"Baudrillard’ın eskiden aşırı tüketim ve haz toplumunu eleştirmek ve tıkanıklığa işaret etmek için sorduğu bir soru vardı: Orjiden sonra ne yaparsınız? Orjiyi mutlak açılma ve özgürleşmenin metaforu olarak görürsek, bu sergi bu soruyu tersten soruyor gibi: Kapanmadan sonra ne yaparsınız?"
24 Eylül 2020 12:11
Covid-19 ve salgın üzerine çok şey yazıldı ve konuşuldu. Varoluşsal sorgulamalardan gezegenin geleceğine, küçük hayatlarımızın aldığı yeni şekilden, tek bir beden olan dünyanın kaderine, yeni ekonomilerden yeni düşünme ve görme biçimlerine kadar çok ama çok şey. Ortak nokta şuydu: bu, şöyle ya da böyle –ister doğal bir felaket ya da ister bazılarının dediği gibi ‘global elitlerin’ bir organizasyonu da olsa– bir kırılma noktası olacaktı. Dünya artık eskisi gibi olmayacaktı: bir kayma, bir kırılma, epistemolojik ve hatta ontolojik bir kırılma.
Ama bu işin ‘eğlence’ kısmını pek düşünen olmadı, olduysa da mevzunun ağırlığından pek dile getirilmedi. Halbuki, şahsen tanığım birçok kişiden bu ‘olağanüstü’ manzaradan gizli bir haz, belki de ‘kirli bir haz’ aldıklarını duydum. Dünyanın eskiden olduğu gibi olmayacağı bu ‘kırılma’ anına, belki de biraz siyasallaştırarak söyleyelim, bu Badioucu ‘olay’a dair gizli bir memnuniyet hissi de varlığını koruyor. Hatırlayalım, Badiou ‘olay’ı devrimci bir olay, dünya sistemini sarsan ve o ana kadar uykuda olan enerjileri açığa çıkaran bir dünya-değiştirici durum ya da an olarak tanımlıyor ve bu olayın yarattığı denge-bozulmasını bir devrim için uygun bir zemin olarak görüyordu. Devrimle kast edilen illa kanlı bıçaklı bir devrim olmak zorunda da değil: sokakları bir panayıra çevirecek bir olay patlaması da devrimsel bir ‘olay’dır. Ya da Emma Goldman’ın meşhur tabiriyle ‘dans edilecek bir devrim’ de ortaya çıkabilir ki dans ile devrim arasında doğrudan bağlantılar kuran birçok politik grup da var: mesela bakınız ‘Bizim Devrim Dansımız’ (Our Dance of Revolution) adlı siyahi-queer örgütlenmelerini anlatan belgesel… Bir felakete dansla cevap vermek, en güçlü silahlardan biridir herhalde: Sokakları titreten dans ritimleri eşliğinde slogan atan bir gruptan daha ‘devrimci’ bir hareket düşünemiyorum açıkçası. Devrim güzel bir ihtimaldir, güzel bir müziği ve dansı hak eder.
Bu dans-devrim ve olay bağlantısının tam da bu Corona salgını esnasında, en azından aşırı kapanma ve can sıkıntısının bir sonucu olarak bir ihtimal açığa çıkabileceğini düşünüyordum. Tam da bu yüzden I ME CE grubunun Disco-19 adlı serginin daveti geldiğinde, başta olayı anlamamakla birlikte biraz heyecanlandım. Felaket hissi içinden çıkan bir ‘dans maccabre’ sahnesi beklentisi yaratmıştı Disco-19 lafı ve tanıtım metninde de Bruegel’in ‘Ölümün Zaferi’ adlı tablosuna gönderme vardı.
I ME CE özetle şunu yapmış: üç sanatçıdan (Elçin Arpaçay, Merve Heper ve Emine Sandal) Corona’dan sonra nasıl bir eğlence ve dans hayatı olabileceğini, artık kitsch bir şeye dönüşen ‘disco’nun nasıl geri dönebileceğini hayal etmeleri istenmiş, şöyle:
“Eğlence, gece hayatı, özlenen festivaller ve en nihayetinde ‘disko’ sahnesi, karantinanın her yönden kısıtlayıcı etkisiyle baş etmek üzere gelecek günleri bir mizansen çerçevesinde hayal edebilmek adına kurgulanmış, sanat izleyicisinin faydasına sunulmuştur. Dünya savaşları, büyük felaketler, salgınlar gibi yıkıcı etkiler bırakan ve türün çaresizliğini gösteren olaylardan sonra eğlenme konusunda büyük iştah duyan insanlık bugün de aynı durumu yaşıyor.”
Tanıtım metnindeki son cümle önemli: bir felaket karşısında ‘insanlık’ daha diyonizyak bir patlama yaşayabiliyor: Corona salgını da eğer ‘dünyayı etkileyen’ ve tarihteki en global ve eşzamanlı salgın ise, küresel bir dans da mümkün müdür acaba? Ya da bütün bu olanların bir memento mori işlevi görmesi ve insanların içindeki dirimselliği daha da açığa çıkarması?
Disco-19 bütün bu soruları akla getirdiği için bile önemli bir sanatsal jest teşkil ediyor.[1] Serginin sorduğu önemli sorulardan biri de şu: “Belki de temel içgüdümüz hayatta kalmak değil eğlenmektir.” Bir aralar ortalıkta ‘şenlikli siyaset’ gibi laflar dolaşıyordu ve şahsen hatırlatığım en son 2000’li yılların başından 2008’e kadar şenlikli eylemlere odaklanan bir muhalefet çıkmıştı: renkli bir kıyafetler, davullar, dans ederek protesto vs. Ama son on yılda ülke siyasi anlamda bir ‘karantina’ya benzediği için o coşku da sönüp gitti. Şimdilerde ölümün –ya da bir bungunluğun– yüceltildiği ve eğlence ya da coşkunun baskılandığı bir siyasal atmosfer hakim gibi her şeye. Eğlenme ve dansın tam da bu dönemde hatırlanmasında hem hayati hem de siyasi anlamda fayda var.
Disco-19 sergisinin açılışı benim ‘salgın’dan bu yana gittiğim ilk açılıştı ve oradaki görece az sayıdaki insanın yarattığı enerjiyi hissetmek, o korku ve temkinlilik bariyerinin bir an için kırıldığını görmek temkinli adımlardan vazgeçmeyen bünyeme iyi geldi. Açılış gecesi yanımızda olan Lale Müldür’ün yıllar önce Radikal İki’ye 1999 Güneş Tutulması adlı kitabı için yazdığı ve felaketten çıkış yollarına odaklanan bir metni vardı, geçen gün denk geldim, son cümlesi bu yazıya ve bugünlere çok uyuyor, şöyle: “En azından böylesi bir felaket için ben şiiri katlediyorum. Kendimi kurban ettiğim diyonizyak bir ayin o kadar. Her şey çok manyak ve çok güzel.”
Böyle bir öfori ya da ‘mani’ haline ve diyonizyak hisse belki de daha çok ihtiyacımız var: Felaket manzarası içinde üzgün kurbanlar olmak yerine, dans eden manikler de olunabilir.[2] Disco-19’da üç sanatçının işlerinin bir araya geldiği o kaotik ve ‘manyakça’ tabloda bu enerjiyi hissediyor bakan.
Baudrillard’ın eskiden aşırı tüketim ve haz toplumunu eleştirmek ve tıkanıklığa işaret etmek için sorduğu bir soru vardı: Orjiden sonra ne yaparsınız? Orjiyi mutlak açılma ve özgürleşmenin metaforu olarak görürsek, bu sergi bu soruyu tersten soruyor gibi: Kapanmadan sonra ne yaparsınız? Eski muhafazakâr duruşların yerini bir felaketten geçmenin gözüpekliğinin getirdiği bir patlama hali alabilir mi? David Lynch’in Inland Empire’ının sonunda müthiş bir dans sahnesi var: filmdeki bütün karakterler Nina Simone’un Sinnerman’i eşliğinde yumuşak ve esrik bir dansa başlıyor. Felaketi ve kâbusları atlatmış, karanlıktan geçip başka bir yere ulaşmış bir ‘kast’ın dansı. Disco-19 sergisi bende o son sahneyi hatırlatan bir his uyandırdı: Keşke böyle şeyler sadece filmlerde olmasa da şu Corona büyük bir dansa vesile olsa. Biraz freak bir dans.
•
[1] Şunu da not etmek lazım: sergiyi düzenleyen I ME CE grubunun kuruluş amaçlarından biri de sadece ‘sergi’ yapmak değil, sanat müzik film vesairenin bir araya geleceği sanatsal ‘olaylar’ düzenlemekmiş. Bir serginin sadece ‘sergi’ değil bir deneyim alanı belki de bir happening ya da bir ‘festivale’ ya da coşkulu bir olaya dönüşebilmesini arzu edenler için heyecan verici bir tasarı. Dört duvar ve duvarlara yapışıp kalan işler artık pek kimseyi heyecanlandırmıyor.
[2] Meraklısına not: Fırat Demir’in Yeni Cüret Çağı adlı şiir kitabı bir yıkım manzarası içinde tam da böyle bir Ginsbergvari ‘dans eden meczuplar’ hissi yaratan diyonizyak metinlerle dolu, zihinsel bir dans için göz atabilirsiniz.