Gordion düğümünü çözemesek de bir ilmiğini sökeriz, senin düşünü kurduğun o dünyanın, tükenmeyen umudunun, azminin, çalışkanlığının binlerce elinden birine tutunuruz
14 Kasım 2019 13:00
Canım Burak,
Seni Kilyos’a ektik, Ankara’ya döndüm.
Yakama bir iğneyle iliştirdim seni. Son söylediğimiz şarkıyı evde mırıl mırıl söyledim, sesi güzel olan sensin. O akşam yorgunluktan yapamadığımız keki pişirdim, vegan, güzel oldu. Bir tabak da sana çıkardım. Çay koymadım, sevmiyorsun, bardakta soğuyor.
Biz arkadaşların büyük bir özlem içindeyiz. Bazılarımız biraz kendini kapattı bazılarımız soluğu başka yerlerde aldı… Yine de hepimizin buluştuğu bir mesele var: Burak’ın kotardığı işleri devralmak.
Devir teslim
Canım arkadaşım, yaptığın işlerin bir envanterini çıkarmakla meşgulüz halen. Durumumuz biraz trajik, biraz komik. Hayvan hakları ihlallerine yönelik açtığın ve takip ettiğin davaları sayıyoruz: hangi şehirde, kaçıncı duruşması, olay neydi?
Mesela birimiz buna çalışırken bir diğeri Meclis’teki süreci kavramaya çalışıyor; pet shoplar, yunus parkları ve hayvanat bahçelerinde esir tutulan hayvanlar, faytona koşturulan atlar, hayvan deneyleri… Her birinin mevzuatı ayrı, bağlamı ayrı... Bir diğeri diyor ki,
“Aksaray'daki Merkez Mehmetçik İlkokulu'nda otizmli öğrencileri yuhalayan veliler hakkında şikâyetçi olmak istiyordu Burak.”
E bir bakıyoruz trans mahpus Buse’nin sağlık hakkı ihlallerine karşı mücadele sürecinde de sen varsın. Peki ya Esenyurt’ta görme engelli ve ayağı kırık ata kilolarca ağırlık taşıtan adam hakkında açıklama yazdık mı? Bitti derken bir diğerimiz soruyor, “Sosyal medyasında hayvan hakları savunucularına tehdit mesajları atan avcıların paylaşımlarının ekran görüntüsünü aldık mı?” Ya, vicdani ret hakkına dair metni hazırladık mı? Peki, bürokratik süreçle kim ilgilenecek?
Özetle canım arkadaşım, günlerdir iş bölümü yapmaya çalışıyoruz. Konuşmalar, basın açıklamaları, haber metinleri, sivil toplumla ya da siyasetçilerle ilişkiler, davalar, eylemler…
“Bilirim, olaylar farklı büyütür herkesi”
Birden içimizde alabildiğine koşan acının üzerine bir sis çöküyor, ne zamandır sırtında taşıdığın, kalbini yoran ağır yükle karşılaşıyoruz. Her birimiz şimdi o yükü bir yerinden çekiştiriyor; cebine, çantasına, bohçasına dolduruyor. Kaldırabileceğimiz kadar almaya çabalıyoruz. Bir dostumuzu daha yitirmekten kaygılanarak gün içinde birbirimize “nasıl oldun” telefonları açıyoruz; zoraki bir “iyiyim” ile başlayan bu konuşmalar hıçkırıklarla ya da sessizlikle kesiliyor.
Kimi aldığı yükü karşısına koyuyor uzun uzun dalıp gidiyor kimi hızlıca silkinip bıraktığın yerden koşturuyor. “Bilirim, olaylar farklı büyütür herkesi” diyor Murathan Mungan Çağ Geçitleri’nde. Acınla sınanıyoruz.
Acıyı bölüşmek
Burakcım, güzelim; başka şeyler de var. Nereden geldiği belli olmayan, o dilimize takılıveren şarkıları söylemekten çekiniyoruz annemle. Yemek yaparken, kedilerin tuvaletini temizlerken bir şarkı tutturuvermek o kadar kolay değil artık.
Dar sokaklardan hızla geçen arabalar çarpar mı hayvanlara diye yalnız çarpıyor kalbim korkuyla, bu çok ağır. Bir neşeyi bölüşmekten ziyade bir acıyı bölüşmek kesiliverince, başka bir yalnızlık duyuyorsun içinde. Bir kişi daha eksilmenin, ama her yerinle eksilmenin, fizikî bir gösterisi de var üstelik, sanki yamuluyorsun, bükülüp küçülüyorsun. İlhan Berk’ten iyi anlatamam, “Sen yoksun ya seninle binlerce yerim yok.”
Sonra, “Acaba Burak olsa da görseydi bu günleri” diyebileceğimiz bir gün olacak mı diye düşünürken buluyorum kendimi. Hemen hatırlıyorum Barış Bıçakçı’nın şu sözlerini: “Her şey mümkünmüş gibi başlayan sonra berbat bir perhiz yemeğine dönüşen hayatı çok iyi biliyordum.”
Biliyordum arkadaşım ama sen yanımdayken unutuyordum.
Çakılmaktan korkmuyorum ama uçmak da fena değil…
Yanımda olsan, “olmuş mu bu yazı” diye sana sorardım. Kendinden bahsedilen bir yazı okumaktan sıkılır, şöyle derdin belki: “Ay bu ne be! İçim karardı. Yallah tazyik!” Gülerdik. “Düzelteyim yazıyı” der ama hiç düzeltmeden sonuna bir cümle eklerdim:
“Canım Burak, 1912’de Eyfel Kulesi’nden uçabilme hayali ile kendi yaptığı paraşüt giysiyi giyerek atlayan mucit Reichelt’i hatırlıyor musun? Yere çakılmış olabilir. Biz de yerçekimli ortamda benzer bir boşlukta yüzüyor olabiliriz. Birbirimize tutunuruz, Gordion düğümünü çözemesek de bir ilmiğini sökeriz, senin düşünü kurduğun o dünyanın, tükenmeyen umudunun, azminin, çalışkanlığının binlerce elinden birine tutunuruz. Çakılsak da bir sonraki atlayıcılara nasıl atlanmaması gerektiğini gösteririz. Biliyorsun bütün kafesler boşalacak; insana, hayvana, yeryüzüne özgürlük gelecek.”
Yazının son haline bakar “tamam” derdin. Öyle umuyorum.
Başka bir dünya olmadığını biliyorum, içimdeki seninle konuşuyorum, acının bıraktığı tek avuntu da bu. Gözün arkada kalmasın. Öpüyorum güzel, çocuk gözlerinden. Sarılıyorum.