Shakespeare'in soylu bir ailenin düğünü için yazdığı sanılan Bir Yaz Gecesi Rüyası, tam bir karnaval havasındadır. Aleksandar Popovski, oyunu ritmik ve hızlı bir kabare gibi sahneye koyuyor
08 Şubat 2018 13:25
Geçen yıllarda William Shakespeare’in hayatı hakkında ortaya bazı iddialar atıldı. Aslında yeni değil iddialar, 17. yüzyıldan beri Shakespeare’in hayatı belli bir gizem perdesi ardında anlatılır. Dönem dönem araştırmacılar çıkar ortaya ve Shakespeare’in gerçek olmadığını, başka birinin (özellikle soylu ve adını gizlemek isteyen birinin) bu eserleri yazıp William Shakespeare’e verdiğini ve onun adıyla oynanmasına/basılmasına izin verdiğini söylerler. Bütün bu iddiaların nedeni belki de dehanın nasıl işlediğini anlayamıyor olmamız.
Otuz yedi oyun ve 154 soneden oluşan muazzam hacmin bir insan tarafından yazılmış olamayacağı, eğer yazdıysa da bu kişinin bir ilkokul mezunu olmaması gerektiği mantığından yola çıkarak ancak Francis Bacon ya da Oxford Dükü gibi dönemin entelektüellerinden biri olabileceği fikri ortaya atılır. Bunun, çoğu Shakespeare uzmanının hiç ciddiye almadığı bir teori olduğunu hemen söylemeliyim. Nasıl olur da küçük bir kasabada, evinin 400 metre uzağındaki parasız halk okuluna gitmiş biri böylesine gelişmiş bir kelime hazinesine sahip olabilir? Klasikleri nasıl bu kadar iyi anlamış olabilir? İngiltere dışında seyahat etmemiş biri nasıl olur da Kıbrıs’ta, Atina’da, Verona’da, Kopenhag’da, Venedik’te geçen eserler yazar? Bu yerlerin bitki örtüsünü ve coğrafyasını nasıl bilebilir?
Günümüzde Shakespeare’in eserleri hakkında konuşurken fark ediyoruz ki asıl merak ettiğimiz bir dâhinin nasıl yarattığı. Hem komedi ustası hem filozof oluşunu anlamak istiyoruz. Gerçekçi tarihî eserlerin yanı sıra periler, cinler, büyücüler, cadılarla dolu eserler yazması büyülüyor bizi ama bizi asıl büyüleyen hem gösteri ustası olması hem de büyük şairliği bir araya getirmesidir.
Bir Yaz Gecesi Rüyası’nı Shakespeare muhtemelen 32 yaşındayken, Romeo ve Juliet’ten önce yazdı. Bu yıllar onun “orta dönem eserleri” olarak sınıflandırılan oyunlarını yazdığı dönem ama Bir Yaz Gecesi Rüyası, ne Romeo ve Juliet gibi lirik ne de Hamlet gibi felsefî; Shakespeare’in soylu bir ailenin (patronu Lord Chamberlain’in torununun) düğünü için yazdığı sanılan oyun, tam bir karnaval havasındadır. Dans ve şarkılar oyunun sonundaki düğün şölenini daha da görkemli kılmaya yarar.
Aleksandar Popovski tarafından sahneye konulan, Arda Aydın’ın kurucusu olduğu Biraderler Yapım’ın Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda, bu düğün havası sahneye çok güzel yansıtılmış. Sahne üzerinde kırmızı kadife dev perdeler şeritler hâlinde hem sahne-içinde-sahne olayını hem de aşk dolu bir ormanı yansıtmak için kullanılmış. Şarkı ve danslara akrobasi de eklenince, kabare havasında ritmik ve hızlı bir sahneleme olmuş.
Popovski sahneyi dikey ve yatay çizgiler olarak kurgulamış. Dikey kırmızı şeritler sık ağaçları, içinde kaybolunan ormanı, gökten yeryüzüne inen perileri; yataylık ise hem bu kıpkırmızı kadife şeritler üzerinde akrobatik hareketlerle dans eden perilerin duruşunu hem de ormanda yatma/uyuma/düş görme hâlini simgeliyor. Aslında yataylık daha çok kadın kahramanları yansıtan bir şey gibi: sahneye Atina Dük’ü Theseus’un (Levent Üzümcü) sırtında, kendi isteği dışında getirilen Hippolyta (Neslihan Yeldan) ile başlıyor kadınların yatay imgesi, dik duramayışları, belki de hayatın onları farklı şekillerde ezmesi simgeleniyor en çok bu sahnelemede. Shakespeare’in metninde de Amazon Kraliçesi Hippolyta, Atina’ya savaş esiri olarak getirildiği için doğal olarak hâlinden memnun değildir. Bir sonraki sahnede Theseus’u yarı soyunmuş, elinde kemerle göstermek kadının tutsaklığına vurgu yapıyor.
Hippolyta’da yerine oturan edilgenlik ne yazık ki Hermia ve Helena’da aşırı kaçmış; Popovski’nin bu kadın kahramanlara haksızlık ettiği söylenebilir. Shakespeare’in kadınları genelde kendi kaderlerine hükmeden kahramanlardır. Hermia örneğin, “Beni bu kadar cüretli kılan hangi güçtür bilmiyorum” diye başladığı sözlerini “… ruhumun kabul etmediği bir erkeğin boyunduruğuna girmektense, bakireliğin ayrıcalığı içinde ölürüm” der. Bu sözlere bağlılığını sonuna kadar da sürdürür. Bu versiyonda Pınar Tuncegil’in çok başarıyla canlandırdığı komik ve şirin Hermia ise erkekler onun hayatının en önemli kararlarından biri üzerine tartışırlarken bir anda “Çişim geldi” diyerek sahneden çıkıyor. Aynı şekilde, Helena da kaderini belirleyecek konunun tam orta yerinde aynı cümleyi söyleyerek sahneden çıkıyor. Hâlbuki, Hermia ve Helena böyle bir şey söyleyecek karakterler değildir. Gece ormana kendi başlarına, sevdikleri erkeklerle buluşmak için gelmiş, korkusuz gençlerdir. Onları kendileriyle ilgili konularda ilgisiz olarak yorumlamak doğru olmamış.
Shakespeare en ağır trajedilerinde bile seyirciye nefes alacağı aralar sunar. Macbeth’te oyunun en kanlı sahnesinden hemen sonraki sahnede, bir gece önceden kafayı bulmuş, bir türlü ayılamayan kapıcı, Hamlet’te komik haberci, Kuru Gürültü’de polis şefi gibi karakterler, ana konunun içinde yer almasalar da, sahneleme açısından çok önemlidir. Bu tür rolleri genelde çok deneyimli, seyircinin iyi tanıdığı oyuncular oynarlar. Bottom rolü de böyledir; ana konunun içinde değildir, oyun içinde oyunun bir parçasıdır ama neredeyse tüm oyunun komik unsurunu o taşır, bu yüzden de çok önemlidir. Daha önce sahnede görme fırsatı bulamadığım Arda Aydın’ın eşsiz Bottom yorumu, uzun zamandır gördüğüm en iyi oyunculuktu. Bottom rolünü çok zor kılan şey, çok hevesli ama yeteneksiz, tüm ukalalığına rağmen de bilgisiz olmasıdır. Bu ikilemler rolü zorlaştırır ama başarıyla üstesinden gelindiğinde de, bu sahnelemede olduğu gibi, tadına doyum olmaz.
Sonuçta metni az, şarkısı ve dansı bol, cambazlı, kabare tadında Bir Yaz Gecesi Rüyası seyrettik. 13 ve 25 Şubat’ta Uniq Hall’da yeniden izlenebilir.