Söz konusu cinsellik olunca, kadınların edebiyattaki konumu neredeyse beton gibi sertleşmiş hâldedir. Örneğin, Osmanlı dönemi edebî eserlerinde lezbiyen kadınlar hastalıklı ve kötücül karakterler olarak karşımıza çıkar
14 Haziran 2018 14:20
Queer edebiyatın tarihselliğine dair düşünür ve çalışırken, şaşırtıcı olmaksızın karşıma çıkan ilk şeylerden biri edebî eserlerdeki LGBTİ+ karakterlerin hangi dönemlerde nasıl ele alındığına dair incelemeler oldu. Oysa, çoğu zaman “eşcinsel edebiyatı” adlandırmasıyla bir tür farz edilenin esasında tema olarak eşcinselliği içeren eserler olduğuna ve bu yüzden bir edebî tür olmadığına dair tartışmalar çok yerinde bir noktaya dikkat çekiyor. Kaldı ki, eşcinsellik derken bile diğer yönelimleri ya da genel anlamıyla cinsel kimliklerin çeşitliliğini dışarıda bırakan bu yaklaşım ile queer edebiyat birbirinden uzağa düşer. Çünkü sadece cinsel kimlikler üzerinden kurgusal bir anlatı değil, dilin ve kelimelerin kullanımından karakterlerin tüm yaşantısal özelliklerinin (sosyal, ekonomik, etnik, vb.) norma karşı, norm dışı, normdan öte bir yerde kurgulandığı anlatıları queer edebiyat olarak düşünürsek, sadece eşcinsellik temalı eserlerin ya da içerikten bağımsız olarak yazarların cinsel kimliğinin başlı başına bir edebiyat türü oluşturması çok olası görünmüyor.
Henüz ilk adımda bu kavramsal hatanın içinden nasıl çıkabiliriz diye çaba harcamak zorunda kaldığım bir gerçek. Zira edebî eserlerde, örneğin eşcinsel veya trans karakterlerin temsiliyeti ne kadar az da olsa (ki nicelik açısından bu azlık bir yandan bize normun etkin gücünü gösterir) ve de normatif olmayan ilişkilere ve oluşlara dair kurgunun ögeleri içinde, LGBTİ+ karakterlerin hikâyeleri doğrudan queer anlatının kendisi ile eş tutulmaya çok müsait gibi görünse de, bunun bizi çok ciddi bir çıkmaza sokacağını düşünüyorum. Burada amacım, LGBTİ+ oluşlara dair edebî anlatılar ile queer edebiyat arasında keskin bir ayrım olduğuna dair bir iddia sunmak değil; aksine, baskın söylemin ne zaman ve nerede kurguyu norm içinde tutup düzleştirdiğini ve edebî anlatıların tarihselliğinde tam da zaman-mekân mefhumunun kendisinin nasıl norma dönüşebildiğini sorgulamak. Ancak bu sorgulamayı örnekler üzerinden yürütebilmek için en azından cinsel olarak normatif olmayan temaları yine çoğu kez heteronormatif bir yaklaşımla ele almış kurgular üzerinden düşünmenin dilde ve söylemde ve de nihayetinde yapısal olarak kültürde baskın olanın nasıl işlediğini göstermek için iyi bir yol olduğunu düşünüyorum.
Bu amaçla, özellikle cinsellik üzerinden iktidar ile edebiyat ilişkisine bakmak faydalı olacaktır. Cinsel temsil ve bedenselin kavramlaştırılması, daha geniş anlamıyla kültürel korkuları ve arzuları ortaya koymakta önemli araçlardır. Edebiyatın sunduğu hayal gücüne ve sınırları çok genişleyebilen düşün imkânına rağmen, cinsel temsiller, bedensel hazların ve arzuların normatif kavrayışına sınırlar çizen dışlayıcı bir mekanizma olarak işleyebilir. Her ne kadar queer ile ilişkili nihai konu cinsellik olmasa da, erotikadan pornoya cinselliğin kurgusal anlatısı queer edebiyatın tarihsel açıdan hangi alanlara nasıl müdahale ettiğini göstermek için güçlü bir imkân sağlıyor.
Tarihsel süreçlere baktığımızda, edebiyatta eşcinsellik temasının ve cinselliğin nerelerde ve ne sıklıkla işlendiğine dair bir liste hazırlayıp bunun incelemesini yapmak elbette mümkün. Ancak bu bize doğrudan bir queer edebiyat külliyatı sunmaz, zira yukarıda tartıştığım üzere, tema ile tür arasındaki fark gibi cinsel kimlikler ile queer arasındaki fark da kimi zaman birbirini kapsayabilecek olsa da eşanlamlı kullanılamayacak kadar uzaktır. Edebî eserlerin tarihsel süreçlerine ve konumuna bakarken, queer edebiyat bağlamında zamansallığı normun dışında ele almamız gerekir. Zamansallığı normun dışında düşünmek, aslında doğrusal bir zaman anlayışından çıkıp mekânın ve zamanın akışkanlığını öngörmek anlamına gelir. Hayal gücü, kurgusal anlatı ve kelimelerin oyunbazlığı sayesinde edebiyat bu tarz bir akışkanlığa en müsait alanlardan biridir. Yazının gücü, tam da okuyucu ile ne zaman ve nerede karşılaşacağının belirsizliğinde yatar. Yazar bir metni hangi koşullarda ve ne zaman yazmış olursa olsun, queer metinler zaten koşullara ve mekânlara sığmadığından ve böylece bu sınırların ister istemez dışında, ucunda ya da çok ötesinde seyrettiğinden, zamanı ve mekânı büker diyebiliriz. Şunu da belirtmek gerekir: queer kuramın kuantum fiziği ile ilişkisi tam da bu sebepten tesadüfi değildir.
Doğu’da cinsellik üzerine yazılmış tarihî metinlere, Batı edebiyatının temel kaynaklarından sayılan destanlara veya Antik Yunan şiirlerine baktığımızda, sonrasında adım adım daha yakın dönemlere geçerken, cinselliğe dair normların tarihsel izini de sürebiliriz, zira bu normlar ne kadar esnese veya genişlese de dışında kalanı her daim imler. Bu nedenle kimi anlatılar, imlendikleri noktayı açığa çıkararak cinselliğe queer bir bakış açısından bakma ve böylece zamanın doğrusallığını bükme imkânı sağlasa da bunları tamamen queer edebiyat dâhilinde düşünmek zordur. Queer edebiyat bağlamında cinselliğin ele alınışına dair tarihsel bir çalışma, esasında tüm edebiyat tarihinde kapsamlı bir iz sürmekten ziyade, norm dışı cinselliğin ne durumlarda imlendiğini ortaya döküşünden dolayı bize norm olan cinselliğin kurguya sirayetini gösterir. Ancak daha yakın döneme baktığımızda, feminist kuramın ve sonrasında queer kuramın güçlenmesi ile edebiyatın kendi iç dönüşümüne tanıklık edebiliriz. Özellikle cinsellik konusunda feminist kuram çığır açmış olsa da queer cinselliğe bakış her daim bu kadar esnek olmamıştır.
Porno karşıtı feminizm ve queer pornografi arasındaki gerilimli ilişkiye dair Batı’daki tarihsel çatışma anlarını aktaran Lisa Duggan’ın, Sex Wars: Sexual Dissent and Political Culture (1995) adlı kitabında aktardığı üzere, Kanada’da müstehcenlik yasası kapsamında pornoyu yasaklatmak için Yargıtay’a başvuran bir feminist grup, pornonun insanı nasıl aşağılayan bir şey olduğunu göstermek için tamamı erkek olan hâkimlere, erkeklerin insanlığının aşağılandığı söylemiyle delil olarak gey pornografi örnekleri sunarlar. Normatif olmayan cinselliği insanlık tanımını aşağılayıcı bir unsur olarak tasvir edişiyle bu yaklaşım, baskın düşünceye dair çok somut bir örnektir. Modern kapitalist ahlakın kurduğu insan tanımının sınırlarını sadece belli noktalarda sorgulamanın yetersizliği kimi zaman böylesi yıkıcı sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bu yıkıcılığı, özellikle son yüzyıla baktığımızda, norm dışı cinsellik teması olan edebî eserlerdeki cinsel edim tasvirinin esasında bir cezalandırma ve hor görmeye tekabül edişinde de gözlemleyebiliriz.
Türkiye edebiyat tarihindeki eserlere baktığımızda ise gerek Divan şiirlerinde, gerek halk edebiyatında norm dışı cinsellik olarak eşcinsellik mevzubahis olsa da bu eserlerdeki cinselliğe dair ögeler, erkekler arası arzunun üstü kapalı bir erotizimle, naif aşk ilişkilerinin tasvirine denk düşer. Dolayısıyla queer edebiyat açısından bir nevi tarihsel zemin oluştursalar bile içerik bakımından normun içinde ve hatta normu besleyen bir dilde kalırlar. Divan şairi Enderunlu Fazıl belki bir istisna sayılabilir, zira cinsellikten ziyade dönemin İstanbul’daki kadınlarını sınıflandırdığı Zennanname ve farklı milletlerden oğlanları anlattığı Hubanname norm dışı cinselliği bir miktar tasvir eder ve bunu tarihe not düşer ancak bu kitaplarda cinsel arzuya dair anlatıları pek bulamayız. Doğrudan sadece heteroseksüel norm değil, toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin altüst edildiği ve bugünün tabiriyle queer edebiyat türünde diyebileceğimiz anlatılara bu dönemlerde rastlayamasak da kimi yazarların ve şairlerin norm dışı cinselliği anlatımındaki cüretkârlık göz ardı edilemez.
Mekân ve zamanı tamamen aşmasa da biraz eğebilen bu anlatılar aslında queer edebiyatın kuantumuna en çok yaklaşan metinlerdir. Ancak söz konusu cinsellik olunca, elbette kadınların edebiyattaki konumu neredeyse beton gibi sertleşmiş hâldedir. Örneği,n Osmanlı döneminde üretilen edebî eserlerde lezbiyen kadınlar doğrudan hastalıklı ve kötücül karakterler olarak ve sadece birkaç yerde karşımıza çıkar. Erkekler arası erotizm anlatılarına dair kısmen hoşgörülü yaklaşım, yerini cezalandırılması gereken “sevici zümresindeki” kadınların sapkınlık anlatısına bırakır.
Nitekim ilk açık lezbiyen karakter, cinselliğin cömertçe tasvir edildiği Mehmet Rauf’un Bir Zambak Hikâyesi (1910) adlı kitabında karşımıza çıkar ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde sonunda cezalandırılır. Mehmet Rauf’un kitabı her ne kadar ilk kez lezbiyen cinselliğini ele alırken üstü kapalı naif hoşlanmalar yerine tamamen cinsel arzuları pornografik olarak tasvire niyet etmişse de, kadın eşcinselliğini cinsellikten çıkarıp şiddetle karşılanması gereken pornografik bir edim olarak betimleyen ve bunu tamamen eril bakış üzerinden kurgulayan bir hikâye olmaktan pek öteye gidemez. Diğer yandan, örneğin 70 yıl sonra Atillâ İlhan’ın yazdığı Fena Halde Leman (1980) bir roman olarak daha ince işlenmiş bir kurgu ve derinlikli karakterler sunar. Çok farklı cinsel kimliklere ve cinsel edimlere açılan bu kitap da norm dışı cinsel hazza odaklanırken ve cinsellik anlatısını kimi zaman detaylı tasvirlerle pornografik bir dilde sürdürürken, normun dışına ışık tutmaktan ziyade, dışarıda olanı damgalamayı ve sapma olarak tanımlamayı sürdürür. Bu gibi edebî eserler aslında queer pornografinin neye karşı ortaya çıktığını anlamamız için önemli örnekleri oluştururlar.
Feminizmin geçen yüzyılın başından itibaren yükselişi ile ana akım pornografiye yönelik güçlü eleştirilerin ortaya çıkışı sayesinde porno edebiyattan tamamen vazgeçme eğilimi kırılmaya başladı. Bu sayede cinsel normları ve pornografinin eril bakışını bertaraf edecek şekilde queer-feminist porno örnekleri ortaya çıkmaya başladı. Özellikle son 10-15 yıldır üzerine daha çok kafa yorularak, feminist porno ve ardından queer-feminist pornoya dair yapılan çalışmalar, cinsel sömürü ve şiddeti besleyen değil, norm dışı cinselliği norma uydurmaya çalışmadan tasvir eden şehvetli metinlerin dolaşıma girmesiyle artış gösterdi. Feminist porno, ilk başlarda sadece kadınları odağına alarak kadınlar için seks-pozitif bir alanı destekleyen ve kadın cinselliği etrafında kurulan bir anlatıyı sahiplenen bir tür olarak her türlü sömürüye karşı ve rızanın temel alındığı bir cinsellik kurgusunu savunarak ortaya çıkmıştı. Sadece pornografik filmler değil, her türlü pornografik çalışmada bu ilkelerin benimsenmesini ve böylece hazzın ve arzunun temel alındığı kurguların eril bakışın ve baskın söylemin şiddetinden çıkarak herkes için erişilebilir olmasını hedefleyen bu türün biraz gelişmesini takiben, queer-feminist porno bir alt tür olarak oluşmaya başladı.
80’li yıllarda özellikle ABD’de devrimci bir hareket olarak seks-pozitif, S&M, lezbiyen ve pek çok başka biçimleri keşisimsel olarak kapsayan “porno feminizm” ortaya çıkmaya başladı. Porno karşıtı (cinselliğin sadece natrans heteroseksüel kişiler arasında olabileceğini farz ederek cinsel sömürü yerine toptan hazza, arzuya ve cinsel çeşitliliğe karşıt konumlanan cinsellik karşıtı) feminizmin tek feminizm olduğu algısını yıkmak için tüm renkleriyle hazzı ve arzuyu kuşanan queer-feminist porno, sinema sektöründe ana akımın altını deşerek kendi yerini sağlama almaya başlamıştı. Vajinanın derinliklerini görmemizi sağlayan ve bunu eril bir bakıştan değil, kendi gözümüzle yapmamızın önemini dile getiren eski porno yıldızı Annie Sprinkle veya eril bakışı tamamen tarumar ederek BDSM pornoyu queer-feminist bir yola saptıran yönetmen Maria Beatty gibi isimler daha sonra ortaya çıkan Feminist Porno Ödülleri’nde ilk ödülleri alanlar arasındaydı. Bir yandan düşük bütçeli ve hatta hiçbir malî destek olmadan çekilen videolar dolaşıma girerken, bir yandan da İsveç’te devletin 70 bin dolar desteği ile çekilen 12 kısa filmden oluşan Dirty Diaries gibi feminist porno yapımları ortaya çıkıyordu. Özellikle 2000’lerden itibaren, bu geçişler ve yeni akışlar edebiyat alanında hâlihazırda erotik anlatılara eserlerinde yer veren tanınmış feminist yazarların daha cüretkar ve pornografik anlatılara geçişini de belirliyordu.
Esasında queer porno türüne dâhil olan hikâyeler, romanlar ve şiirler çok öncesinde dolaşıma girmiş olsa da tür olarak “queer edebiyat” adının konması ve yaygınlaşması biraz zaman aldı. Dünya edebiyatında yavaş yavaş bu değişimi görmek mümkünken, internetin sağladığı yaygın erişim ve bloglar üzerinden maddi sermaye gerektirmeyen çevrimiçi yayıncılık sayesinde queer hikâyeler ve şiirlerde özellikle de pornografik yazında bir patlama olduğu şüphesiz. Basılı yayıncılık alanındaki müstehcenlik kaygısı ve satışa odaklı olarak içeriği norma çekme eğiliminin yükünden kurtulan queer edebiyat yazarlarının kolektif şekilde oluşturdukları sitelerde ya da kişisel bloglarında çok çeşitli cinsel anlatılar içeren yazılarını paylaşabilmeleri de bu alanın gelişmesine ve queer pornografik edebiyatın kendi yolunu çizmesine imkân veriyor. Örneğin, Britanya’dan yayın yapan Cliterati1 gibi sitelerde hem kısa hikâyelere hem de kitaplardan erotik kısımların olduğu bölümlere yer verilirken, yine İngilizce olan Sugarbutch2 gibi sitelerde çoğunluğu amatör olan farklı yazarlardan kısa queer porno hikâyelere ulaşmak mümkün. Bu tarz sitelerin, kişisel veya kolektif blogların çeşitleri ve sayısı neredeyse belirsizken, Türkiye’den erişebileceklerimizin sayısı maalesef çok kısıtlı. Esasında bu tarz içeriğe sahip blog ve sitelerde sadece hikâyeler olmadığından; hem görsellere hem de metinlere yer verildiğinden pek çoğuna Türkiye’den erişim engeli bulunduğunu da belirtmek önemli. Henüz Türkçede yaygınlaşmış örneklerini görememiş olsak da, queer-feminist ve hatta pornografik edebiyatın yasal sınırlamalar (!) yüzünden mecburen sinsilikle ilerlemek durumda kalan bir tür olarak bir yerlerde yazıldığı ve dolaşımda olduğu şüphesiz. Nihayetinde tarihsel olarak cinsel normun kurgusal olanda ve söylemdeki izlerini sürmek için bir araç olsa da, queer edebiyat son yıllardaki gelişimi sayesinde kalıplaşmış normatif cinsel temsili altüst ederek hayal gücümüzü hiç olmadığı kadar renklendirme vaadi taşıyor.