Mesleğin altın yılları

Bu insanlar mesleklerini yaparak geçinebildiler, kendilerine birer hayat kurabildiler. Bugün artık mümkün olmayan şey ne yazık ki bu. Medyanın tüm alanları için geçerli belki de ama kültür sanat medyası için daha yakıcı bir sorun.

06 Aralık 2018 14:28

 

Kültür Sanat gazeteciliğinin bir altın dönemi olduğunu düşünüyorum: 2000’lerin ilk on yılı. Bu aslında Türkiye’de kültür sanatın her zamankinden daha gündemde olduğu daha zengin bir içeriğin sunulduğu, izleyici kitlesinin de büyüyüp zenginleştiği bir dönemdi. Gazeteciliğin her alanında olduğu gibi kültür sanat da içinde yer aldığı mecralarla birlikte yükseldi ve sonra inişe geçti.

Özetlemek gerekirse görece istikrarlı ekonomi, demokratik açılım arayışları ve talepleri, Türkiye’nin dünyada ve özellikle Batıda merak edilen bir ülkeye dönüşmesi, kentli orta sınıfın güçlenmesi ve artan tüketim alışkanlıkları sanatın her alanında hem sayısal hem de niteliksel sıçramaların yaşanmasını sağladı. Büyük sermaye kültür sanat ve eğlenceye daha çok ilgi gösterince büyük sponsorlar ortaya çıktı ve dünya çapında müzik gruplarının geldiği festivallerin sayısı-çapı büyüdü, özel müzeler açıldı, güncel sanatçılar uluslararası sergilerin gözde isimleri hâlini aldı, koleksiyoncular genç sanatçıları havada kapar oldu. Roman yazmakta ve okumakta, film çekmekte ve izlemekte her yıl yeni bir rekor kırıldığı için bu tür sayısal büyümeler olağan kabul edilir oldu, haber değerini bile yitirdi. Yine bu dönemde medya da çeşitlendi ve büyüdü. Yeni haber kanalları açıldı, bütün gazeteler kitap ekleri vermeye başladı, gazeteler yeni kültür sanat sayfaları açtı ya da en azından bu tür haberlere daha çok yer verir oldu. Ekonomi ve siyaset gazetecilerinin bile zaman zaman köşelerini açtıkları bir alana dönüştü kültür sanat. Ve tabii ki yeni bir kuşak kültür sanat gazetecisi yetişti.

Kültür sanat gazeteciliği, mesleğin diğer alanlarından hep biraz farklı durdu. Her zaman bu alanda çalışan gazeteciler vardı. Bülent Ecevit’in bile mesleğe Ankara’da kültür sanat yazıları kaleme alarak başladığını hatırlarsak, bu işin geçmişinin 2000’lerden ibaret olmadığını hemen anlarız. Ama kültür sanat mesleğe başlamak için güvenli bir limandı sadece, sürdürülebilir bir alan değildi çünkü toplumun bu haberlere talebi kayda değer değildi. 2000’lerin farkı, kültür sanatın hiç olmadığı kadar gündeme gelmesiydi.

Bir zamanlar şairlerin yazarların, çevirmenlerin yönettiği sanat sayfalarında tek uzmanlığı kültür sanat ilgisi ve bilgisi olan gazeteciler çalışmaya başladı. Bugün hâlâ işini yapmayı sürdürenler var ve içlerinde yirmi yılı geride bırakan o kadar çok isim sayabiliriz ki kültür sanat gazeteciliğinde önemli bir kuşağın yetişip çalıştığını hemen anlarız. (Evet, birilerini atlama ihtimali beni örnekler vermekten alı koyuyor, kusura bakmayın) Bu insanlar mesleklerini yaparak geçinebildiler, kendilerine birer hayat kurabildiler. Bugün artık mümkün olmayan şey ne yazık ki bu. Medyanın tüm alanları için geçerli belki de ama kültür sanat medyası için daha yakıcı bir sorun. 

Benim de içinde bulunduğum 90’ların sonuyla 2010’lu yılların ortası arasında bu işi yapanlar mesleğin o parlak dönemini gören son kuşak olacak gibi. Tabii ki ne sanat üretimi ne de kültür sanat ortamı sona ermiş değil. Tıpkı insanların haber alma ihtiyaçları gibi.

Türkiye’nin çevresinin savaşlarla kuşatılması, kendisinin de demokrasiye ve Batıya olan inancını yitirmiş uygulamalara teslim olmasıyla birlikte önce neşemizi, sonra enerjimizi ve nihayet kültür sanat ortamındaki canlılığı yitirmeye başladık. Artık dünyanın merak ettiği değil, uzak durmaya çalıştığı bir ülke burası. Ekonomisi istikrarsız, krizlerle sınanıyor. İnsanların gelecek kaygısı, gündelik belirsizlikler had safhada. Ve en önemlisi bildiğimiz medya kelimenin tam anlamıyla can çekişiyor. Dolayısıyla o benim altın çağ diye andığım dönemdeki hiçbir koşul mevcut değil artık. Dolayısıyla o kuşağın kültür sanatçılarından önemli bir kısmı şimdi işini yapmıyor ya da karşılıksız yazılarla konuyla ilgisini sürdürüyor. Bir kez daha böyle bir ortamın oluşması şimdilik mümkün görünmüyor. O kadar ki, benim de içinde bulunduğum 90’ların sonuyla 2010’lu yılların ortası arasında bu işi yapanlar mesleğin o parlak dönemini gören son kuşak olacak gibi. 

Tabii ki ne sanat üretimi ne de kültür sanat ortamı sona ermiş değil. Tıpkı insanların haber alma ihtiyaçları gibi. Resimlerini almak için koleksiyoncuların sıraya girdiği lale devri sanatçılar için de bitti. Ama resim yapmayı, sergi açmayı bıraktılar mı? Hayır tabii ki. Yayın dünyası büyüme ivmesini yitirdi, ama kitap basılmayacak mı? Yok daha neler! Festivaller heyecanını yitirdi, devlet yardımları azaldı, internet sinemaları sıkıştırıyor ama hâlâ güzel filmler çekiliyor yeni yönetmenler oyuncular adını duyuruyor. Bir havaalanında on binlerce kişiyi toplayan müzik festivalleri mazide kaldı, ama irili ufaklı kulüplerde her gece onlarca yerli ve yabancı müzisyen sahneye çıkıyor. Tiyatro ise, 2000’lerde bile yaşamadığı bir canlılık gösteriyor. Tüm bunların izleyicisi de var ve dolayısıyla medyası da… Geçmişle kıyaslandığında bugün o medya boşluğunu internet siteleri ve sosyal medya önemli ölçüde dolduruyor. Eskiden etkinlikleri duyurmak için kitlesel ana medya kanallarına ihtiyaç duyan organizatörler artık sosyal medya ile, e-posta gönderimleriyle bunu önemli ölçüde çözüyor. Âdeta o eskinin izleyici adına "seçme" sorumluluğunu üstlenen kültür sanat editörleri ve eleştirmenleri ve muhabirlerine olan ihtiyaç azaldı. Ama kültür sanat medyası yoluna devam ediyor.

Kültür sanat medyası hâlâ var, haberler yorumlar var ama bir meslek olarak kültür sanat gazeteciliği için bunu söylemek zor. Bu dönemde yetişen, üreten pek çok genç gazeteci, kültür sanat yazarı da Türkiye’deki "free-lance"in imkânsızlıkları içinde çalışıp varlık göstermeye uğraşıyorlar.

Tafsilatlı röportajlar, tartışmalar, eleştiri ve tanıtım yazıları internet sitelerinde yer buluyor. Bazı haber sitelerinin kültür sanat kategorileri var, ama kimsenin tam sayısını bilmediği kadar çok kültür sanat, sinema, kitap, tiyatro ve sanat konulu haber-yorum sitesi de var ve sanırım sundukları içerik, benim altın yıllar diye nitelediğim zamandan daha da fazla. Fakat neredeyse artık kimse bu içeriğin karşılığında profesyonelleşemiyor. Çoğunluğu birkaç kişinin kişisel çabasıyla ayakta duran internet siteleri ne sahiplerine ne de çalışanlarına maddi bir kazanç getirmiyor. Dolayısıyla kendi sınırlarını aşamadığı gibi sürdürülebilirliği, geleceği belirsiz bir görünüm sunuyorlar. Kültür sanat medyası hâlâ var, haberler yorumlar var ama bir meslek olarak kültür sanat gazeteciliği için bunu söylemek zor. Bu dönemde yetişen, üreten pek çok genç gazeteci, kültür sanat yazarı da Türkiye’deki "free-lance"in imkânsızlıkları içinde çalışıp varlık göstermeye uğraşıyorlar.

Yeni medya nasıl bir şey olacak, internet siteleri ya da şu sıralar her şeye kadir olan sosyal medya o boşluğu doldurabilecek mi? Cevabını herkesin merak ettiği sorular bunlar. Yeni bir kültür sanat gazeteciliği için önce o işin icra edileceği alanın yani medyanın yeniden oluşması ve olgunlaşması gerekiyor. O zaman geldiğinde, bugün bin bir zahmetle işini yapmaya çalışan genç haberciler ve yazarlar kendilerini gerçekten gösterebilecekleri ve geleceğe güvenecekleri bir ortama kavuşacak.