Garip akımı, edebiyatımızda derin iz bırakmış, derin bir kanal açmıştı. Üç genç şairin şiirleriyle, edalarıyla çıkışı önce çok eleştirilmiş. Ama bugüne baktığımızda daha çok Orhan Veli’nin “Garip”i konuştuğumuz
13 Ağustos 2015 14:00
1991’in sonları olmalı, karlı bir gündü, Melih Cevdet Anday’ın evine gittik. O sıralar, TRT-2’de canlı yayınlanan “25. Kare” adlı sanat- kültür programının edebiyat danışmanıydım; ayda iki kez de izlencenin içinde yeni çıkan kitap- dergileri tanıtıyordum. Ara sıra da çeşitli vesilelerle 5- 10 dakikalık söyleşiler yapıyordum. Garip’in ellinci yılı dolayısıyla “son kalan Garipçi” Melih Bey’in Ataköyü’ndeki evine iki ekip yâni iki kamera doluştuk. O gün Melih Bey’in neler dediği doğal olarak belleğimde yok (umarım TRT’nin arşivinde korunuyordur!). Sorular belki bir yerlerden çıkar. Orhan Veli’den, Oktay Rifat’tan söz etmiş olmalı; şiirlerinden, arkadaşlıklarından. Nitekim o yıllarda, sanırım Cumhuriyet’teki köşesinde, 7.10.1988’de şöyle yazmış:
“‘Son Garipçi’ydi.
“Ben de okurum Orhan Veli’yi sık sık, bir antoloji, bir edebiyat tarihi, bir ansiklopedi çıkmayagörsün, ona ayrılan sayfaları merakla okurum, şiirleri üzerinde durur, düşünürüm. Bir bakıma kendi serüvenim sayarım onun serüvenini. Öyledir de. Sonradan Oktay Rifat’ın da, benim de Garip akımından ayrı bir şiire yönelmemiz, bu ortaklığı zedelemez. Yaşasaydı, Orhan Veli de yeni yollar denemeye kalkacaktı.”[1]
Net olarak anımsadığım kalabalık olduğumuz; aletlerin, kameraların, kabloların can sıkıcı oluşu ama eşi Suna Hanım’ın bizi çok iyi ağırladığı, çekim bitince de Melih Bey’in bizimle birlikte (ekip araçlarından biriyle), gelmesi; onu Taksim civarında, Gümüşsuyu diye anımsıyorum, bırakmamız. Üstat birileriyle buluşacaktı, büyük olasılıkla rakısını da içecekti. Bir de, o kırçıllı kalın paltosunu anımsıyorum. O günlerde Cumhuriyet’teki ünlü “bölünme” gerçekleşmişti; çekim öncesi ondan da konuşmuştuk, birazcık anımsıyorum ama konumuz Garip!
Garip akımı, edebiyatımızda derin iz bırakmış, derin bir kanal açmıştı; bunun karşısında olan düşünceler de var, ancak çok “cılız.” Genel kanı bu. Üç genç şairin şiirleriyle, eda’larıyla “çıkışı” önce çok eleştirilmiş. Ama bugüne baktığımızda, eleştiriler değil de –daha çok– Orhan Veli’nin “Garip”i konuştuğumuz! Önce Varlık dergisinde yayımladıkları şiirleri tepki çekiyor ama onları “Garip” olarak imleyen, kuşkusuz kitabın kendisi ve Garip (Resimli Ay Maatbası, 1941) adlı oluşu. Kitabın yeni basımı Haziran’da YKY’den çıktı. Geçen yıl bir “tıpkıbasım” yayımlanmış. Bu yılki, yayınevinin standart kitap boyutlarında. Açıklayıcı kısa bir önsöz de kitabın başında yer alıyor.
Garip, OrhanVeli’nin kitabı olarak görünüyor. Daha önce şiir üzerine Varlık dergisinde yayımladığı yazıları düzenleyerek kitabın başına “Garip” adıyla koyuyor. Sözünü ettiğim kısa önsözdeki açıklama ile genel kanı bu doğrultuda! Bu yazı da akımın “manifestosu” olarak belleniyor. Öteki iki Garipçi’nin, iki yakın arkadaşı Melih Cevdet ile Oktay Rifat’ın şiirleri de kendi şiiriyle birlikte kitapta yer alıyor. Altmış bir şiir. Şiirlerin başında ve sonunda, giriş- çıkış gibisinden Orhan Veli- Oktay Rifat ortak imzalı iki kısa şiir de var. Kitabın kapağının üst kısmında adı kocaman yazdığına göre, Orhan Veli’nin kitabı olmalı. Memet Fuat bu kitabı “… bir şiir kitabı olarak değil de, şiir üzerine yazılmış bir kitap olarak düzenlenmek istenmiş” diye “tanımlıyor.”[2]
1945’te kitabın “ikinci”si çıkıyor; kuşkusuz buna ikinci basım demek gerek. Bu kez Melih Cevdet ile Oktay Rifat’ın şiirleri yok. Yalnızca Orhan Veli’ninkiler var; bazı şiirleri çıkarmış, yeni şiirler eklemiş. Ayrıca kitabın başında “Garip İçin” başlıklı Nisan 1945 tarihli, ikinci basım için kaleme aldığı bir yazı var: “… Garip’i kimseye karşı değil, kendime karşı müdafaa etmek isterim. Bunun, etrafımı hiçe sayışımdan geldiğini de sanmayın. Garip’i başkalarından evvel kendime karşı müdafaa etmek isteyişim, ondaki kusurları, başkalarından çok, kendim bildiğim içindir.” (Bütün Şiirleri, Adam Yayınları, s. 20.) Zaten Memet Fuat da, Orhan Veli’nin daha önce kaleme aldığı “Garip”in kusurlu bir yazı olduğunu belirttiğini, söylüyor (s. 26).
Bu arada bir ayraç açalım. Memet Fuat’ın kitabı, Orhan Veli ve şiiri üzerine önemli bir kitap. Sanırım bu kitabın yeni basımı yok; ne yazık ki tükenmiş! Kitapta Memet Fuat’ın 1953- 1995 arasında yazdığı yirmi bir yazı ile kitap için yazdığı beş yazı var. Kitapta yer alan “Garip” ile “Garip’in İki Baskısı” on beş gün arayla Varlık’ta yayımlanmış (1/ 15 Haziran 1959). Bu iki yazı, Garip kitabının iki basımını en ince ayrıntısıyla irdeliyor: Boyut, dizgi, sayfa ve şiir düzeni, giren- çıkan şiirler, sözcük düzeltmeleri, hatalar vb. İlgililere anımsatılır!
Şimdi, kitabın başındaki “Garip” yazısındaki, şiir üzerine ileri sürülenler, düşünceler (poetika) olduğu gibi Orhan Veli’nin mi? Metin Celâl, genel kanının dışında bakıyor; Şiir Ustalardan Öğrenilir adlı kitabında görüşünü şöyle dile getiriyor:
“‘Garip’ kimin?
“‘Eskiye ait olan her şeyin, her şeyden evvel de şâiranenin aleyhinde bulunmak lâzımdır,’ diye biten Garip’in önsözünü bugün okuduğumda, kitabın orijinal baskısında imzasız olsa da Orhan Veli’nin yazdığına inanılan bu manifestonun yazarının Oktay Rifat olması gerektiğini düşünüyorum. Şiir Konuşması’ndaki aynı tarihlere ve sonrasına rastlayan yazılara bakınca bu kanım güçleniyor. Çünkü bu kitaptaki yazılar, Oktay Rifat’ın daha o günlerde şiir poetikasını oluşturmak amacıyla, teorik bir altyapı edinmek niyetiyle estetik ve şiir üzerine düşündüğünü, yazdığını gösteriyor. Tüm şiir akımlarını en eskisinden yenisine takip edip analiz etmeye çalışmış. Garip’in önsözündeki düşünceler ile Oktay Rifat’ın yazıları doğal olarak çakışıyor. Onun kaleminden çıkmış olsa da olmasa da.” (s. 5)
Enis Batur da bu konuya biraz daha farklı yaklaşıyor; geçen yıl Oktay Rifat ile ilgili yayımladığı Oktay Rifat’a Doğru adlı deneme kitabında düşüncelerini şöyle dile getiriyor:
“Yolunu, yollarını aramamış şair var mıdır bilemiyorum: Oktay Rifat’ta bu arayış hem uzun sürmüş, hem de birkaç evreden oluşmuş gibidir. İlk dönemi hâlâ sis içindedir ve içinden didiklenmeye aday bir süreç ortaya koyar: Garip, gerçekten de, nereye kadar Orhan Veli’nin yatağıdır, nereye kadar ‘arkadaşları’nın? Bunu kestirmek güçtür. Şüphe yok ki paylaşılmış bir şiirsel duruştur, ama Orhan Veli’nin daha hazırlıklı değilse bile, harekete daha bağlı olduğunu gösteren işaretler fazladır. Robbe- Grillet, nasıl Yeni Roman’ın ‘Papa’sı sayılmışsa, Orhan Veli de Garip hareketinin önderi olarak görülür.” (s. 14)
İkinci Garip’te ya da kitabın 1945’teki ikinci basımında yalnızca Orhan Veli’nin şiirleri var, çıkardığı şiirler ve yeni şiirler var, dedik. Benzer şekilde gerek “Garip” yazısında, gerekse bazı sözcüklerin yazımında da değişiklik yapmış. Örneğin şu ünlü Anlatamıyorum’daki üçüncü öbeğin üçüncü yâni şiirin sondan bir önceki dizesindeki ilk sözcükte. İlk basımda “Epice”, ikinci basımda “Epiyce” olarak geçiyor (şayet elimdeki basımlarda bir dizgi yanlışı yoksa!).
Gereksiz bir “ayrıntı”yla boşa kürek çekiyormuşum gibi gelebilir. Ancak yıllardır, yirmi yıl oldu, şairin ürünlerinden seçerek hazırladığım “şiir dinletileri”nde, şiirleri okuyan oyuncularla bu konu hep gündeme gelmiş, “epeyce” değil de “epiyce” –yazıldığı gibi– sesletilmesinden yana olmuşumdur. Kalemin ucu buraya gelince, Orhan Veli’nin ve başka birçok şairimizin şiirlerini olağanüstü güzellikte seslendiren, tiyatromuzun benzersiz oyuncusu Müşfik Kenter’i sevgi ve saygıyla analım.
Öte yandan Oktay Rifat, yazılarının derlendiği Şiir Konuşması[3] adlı kitapta yer alan 1 Kasım 1980 tarihli Milliyet Sanat dergisinde yayımlamış olduğu “Biraz Garip, Biraz Orhan Veli” başlıklı yazısında, bu şiiri örneklerken “Epeyce” yazmış. Ayrıca şiirin öbeklerini de belirtmemiş. Herhalde aklında kaldığı gibi yazmış, kitaba bakmaya gerek duymamış. Burada birçoğumuzu “çok şaşırtabilecek başka bir durum daha varmış” gibi görünüyor: Çok özenli bir editör olan yayınevinin editörü Memet Fuat’ın da –derlenen kitapta– öylece bırakması. (Gözünden kaçtığını sanmıyorum! Başka biri basıma hazırlamış olabilir mi?) Yazılar Oktay Rifat’ın ölümünden sonra derlendiği için, bu da Memet Fuat’ın başka saygı biçimi olsa gerek, diye düşünüyorum.
Peki o yazı kimin, tekil mi, çoğul mu? Metin Celâl’in dediği gibi daha çok Oktay Rifat’ın mı? Yoksa Enis Batur’un belirttiği gibi Orhan Veli ağırlıklı mı? Yoksa Memet Fuat’ın “Orhan Veli şiir üzerine düşüncelerini yazmış, yazdığı yazıya ‘Garip’ başlığını koymuş…” (s. 20) demesi mi? Ya da üzerine yüzlerce sayfa, onlarca kitap olan Garip akımı, nedir- ne değildir? Garip’i belki de en “çarpıcı” açıklayan, “Garip özde bir çağdaşlaşma hareketidir” diyen Oktay Rifat. Üstadın, yukarıda sözünü ettiğim yazısında aktardığı bir “olay” var; Enis Batur da kitabında bu “olay”ın altını özellikle çiziyor:
Oktay Rifat bir köylüyle karşılaşıyor, Ayvalık olmalı, sıcak bir yaz günü; orta yaşlı bir adam, yırtık bir paltosu varmış, onun altında da bir ceket, yelek, yakası iliklenmiş bir gömlek. Adam, yol soruyor. Üstat da yolu gösteririm ama önce üstündeki paltoyu çıkar demiş, adam çıkartmış, sonra ceketini çıkartmasını istemiş, adam onu da çıkartmış, sonra yelek, o da çıkmış, gömleğinin yakasını da çözdürmüş, hatta kollarını da sıvatmış; sonrasında da yolu tarif etmiş. Adam giderken iki kez dönüp üstada bakmış. “Kıssadan hisse” diyor Oktay Rifat ve sürdürüyor: “Garip hakereti her şeyden önce bir havalandırma hareketidir. Bizde daha önce yapılmamış mıydı? Yapılmamıştı. Şiirin sırtından çıkarılan gereksiz partal yükler arasında vezni alalım… ” (s. 214)
“Garip akımı”, filiz verdiği günlerden, üç “Garipçi”nin şiirlerinin Varlık’ta çıktığı günlerden, ilk Garip (birinci basım) kitabının yayımlandığı günlerden beri varlığını sürdürüyor; belli ki daha da konuşulacak, araştırılacak, yazılacak. Ancak Orhan Veli ile daha çok anıldığı da bir gerçek. Özgün basım “esas alınarak” ve “belirgin bazı dizgi yanlışları” düzeltilerek yeni yayımlanan bu Garip, hep elimizin altında olması gereken bir kitap. Özcesi, basımı hep olmalı; kitapçılarda da…