Bugün 116’ncı doğumgünü olan Hemingway uzun zamandır tasarladığı intiharı gerçekleştirdiğinde geride kitaplar, öyküler, gel giti bol bir yaşam; av tutkusuyla, maçolukla, çelişkilerle, şiddet ve şefkatle dolu anlar bıraktı dünyaya...
21 Temmuz 2015 03:00
Dünyaca tanınmış yazar ve sanatçıların yaşamının görünür olmayan tarafı hep merak edilir. Kimi biyografiler bu anda iş görebilir ama onlara, içindeki bilgilerin doğruluğuyla ilgili bir şüphe mimi de koymak gerekir.
Aslında en değerli biyografiler, dert sahibi insanların; yazar ve sanatçılarınkiler. Tabii bu kuraldan öte kişisel bir görüş. Fakat baktığınızda bu tür biyografilerin bir boy önde olduğunu görüyorsunuz. Söz konusu dertlerin anlatımı, biyografisi kaleme alınan kişi ve yaşadığı dönemi bir şekilde kesiştiriyorsa ne âlâ.
Çoğumuzun yolu böyle bir yazarınkiyle denk düşmüştür. Kitaplarını okumuş, onun hakkında doğru veya yanlış bilgiler edinmiş, cümlelerinden alıntı bile yapmışızdır. Hatta onun gibi yazmaya çalışanlar da çıkmış olabilir aramızdan. Bugün 116’ncı doğumgünü olan Ernest Hemingway de dünyada bıraktığı izlerle kahramanlaşmış, mitleştirilmiş, eleştirilmiş, incelenmiş; kimi zaman anlaşılmış kimi zaman da hakkı yenmiş bir yazardı. Clancy Sigal, Ölümsüz Hemingway ’de yazarı özellikle yapıtları, yaşamı ve yaptıklarıyla anlatıyor.
Sigal, “Hemingway’i günümüze taşımak” adına yazdığı bu biyografide, onunla nasıl karşılaştığımızın önemli olduğunu söylüyor. Dahası, Hemingway’in eserleriyle tanışmayanların bu kitaptan “olumsuz etkilenebileceğini” belirtip bir tahmin yürütüyor: “Hemingway’le tesadüf eseri mi yoksa ‘okuma zorunluluğu’ yüzünden mi karşılaştığınız önemli. Hemingway ileride bir gün kendisine okullarda ‘Büyük Yazar’ payesinin verileceğini gençken öğrenseydi muhtemelen silahı kafasına daha erken yaşta dayardı.”
Sigal’in araştırması bize, Hemingway’in yalnızca yazan değil, aynı zamanda okuyan ve yaşayan, beri yandan da tavır koyan, öfkelenen, kendinden geçen, yaralanan, yaralayan ve bir sürü şeyi kendine dert edinen biri olduğunu gösteriyor. Bu yüzden onunla ilgili söylenecek çok şey var. İyi de Hemingway bu noktaya nasıl geldi?
Manik depresif bir babanın ve güçlü bir annenin oğlu olarak doğan Hemingway’in, bu çelişkiyi ömrü boyunca sırtında taşıdığını görüyoruz. Örnek aldığı ya da bazı özelliklerine gizliden gizliye hayranlık duyduğu kişi ise ikilemleri, değişen duygu durumu ve maço halleriyle tanınan Teddy Roosevelt.
Avlanmayı ve sonradan en önemli arkadaşlarından biri olacak tüfeği kullanmayı babasından öğrenen Hemingway’in, doğa sevgisinin ve kuytu köşelere merakının kaynağı da yine o. Hemingway, kendisini kovalayan depresyondan, tedavi amaçlı spor sayesinde uzaklaşıyor; dönemindekilerin aksine bu, din dışı bir gerekçe. Tabii spor deyince öyle hafif koşu filan düşünülmesin; Sigal’in aktardığına göre atletizm, kürek ve öldürme güdüsünü geliştirdiği boks ilk sırada. Anlayacağınız, ergenliğinde her şeyin sınırını zorlayan bir Hemingway’le yüzleşiyoruz. Gerçi bu huyu olgunluğunda da değişmiyor ya… Eli ağır, depresif ve saldırgan babanın yerine koyabileceği rol modeli aramakla geçirdiği ergenliği sırasında, hayatının sonuna kadar devam edecek alkol bağımlılığı da başlıyor.
Ölümsüz Hemingway bize, Ernest’in ergenliğindeki sorunların aslında başlangıç olduğunun sinyallerini veriyor. Çünkü genç yaşında, büyük bir öğütücüye dönüşen Birinci Dünya Savaşı’na katılan Ernest, o yıkıntıdan sağ salim çıkıyor belki ama neredeyse hayatta kaldığına pişman olacağı yeni travmalar ediniyor. Savaşta ağır yaralıları, parçalanmış bedenleri ve tanınmaz haldeki cesetleri taşıyan Ernest, başa çıkabileceğinden fazla yükü sırtlanıyor. Bunların üstüne ciddi şekilde yaralandığı saldırı da binince her şey tepetaklak oluyor. Fakat bunların tamamı, Hemingway’in “daktilo başına geçip dert yanmak” dediği yazma işinde önünü açıyor; kendisine acı veren ne varsa hepsini bir şekilde kâğıda döküyor.
Sigal, “onun kurgusu, yaşamının hakikatidir” dediği anda Hemingway’in “babamı intihara sürükledi” diye suçladığı erkeksi annesiyle ilgili bir parantez açmak lazım. Güce ve prensiplere sıkı sıkıya bağlı Grace’in, çocukluğunda Ernest’e kız elbiseleri giydirmesi, belki de onun annesine duyduğu nefreti körüklüyor. Hemingway’in asla büyümeyen çocuksu tarafı, annesine karşı geliştirdiği öfkenin eseri olabilir mi? Kim bilir… Sigal, Hemingway’in kitaplarını bir okur, öğrenci ve psikiyatr gibi inceleyip yaşamından izler veya kişiliğine dair ipuçları da yakalıyor.
Şurası bir gerçek ki yaşadıkları ama özellikle savaşlar ve onlardan doğan yıkım, Hemingway’in kitaplarına yansıyor. Birincisinin yaraları sarılamamışken provası İspanya İç Savaşı’yla yapılan İkinci Dünya Savaşı, Ernest’i yine derinden etkiliyor. Sigal’e göre Hemingway’in ahlak timsali kahramanlarının oluşumunda savaşların payı büyük. Yalnızca bu değil tabii: “Pek çoğumuz baskı altındayken Hemingway’in erdem prensibini ve acı çekerken onun sabır ilkesini taklit etmeyi düşlerdik. Hemingway’e benzemek sıradan, sıkıcı hayattan kaçıp doğacak sonuçlara katlanarak maceraya ve tehlikeye atılmak demek. Savaş döneminde yaşamış benim kuşağımdan pek çok erkek, Hemingway’i sadece üslubundan değil aynı zamanda yetişkin erkeklik dönemimize yol gösterdiği fikrini içselleştirip kendine bir gölge lider olarak kabul etmişti.” Dolayısıyla Sigal gibi pek çok insan için yarattığı karakterlerle birlikte Hemingway’in kendisi de bir kahraman. Ama uçup giden veya metafizik değil, hayal kırıklıkları ve zaman zaman öne çıkan gücüyle var olan bir kahraman…
Sigal’in çizdiği portreye göre prensipte savaşa karşı olmayan Hemingway, sebepsiz yere çatışmaya girmeye muhalif. Bu da onun, gerek katıldığı gerek haberlerini yaptığı savaşın yarattığı trajedilere göz yummamasını sağlıyor. İspanya İç Savaşı ise Hemingway’in olaylara bakışını tamamen değiştiriyor ve faşizmle ölümü aynı kefeye koyuyor.
Sigal, Hemingway’in hayatını ekine köküne incelerken aşktan tutun da oğulları ve insanlarla ilişkisine dek pek çok önemli bilgi veriyor. Tüm bunların kesişim kümesi, Hemingway’in asabi, çapkın, böbürlenen ve kavgacı kişiliğinden oluşan kabuğun altında sevgi bekleyen, ikircikli, şefkatli, fedakâr, depresif ve korumacı bir adamın bulunduğu. Hemingway’i hem güçlü kılan hem de yoran bunların birleşiminden başka bir şey değil. Bir rota belirleyip oraya doğru kürek çekerken o kabuğun altındakiler Hemingway’i bambaşka sulara doğru yolluyor.
Sigal, Hemingway’le ilgili olarak hangi taşı kaldırsa enerjik ve sert görüntüsünün ardında yorgun bir adamla karşılaşıyor. Bunu tetikleyen tek bir nedenden öte küçük küçük pek çok şeyin karışımından söz edebiliriz.
Hayatının son döneminde, bu bezginliğin etkisiyle doğru düzgün cümle kuramaz hale gelen Hemingway’in, kadim dostlarından ve güvendiği editörlerden yardım aldığını vurgulayan Sigal, onun buralara nasıl vardığına ilişkin bir yorum yapıyor: “Hemingway’i hangi dış etkenin güçten düşürdüğünü bilmek zor. Hastalık, yaralanmalar, alkolün harap ettiği karaciğeri, Kelt Laneti hemokromatoz hastalığı, elektroşok tedavisi veya bunların hepsi olabilir. Bence onun hayatındaki altın vuruş, Tehlikeli Yaz’dan atmaya çalıştığı kelimelerle girdiği olağanüstü mücadele olmuştur.”
Sigal’in dediklerine savaş travmaları ve uçak kazalarının onda yarattığı hasarı da eklemek mümkün. Ölüme birçok kez yaklaşan “yaralanma ustası” Hemingway, Sigal’in de vurguladığı gibi sıkıştığı köşede, rakibi ölüme gücü tükenene kadar art arda yumruklar savurur.
Hemingway’in intihar plan ve provaları yapması ise kuvvetinin azalışı olarak yorumlanabilir. Yazma yeteneğini yitirmesi ve ilgi duyduğu pek çok şeyden vazgeçmesi ise onun, kendini yavaş yavaş dünyaya kapatması anlamına geliyor. Artan paranoyaları ve depresyonu, tüm bunların üstüne tuz biber ekiyor. Gittiği her yerde, onu çileden çıkaran “Hangi konu üzerine yazıyorsun?” sorusuyla yüzleşmesi, bardağı taşıran son damla olur.
2 Temmuz 1961 günü, uzun zamandır tasarladığı intiharı gerçekleştirdiğinde geride kitaplar, öyküler, gel giti bol bir yaşam; av tutkusuyla, maçolukla, çelişkilerle, şiddet ve şefkatle dolu anlar bırakır. Bir de Sigal’in aktardığı, yazmanın püf noktalarına değindiği bazı sözler:
- “İnsanlar konuşurken dikkatle dinleyin. İnsanların çoğu dinlemeyi bilmez.
- “Her şeyin ilk taslağı rezalettir.”
Sigal’in dediği gibi Hemingway’i daima cesur ve genç biri olarak, yazdıklarıyla hatırlamak en iyisi. Ölümsüz Hemingway tam da buraya odaklanıyor zaten. O zaman bize de Ernest’in 116’ncı yaşı şerefine daiquiri kadehlerini havaya kaldırmak kalıyor…