Çavlanın içindeki sessizliği bozuyoruz...

Bu ayki dosyamızda yazılar, kritikler, anılar, mektuplar, öykülerle "çavlanın içindeki sessizliği" bozuyor ve Nezihe Meriç'i anıyor, gecikmiş mahcubiyetimizle anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz...

07 Haziran 2018 13:44

"Çavlanın İçinde Sessizce: Nezihe Meriç" başlığını koyduk dosyamıza. Çavlan şelaledir, gürül gürül akan çağlayandır. O şelalede Çağlayan Çevik'in yazısının başlığındaki gibi "ortasında bir yerde" öyle sessizce... Nasıl ve neden bu sessizlik? Hem bu sessizlik kimin sessizliği? Meriç'in mi yoksa edebiyat otoritelerinin mi?

Hadi Meriç çok da görünmek istemedi, meraklı da değildi diyelim ama bugün onun kuşağından birçok kıymetli yazar anılırken neden Meriç kapaklara, sayfalara taşınmaz? Ondan alıntılar yapılmaz?

Emre Bayın dosyamıza katkı sunduğu yazısında çok isabetli sorular soruyor, bakın:

Nezihe Meriç edebiyatı üzerine ne yapıldı? Edebiyat eleştirmenlerimiz ve edebiyat tarihimiz Nezihe Meriç’i gerçekten unutmuşlar mıdır? Ya da “hangi” edebiyat tarihinden mi bahsediyoruz, nerede? (...)  Mehmet Kaplan ve Berna Moran mesela. Nezihe Meriç ikisinde de yok. 

Evet, biz aslında bu dosyamızla Nezihe Meriç'i aradık. Söyleyeyim; ben gecikmiş bir Nezihe Meriç okuruyum. Ölümünden iki yıl önce olmalı, ilk okuduğum kitabı Gülün İçinde Bülbül Sesi Var'dı. İtiraf edeyim kitabın ismi aslında hoşuma gitmemişti ama bilmiyorum neden, sayfalarını rastgele çevirmeye başladım ve Kıpırtı Hanım'la karşılaştım.

"Kıpırtı Hanım, ufak tefek, kavruk, kimsenin dikkatini çekmeyen, İstanbul’da yaşamayı, dünyanın en büyük nimeti sayan bir kadın/cağız/dır. Durmadan gezer. Çantasında, bir naylon kutunun içinde, sigara böreği, kuru köfte, poğaça, kurabiye gibi yiyecekleri vardır; eliyle hazırladığı. Fazlaca koyar. Belki ikram edeceği birileri çıkabilir diye düşündüğünden. Çoğu kez, sabah çıkar evinden, gün kararmaya yüz tuttu mu döner."

Kıpırtı Hanım'da İstanbul vardı, papatyalar vardı, bir kadın vardı yalnız değil ama tek başına... Bir şey vardı Kıpırtı Hanım’da ama ne... 

Sonra Çavlanın İçinden Sessizce'yi okudum. İşte o zaman tanıdım Meriç'i. Yine Çevik'in yazısında okuyacağınız tanışma tanışamama hikâyesine azcık da olsa benzer benim de Nezim’le hikâyem.

Kültür sanat muhabiriydim ve Çavlanın İçinden Sessizce'yi okuyunca onu yakından tanımak söyleşi yapmak istedim. Ama gecikmiş bir okurdum. Belki de suçluluk duyduğumdandı bu isteğim. Ulaşamadım bir türlü, olmadı. Ve iki yıl sonra Kadıköy çarşıda yürürken gazeteden gelen telefon:

"Sen Nezihe Meriç okudun mu?"
"Evet."
"Geri dönsene, ölmüş, sen yaz, baskıya yetişelim."

Durdum öyle. Meli, Berni, Kıpırtı Hanım, Sofiya, yıkılan çirkinleşen şehirler, o çirkin taşlar, kurallar, gelenekler, terk edilen evler, ahşap evlere benzetilen o anne... İçimde bir şey durdu. Hem ayrıca niye ben yazıyordum. Ceza gibi.

Taş gibi döndüm masama ve yazdım. Yeni tanıştığın birinin öldüğünü duyurmak, ardından "süslü" cümleler kurmak. Aslında tanımadığın, aslında sayfa sayfa tanımaya, anlamaya çalıştığın. Ölüm yazısını.

Bu dosyayı hazırlarken birçok arşive baktım ama bulamadım o yazıyı. Belki de çok kötü bir yazıydı ama acemi ve gecikmiş bir okurun yazısıydı da aynı zamanda. Tek hatırladığım başlığı: Sessizce gittin, hoşça kal Nezim...

Salim Şengil ve dostları ona Nezim derlermiş. Ben de demiştim, ben de dostu olmak istedim. Gazetede “Nezim olmasın, adını soyadını yazalım Nezim'i kimse anlamaz” demişlerdi.

"Nezihi Meriç'i anlamışlarmıydı ki Nezim'i anlamayacaklar" mealinde bir cümle kurduğumu anımsıyorum. Anlamadılar demek istediğimi (iyi ki), öyle kaldı başlık... 

Böyle tanıdım, böyle geciktim, böyle okuru oldum Nezihe Meriç’in. Bu dosyayı da yapmaya aslında yine aynı duygular, cevabı verilmemiş soruların kafamda dönmesiyle yapmaya karar verdik.

Yazılara geçmeden önce teşekkür etmek istediklerim var: Bilge Karasu mektubunu arşivden bulup bizimle paylaşan Murat Yalçın’a, fikirleri ve arşiv tarama hızıyla işimizi hep kolaylaştıran Tuncay Birkan’a ve Püf Noktası kitabını hazırlayan, Meriç’le tanışma hikâyesini paylaşan Serdar Soydan’a ve söyleşi teklifimizi kabul edip bizi annesi olan Nezihe Meriç’le tanıştıran, fotoğraf arşivini ve torunu Rita'nın öyküsünü paylaşan Aslı Şengil Buicco’ya…

Ve yazılarımız…

Nezihe Meriç dediğimizde heyecanını mail satırlarından bile hissettiğim Merin Sever, Emre Bayın, Nil Sakman, Çağlayan Çevik ve Behçet Çelik, Meriç öykülerininin satırları ve karakterleri arasında dolaşıp yazdılar.

İşte o yazılardan bazı alıntılar:

Çağlayan Çevik yazdı: Çavlanın ortasında bir yerde…
İnsanoğlu bir garip. Okuduğu (hele bir dönem döne döne okuduğu), ayrı bir yere koyduğu yazarların bahsinin daha çok geçmesini istiyor. Hatta genç kuşak yazar veya adaylarıyla konuştuğumda o ısrarla tekrar edilen isimleri duyduktan sonra soruyorum peki Nezihe Meriç? Çok zaman hep aynı sükut! İnsan şüpheleniyor, yoksa Nezihe Meriç’i unuttuk mu? 

Nil Sakman yazdı: Bozbulanık'tan Korsan Çıkmaz'ına Nezihe Meriç
Nezihe Meriç’i belki biraz da Çavlanın İçinde Sessizce ismi ile yayımlanan anıları ile birlikte düşünmek gerekir. O, ömrü boyunca yazma edimine emek vermiş, her şeye rağmen modernleşme projesine ve insanlığa inanmaktan vazgeçmemiş; ancak kendini de hiçbir vakit kandırmamış ilginç bir yazar kadındır. Kurmaca metinlerinde kendine has bir cesaret, bir meydan okuma, ironi; hatta kimi vakit biraz sinik, biraz bıkkın bir gülümseme mevcuttur. 

Emre Bayın yazdı: Nezihe Meriç'İ aramak
Bizde edebiyat eleştirisi çoğu zaman okurluk deneyimleri ve peşine düşülen, ilgi duyulan edebiyatdışı toplumsal mevzuların edebiyat üzerine nasıl yansıdığının takibi üzerinden yürüyor. Çoğu edebiyat eleştirisi kaynağımız makale derlemelerinden ibaret. Anlayacağınız Nezih Meriç’i arayalım ki bulalım. Ne diyelim, umut kesilmez.

Behçet Çelik yazdı: Nezihe Meriç'in öyküleri: Yeni hamura yeni tekne
Nezihe Meriç’in öykülerindeki kadınlar kaderci değildirler, başlarına gelen olumsuzluklarda kendi paylarının da bulunduğunun farkındadırlar, bundan sakınmaz, inkâr etmez, yeri geldiğinde kendi üzerlerine gidip iç dünyalarını didiklerler, cesurdurlar, içlerindeki çatışmadan, farklı seslerin bir arada konuşmasından kaçmazlar. 

Merin Sever yazdı: Alacaceren'den yola çıkarak: Bir Nezihe Meriç evreni
Modern Türkçe öykücülüğün önde gelen isimlerinden biri. Adalet Ağaoğlu, Leyla Erbil, Sevgi Soysal gibi kadın yazarların dönemdaşı. Yine de, ne onlar kadar “ünlü” fakat ne de tamamen unutulmuş bir yazar; Nezihe Meriç.

Serdar Soydan yazdı: Nezihe Meriç'le... 
Sonunda arıyorum. İki üç çalıştan sonra açılıyor telefon; bir ses, efendim diyor. O olacağını düşünmüyorum. Hem umduğumdan, tasarladığımdan genç bir ses, hem de koskoca yazarın hemen telefona çıkmasını beklemiyorum galiba. Nezihe Meriç’le görüşmek istediğimi söylüyorum. Buyurun, benim, diyor. 

Bilge Karasu'dan mektup var:  Kimsenin kimseyi anlamadığı doğru Nezo
Saat ikiyi çaldı Nezo. Yarın dokuzda dersim var. 8’de kalkacağım. Bütün yazılarıma mani oldun. Belki de bu yüzden yarın hikâye okuyamayacağım. Size söz verdiğim halde. Ama sen hepsine bedelsin.

Meriç'in kızı Aslı Şengil Buico annesi için kaleme aldığı bir yazıyı ve kızı Rita'nın anneannesi için yazdığı öyküyü bizlerle paylaştı: "O kadar çok gülerdik ki gözlerimizden yaş gelirdi"

Kızı Buico aynı zamanda Seçil Epik'le teklifimizi kabul ederek bize "annesi Nezihe Meriç'i" anlattı:  "Annemi ya daktilonun başında yazarken ya kitap okurken ya da yemek yaparken hatırlıyorum"

Nezihe Meriç için ne dediler?
Oktay Akbal 1951 yılında Varlık'ın Eylül sayısında ve Ünal Boduroğlu aynı derginin 1954 yılı kasım sayısında Meriç için iki yazı kaleme almıştı. Bakın neler yazmışlar...

Biz, unutulduğunu, kıymetinin çok da bilinmediğini düşündüğümüz Nezihe Meriç'in okurlarına ve onu yeni keşfedecek okurlara bir armağan gibi yaptık bu dosyayı. 

Haftaya yeni dosya

Onur Haftası'na özel olarak "Queer Tarihe Notlar" başlıklı mini bir dosya hazırlıyoruz. Seçil Epik'in koordinasyonunda hazırlanan dosya  önümüzdeki hafta perşembe günü yayında olacak.

Temmuz ayında görüşmek üzere...

 

Fotoğraf: İsa Çelik