Albert Camus’nün Yabancı romanını, çevirmeni Vedat Günyol Yazko Edebiyat dergisinin 1981 tarihli Haziran sayısında kaleme almış. İşte çevirmeninin gözünden Camus ve Yabancı
26 Şubat 2015 10:00
XX. Yüzyıl Fransasının, dahası, dünyasının düşünce yaşamına damgasını, dünyamızın, Bertrand Russell, Einstein, Sartre gibi yüceleri yanında, romanları, tiyatro yapıtları, politika yazılarıyla, tutumu davranışı, özel genel yaşamıyla, çıkarsız bir aydın örneğini vermiş bir insan olarak özel bir yeri var Camus’nün, yüzyılımızda.
Albert Camus’nün dünya görüşü, yaşamın anlamsızlığından, saçmalığından kaynaklanan bir anlayış kavrayıştan yola çıkmaktadır. Değil mi ki yaşam, bir yerde ölümle – yani yoklukla – sonuçlanıyor, öyleyse nedir bu didinip durma, bu yedim içtim, aldım verdim, benim senin kavgasının anlamı?
Albert Camus için yaşam, insan yaşamı, bir saçma, bir anlamsız, bir akıl-dışı, bir mantık-dışı yaşamdır. Yani başlangıçta bir karamsarlık, bir umutsuzluktur söz konusu olan. Ama umutsuzluktan yola çıkmak, sonuna dek umutsuz olmayı gerektirir mi? Hayır, diyor, Camus.
Ölümle biten yaşam saçmadır, evet. Bunda kuşku yok. Ama, yaşam ölümle bitiyor diye, kapayacak mıyız gözümüzü, yüreğimizin kapılarını bu yaşanası dünyanın güzelliklerine, bunlar yanında insanların acılarına, çaresizliklerine? Madem ki yaşıyoruz, yaşadığımız sürece mutlu olmaya, sağımızda solumuzda mutluluk yaratmaya bakmalıyız. Mutluluk, bir yerde ve her yerde, hiçbir şey beklemeden dünyayı, insanları sevmektir, diyor Camus.
İşte Camus’nün dünya görüşü bu. Saçma dünyada insan niçin yaşar? Alışkanlık dolayısıyla mı, yoksa, yaşamayı seçtiği için mi) R. M. Albérès, bu konuya şöyle bir açıklama getiriyor: “...insan ne yaptığını bilerek, talihin bütün kötülüklerini karşısına alarak, boşuna hayallere kapılmayı teperek seçmeli. İnsanın, yaşamı tam anlamıyla seçmesi demek, yaşamın saçma, dünyanın haksız, Tanrının sağır olabileceğini düşünmüş olması demektir. İnsan her şeyi kaybetmeli ki, her şeyi alabilsin. Camus, yaşamın anlamı üzerinde Descartes’ın dünyanın varlığı üzerine yürüttüğü düşünce ile, önce yaşamın hiçbir anlamı olmadığını kabul ediyor. İşte, o zaman seçiyor ve yaşamdan yana oluyor... Stoik (dayançlı) bir filozof... ama vahlanmayan ve böbürlenmeyen bir filozof.”
Camus, yaşamın saçmalığı karşısında, umutsuzluğu, eylemsizliği, eli kolu bağlılığı değil, umudu, insan acısını bir yerde dindirme, bir yerde yüceltme doğrultusunda, yine de yaşamı seçmiştir. Ünlü romanı Veba’yı okursanız görürsünüz ki, orada, bir kenti sarmış olan o korkunç salgına karşı, birbirinden kopuk, iki ayrı güç savaşım vermektedir: Bir yanda, ölüm ötesini cennetli cehennemli (daha çok, cennetli, hurili gılmanlı) yaşamına bel bağlamış, dolayısıyla saçmalıktan uzak tanrısal düzene, yazgıya inanan din adamları: öte yanda, “umutsuzluk içinde dünyayı haksız görürken bile ona karşı insanın insana, insanın haksız yazgısına olan” yakınlığını duyan, öte-dünya masallarına inanmayan hekimler var. Yani, bir yanda din, bir yanda bilim ve teknik. Sonunda hekimler kazanıyor savaşımı ve kenti vebadan kurtarıyorlar.
İşte burada, Camus’nün yaşam felsefesi, dünya görüşü bütün açıklığı ile çıkıyor ortaya.
Yaşamın, ölümle sonuçlanan yaşamın saçmalığına karşın, umutsuz değil Camus’nün dünya görüşü. Bir yazısında bakın ne diyor Camus. “Ne olursa olsun, her şeyin anlamsız olduğu, her şeyden umut kesmek gerektiği düşüncesiyle nasıl kalır insan?... Her şeyin anlamsız olduğunu söylediğimiz anda bile anlamlı bir şey söylemiş oluyoruz. Dünyanın hiçbir anlamı yoktur demek, her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmak olur. Ama yaşamak ve örneğin yiyip içmek kendiliğinden bir değer yargısıdır. Ölmeye yanaşmadığı sürece, insan yaşamayı seçiyor demektir. O zaman da, görece de olsa, yaşamaya bir değer veriyoruz demektir, Umutsuz bir edebiyat ne demek olabilir? Umutsuzluk susar. Kaldı ki susmak bile, eğer gözler konuşuyorsa, bir anlam taşır. Gerçek umutsuzluk can çekişme, mezar ya da uçurumdur. Umutsuzluk konuştu mu, hele yazdı mı, hemen bir kardeş el uzanır sana, ağaç anlam kazanır, sevgi doğar. Umutsuz edebiyat sözü birbirini tutmayan iki sözdür. Çünkü edebiyat olan her yerde umut vardır.”
Yirminci yüzyılın (hiç kuşkunuz olmasın) peygamberlerinden biri olan Camus şöyle demek istiyor: Ölmeyecekmiş gibi çalış, öleceğini bile bile yine de çalış. İşte Camus’nün bizlere peygamberce mesajı bu.
Camus, bir edebiyat adamı, bir sanatçı olarak, umutsuzluğa savaş açmış bir insan olarak çıkıyor karşımızda. “Ben, kendi hesabıma insanlığın yüzkarasıyla savaşmaktan geri kalmadım, katı yürekli insanlardan tiksindiğim kadar hiçbir şeyden tiksinmedim,” diyor ve şunları ekliyor: “Şu var ki, en koyu umutsuzluğumuz içinde, bu umutsuzluğu (bu inkârcılığı) aşmanın yollarını aradım. Bunu da iyiliğimden, herkesten daha üstün ruhlu olduğumdan yapmış değilim. Ama, ben doğuştan içimde taşıdığım bir sezgi ışığına bağlıyım. Bu sezgi ile insanlar binlerce yıldır yaşamı en büyük acılar içinde bile sevmesini bilmişlerdir.”
İslâm dininin kurucusu Muhammed: “Ölmeyecekmiş gibi çalış, ölecekmiş gibi dua et,” demiş. Yirminci yüzyılın (hiç kuşkunuz olmasın) peygamberlerinden biri olan Camus şöyle demek istiyor: Ölmeyecekmiş gibi çalış, öleceğini bile bile yine de çalış.
İşte Camus’nün bizlere peygamberce mesajı bu.
Camus ilk kez adını ve sanını Yabancı adlı romanıyla duyurdu dünyaya. Yıl 1942. Fransa, Hitler ordularının toplu tüfekli, tanklı çizmeli mahmuzlu hoyrat işgali altındadır. Çevresine ve de kendine yabancı düşmüş bir insancığın, sıradan, akıl-dışı, mantık dışı bir dünyada, aklın hiçbir yardımı olmaksızın gün gün, dakika dakika yaşayışını dile getirmektedir Yabancı romanı.
Bir saçma serüvendir Meursault’nun gözlerimiz önüne serilen serüveni. Sevip sevmemek, evlenip evlenmemek, Tanrıya inanıp inanmamak, bir hiç yüzünden adam öldürüp elini kana bulamak gibi sorunları kendine dert edinmeyen, saçmalıkları içinde saçma bir yaşam düzeyine kendini kaptırmış bir insancığın romanıdır Yabancı.
Sartre’ın deyimiyle, saçmalık “insanın dünya ile ilişkilerinden başka bir şey değildir”. Meursault bu saçmalığı yaşamaktadır, anasının ölümüne, Marie’nın sevgisine, hatta hatta kendi ölümüne duygusuz kalabilmenin saçmalığına sırtını dayayarak.
Yabancı’da saçma duygusu ile saçma kavramı arasındaki ayrılık çıkıyor karşımıza. Meursault, saçma kavramından habersiz saçma duygusu içinde yaşayan bir yaratıktır, örneklerini görebileceğimiz yüz binlerce insan arasında.
Yine Sartre’ın yerinde bir tanısına dayanarak diyebiliriz ki, Yabancı romanı saçma üzerine ve saçmaya karşı yazılmış, klasik değerde bir romandır.