Mehmet Batur: Madunköy’de devlet, ondan nefret edip ona karşı mücadele edene göre de, ona tâbi olup itaat edene göre de tam bir baba figürü…
03 Eylül 2015 03:00
Mehmet Batur’un bir semt hikâyesini geriye dönüşlerle anlattığı yeni romanı Madunköy, geçtiğimiz hafta yayınlandı. Birçok edebi türü, karakteri, mâdunu bir araya getiren Batur, tüm bunların renklendirdiği anlatıda, mahallede işlenen polis cinayetlerine odaklanıyor. “Kamusal alanda sadece bir oy, veya bir sinema filminde görünen ama görülmeyen figüranlar gibi” olan karakterler, yani madunlar, baş karakter olan devletle bir mücadeleye girişiyor.
Madunköy’ü hangi türün altına koyabiliriz? Bu bir cinayet romanı mı, politik roman mı, yoksa semt-mahalle romanı mı?
Romanda, semtteki cinayetlerle birlikte yerel ve politik olanın iç içe geçtiği bir perspektif kurmaya çalıştım. Çünkü bir mahallede yaşayan küçük adamların öyküleriyle, daha büyük politik durumları bir arada, birbiriyle ne kadar girift halde olduğunu göstermek istiyordum. Sıradan bir polisiye olaydan cinayetlere, oradan mahallenin tarihine ve politik alana doğru akan, aktığı yerden de geri dönebilen bir kurgu yapmaya çalıştım. Bu bakımdan Madunköy’ün her üç türe de dahil olan fakat aynı zamanda bu türlerin sınırlarını da zorlayan bir yanı olduğunu düşünüyorum.
Madunköy’de yaşayan birçok karakter var. Kabadayısından eşcinseline, dergâh hocasından esrarkeşine kadar çok farklı kişileri takip ediyoruz. Bu insanlar hangi sıfat altında birleşiyor? Yalnızca mâdunluk mu, yoksa başka şeyler de var mı?
Yaklaşık on yıl önce yazmaya karar verdiğim bir hikâye bu. Başlangıçta izini sürdüğüm, -daha doğrusu maruz kaldığım- bu karakterler ve onların öyküleriydi. Mâdunluk ise bu insanları tanımaya çalışırken bana çok yardımcı olan, sonradan keşfettiğim bir kavram oldu. Gerçekten de, mesela kamusal alanda sadece bir oy, veya bir sinema filminde görünen ama görülmeyen figüranlar gibiydiler. Bu yüzden onların öykülerini yazmak ya da anlamak için direnmeyi bırakıp semte dahil olmaya razı gelmeniz gerekiyor. İşte o zaman algınız değişmeye başlıyor.
Kabadayı, eşcinsel, derviş vs. dediğiniz ve bir arada olmalarını kolay kolay hayal edemeyeceğiniz insanlar Madunköy’de, kendine özgü bir denge halinde yaşayabiliyorlar. Özellikle bu hali gösterebilmek adına, karakterleri kimlikleri üzerinden kurmaktan kaçındım. Yani eşcinsel ya da Kürt bir karakteri anlatmıyorum aslında. Aynı zamanda eşcinsel de olan, kabadayıyken Kürt de olan, dergâhtan çıkan ve devrimci de olabilen insanları anlatmaya çalışıyorum. Madunköylülerin en önemli ortak özelliği de bu, yani kimliklerin, yaşantıların, türlü türlü insan durumlarının iç içeliği, bir aradalığı. Romanı yazarken de asıl motivasyonum bu birlikte yaşama, var olma durumunu anlamaya çalışmak oldu.
Burada durum böyleyken, diğer yol üzerinde de benzer bir durum var. Aynı dergâhın içindekilerden hem bir komünist, hem kabadayı, hem de ateşli bir mürit çıkabiliyor. Buna yol açan şey nedir?
Aslında bu, Madunköylülerin sadece o semtte yaşayan insanlar olmadığını gösteriyor. Bir insanın kendi iç çatışmalarıyla, bir sebeple yan yana gelmiş bir topluluğun içindeki çatışmalar arasında önemli bir benzerlik var. Bu benzerlik ya da ortaklıktan ötürü aynı aileye ve dergâha mensup olup tamamen zıt kutuplara doğru yol alabilir ya da evrensel bir amaca yönelirken bir aşk için acı çekebilir insan. Bütün sancıların özünde “ben” dediğiniz şeyle onun dışındakiler arasındaki mesafenin olduğunu düşünüyorum. Gerek semtteki hikâyeyle gerekse geçmişten bu yana akan hikâyeyle birlikte romanın derdi biraz da bu aslında: Kimliklerin ya da benliklerin geri çekilebildiği bir ortamda bir arada yaşamanın imkânını aramak. Madunköylü olmak, ya da bir aile olmak gibi.
Roman ilerledikçe, devlet içindeki yapılanmaların karakterlerin hayatlarına derinden sızmış olduğunu görüyoruz. Bu açıdan, bahsedilen yapılanmaları da birer karakter olarak görebilir miyiz?
Evet, bu kaçınılmaz. Aslında yapılanmalardan ziyade devletin kendisini bir karakter olarak görmek daha doğru olur sanırım. Çünkü Madunköy’de devlet, ondan nefret edip ona karşı mücadele edene göre de, ona tâbi olup itaat edene göre de tam bir baba figürü. Bir babanın da aileden ayrı, ondan ziyade olması mümkün değil elbet. Ve Madunköylüler için de baba çok önemli, çünkü asıl birleştirici unsur, ağacın gövdesi gibi. Eğer baba bazı evlatlarına kötü davranırsa o evlatlar isyan etmek yerine çeşitli alternatifler üretiyorlar. Kabadayı bunun en belirgin örneği. Bir mahalle çetesindeki reis de böyle. Bir taraftar grubunun amigosu ya da dergâhın şeyhi… Bazen de sadece bir dost…
Son olarak, planlarınızı sormak istiyorum. Üzerinde çalıştığınız bir metin var mı, neler yapıyorsunuz?
İlk romanım olan Adamım Davku’da bir karakterin psikolojik durumu üzerinden çıkışlar arayan bir hikâye anlatmıştım. Aslında Madunköy’de yapmaya çalıştığım, bu çabanın devamı niteliğindeydi. Hep kendi yalnızlığı ve hürriyet telaşıyla meşgul olan öznenin yüzünü diğerlerine çevirmesi, otobüsün camındaki buğuyu silerek kendisi dışında ama kendisiyle birlikte akıp giden hayatı fark etmesi… Şu sıralar da Madunköy’ün devamı diyebileceğim, dağların yükseklikleriyle içerinin derinliğini bir arada göstermeyi planladığım başka bir roman üzerine çalışıyorum.