Haydar Ergülen'in 1979 yılında, ODTÜ'deki öğrencilik yıllarında, "Yasak" dergisi için kaleme aldığı yazısı K24 okurları için Evvel Zaman sayfalarında...
08 Haziran 2017 13:57
Suyu Arayan Adam, Şevket Süreyya Aydemir’in arayış öyküsüdür. 1917 Ekim Devrimi’nin ardından Sovyetler Birliği’ne giden, devrimi yerinde görmek isteyen bu hevesli genç, birkaç yıl sonra Türkiye’ye dönerken yakalanacak, cezaevinde kaldığı süre içinde Kemalist devrimle sosyalist devrimi buluşturacak bir yol arayışına girecek, nihayet korporatist, yani dayanışmacı bir anlayışla, arkadaşlarıyla birlikte Kemalist ideolojinin yol haritasını çizecek olan Kadro dergisini çıkararak, rejimin en dikkate değer ideologlarından biri olacaktır. Suyu Arayan Adam, Türkçülükten sosyalizme, oradan Kemalizm’e uzanan bu yolculuğun heyecanlı öyküsüdür.
Suyu arayan mı yoksa yolu arayan mı demeli bilmiyorum, ama bizim kuşak için, yani 60’lı yaşlardakiler, tabii öncekiler zaten yoldaydı, bizden bir kuşak sonrakiler içindir ‘heyecanlı’ deyişim. Şimdi de yoldan, arayıştan heyecan duyan gençler hiç kuşkusuz vardır, ama o zaman daha kalabalık olduğumuz için sanırım, Adnan Özer’in sık sık andığım ve ağlatacak kadar güzel “Kırlara Veda” şiirindeki “Gözyaşlarının gücü vardı eskiden/ ırmak yüklü adamlardık tuz katarlarının ardınca giden/ …/ Utanır arınırdık şehirde fazla kalmak suçundan;/ akıl danışırdık yağmura: Nasıl döneriz/ evlerimize doğu yollarından…” dizelerinde yollara düşenler bizmişiz gibi gelirdi bana.
İşte o yolda, yolları çatallanan bahçe’de çıktı karşıma Kemal Tahir. Liseye gidiyordum, sosyoloji okumak istiyordum üniversitede, daha doğrusu ODTÜ’de. Tarih de sosyoloji kadar ilgilendiriyordu beni. Japonya’dan Polonya’ya, Türkiye’den Macaristan’a kadar, aralarında bizim memleketin de olduğu pek çok ülkeyle ilgili okumalar yapıyor, tezler hazırlıyordum okulda. O sıralarda ATÜT, sonradan AÜT olarak adlandırılacak Asya Tipi Üretim Tarzı kavramıyla da o zaman karşılaştım. Marx- Engels okurken, Marx’ın Doğu Sorunu kitabında Türkiye daha doğrusu Hindistan, Çin gibi imparatorluklardaki üretim biçimlerine değinmesi, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki tarımsal modelin de Batı’dan, yani Avrupa ülkelerinden farklı bir gelişme izlediğine dair yaklaşımları, adeta Doğu’da feodalite olmadığı varsayımına yol açıyordu.
Sencer Divitçioğlu, Mustafa Akdağ, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, İsmail Cem gibi adların da aralarında bulunduğu pek çok yazarın Osmanlı, ATÜT, isyanlar gibi konularda kitaplarını edinmeye, okumaya başladım. Tam da o sırada Türkiye Defteri dergisiyle karşılaştım, Taylan Altuğ ve Hulki Aktunç’u hatırlıyorum dergiden, biri felsefeci, diğeri edebiyatçı, bir de Selim İleri’yi. Kurucusu da bir TRT’ciydi, Naci Çelik. Tabii derginin kapağındaki Kemal Tahir’in resmi ve onun sözlerini de. 1971’de yayıma başladı, güzel ve özel sayıları vardı, Nâzım Hikmet, Orhan Kemal, Mustafa Suphi, Lenin, Antonio Gramsci yer alıyordu bazı kapaklarında. Hoşuma gitti dergi, aykırı şeyler söylüyordu, sevdiğim, izlediğim başka yazarlarla da karşılaşıyordum.
Böylece Kemal Tahir’in düşüncelerine yaklaştığımı ve onu savunmaya başladığımı hatırlıyorum… Derken 1973’te Kemal Tahir’i kaybettik. Aradan iki yıl geçti, ben ODTÜ Sosyoloji’yi kazandım. Kemal Tahir okumayı sürdürdüm. Fakat öte yandan da Sovyet Devrimi’nin ve dünya devrimi fikrinin büyük öncüsü Troçki’nin kitaplarını okuyor, onun düşüncelerinden etkileniyordum. Hatta Troçkist bir siyasetten ODTÜ- ÖTK seçimlerinde öğrenci temsilcisi seçilmiştim sosyolojide. Başka düşünürler, yazarlar derken, Kemal Tahir’den uzaklaştım, ama yine de hayli etkilenmiştim ondan. ODTÜ- ÖTK Edebiyat Kulübü’nde çalıştığım yıllarda, bir dergi çıkarmıştık kulüp adına. Ne yazık ki, Haziran 1979’da ilk sayısını çıkardığımız, üç aylık dergimiz, hep birinci sayısında kaldı, adı Yasak’tı. O yıllardaki devrimci yayınların hemen çoğu gibi siyah- beyazdı, kapağında ODTÜ’den bir eylem fotoğrafı ve altında “Yaşasın özerk ve demokratik üniversite mücadelemiz” yazısı vardı. Dergide adımla yazdığım iki, edebiyat kulübü adına yazdığım da iki olmak üzere toplam dört ürünüm yer alıyor. Bunlardan biri “Kemal Tahir İçin” başlığını taşıyor. “Edebiyat Kulübü” adına kaleme almıştım. Bu uzun girişten sonra neredeyse 40 yıl önce yazdığım o yazıyı aşağıda paylaşıyorum. (Hiçbir düzeltme ya da düzenleme yapmadan, o gün yazdığım haliyle alıyorum yazıyı buraya.)
Kemal Tahir’in ölümünün üzerinden 6 yıl geçti. Toplumun çalkantıdan çalkantıya düştüğü önemli 6 yıl. Yaşasaydı, kuşkusuz ‘insan’ı amaçlayan yapıtlar vermeyi sürdürecek, her kitabı yeni sorulara yol açacaktı. Yine de ardında bıraktığı romanlar toplamı henüz karşılığını bulamamış birçok soruyla doludur.
Nedir Kemal Tahir’i bu denli önemli ve etkili kılan? Kuşkusuz o, kavram kargaşası içine bir de ‘Kemal Tahir Düşüncesi’ bırakmamıştır. Sadece tarihe doğru bakmayı, gerçekliği her bağlamda yeniden ele alıp yorumlamayı, derinliğine araştırmaların kaynağını sunmuştur topluma. Bu sonsuz ve yoğun bir kaynaktır. İçinde toplumların gelişim dinamiğini, toplumlara yön veren kişilerin tarih içindeki yerlerine doğru oturtulmasını, Anadolu insanının ne denli büyük bir güç olduğunu barındırır bu kaynak.
Toplumumuzun, Osmanlı İmparatorluğuyla süren tarihini romanlaştırmıştır, yayınlandığı yıllarda çeşitli eleştirilere yol açan Devlet Ana adlı romanında Osmanlı İmparatorluğunu, Batılı feodal devletlerden ayıran temel özellikler işlenmektedir. Daha sonra İttihat ve Terakki, Cumhuriyet’in ilk yılları gibi bugün geniş kitlelerce bilinmeyen dönemleri Yorgun Savaşçı, Esir Şehrin İnsanları, Yol Ayrımı ve Kurt Kanunu adlı romanlarında işlemiştir. (Ayrıca tek öykü kitabı olan Göl İnsanları’nda köylüye ilk kez gerçekçi, insani derinliğini de unutmadan bakmayı becerebilmiştir.)
Bizim eleştiri yöntemimiz varolan herşeyin kıyasıya eleştirilmesidir. Kemal Tahir, diyalektik yöntemiyle bunu başarmaya çalışmıştır. Kültürsüz ‘aydın’lar gibi, büyük sözler söyleyip ‘ahkam’ kesmemiştir o. Yorucu bir inceleme çabasıyla insanımıza, tarihine, toplumuna eğilmiş, bu kaynakta pekçok işlenecek konu bulmuş, bunların en temellilerini yazmaya çalışmıştır. Onun bir eleştirisi de Batıcı ideolojiye karşıdır. Bir düşünce adamı olmanın sorumluluğuyla, inanmadığı ‘gerçek’lere boyun eğmemiş, tüm bir kültür topluluğunu da karşısına alma pahasına, araştırmalarından çıkardığı sonuçlarla, toplumun gerçek ve doğru bir günlüğünü yazmaya başlamıştır.
Bu görev Kemal Tahir’in miydi? Artık çağımızda ‘yazar’ sözcüğünün taşıdığı anlamı düşünürsek, evet. ‘Ümmi’ yazar-çizer takımına karşı Kemal Tahir, bu işin yazıp-çizmekten öte yükümlülükleri olduğunu, felsefe, iktisat, toplumbilim, psikoloji, estetik, tarih bilmenin bu eylemin ilk koşullarından olacağını göstermiştir. Toplum içindeki ilişki ve çelişkilerin doğru ele alınıp yorumlanması için, önce bunların iyice çözümlenmesini, bunu sağlamak için de, o toplumun geçmişini bilmek gerektiğini getirmiştir.
Kemal Tahir’in en ağır eleştirilerle karşıkarşıya kalması, o’nun dogmalara karşı çıkışındandır. Yıllar yılı ‘ilerici öğretmen-feodal ağa-gerici imam’ üçlemesiyle ‘köylülüğün sorunları’nı bu dar bağlamda gören ‘ölümsüz kahramanlar’ı edebiyatımızın vazgeçilmez tipleri olarak ‘şematize’ eden yazarlar, bilgisizliklerinin açığa vurulmasından rahatsız olacaklardı.
Kemal Tahir ne temelsiz bir ‘insan’ düşmanlığını inceledi yapıtlarında, ne de ‘hoşgörülü’ davranıp “Batının Hümanizmi”nde olduğu gibi ‘bütün insanları’ sevdi. O, tüm insanları toptan sevmenin dürüst bir anlayışın ürünü olmayacağını seziyordu. “Bütün insanları sevmek demek, yoksul insanların, mazlum halkların payından namussuzları, kalleşleri, fırsatçıları, sömürücüleri de sevmek demektir ki…” bu da O’nun için bağışlanmaz bir yanılgıdır.
Kemal Tahir’in yazdıklarının, söylediklerinin tümü de haklı ve doğru muydu? Buna şimdilik karşılık yok. İşte, o, bu tartışmayı bıraktı bize. Aydınların uyuşukluktan kurtulması, hazır bilgilerle yetinmemesi, insanının ve toplumunun yarınını kurmak için, düne, tarihine yaklaşmak gerektiğini düşündü. Bu toplumumuz ve aydınlarımız için ‘Bilgi üretimi’ni gündeme getirdi.
Kemal Tahir artık yaşamıyor. Oysa zihnini sürekli uğraştıran soruların pekçoğu hala bir yanıt bekliyor. İşte Kemal Tahir, ilerici, toplumcu yazarlara, tarihçilere, toplumbilimcilere, iktisatçılara, felsefecilere, yani tüm aydınlara bu görevi bıraktı. Bu görevi yüklenmek demek, sorunlara bir ucundan yüzeysel göz atışları bırakıp, derinliğine irdelemek, halkımıza olan borcumuzu ödemeye başlamak demektir.”
Yasak, Haziran 1979
İşte bir zamanlar hem Tahiri, hem Troçkist olan 22 yaşında bir üniversitelinin kestiği ‘ahkam’, yazdığı yazı ve dahi Ülkü Tamer’in “hem dersini bilmiyor hem de şişman herkesten” dizesine cuk oturan tavrı. Affola.