Bu yıl 24'üncü kez yola koyulacak olan Gezici Festival'in, Sığınma(sız) başlıklı bölümü mülteci sorununu odağına alan üç belgesel ve bir kurmacadan oluşuyor. Tel Örgü, mülteci konusunu bireysel politik deneyimler ve tutumlar üzerinden ele alıyor
26 Kasım 2018 15:00
Film, kar altında bir tren istasyonu görüntüsüyle açılır, ardından görüntüye giren bir kafede birkaç yolcu sakince otururken arkadan ulusal haber bültenini sunan spikerin sesi akmaktadır. Hava güneyde bulutlu, doğu ve kuzeyde yağmurlu ve karlıdır; Avusturya hükümeti İtalya ile arasında bir mülteci geçiş bölgesi olan Brenner Geçidi’ni tel örgülerle kapatma kararını uygulamaya geçirmek için harekete geçmiştir. Branner bölgesinde sıradan bir gün gibi görünen günün ardından bir süre hiçbir şey sıradan olmayacaktır. Hükümetin mülteci karşıtı kararı ülke içinde ve dışında önemli tartışmalara sebep olacak, sınırın kapatılması ve denetlenmesi, Avusturya sınırını yasal olmayan yollardan geçen mültecilerin İtalya’ya geri gönderilmesi insanları ikiye bölecek. 2018 Avusturya yapımı belgesel Tel Örgü (The Border Fence) gücünü bu tartışmalara ve mültecilerin durumuna odaklandığı noktayı, mültecilerden başka bir yana, Brenner’deki bu bölgede yaşayanlara çevirmesinden alıyor. Bir anda böyle bir görev için sınırda çalışmaya başlayan polislere, sınırda yaşayan insanlara, buradaki küçük işletme sahiplerine, kısacası mülteci olmayan ama bölgede mültecilerle karşı karşıya gelen insanların anlattıkları üzerinden şekilleniyor mültecilerin bu sınırda yaşadıkları. Kışın en soğuk günlerinden birinde bölgeye yakın arazi sahibi iki kişiyle yapılan söyleşide, mültecilerin üzerlerinde yazlık kıyafetlerle geldiklerini; kafe işletmecisi Breenerli bir kadından yemek için polislerle birlikte getirildiklerinde ne kadar utangaç ve geldikleri dünyadan habersiz olduklarını; mültecileri sınırın ötesine geri göndermekle yükümlü bir polis memurundan kendi çocuğuyla aynı yaşta çocukları sınırın öte tarafına öylece bırakmanın ne kadar zor olduğunu öğreniyoruz. Mültecilerin hikâyelerini kendilerinden dinlemesek de bölge halkıyla yapılan söyleşilerden onların yaşadıkları zorlukları birer birer önümüze döküyor Tel Örgü. Belgesel, bütün Avrupa’da uzun süre konuşulan konuyu bireysel politik deneyimler ve tutumlar üzerinden bir çeşitlilik içinde yansıtıyor.
Avusturyalı politikacıların İtalya sınırına gerçekleştirmeyi planladığı 370 metrelik tel örgü projesi, ülkeye giriş yapmaya çalışan mülteciler için bir engel olduğu gibi bu bölgede yaşayan insanlar için de yeni bir engel anlamına geliyor.
Sınıra tel örgü çekme planı açıklandığında, yönetmen Nikolaus Geyrhalter kamerasıyla bölgeye giderek mültecileri sınır dışı edecek polislerin bir süre yaşayacağı merkezin inşasından, bölgenin İtalya tarafında gerçekleşen sınır karşıtı protestolara kadar tüm süreci gözlemleyen çekimler gerçekleştirdi.
Nikolaus Geyrhalter’in söyleşileri, öyle steril bir ortamda, tripoda kurulu bir kamera eşliğinde gerçekleştirilmiyor. Bölgede yaşayanların yüzüne yaklaşmış kamera ve onların da didaktiklikten uzak sohbet eder gibi mültecilerle ilgili düşüncelerini anlatmasındaki absürdlük kurmaca bir filmden beklenen düzeyde. Hatta politikacıların aldığı sınır kararını açıklayan bir grup emniyet görevlisinin yaptıkları sunumun ciddiyetinin farkında olmayan hâlleri önceleri kurmaca bir filmin başladığı hissini dahi veriyor. Geyrhalter, sorduğu açık uçlu sorularla da karşısındaki kişilerin de bir parçası oldukları ama konuyla ilgili kararları uygulamakla yükümlü oldukları mülteci sorununa dair ne hissettiklerini doğrudan anlayabilmemizi sağlıyor. Beyaz Avrupa’da “Refugees Welcome” (Mülteciler Hoşgeldiniz) gibi kampanyalarla mültecilere kucak açan bir grup aktivist olduğu gibi “fazla” mültecinin kendi konfor alanlarından vazgeçmelerine sebep olacağını düşünenler ile diğer yanda AfD (Almanya İçin Alternatif Partisi) taraftarları gibi konuyu neo-nazizm ekseninde değerlendirenler olduğunu da biliyoruz. Tel Örgü, mülteci konusuna olumlu ya da olumsuz yaklaşımların bu şekilde uçlarda olmadığını görmemizi de sağlıyor. Mültecilerin ne kadar zor koşullarda bu sınıra ulaştığını söyleyen, dakikalarca üzerlerindeki kıyafetlerin kış için uygun olmasından bahseden iki bölge insanına “peki onları gördüğünüzde ne yapıyorsunuz” sorusu geldiğinde, “polise ihbar ediyoruz” cevabını beklemiyorsunuz örneğin.
Tel Örgü, kartpostal görüntüsündeki bu sakin bölgenin alınan kararla birlikte değişen yapısını kameralara yansıtırken, mülteci sorununun acımasızlığına ve devletlerin politikalarına sadece mülteciler açısından değil, bölge yerlileri açısından da bir bakış geliştirmemizi sağlayacak türden bir belgesel.
Ankara Sinema Derneği’nin Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla düzenlediği Gezici Festival, bu yıl 24’üncü kez yola çıkıyor. 30 Kasım’da Ankara ile başlayan festival, yolculuğuna 7-9 Aralık tarihleri arasında Sinop, 10-13 Aralık’ta ise Kastamonu ile devam edecek. Gezici Festival bu yıl da belirli temalar üzerinden şekillenen filmlerin yanı sıra, Türkiye ve dünyadan ödüllü yapımları da izleyiciyle buluşturuyor. Ankara Sinema Derneği Başkanı Ahmet Boyacıoğlu, neredeyse çeyrek asrı bulan festivalin macerasını ve dönüştürücü gücünü bir söyleşisinde şu sözlerle ifade ediyor: “1995’te, ‘Gezici festival yapıyoruz’ dediğimizde, bize ‘Kesinlikle yapamazsınız, bir yıl bile dayanamazsınız’ dediler ancak 24 yıl oldu ve Türkiye’deki diğer festivallere de gezmeyi öğrettik, şimdi herkes geziyor. Ama bizim Ankara dışında gittiğimiz kentlerimiz de çok özel, örneğin Sinop’ta yıllarca sinema yoktu, yeni açıldı. Biz gittiğimiz birçok kente 35’lik göstericiyi de götürmek zorunda kalıyorduk. Şimdi bu kentlerde biz gittikten sonra sinemalar açıldı.”[1] Sadece bugünün değil, her dönemin sanatsal faaliyetlerinin karşılaştığı en önemli sorunlardan biri süreklilik. Gezici Festival, bu sürdürülebilirliğin ve devamlılığın ne gibi dönüşümler yaratabileceğinin en önemli örneklerinden. Gezici Festival, bundan 24 yıl önce yola çıktığında sinema, Türkiye’nin birçok şehrinde yaşayan insanlar için ulaşılması lüks bir aktiviteyken, yıllar içinde bu değişti, yeni sinema salonları açıldı, ülkenin birçok yerinde sinema ulaşılabilir bir hâle geldi. Bugün çoğu alışveriş merkezlerinde olan bu sinema salonlarında gösterilen filmlerin çeşitliliği ve niteliği hâlâ tartışma konusuyken, festivallerin devamlılığı ve Türkiye’nin her bölgesine ulaşılabilirliği “iyi filme” ulaşım açısından önem arz ediyor.
Tel Örgü, mülteci sorununa odaklanan üç belgesel ve bir kurmacanın yer aldığı “Sığınma(sız)” başlıklı bölüm kapsamında izleyiciyle buluşuyor. Bölümde yer alan diğer filmler de ele aldıkları konuyu, Tel Örgü’de olduğu gibi, genelgeçer bakış açılarını aşan bir yaklaşımla işliyor. Sığınma(sız) başlığının ödüllü filmlerinden biri Babalar ve Oğullara Dair (2017). Sundance Film Festivali’nin Dünya Sineması bölümünde En İyi Belgesel seçilen, geçen yılın en etkileyici yapımlarından biri. Yönetmen Talal Derki, memleketine dönerek güvenini kazandığı radikal İslamcı bir ailenin günlük yaşam deneyimlerine iki yıl boyunca ortak oluyor. Tek hayali islam devleti kurmak olan bir babayla büyümenin nasıl bir deneyim olduğunu gözler önüne seriyor Suriyeli yönetmen Derki. Seçkinin bir diğer belgeseli Aç Hayaletler Adası ise kamerasını Hint Okyanusu'nda Avustralya'ya bağlı Christmas Adası’ndaki mülteciler çeviriyor. Burada mülteci hakkı kazanmayı bekleyen sığınmacılarla görüşen travma terapisti Poh Lin Lee’nin mültecilerle görüşmelerini odağına alan film, bu karanlık bekleme sürecinin ruh hâlini tamamen seyirciye geçirmeyi başarıyor. Seçkinin bir diğer filmi ise Türkiye sinemasının yasaklı klasiklerinden, bir otobüsle dokuz Türkiyeli işçinin Stockholm meydanında terk edilmesinin ardından yaşadıklarını anlatan Tunç Okan imzalı Otobüs (1975) olacak. Tunç Okan’ın ilk yönetmenlik denemesi olan Otobüs, köylerinden başka bir yer görmemiş bir grup insanın İsveç’in orta yerinde yaşadıklarına odaklanıyor.
Sığınma(sız) başlığıyla mülteci konusuna birbirinden farklı bakış açılarıyla yaklaşan dört filmi bir araya getiren Gezici Festival, her yıl olduğu gibi bu yıl da bölüm başlıklarını dünya gündemi ve politik gelişmeler ışığında şekillendirirken, özgün ve aynı konuyu bambaşka teknik ve anlatım özellikleriyle ele alan filmleri bir araya getirmeyi başarıyor.
Festivalin en ilgi çekici bölümlerinden biri, son yılların en çok konuşulan konularından, 2016 yılında Oxford Dictionaries tarafından yılın kelimesi seçilen “post-truth” yani “hakikat sonrası” üzerine kafa yoran “Yalanlar Çağı.” Seçkinin küratörlüğünü daha önce “Caz ve Sinema” seçkisiyle de Gezici Festival’e konuk olan sinema eleştirmenleri Jonathan Rosenbaum ve Ehsan Khoshbakht üstleniyor. Gerçeğin maniple edildiği bir çağa dair acımasız tespitlerde bulunan 1950'ler Amerikan sinemasından üç başyapıt, ABD Büyükelçiliğinin katkısıyla gösterilecek. Bölüm kapsamında gösterilecek filmler arasında, New Yorklu güçlü bir köşe yazarının, kız kardeşinin bir caz müzisyeniyle evlenmesini engellemek için yaptıklarının ele alındığı Başarının Tatlı Kokusu (1957), Kirk Douglas’ın başrolünde olduğu komedi filmi Büyük Karnaval (1951) ve hikâyesini gerçek bir olaydan alan, çarpıtılmış gerçekliğin gelebileceği noktayı göstermesi açısından bir klasik olarak görülen ve filmin yönetmeni Cy Endfield’ın çekimlerden sonra McCarthy’nin cadı avına dönüşen soruşturmalarından kurtulmak için Amerika’yı terk etmek zorunda kaldığı Öfkenin Sesi (1950) yer alıyor.
Gezici Festival ekibi, Il Cinema Ritrovato Film Festivali’yle iş birliğini bu yıl da sürdürüyor. Restore edilmiş klasiklerden oluşan programıyla tanınan bu festivalin katkısıyla izleyiciler Küba’dan bir klasiği izleme fırsatı yakalayacak. Devrim sonrası Küba’ya kamerasını çeviren 1968 yapımı Azgelişmişlik Anıları 50'nci yıl dönümünde dijital olarak yenilenmiş kopyasıyla yeniden sinemaseverlerle buluşuyor. "Özgür Sinema" başlıklı seçkide yer alan film, 1968'in radikal değişim heyecanına ve çalkantılarına Küba'dan, devrim sonrası, eşi ve yakınları Miami’ye göç eden orta sınıf aydını Sergio’nun gözünden bakıyor.
Festivalin güncel sanat alanında işler üreten sanatçılar ile festival izleyicisini buluşturan bölümünün bu yılki sanatçı konuğu ise Didem Pekün. "Hissetmek İstiyorum" başlıklı bölümde sanatçıya ait iki belgesel gösterilecek. Tülay German'ın Düşmemiş Bir Uçağın Kara Kutusu adlı otobiyografik kitabından yola çıkan, Tülay German: Kor ve Ateş Yılları (2010) ile dünya prömiyerini bu yıl Berlin Film Festivali’nde yapan, Nayia adlı genç bir Boşnak kadının Srebrenitsa soykırımının 22'nci yıl dönümünde ülkesine geri dönmesini konu alan deneysel belgeseli Araf.
Festival her yıl olduğu gibi bu yıl da “Kısa İyidir” ve “Çocuk Filmleri” bölümlerine de programında yer veriyor. "Kısa İyidir" yılın dikkat çeken kısa filmlerini bir araya getirirken, "Çocuk Filmleri" bölümü de En İyi Kısa Canlandırma dalında Oscar kazanan Morris Lessmore ve Uçan Kitaplar (2011) ve 20'den fazla festivalden ödülle dönen İki Balon (2017) başta olmak üzere ödüllü çocuk filmlerini bir araya getiriyor.
Uluslararası festivallerde dünya prömiyerini yapan ödüllü filmler ise "Dünya Sineması" bölümünde izleyicilerle buluşacak. Bu yıl Cannes’ın Yönetmenlerin On Beş Günü bölümünde dünya prömiyerini yapan Amin (2018), Sergei Loznitsa’nın Cannes'dan da ödülle dönen ve Ukrayna’nın Oscar adayı olarak seçilen filmi Donbass, bir dans akademisinde okuyan ve balerin olmak isteyen 15 yaşındaki genç bir transın öyküsünü anlatan, Belçika’nın Oscar adayı Kız, Slovenyalı yönetmen Milorad Krstić’in Locarno Film Festivali’nde dünya prömiyerini yapan, korkunç rüyalardan mustarip bir psikoterapisti odağına alan ilk uzun metrajı Koleksiyoncu, yönetmeni Pawel Pawlikowski'ye Cannes'da En İyi Yönetmen Ödülü'nü kazandıran siyah beyaz aşk hikâyesi Soğuk Savaş, Karlovy Vary Film Festivali’nde Batının Doğusu yarışmasında En İyi Film Ödülü'nü alan Süleyman Dağı, Koreli yönetmen Lee Chang-Dong’un uzun bir aradan sonra çektiği, Haruki Murakami’nin kısa hikâyesinden yola çıkan Şüphe ile Viyana ve Sevilla film festivallerinden ödüllerle dönen belgesel Uzak Evren ise dünya sinemasının ödüllü filmleri olarak izleyicilerle buluşacak.