Montaigne ciltlerce deneme yazmış da Sabahattin Eyuboğlu’nun yetmiş beş yıl önce seçip, derleyip çevirdiği kitap (tek cilt) bizde deyim yerindeyse denemenin “kutsal kitabı” olmuş
08 Mart 2016 15:00
Roman, şiir yazıyorum da, sorduklarında kendimi tanımlayabiliyorum; baştan beri denemeci olarak düşünmüşümdür yazarlık edimimi. “Denemeci” demenin, dilimizin bitişimli özelliğinden dolayı hiçbir sakıncası yok ama kimileri “O da ne demek” diye soruyor. Genç değilse, yeni kuşakların lise eğitimini pek bilmiyorum, “Hani lisede okumuşsunuzdur, edebiyat kitabınızda vardır, şu Montaigne denen Fransız yazar var ya, işte onun yazdıklarından” diye bir açıklamayla biraz olsun yol alabiliyorum!
Kırk yıl henüz dolmadı ama doğrusu yaklaştım, dönüp baktığımda çok sayıda yazdıklarımın yanı sıra deneme’yi konu edinen birkaç yazı da yazmışım. Sıvas’ta yakılan çok değerli yazar –ağbimiz– Asım Bezirci, “Ne o, yalnızca denemeci mi olacaksın?” gibisinden deneme sularında boğulmak pahasına yüzme inatçılığımı gördüğünde sormuştu bir-iki kez. Kuşkusuz denemeyi küçümsediğinden değil, onun da çok sayıda denemesi vardır, üstelik Ataç ile ilgili bir de kitabı; beni “eleştiri”ye yönlendirmek istiyordu. Deneme ile eleştiri yakın akraba bilinir çoğu kez.
Nasıl deneme yazmak için çabalamazdım! YAZKO’da Memet Fuat’ın yanında çalışıyordum; Selahattin Hilav’ın yanında çalışıyordum, fakültede hocam Nermi Uygur’du, büyük bir ustanın, Salâh Birsel’in denemelerini, Uğur Kökden’in askerî cunta yıllarındaki “o sisli Ankara” denemelerini yayınlıyorduk; Onat Kutlar’ın, özellikle bizim kuşağa seslenen şiir yüklü, lirik denemeleri, daha niceleri!
Ataç’ın kuşkusuz önemli bir yeri vardır, âdeta denemeyi bir “disiplin” hâline getirmiştir; bununla birlikte Montaigne’in Denemeler’inin[1] de başka bir havası ve ciddî bir etkisi vardır. Montaigne ciltlerce deneme yazmış da Sabahattin Eyuboğlu’nun yetmiş beş yıl önce seçip, derleyip çevirdiği kitap (tek cilt) bizde deyim yerindeyse denemenin “kutsal kitabı” olmuş. Aslında çeviri edebiyatımızın da “kutsal kitapları”ndandır desek hiç yanlış olmaz. Harold Bloom’un da değerlendirmesi şöyle:
“Benim gibi ağıt yakan bir edebi eleştirmen için, Montaigne’in Denemeler’i İncil, Kuran, Dante ve Shakepeare ile yarışan kutsal bir kitap statüsündedir. Rabelais ve Molière dahil olmak üzere bütün Fransız yazarları arasında ulusal bir kültürle en az sınırlanmış olanıdır ama aynı zamanda Fransız zihniyetini yaratmada en çok rol oynayan yazarlardandır.”[2]
Eyuboğlu, kitabın birinci basımına yazdığı önsözde, “Parçaların seçilmesi de daha çok gelişigüzeldir” diyor. Dikkat çekilmesi gereken de, bu yazının başında “Montaigne memleketimizde pek tanınmış olmamakla birlikte...” diye yazmış olması. O kitaptan sonra çok iyi tanınacak. Kuşkusuz bunda, devletin uzunca süren “kültür politikası”nın da önemli bir etkisi olmuştur. İlk aklıma gelen “tercüme bürosu”!
Montaigne’le Bir Yaz[3], başlık olarak epeyce ilgi çekici; kitabın sayfalarını çevirmeye başlayınca, önsözü okuyunca bu kez şaşırtıcı geliyor. Antoine Compagnon, Brüksel doğumlu bir yazar; kitap onun kaleminden çıkmış, aslında onun sesinden okuyoruz desek yanlış olmaz! Kısaca kitabın hikâyesi –yazardan– şöyle:
“İnsanlar sahilde uzanmışken ya da öğle yemeği öncesi içeceklerini yudumlarken radyoda Montaigne’le ilgili konuşmalar dinleyecekler. Pierre Val yaz boyunca hafta içi her gün France Inter’de Denemeler’le ilgili birkaç dakika konuşmamı istediğinde, fikir bana çok tuhaf gelmişti ve öyle riskli meydan okumaydı ki hayır diyemedim.” (s. 7)
Kitap radyo konuşmalarından oluşuyor. Konu da Montaigne’in denemeleri. Hepi topu birkaç dakika. Dolayısıyla kitapta bir buçuk sayfa tutan kırk konuşma var. Hafta içi yayınlandığına göre, demek ki iki ay sürmüş, Temmuz-Ağustos herhalde. Bu 2012 yazında olmuş; radyo programı ilgi toplamış, 2013’te kitaplaştığında da daha çok ilgi devşirmiş! Eh, pek alışık olduğumuz bir durum değil.
Yazılar (konuşmalar) bol vitaminli, işlevsel birer hap. Bir tema etrafında toplanıyor konuşmalar. Ancak bir aktarımdan çok ki doğal olarak aktarım var, örnekler var, Montaigne’in düşünce dünyasına bir yolculuk. Kuşkusuz irdeleme de var bu kısa deneme benzeri konuşmalarda! Deneme benzeri ama kitap “inceleme” olarak tanımlanıyor. Zaten, aynı zamanda akademisyen de olan yazarın, Montaigne’i derinlemesine araştırdığı çok açık: Denemeler’i yalayıp yutmuş, özümsemiş. Bazen eleştirel bakış da var ama bu daha çok, sanki Montaigne’in özüne inmekle ilgili. Kitaptan birkaç alıntı:
“Montaigne sevimsiz biri bile dile getirse hakikate saygı duyduğunu söyler. Kibirli değildir, fikrine karşı çıkılmasını aşağılanma olarak hissetmez, yanılırsa düzeltilmek ister. En az sevdiği, kendinden çok emin, kibirli, hoşgörüsüz konuşmacılardır.” (s. 11)
“Ölüm, Montaigne’in üzerinde sürekli ve tekrar tekrar geri döndüğü başlıca konulardan biridir. Denemeler bir bakıma ölüme hazırlıktır. (s. 23)
“Kısacası, Montaigne yalnızlıkta bilgeliği ararken deliliğe hafifçe dokunmuştur. Sanrılarından ve hayallerinden onları yazarak kurtulmuş, kendini iyileştirmiştir.” (s. 28)
“Montaigne alıntı yaparken bazılarının ismini vermiyorsa, okuyucu eski büyük yazarlar karşısında eğilmesin, Montaigne’in otoritesini eleştirdikleri gibi bu yazarların da otoritesini reddetsinler diyedir.” (s. 58)
“Montaigne Denemeler’de şaşkınlık uyandıran bir yazma özgürlüğü sergiler. Okulda öğrenilen yazma sanatının kısıtlamalarını redde...” (s. 73)
“... Montaigne ise doğaya boyun eğmiş kaderini kabul eden çıplak bir insandır, kardeşimizdir.” (s. 88)
Bu son alıntı, kitabı bitiren cümle; dolayısıyla konuşmaların sonu; son söz. Compagnon kırk gün konuşmuş, yazın sıcağında birileri de dinlemiş, anlaşılan epeyce dinlenmiş. Acaba bizde de olabilir mi? Biz de Ataç’tan, Nermi Uygur’dan, Tanpınar’dan, Memet Fuat’tan, bir radyoda kırk gün konuşabilir miyiz? Dinleyen olur mu? Kırk gün bir yana, bir güne de razıyım, yeter ki deneme olsun!
Geçen ay K24’ün dosya konusu “deneme”ydi: geniş bir dosya olmuş: “Dünden Bugüne Deneme” (katkı verenlerin emeğine sağlık). Umarım başka yayın organları da benzer dosyalar yapar. Basılı dergilerde epeydir göremiyoruz böyle bir dosyayı. Gereksinim mi yok? Hiç sanmam! Deneme çoğunlukla üvey evlat. Okuyanı az, basanı az. Anlaşılan Fransa’da pek üvey evlat değil. Geçmişte zaten öyle değildi de, günümüzde de üvey evlat konumuna düşmemiş. Montaigne’le Bir Yaz adlı kitaptan ve kitabı oluşturan kısa radyo konuşmalarından, etkisinden öyle anlaşılıyor. Belki orada da kanbağı olarak bir üveylik vardır ama sanırım kardeşler arasında pek ayrımcılık yapılmıyor!
Bu arada Stefan Zweig’ın kaleminden çıkan Montaigne adlı deneme kitabını da anımsatmakta yarar var; Zweig’ın büyük denemeci üzerine yazdığı enfes bir deneme kitabıdır bu:
“Böylece her özgür düşünenin hayat karşısındaki tutumu gibi, Motaigne’in tutumu da sonunda hoşgörüye açılır. Kendisi özgür düşünmek isteyen Montaigne, bu hakkı herkese tanır ve hiç kimse bu hakka onun kadar saygı göstermemiştir.”[4]
Sabahattin Eyuboğlu, sözünü ettiğim önsöz’ünde kısa gerekçesiyle “Montaigne’in Türk okuyuculara hiç de yabancı gelmeyeceğini sanıyorum” diye yazıyor ve de çok haklı çıkıyor. Öte yandan Montaigne herhalde yalnız edebiyatımızı etkilemiyor; yalnız denememizi etkilemiyor, Avrupa’yı, dünyayı etkiliyor, öylesine evrensel bir özelliği var. Bu özellik de yeni bir türe yol açıyor: deneme. Kuşkusuz öncesi var; öncesinde bir düzyazı var, olmaz mı? Ancak Montaigne’in yazdıkları niteliksel bir dönüşüm! Yazınsal bu dönüşüm nasıl karşımıza çıkıyor? Montaigne’in “düşünce” dünyasıyla birlikte karşımıza çıkıyor. Bu düşünceler değerli (evrensel) olmasa kuşkusuz bu dönüşüm de olmayabilirdi! Birinci cildi 1580 yılında yayınlanıyor denemelerin: özgürlük, hoşgörü, yazma özgürlüğü, insan, varlık, felsefe, doğa, vicdan yüzlerce konu üzerine üretilen bugün de bizi/bizleri etkileyen “düşünceler” (sorgulama!). Anımsatalım, yirmi yıl kadar sonra da sahneye Shakespeare, Cervantes çıkacak!
Montaigne dönüp dolaşıp “özgürlük” meselesini ele alır, bir denemesinde[5] bunu “Hindistan’ın bir köşesi” örneğiyle verir. Şayet ona Hindistan’ın ücra bir köşesi bile yasak edilse yâni oraya gitme özgürlüğü elinden alınsa, onun için “dünyanın tadı kaçacaktır”! Bildiğim kadarıyla Hindistan’a gitmiyor, bu bir metafor ama özgürlüğün sınırlarını böylece maddî-manevî genişletiyor. Mâlûm Denemeler’in birinci kitabı çıktıktan sonra, Kuzey Fransa, Orta Avrupa, İtalya’yı da kapsayan at sırtında (adamlarıyla birlikte) uzun bir yolculuğa çıkıyor; izlenimlerini, görüşlerini de Yol Günlüğü’nde[6] dile getiriyor.
Bizde de tür olarak deneme daha çok yirminci yüzyılda görülüyor, dediğimiz gibi Ataç bu konuda önde gelen. Ne var ki hep Beşir Fuad’a kadar inmek gerektiğini düşünürüm deneme söz konusu olunca. Belki “biçim” tartışılır ama sanki “içerik” (düşünce) bize bir denemeciyi imliyor. Doğrudur, Ataç’ın yeri özeldir; deneme alanında da, “gusto”su ve –eleştirilerindeki gibi- ataklığıyla “Ataç”tır! Kuşkusuz Prospero ile Caliban’ın tadı da başkadır.
Deneme yazarlığımızda Nermi Uygur’un yeri ise bambaşkadır, biricik’tir. Dergilerde, gazetelerde yayınlanan denemelerden çok, bir konuyu bütünlüklü kitap (deneme) olarak yazmıştır. Kuşkusuz onun tematik parçaları vardır ama onlar tasarlanmış bütünün parçalarıdır. Buna bir felsefecinin kalemini de ekleyelim; hangi birinden söz edeyim, örneğin Güneşle!
Ataç’ın özelliğine, Nermi Uygur’un biricikliğine karşın Memet Fuat’ı bizim “Çağımızın Montaigne”i[7] olarak tanımlamıştım; edebiyatın temel, güncel konularını ele aldığı denemelerinin yanı sıra, özellikle de 12 Eylül sonrasında, doksanlı yıllarda da “etik”in sınırları içindeki denemeleriyle. Örnekse Çağdaşımız Makyavel.
Montaigne’le Bir Yaz’a dönecek olursam, kısa ama şaşırtıcı, derinlikli ve okunası bir metin olduğunun altını çizmeliyim. Okunası olunca kuşkusuz çeviri kitaplarda, metinlerde çevirmenin becerisi, hüneri de söz konusu. Bu kitaptaki temiz ve kendini okutan bir Türkçe. Sanırım bu bağlamda şu özelliği de eklemek gerek. Denemeler’den yazarın yaptığı alıntı Sabahattin Eyuboğlu’nun derlemesinde yer alıyorsa, oradaki çeviri (bölüm) kaynak gösterilerek alınmış. Çeviri saygısı...
Son olarak yukarıda sorduğum soruyu, bir niyet, istek cümlesine dönüştürüyorum: Bizde de radyolarda deneme konuşulsa, bütün bir yaz değil ama bir gün de olsa; zaman zaman, arada sırada da olsa!