Edebiyatımızın önemli isimlerinden Çetin Altan’ın belki kendisinin bile hayattayken unuttuğu bir eseri gün ışığına çıkarıldı: Trapez
14 Temmuz 2016 14:00
Edebiyat dünyasının meşhur, önde gelen yazarlarının yeni eserlerini keşfetmek her zaman heyecan vericidir. Yıllar önce Peyami Safa üzerine okumalar yaparken onun Server Bedi adıyla yazdığı kitapları keşfetmiş ve onları büyük bir heyecanla okumuştum. Bu kadar önemli bir yazarın takma adla yazdığı kitaplar onun edebiyatı hakkında bize ne kadar yeni kapılar açıyordu. Yazık ki bugün bile Server Bedi adıyla yayınladığı o güzelim kitaplar okuyucuyla buluşmuyor.
Neyse ki şanslı yazarlarımız var. Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz yine edebiyatımızın önemli isimlerinden Çetin Altan’ın belki kendisinin bile hayattayken unuttuğu bir eseri gün ışığına çıkarıldı. Everest Yayınları’nın yaklaşık iki yıl önce başlattığı, Behçet Necatigil’in Naima, Evliya Çelebi adlı radyo oyunlarını, Orhan Kemal’in Bilinmeyen Senaryolar’ını yayınladıkları ve edebiyatımızın önemli ancak keşfedilmemiş eserlerini ortaya çıkarmayı hedeflediği Keşif Serisi’nden çıkan Trapez’in kaşifi ise bir akademisyen: Didem Ardalı Büyükarman. Yıllardır polisiye ve tiyatro edebiyatı çalışmalarıyla tanıdığımız Büyükarman, Çetin Altan ile ilgili yaptığı bir çalışma esnasında rastladığı bir kaydın izine düşerek bu esere ulaşmış: “ Çetin Altan, Devlet Tiyatrosu için 1957-1958 sezonunda sahnelenmek üzere Çemberler oyununu kaleme alır. Devlet Tiyatrosu dergisine yazdığı yazıda, "Geçim turnikesini döndürmek bakımından gerekli olan günlük çalışmaların yanında, içimdeki yağ kandillerinden bir kuyruklu yıldz değilse bile, bir ahvai fişeği yapmak özlemini öteden beri duyardım" diyerek neden piyes yazdığına bir açıklık getirmek ister. Çünkü bir yazar olarak istediği kısa vadeli hükmü olan yığın yığın gazete yazıları yazmak değil kütüphane raflarında yerini almış eserler kaleme almaktır. Çemberler için yazdığı yazının asıl ilginç olan yanı ise bir önceki sezon için kaleme aldığı bir başka oyundan bahsetmesidir.
Uzun yıllar gözlerden uzak kalmış, unutulmuş oyunu Trapez’i ise 1956-1957 sezonunda sahnelenmek üzere Devlet Tiyatrosu için kaleme alır. Muhsin Ertuğrul’un Devlet Tiyatrosu Genel Müdürü olduğu dönemde, yetenekli edebiyatçı gençlere oyun yazdırma geleneğinin bir devamı olarak ısmarlanmış, "Edebi Heyet" arafından repertuvara kabul edilmiş hatta yönetmenliğini Mahir Canova’nın yapacağı kararlaştırılmış olmasına rağmen Trapez hiç sahnelenmez. Neden sahnelenmediğini ise Çetin Altan, oyunun otuzdan fazla oyuncuya ihtiyaç duymasına, bir parça durağan ve karanlık bir piyes olmasına bağlar.” (7)
Trapez aslında sembolik bir oyun. Üç perdeden oluşan oyunda polisler tarafından Rum meyhanesinden bozma bir barda oturan Turhan’ın bu meyhanedeki arkadaşları Ressam ve Ruhi ile konuşmaları ve diğer müşterilerin birbirleriyle sohbetleriyle ilk perde açılır. Sonrasında polisler telefon ederek meyhanedeki Turhan’ı sorarlar. Turhan Yurtsever Partisi üyesidir ve parti için çalışan heyecanlı bir gençtir. O gün de köy köy dolaşıp propaganda yapan parti lideriyle birlikte dolaşırken heyecanlı bir konuşma yapmıştır ve aslında başının belaya gireceğini de bekliyor gibidir. İkinci perdede Turhan parti merkezinde lider ve partinin ileri gelenlerinden Emin Bey ile birliktedir, çalışır ve kahraman olma hevesinden hem kendine hem sevgilisi Nevin’e bahseder. Kader de siyah elbiseleriyle zaman zaman oyunda görünerek onunla konuşarak onu takip eder. Bu perde sonunda Turhan tutuklanır. Üçüncü perdede aradan çok uzun yıllar geçmiş, Turhan yaşlanmış ve önde gelen bir parti lideri olmuştur. Geçmiş günleri hatırlar ve tüm hatırlardıkları sesleriyle sahnede onunla birlikte yer alır. Eser boyunca trapez, başarı ve başarısızlık için bir sembol görevini görür.
Oyun boyunca trapez ve trapeze tutunabilen cambazlar ile trapezi tutmayı başaramayıp düşen cambazlar arasındaki ilişki siyaset yapma ve mevki edinme arasındaki ilişkiye gönderme yapar. Turhan’ın da dahil olduğu Yurtsever Partisi’nin liderlerleri aslında kendileri ve mevkileri dışında bir şey düşünmezler. Önceleri idealist bir genç olarak bu partide çalışan Turhan da bir süre sonra oyunda sürekli tekrar edileceği gibi idealist değil gerçekçi olmanın daha önemli olduğunu fark edecek; idealizmi sadece halka yapılan konuşmalarda bir işlev olarak görecektir. Nitekim sonrasında tutuklanmasını da bir değere çevirip bununla kendi kendini kahramana dönüştürerek partideki herkesi ezip geçecek, liderliğe ve siyasetin üst basamaklarına tırmanmış haliyle göründüğü son perdede de yaptığının doğruluğuna inanır halde olacaktır. Zaman zaman siyahlara bürünmüş şekilde ona görünen kader bile her şeyi kendine yontan bu siyasetçi tipi karşısında eli kolu bağlı kalmıştır.
Kahraman olma takıntısıyla insanları kandıran ve siyaseti pazarlık ve ortaklık ilişkilerine çeviren Turhan’ın etrafı toplumun değişik kesimlerinden gelenlerle çevrilidir. Bunun için seçilen mekânın bar ve son perdede bir kulüp olması da bu panoramayı vermek amacıyla vardır. Dahası insanların içmeden ve içtikten sonraki halleriyle kendi gerçeklikleriyle buluşmaları da bu şekilde oyunda çarpıcı bir şekilde verilir. Zaten Turhan’ın zihninde zaman zaman ortaya çıkan ailesi de onu çocukken nasıl korkuttukları ve aslında onu değil kendilerini düşündüklerini bu ortaya çıkışlarında dile getirmektedir. Diğer taraftan Turhan’ın sevgilisi Nevin de Turhan’ın bazı zamanlar ona sevişmek için değil aslında korktuğu için ihtiyaç duyduğunun farkında olduğunu söyler. Nevin bu durumu artistik bulmaktadır. Oysa Turhan, artistik tarafındaki bu korkunun üstüne gidip bir mevki elde etme peşine takılarak “kahraman” haline gelir, lider olur, zenginleşir. Nevin de fahişe olur ve hayalleri gerçekleşmez. Bodrum katta yaşayıp kendi içine kapanan, polislerin aradığı ama kadınların anlayamadığı bu erkek tipini Çetin Altan daha sonra Büyük Gözaltı romanında da yaratır. Aslında Bir Avuç Gökyüzü’ndeki roman kahramanı da benzer bir şekilde Turhan ile akrabadır. 1970’li yılların bu kırılgan devrimci erkek tipi sonrasında da edebiyatımızda oldukça rağbet görür bir şekilde yoluna devam edecektir. Kadınların hep arzuladığı ama asla anlayamadığı bir erkek tipi olarak tabii. Zaman zaman istisnalar olsa da korkularını ve yaralarını gösterip artistik olduklarını da sadece bu kadınlar anlayabileceklerdir.
Çetin Altan’ın bu oyunda yarattığı devrimci erkek aslında sinik, çıkarcı ve başarıya ulaşmak için her yolu mübah sayan bir tiptir. Her ne kadar başlarda onu davasına inanmış biri olarak görsek de parti ve ileri gelenlerine yakından baktığımızda gerçeklerin farklı, halkla konuşulanlar ile akıldan geçenlerin bambaşka olduğunu görürüz. Üstelik Turhan parti lideri ile kirli işler karıştırma konusunda da atılgan ve cesur görünmektedir. Dolayısıyla her yönden gelecek vaat eder. Buna rağmen parti liderleri bu vaatleri kısıtlamayı da ihmal etmez. Ancak Turhan’ı kimse durduramayacaktır. Oyunun son perdesinde eski parti liderinden gelen not ne kadar hızlı ve yükseğe çıkan bir yol aldığının da göstergesidir.
Barda ve kulüpteki müşterilerin konuşmaları, Turhan’ın hayatının ileride alacağı şekle yönelik bir önseziyi de beraberinde getiriyor. Dolayısıyla onlar sadece dönemi ve zihniyeti sergilemek değil bu zihniyetle geleceğin nasıl olacağını göstermek gibi de bir işlev yükleniyorlar. İlk perdedeki meyhaneden bozma bar ile lüks kulüp arasındaki farkı da daha baştan açık ediyorlar.
Çetin Altan’ın hayatını kaybedişinin ardından tarihin karanlıklarından çıkarılmış bu eser umarım daha nice yazarımızın nice eserinin ortaya çıkışının da başlangıcı olur...