fark ettiğim bir şey daha var. Nicel çalışmalar nitel çalışmalardan çok daha fazla. Kendim de nitel çalışan bir insan olarak bu çalışmaların artmasını isterim. Çünkü mesela bana “İşyerinde zorluk yaşar mısınız?” diye sorulduğu zaman nicel bir şekilde “yaşıyorum” cevabını işaretlerim ama benim yaşadığım sorunlar daha çok işte akademideki mobbing, kadın idareci olarak yaşadığım sorunlar, çalışma ortamımın verimsizleşmesi gibi şeylerdir. İşçi bir kadına sorarsanız bunu, çalışma saatlerinin çokluğundan, çalışma ortamının kötü ve havasız oluşundan, tuvalet saatlerinin kısıtlı olmasından bahsedecektir ve bunun altını nitel olarak doldurmadığınız sürece… Çalışan kadın sorun yaşıyor, evet ama hangi çalışan kadın ne tür sorunlar yaşıyor? Hepimizin farklı sorunları var neticede. Dolayısıyla nicel ve nitel çalışmaların birbirini desteklemesi lazım. İkisi de çok kıymetli veri sağlıyor bize. Kadına yönelik şiddet çok ön planda ama mesela ben yaşlıya yönelik şiddet çalıştım, hakikaten bu da çok konuşulmayan bir konu. Oranlar da azımsanmayacak derecede. Mesela kadınları ele alırsak eğer, yaşlı kadınların daha fazla fiziksel istismara uğradığını tespit ettim ben çalışmamda, çünkü ekonomik olarak genelde bağımlı; şiddete uğrasa bile şikâyet etmiyor. Ekonomik istismar ve ihmal daha çok erkeklerin maruz kaldığı bir şey benim bulgularımda. Dolayısıyla farklı kırılgan grupların da daha çok çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Az önce de ifade ettiğim gibi çocuğa yönelik şiddet ve kadına yönelik şiddet bizde çok ön planda, çünkü toplumsal olarak da çok tepkiye açık, çok kolay takipçi kazanabilecek bir konu ama yaşlıya yönelik şiddet çok konuşulmuyor. Zaten yaşlılar evde olduğu için göz önünde de değiller. Hele pandemi sonrası iyice eve kapandılar. Mesela babaanne, anneanne olup torun bakmak istemeyen bir kadın da olabilir ama toplumsal baskıdan dolayı bunu söyleyemeyebilir, çünkü bakmak zorunda, torununu sevmiyor gibi algılanır ama bakmak zorunda değil aslında. Belki hayatının son dönemini çok rahat bir şekilde geçirmek istiyor, hiçbir çocuğa bakmak istemiyor ya da gücü yetmiyor bakmaya, çünkü çocuk bakımı gerçekten zor bir şey ama bunu ifade bile edemiyor. Mesela benim görüşmelerimde bunu biri ifade etmişti. Çocuğa yönelik şiddette de genelde şu çalışılıyor. Çocuk bir tacize, tecavüze uğrarsa, öldürülürse toplumsal tepki oluşuyor ama duygusal istismar çok yaygın olmasına rağmen bu pek de tepki çekmiyor. Dolayısıyla kadın ve aile çalışmaları yapacaksak yaşlıları ve diğer kırılgan grupları da dahil etmeliyiz çalışmalarımıza.

GT: Peki, üniversiteden size girişimde bulunduğunuz işbirlikleri konusunda hiçbir kısıtlayıcı tepki geldi mi?

DIB: Bu konuda bir özgürlüğümüz var, gerçekten şanslıyız. Üniversitemiz, rektörümüz daha geniş bakıyor bu işlere. Proje uygun olduğu sürece işbirlikleri yapabiliyoruz. Tabii Mardin küçük bir yer olduğu için kişisel ilişkilerimizle de yürüyebiliyor bazen işler. Bu bence kötü bir şey değil, çünkü işler bu şekilde daha hızlı ilerleyebiliyor bazen. Tabii ki üniversiteden bağımsız ve izinsiz yapmıyoruz etkinliklerimizi. Kurumsal bir yer sonuçta ve bizim de belli sorumluluklarımız var.

GT: Peki, merkezin faaliyetlerini tam olarak anlamayan bir kesimden, cinsiyetçi bir söylemle karşılaştınız mı çalışmalarınız sırasında?

DIB: Aslında neredeyse hiç almadık, belki de çok fazla aktif olmadığımız içindir, bilemiyorum. Yaptığımız paneller ve yazdığımız bildiriler genel olarak beğenilip destekleniyor. Hoşuna gitmeyen de vardır elbette ama bize doğrudan yansıyan bir şey yok. Kişisel eleştiriler olabiliyor ama bu durum her yerde ve herkesin karşısına çıkabilecek bir şey bence. Kadın hakları ile ilgili bir şey ifade ettiğiniz zaman hemen feminist damgası yiyebiliyorsunuz. Burda elbette damgayı tırnak içinde kullanıyorum. Eleştirenler açısından kötü bir imajı olduğu için… Kişisel olarak kendimi feminist olarak tanımlamıyorum. Ama kadın ve erkeğin eşit sorumluluklarla hareket etmesi gerektiğini düşünüyorum. Bazen “Sen kadınsın, çocuğun var, istersen bu sorumluluğu alma” gibi şeyler duyabiliyor kadınlar. Yönetici olarak da daha duygusal tepkiler verdiğinizi ima edebiliyorlar örneğin. Mesela birini “Neden işini doğru düzgün yapmıyorsun?” diye eleştirdiğiniz zaman bunu duygusal tepki olarak karşılıyorlar. Kadın olduğunuz için duygusal tepki verdiğinizi düşünüyorlar ama bir erkek bunu böyle söylediği zaman daha hızlı yapılıyor o iş. Ben çocuğumu okulda büyüttüm, hep götürdüm yanımda, anaokulu yaşı gelene kadar yanımda büyüdü. Bence kadın akademisyen olmak zor, evli ya da çocuklu olmasanız da. Bizim kampüs şehrin biraz dışında ve arabası olmayan bir kadın olduğunuzu düşünün. Hava karardığında nasıl döneceksiniz? Bir minibüse binmek zorundasınız. Benim arabam var ama arabası olmayan biri için bindiğiniz minibüste taciz edilme korkusu olabiliyor. Özgecan Aslan cinayeti işlendi bu ülkede neticede. Bir hafızamız var bu konuda. Mardin birçok şehre göre daha güvenilir bir şehir. Ama yine de kadınlarda genel olarak bir korku var.

Pandemi sonrası online eğitimde de sorunlar yaşıyoruz. Aslında üniversitemiz online platformları çok iyi kullandı bu süreçte. Pandeminin başından beri #evdeüniversite sloganıyla birçok canlı yayın yaptık YouTube üzerinden. Ama öğrencilerimizin çoğu bu bölgede yaşıyorlar ve bazılarının akıllı cihazı, bazılarının internete erişimi yok. Öğrencilerimizin yaşadıkları zorluklar bizi üzüyor tabii. Kız öğrencilerimiz daha çok zorluk yaşıyor, çünkü evde oldukları için kardeşlerine bakmak zorunda olan, ev işleri yapan ya da tarlaya gitmek zorunda olanlar var. Dersleri takip etmekte zorlandıklarını düşünüyorum. Bölgede başka üniversitelerde çalışan akademisyen arkadaşlarım da aynı şeyleri söylüyor. Eminim Türkiye’nin birçok bölgesinde de bu sorunları yaşayanlar vardır. İnternetimiz çok yavaş ve çok kesiliyor, bu bile verimi çok etkiliyor ama elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

Aslında pandemide en büyük zorluklardan biri de öğrencilerimize temas edememek. Yani burada öğrencilerle birebir temas etmeyi ben çok önemsiyorum. Asla ders verip çıkan bir akademisyen olmak istemiyorum. Gerçekten onlarla bireysel olarak da çok özel ilişkiler kurmaya çalışıyorum, çünkü çok farklı dinamikler çıkıyor hayatlarıyla ilgili. Bizim görevimiz biraz da bu, yani öğrencilere temas etmek. Sadece akademik çalışma yapıp, dersimizi verip çıkmak değil. O yüzden online eğitimi de hiç sevmedim, çünkü aynaya bakıp konuşuyor gibisiniz, hiç temas edemiyorsunuz; zorlukları da, heyecanları da göremiyorsunuz.

GT: Siz daha önce Bilgi Üniversitesi’ndeydiniz sanırım.

DIB: Ben Bilgi Üniversitesi’nde yüksek lisansımı yaptım, doktoramı da İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa’da. Sonra tekrar Mardin’e dönmek farklı bir deneyimdi. Dediğim gibi nispeten hem küçük bir üniversite hem küçük bir yer. Sosyal bilimler üniversitesi amacıyla kurulmuş üniversitemiz, oldukça güzel aslında, şu anda da iyi gidiyor. Burada da yapacak çok iş var ama yani hakikaten bu özgürlükçü ortamları bütün üniversitelerde kurmak gerekiyor. Bilgi’de ortam gerçekten öğrencilerin kendini rahatça ifade etmesi üzerine kuruluydu, çok özgür bir alanımız vardı. Şimdi ben de bunu isterim elbette. Öğrenci korka korka değil, rahatça gelebilmeli mesela kapınıza, odanıza. Bunları kurmaya çalışıyoruz ama başarabiliyor muyuz, bilmiyorum.

Deniz Işıker Bedir

GT: Şimdi sihirli bir değneğiniz olsa, toplumsal cinsiyet eşitliği çerçevesinde hangi sorunumuzu halledivermek isterdiniz?

DIB: Zor bir soru, çünkü çok şey var çözülmesi gereken. Daha genel cevap vermem gerekirse tabii ki kadın cinayetlerini çözmek isterdim ama özelde kadına bu kadar sorumluluk yüklenip hiçbir şey yapmıyor gibi görünmesi algısını değiştirmek isterdim herhalde. Çok çalışsanız da, özellikle ev içinde emeğiniz görünmez olabiliyor. Yetememe ve eksiklik duygusu da hâkim oluyor, sosyal medya da bunu oldukça körüklüyor. Her açıdan eksik hissettiriliyorsun, yani sadece çalışma ortamı, ev ortamı falan değil. Toplumsal olarak da, hitap şekillerinde bile sorun var ve başörtülü kadın olmak da bence ayrıca zor. Başörtülü kadın olarak yeni yeni kabul ediliyoruz işyerlerinde ve sosyal ortamlarda. Neticede travmatik bir geçmişimiz var hiçbir yere alınmama ile ilgili, bu da çok zor. Ben ilk akademiye başladığımda çok zorlanıyordum kendimi ifade etmekte, bence birçok kadın da yaşamıştır bunu. Yaşatılan travmadan dolayı kadınlar buna daha çok maruz kaldı, çünkü İslamcı erkekler doğrudan yaşamadı bunu, biz yaşadık. Tabii bedel ödeyen erkekler de var ama kadınlar kadar çok değil. İdeolojik ayrımcılığı ve bir de kadınların kendileri arasındaki ayrımcılığı da bitirebilsem keşke, çünkü bir 10 sene öncesine kadar hiç dirsek temasımız yoktu belli gruplarla, ideolojik ayrışmalardan dolayı. Ben çok yol katettiğimizi düşünüyorum, şu anda gerçekten artık temaslar var, konuşulabiliyor belli oranda. Örneğin eskiden feminist gruplar daha homojendi bence, şu an kendini İslamcı feminist olarak tanımlayan kadınlar da var. Kadın mücadelesinde artık bizim de daha görünür olmamız beni mutlu ediyor ama hâlâ bazı konularda ideolojik ayrımcılığa uğradığımı da düşünüyorum. Yani hâlâ bunun tamamen bitmediğini de düşünüyorum. Tabii bunu her grup için söyleyemem ama bazı gruplarda hâlâ ayrımcı bir bakış açısı olduğunu düşünüyorum.

GT: Başörtüsü konusunda çok ayrımcılığa maruz kaldınız mı?

DIB: Elbette çok yaşadım ama burada bunu anlatmak uzun sürebilir. Bu konuda akademik çalışma da yaptım, kitap olarak da yayımlandı. Mardin özelinde çok yaşamadım. Şöyle bir şey oluyor… Bazen proje yapacağımız kişilerle telefonla normal konuşuyoruz. Sonra sizi başörtülü gördüklerinde bir hayal kırıklığı görebiliyorsunuz. Bazen diyorum ki, acaba alınganlık mı yapıyorum, yani travmaların verdiği bir şey mi bu? Bazen kendimi de sorumlu tutuyorum ama bazen olmadığını hissettiriyorlar. Gerçekten “Başka türlü gitseydim bana daha fazla kıymet verirlerdi” dediğim ortamlar oluyor ama Mardin’de bunu neredeyse hiç yaşamadım, onu söyleyebilirim. Erkeklerde daha fazla oluyor bu sanki. Bazı kurumsal görüşmelerde bile “abla”, “bacım” ya da “yenge” diyebiliyorlar. İkincil bir statüye tabi tutuyorlar siz başörtülü olduğunuz için. Hemen onun bacısı, ablası ya da yengesi oluyorsunuz. Bunu kıramadık hâlâ. Mesela ben başörtülü bir kadın olmasam muhtemelen “hanımefendi” diye hitap edecek. Başörtülü bir kadın olduğum için kendine yakın görüyor, böyle hitaplar kullanıyor ama bu da bir ayrımcılık ve beni rahatsız ediyor mesela.

GT: Bence benden böyle bir şey hissetmediniz.

DIB: Hayır, hiçbir şey olmadı, sevgi dolu başladı sohbetimiz. Hatta e-postanız da zaten çok sempatik, sevgi doluydu. O yüzden diyorum ya, zaten 1-0 önde başladınız.

GT: Konuşmadığımız ne kaldı? Son olarak şunu sorayım, çalıştığınız merkezde veya Mardin özelinde süregelen bir derdiniz var mı? Yani “Şunu çözsek, şu konuda destek alsak ne kadar yolumuz önümüz açılır!” dediğiniz bir şey var mı?

DIB: Aslında çok yok. Genel olarak konuştuk hepsini, sadece Mardin’in ya da bölgenin ikincil görülmesinden çok hazzetmiyorum hakikaten. İşte proje alınıp orada uygulama yapılacak bir alan gibi görülüyor ve Mardin’de bir proje yapıldığında, çağırıldığınız zaman sanki bütün herkes katılmak zorundaymış gibi bir durum oluyor. Büyük bir şehirde bunu yapamazsınız. Çağırırsınız kurumları, katılmayan katılmaz ya da belki daha özel bir çaba sarf edersiniz falan… Burada genelde şunu hissediyorum ben dışarıdan gelenlerde; hepsi değil tabii, genellemek yanlış olur; bazıları geliyorlar, burada birebir görüşmeler yapıyorlar, bizzat bizi davet edenler oluyor. Örneğin kampüse kadar gelip ziyaret ediyorlar, tanışıyorlar, çok güzel şeyler de oluyor ama burayı böyle bir deney alanı olarak gören insanlar da oluyor. Çok normal bir şey söylüyorsunuz, “Aa! Nasıl bunu düşünebilirsiniz!” gibi hayretle bakıyorlar, sanki siz onu düşünemezmişsiniz gibi; ama sizi deneysel alanın bir parçası, aydınlatılması gereken bir toplumsal kesim olarak gördükleri için yaptığınız işler çok çok önemliymiş gibi geliyor. Halbuki çok normal şeylerden, sıradan şeylerden bahsediyorsunuz. Buradaki STK’lara, kurum ve kuruluşlara da öyle çok özel gibi davranıyorlar ama ben rahatsız oluyorum. Tamam, farklı bir bölge, gerçekten karışık bir bölge, zor bir bölge ama buradaki insanlar da gayet normaller. Şimdi internet var ve hepimiz her şeye ulaşabiliyoruz. Hiyerarşik bir ilişki biçimi oluyor bu durumda.

Bölgedekilerin de bunu körüklediğini düşünüyorum ben. Çünkü bölgedekiler de çok kıymet veriyorlar bu çalışmalara. O kadar özel hissettiriyorlar ki gelenlere kendilerini… Mesela ben burada aynı çalışmayı yapsam, ben Mardinli olduğum için, Mardin Artuklu Üniversitesi’nden geldiğim için bana o kadar yardımcı olmayacaklar ama dışarıdan,  çok farklı bir üniversiteden gelen birine daha fazla yardımcı oluyorlar. Çok fazla bilgi veriyorlar. O sorunu da yaşıyoruz alanda ve işte o hiyerarşik yapı adım adım alta doğru ilerliyor. Başörtülü kadın olmak bir alt katman, kadın olmak başka bir katman, Mardinli olmak bir başka katman, Arap ya da Kürt olmak başka bir katman, kadın konusunda çalışmak başka bir katman. O bile, yani kadın çalışmaları yapmak bile aslında başka bir ötekileştirmeye neden olabiliyor.

GT: Bol katmanlı bir ezilmişlik hakikaten ama işte böyle sohbetlerle, işbirlikleri ile kalkacağız altından.

DIB: İnşallah… Yıkabildiğimiz kadar yıkalım her katmanını elimizden geldiğince. Bir de önceleri “Aa, çok farklı” diyorlar. Sonra normalleşmeye başlıyoruz bir şekilde hakikaten bu dirsek temasları sayesinde. Bizim önyargımız yok mu? Var kesinlikle… Önyargılar herkeste var ama biraz bu karşılaşmalar, biraz bu konuşmalar, hepsi biraz biraz yıkıyor bu önyargıları.

GT: Tabii ki! Şimdi düşünsene Deniz, ben şu an İstanbul’dayım, sen Mardin’desin, bence çok kıymetli bu sohbet ve bu ortaklıklar, dostluklar sayesinde ilerleyebileceğiz. Çünkü derdimiz ortak. O yüzden de çok teşekkür ediyorum sana.

DIB: Ben teşekkür ederim.

 

Yrd. Doç. Dr. Deniz Işıker Bedir

Mardin Artuklu Üniversitesi Kadın ve Aile Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Direktörü, Psikoloji Bölüm Başkanı.