“Dünyada yaşanan siyasi, toplumsal, ekonomik krizlerin nedenlerini derinlemesine sorgulamadığımız sürece, iddia ve öngörülerimizin kolaylıkla boşa çıktığını bir kez daha gördüğümüz bir dönemde, Rifkin’in iyi niyetli iddia ve önerilerinin de nasıl boşa çıkmış olduğuna işaret etmeye çalışıyorum...”
15 Aralık 2022 22:30
Doğrusu Rifkin’in ‘Algeny’ başlıklı kitabı onun icadı olan bir fikirden hareket etmiyor; ne yazık ki, benimle ilgili Darwin kıyameti koptuğunda bizim felsefe profesörleri arasından bile zır pozitivistler çıktı, ama Darwin’in evrim teorisi eleştirisi üzerine kocaman bir külliyat var. Darwin’in teorisinin tarihselliği ile ilgili 2017 yılında, A. N. Wilson tarafından yayınlanan Charles Darwin: Victorian Mythmaker’ı bu tartışmalarla ilgilenenlere tavsiye ederim. Pek çok diğerleri gibi, Rifkin’in Darwin’e itirazı, benim durumumda olduğu gibi dinî inanç kökenli değil, paradigmatik bir eleştiri. Darwin’in Birinci Sanayi Devrimi’nin paradigmasından yola çıkan bir bilim anlayışına sahip olduğunu, bu paradigmanın aşıldığını ileri sürüyor, dahası Darwin’in evrim teorisinin İngiliz sömürgeciliğini meşrulaştırıcı işlevinden söz ediyor. Yani, benim düşüncelerime referans olarak gördüğüm biri değil. Sadece, dedim ya, ilahi adalet, “Darwin teorisi nihayetinde tarihsel bir teoridir” dedim diye kıyamet koparanların pek çoğu, CHP’ye baş danışman olmasını alkışladılar ya, onu diyorum.
Jeremy Rifkin, eski Almanya başbakanı Angela Merkel ile.
Her neyse, mademki Rifkin CHP’nin ‘İkinci Yüzyıl vizyonu’nun mimarlarından biri olarak karşımıza çıktı, onu biraz daha yakından tanıyalım dedim. Nitekim, bu vizyonun diğer bir mimarı olarak tanıtılan Daron Acemoğlu hakkında da geçen yıl bir yazı yazmıştım. Rifkin, Acemoğlu’ndan daha tartışmalı ve bir o kadar daha renkli bir isim ve renkli bir siyasi geçmişi var. Merkel’in danışmanlığını yapmış olduğu söylendi. Aslında pek çok ülkede pek çok parti, siyasetçi ve iş dünyası ile, çevre politikaları ve yenilenebilir enerji konularında çalışmış. Pek çok kitabı içinde, 2011 yılında yayınladığı Üçüncü Sanayi Devrimi (İletişim Yayınları, 2011) başlıklı kitabında düşüncelerini güncelleyerek özetlemiş. Ayrıca bu kitabında, danışmanlık veya görüşmeler yaptığı siyasi parti ve liderlerden söz etmiş; İspanya’nın Sosyalist Başbakanı Zapatoro’dan Monaco Prensi Albert’e, İngiltere’nin İşçi Partisi’nden Dış İşleri Bakanı olmuş olan David Miliband’dan muhafazakâr Partili David Cameron’a, Barack Obama’ya ve pek çok diğerlerinden oluşan geniş bir yelpazede isimle, gezegenin geleceği adına çalışmalar, görüşmeler yapmış.
Rifkin, tarihsel, toplumsal gelişmeleri enerji kaynak ve kullanımları çerçevesinde tanımlıyor. Birinci Sanayi Devrimi’nin temelinde olan kömür enerjisinden, fosil/petrol enerjiye geçişi İkinci Sanayi Devrimi olarak tanımladıktan sonra, bu sürecin de tamamlandığını ve Üçüncü Sanayi Devrimi’nin eşiğinde olduğumuzu söylüyor. Aksi takdirde uygarlığın çökeceğini ileri sürüyor. Kuşkusuz bu görüş ona mahsus değil, çevrecilik ve gezegenin geleceği artık genel kabul görmüş bir fikir ve dünyanın mevcut hali genel bir kaygı kaynağı haline gelmiş vaziyette.
Rifkin’e göre tüm enerji sistemleri belli bir iletişim sistemi ile örtüşerek siyasal çerçevede ifade buluyorlar. Tam da bu nedenle, Üçüncü Sanayi Devrimi sadece ekonomi ve çevre meselesi değil, aynı zamanda siyasetin demokratikleşmesinin yolunu açacak. Bu noktada da, görüşleri iletişim teknolojilerinin ‘özgürleştirici’ işlevine dair oluşmuş genel kanaatler ile örtüşüyor.
Rifkin’in Birinci ve İkinci sanayi devrimlerinin sonuçlarına ilişkin eleştirel bakışı, piyasa ekonomisini kutsayan anlayışa köklü itirazı, onun kapitalizm eleştirmenleri arasında algılanmasına neden oluyor. Doğrusu, Rifkin’in görüşleri belli noktalarda kapitalizm eleştirileri ile örtüşmüyor değil. Serbest piyasa ekonomisinin refah ve özgürlük vaadinin bir yalandan ibaret olduğunu, ayrıca piyasa ekonomisinin hiçbir zaman devlet müdahalesinden uzak alanda gerçekleşmediği gibi, her zaman devletin desteği ile var olduğunu vurgulaması mevcut ekonomi politik ortodoksiye karşı güçlü itirazlar. “Hem Birinci, hem İkinci sanayi devrimleri, altyapı kurmak için kamu fonları suretinde büyük çaplı hükümet desteği ile gerçekleşmiştir” (s. 176) hatırlatması, “hükümet müdahalesinden uzak, özgür bir pazarın ticari başarı olduğuna dair yaygın popülist inanç, aslında yanlış” (s. 177) gibi ifadeleri bu örtüşmeler çerçevesinde görülebilir.
Ancak Rifkin’in çözüm önerisi, “Günümüzdeki gibi kriz anlarında, ekonomiyi can çekişen enerji/iletişim altyapısının yükünü azaltması için ülkenin tüm yaratıcı potansiyelinin kullanılması ve yeni bir ticari paradigmaya geçilmesi gereken bir dönemde sadece iş, hükümet, sivil toplum arasındaki şeffaf ve kapsamlı ortaklık bu geçişi mümkün kılacak itici güç sağlayabilir” düşüncesi etrafında şekilleniyor. O, bu ilişkinin, yani sosyal /pazar modelinin Avrupa Birliği’nde mevcut olduğunu ileri sürüyor. Zaten, 2004’te Avrupa modelinin Amerikan modeline alternatif haline geldiği üzerine de bir kitap (The European Dream) yayınlamıştı.
Sosyal piyasa modeli de ona özgün bir fikir değil; doksanlı yıllarda özellikle İngiltere İşçi Partisi Tony Blair’in iktidar döneminde, ‘üçüncü yol’ programında ifade bulmuştu. O zamanlar Virgül dergisinde, “Blair Devrimi” başlığı altında bu konudaki tartışmayı yazmıştım. Rifkin’in ‘Üçüncü Sanayi Devrimi’ kavramı bu çerçevenin çok ötesine geçiyor; bir yandan enerji-iletişim sistemlerinin evrimi çerçevesinde tarihsel bir çerçeveye oturuyor. Diğer yandan ise insanın doğa ile ilişkisinin mahiyetini sorgulama üzerinden yeni bir ilişki modeli öneriyor; insanın doğaya tahakküm çabasından, doğanın bir parçası olarak varlığını sürdürmesinin imkânlarının, gezegenin ve uygarlığın kurtuluşu olacağını vurguluyor. Nitekim, bilimsel paradigma değişimlerini de bu çerçevede sorguluyor. Bu anlamda, düşünce ve önerileri sol ve çevreci siyasetler açısından belli bir tutarlılık sergiliyor. Sorun, Rifkin’in düşüncelerinin siyasi boyuttan yoksun olması.
Rifkin, Birinci ve İkinci sanayi devrimlerinde, ekonomik alan ile siyasal alanın iç içeliğine işaret ederken, zaman zaman bu ilişkiyi iş dünyası veya belli sektörlerin lobi faaliyetlerine indirgiyor. Ama asıl önemlisi, yukarıda alıntıladığımız gibi, Üçüncü Sanayi Devrimi’ne geçişin, iş-hükümet-sivil toplumun gönüllü işbirliği ile gerçekleşeceğine inanıyor olması. Bu noktada siyasal, toplumsal, siyasi iktidar ilişkilerini tümüyle görmezden geliyor. İnsanlık ve uygarlık adına elzem gördüğü değişim önerileri çerçevesinde birbirinden çok farklı siyasal görüşten parti, lider, çevreler ve iş dünyası ile çalışma serüvenini, ilkesizlik veya pragmatizmden ziyade, görüşlerinin apolitik bir zeminden hareket etmesi ile açıklamak daha doğru olur diye düşünüyorum. Nitekim, kendisi de, kitabı boyunca, görüşlerine itibar eden siyasetçilerin pek çok durumda siyasi kaygılar ile geri adım atmak zorunda kaldığından söz ediyor. Ancak, ‘siyaset’i de sıradan bir rekabet, kısa vadeli hesaplar gibi sığ bir tanım içinde algıladığı için, siyasal engellerin aynı zamanda ekonomik iktidar ilişkilerinin bir yansıması olduğu gerçeğini görmezden geliyor.
Nitekim, tam da bu nedenle, 2011 gibi geç bir tarihte, doksanlı yıllarda öne çıkan iddiaları tekrarlamış oluyor; ona göre
“Dünyada çok tuhaf bir şey oluyor. İdeolojiler ortadan kayboluyor. Gençler jeopolitik teorinin ince noktalarını veya kapitalist ya da sosyalist ideolojinin iyi yönlerini tartışmakla artık ilgilenmiyor… Yeni bir siyasi düşünce yapısı keşfettik. Bunların siyaseti sağ-sol tartışmasından ziyade, merkezî ve otoriterci anlayışa karşı dağıtılmış ve işbirliğine dayalı anlayış üzerine”. (Üçüncü Sanayi Devrimi, s. 187)
Bu yaklaşım, doksanlı yıllardan itibaren, neo-liberalizmin sol(umsu) versiyonu olarak çok tekrarlandı.
Mesele, Rifkin’in sorununun radikal bir kapitalizm eleştirisi yapmadığına işaret etmek değil. Herkesin, dünyaya köklü bir kapitalizm eleştirisi perspektifinden bakmasını beklememek lazım. Ancak dünyada yaşanan siyasi, toplumsal, ekonomik krizlerin nedenlerini derinlemesine sorgulamadığımız sürece, iddia ve öngörülerimizin kolaylıkla boşa çıktığını bir kez daha gördüğümüz bir dönemde, Rifkin’in iyi niyetli iddia ve önerilerinin de nasıl boşa çıkmış olduğuna işaret etmeye çalışıyorum.
Öteden beri neo-liberalizm, kapitalizm, post-kapitalizme eleştirel bakanlar bir yana, bugün neo-liberaller dahi, temel varsayımlarını sorgulamak zorunda kaldı. Bu sorgulama, daha ziyade, Ukrayna Savaşı sonrasında ortaya çıkan tablo çerçevesinde ve sanki bu savaşın sonuçları imiş gibi ifade ediliyor. Oysa ne ‘jeo-politik’ Ukrayna Savaşı ile geri döndü ne de neo-liberal ekonomik model bu olay çerçevesinde sarsıldı. ‘Soğuk Savaş’ın Sonu’ ilan edildikten sonra, jeo-politik rekabet ve nüfuz çatışmaları aynı hızla devam etti; bu çatışmalar, doksanlı yılların başında Panama işgalini izleyen pek çok askerî müdahale, sıcak çatışma, vekâlet savaşları, iç savaş olarak karşımıza çıktı. Yugoslavya, Afganistan, Irak’la başlayan askerî müdahaleler ve iç savaşlar Arap Baharı sürecinde devam etti, Bahreyn’e Suudi Arabistan müdahalesi unutuldu, ama Libya’ya müdahale, Suriye’de vekâlet savaşlarının feci sonuçları hâlâ gözler önünde. Neo-liberal ekonomik modelin son krizi Ukrayna Savaşı ile değil, 2008 krizi ile başladı. ABD’de sorun Trump’ın şahsı ve tarzı olarak tanımlanırken, aynı politikalar, Çin ile ekonomik savaş ve korumacı ekonomik siyasete dönüş olarak Biden döneminde devam ediyor.
Diğer yandan, Rifkin’in de aralarında olduğu pek çoklarının ‘demokratikleştirici’ gücüne bel bağladığı, ‘iletişim teknolojileri’nin geldiği nokta ortada. Rifkin’in iddia ettiği gibi “internet oyun sahasını düzleştirmek suretiyle oyunun kuralını değiştirdi. Milyonlarca satıcı ve alıcıyı sanal uzayda buluşturmak neredeyse bedava” (s. 163-4) dediği ‘düzleşmiş saha’, teknoloji devlerinin hegemonya sahası oldu. Dahası, Elon Musk başta olmak üzere, bu teknoloji devleri post-kapitalist düzen için bile bela sayılmaya başladı.
Doğrusu, Rifkin’in kitabının sonlarında ifade ettiği “Gerçek özgürlüğün başkalarından kopuk, tek başına bir ada değil, herkesin arasına katılmak” olduğu, “kişinin hayatının zenginlik ve çeşitliliğinin sosyal deneyimlerle mümkün olduğu” hatırlatmalarına ve “Yalnız varoluş, daha az yaşanmış hayattır” (s. 286) düşüncesine, benim açımdan katılmamak mümkün değil.
Sadece, CHP baş danışmanı olduktan sonra adı çok dolaşıma giren birinin düşünce dünyasını ve benim açımdan sorunlu gördüğüm hususlara dikkatinizi çekmek istedim. Muhalefete karşı, bu adamı ‘ajan’ olarak gösterme çabası şüphesiz gülünç. Son olarak, Kılıçdaroğlu’nun Almanya gezisine eşlik edeceği haberi de dışardan destek arama, lobi yapma olarak yorumlandı. Bir siyasi partinin Batı dünyası ile iletişim kanalları aramasında garipsenecek hiçbir şey yok. AKP kuruluş sürecinden başlayarak bu konuya hep çok önem verdi. Ancak CHP’liler de, Rifkin’in onlara iyi bir iletişim kanalı oluşturacağını düşünmüşler ise, küçük bir hatırlatma yapmak isterim. Rifkin’in küresel çapta iletişim ağının geniş olduğu bir gerçek, ancak hem önerileri an itibarıyla büyük ölçüde boşa düşmüş vaziyette hem de zamanında kurduğu ilişkiler fazlasıyla eskimiş durumda. Partiden kaç kişinin hiç olmazsa Üçüncü Sanayi Devrimi kitabını okumuş olduğunu bilmiyorum ama, o tarihte bile, siyasi lider ve iş çevreleri ile çıktığı yolun ne noktalarda sarpa sardığını açıklıkla anlatmış. Bir göz atsalar diyorum.
•
GİRİŞ RESMİ:
Jeremy Rifkin, CHP'nin 3 Aralık 2022'de İstanbul Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda yaptığı “İkinci Yüzyıla Çağrı” başlıklı toplantıda internet üzerinden konuşurken.