Elektoralizm, Demirtaş, HDP

"Bizde elektoralizm, hüküm sürdüğü yetmiş beş yılın ardından bugün tam anlamıyla bir çıkmaza girmiş durumda. Başta Kürt sorunu olmak üzere kendi eliyle yarattığı ve çözmemekte ısrarcı olduğu kallavi sorunlar, elektoralizmi fena halde zorluyor. Üzerinde bunca baskı olan HDP'nin milyonlarca seçmeni var, onlar oy vermeden elektoralizmin şansı yok, ne iktidardakiler, ne de muhalefettekiler açısından."

11 Ağustos 2022 21:30

Biz 1946’ya kadar yalnızca cumhuriyettik. Cumhuriyet devrimini yapmış, padişahın kulu olmaktan kurtulup yurttaş sıfatını kazanmış, ama orada kalmıştık. Cumhuriyet, yöneticilerin seçimle gelmesi demekti. Vekillerimizi seçip meclise gönderiyorduk. Seçimlere yalnızca mevcut tek parti, bir de bağımsız adaylar katılabiliyordu.

1946’da Demokrat Parti (DP) kuruldu ve demokrasiye geçtiğimiz söylendi. Herkes istediği partinin adaylarına oy verebilecekti. Gerçi kurulabilecek partilerin nitelikleri sınırlanmıştı. Devletçe uygun görülmeyen partilerin kurulması ve seçimlere katılması yine yasaktı. Nâzım ve fikirdaşları hapisteydi. Kürt illeri zaten kanun yoluyla hallaç pamuğu gibi atılmıştı. Yurttaşlar fabrika ürünleri misali belirli standartlara uydurulmaya çalışılıyordu.

1950 seçimlerinde demokrasiden yana görünen DP önce “yetmez ama evet” diyenlerin, pardon, Mehmet Ali Aybar gibi bazı aydınların desteğini, sonra da seçimleri kazandı, ardından ilk iş komünist tevkifatına girişti. Behice Boran çocuğunu cezaevinde doğurdu, işkencelerde ruh sağlığını yitirenler oldu. Devlet, buyurun size demokrasi, der gibiydi.

Darbe dönemlerinde, beğenmediğimiz seçimlerden bile yoksun bırakıldık. Yine de her darbede, bir yandan cezalandırma furyaları, işkenceler ve idamlar devam ederken, bir yandan da yakında demokrasiye geçileceği sözü veriliyordu. Ve bir süre sonra, yeni adlar almış eski partilerle, seçimlere yeniden izin çıkıyordu. Demokrasimize halel gelmemeliydi.

1946’dan bu yana yetmiş beş yıl, aşağı yukarı böyle geçti. Arada bazı gelişmeler olmadı değil. Örneğin 1949’da, insan haklarını ve hukukun üstünlüğü ilkesini, yani yarısı seçimler olan demokrasinin diğer yarısını savunmak için kurulan Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden biriydik. Söz konusu ilkeler herhangi bir oylama ya da pazarlık konusu edilemezdi: Kolektif olarak oluşturulup geliştirilmeleri, kuvvetler ayrılığı temelinde anayasa, yasa ve yönetmeliklerde yer almaları, müfredata ve eğitimlere dahil edilmeleri, özgür ve bağımsız kamuoyunca denetlenmeleri, bağımsız yargı eliyle uygulanmaları gerekiyordu, tabii demokratik bir toplum olmak istiyorsanız. Ama biz bugün kendi ev sahipliğimizde kabul edilmiş İstanbul Sözleşmesi’nden bir hamlede nasıl yoksun bırakılıyorsak, o zaman da kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi’nin bu esaslarından habersiz bırakılacak ve askerî darbelerden başımızı alamayacaktık.

2000’lere doğru, bu kez bir yandan “faili meçhul”ler gündelik aktüaliteye dahil edilirken, bir yandan da Avrupa Birliği’ne üyelik hedefi doğrultusunda komünist partiler ve Kürtlerin haklarını savunan partiler yasal olarak kurulabildi, seçimlere onlar da katılmaya başladı. Gelgelelim, seçimlerin gerçekten “serbest ve genel” olabilmesini sağlayacak temel hak ve özgürlükler, yargıç güvencesi, ayrıca denge ve denetleme, hesap verebilirlik, eşit yurttaşlık gibi ilkeler, yani demokrasinin vazgeçilmez bileşenleri bir türlü içselleştirilemediği gibi, 2015 dönemecinin ardından ohal’e geri dönüldü, daha önce alınmış olan mesafeler de adım adım, gıdım gıdım kısıldı. Bütünsel demokrasi fikrinin zaten yanına yaklaştırılmamıştık, gitgide daha da uzağına düştük. 

Tabii bu hallere düşen tek halk biz değiliz. Filipinler, Tanzanya, Kenya, Rusya, Meksika, Latin Amerika... epey bir ülke bu halde. Dolayısıyla, karşılaştırmalı siyaset biliminin konuya el atması kaçınılmazdı. Seçimlerin herhangi bir biçimde yapılabiliyor olmasının bir başına demokrasi’yi garantilemediği gerçeğinden yola çıkan bazı siyaset bilimciler sonuçta yeni kuram ve kavramlar geliştirdiler. Bunların en önemlilerinden biri olan “elektoralizm” kavramını, ABD’li Latin Amerika uzmanı Terry Lynn Karl’a borçluyuz (yaşasın kadınlar!). Onun 2000 yılında bir ansiklopediye yazdığı “Elektoralizm” başlıklı madde, olgunun adını koydu  ve tartışılmaya başlanmasını sağladı.[1]  

Terry Lynn Karl

“Elektoralizm” sözcüğü Türkçeye “seçimcilik, sandıkçılık” gibi karşılıklarla çevriliyor ve genellikle demokrasiyi seçimlerle  eşitleyen, en az seçimler kadar vazgeçilmez nitelikteki diğer koşulları ise göz ardı eden zihniyetler için kullanılıyor. Gerçi ilk dönemler, başta Terry Lynn Karl olmak üzere bu kavramı demokrasinin bir önceki aşaması ya da gelişme aşamalarından biri gibi tanımlayanlar olmuş ve tarihsel gelişmeye belirli ölçülerde uyduğu için haklı da görülmüşler. Ancak, bu kabul günümüzde çoktan aşılmış durumda. “Elektoralizm” terimi artık yekten seçimlerin iktidarı elinde tutanlar tarafından kendi doğrularına ve çıkarlarına göre çekilip çevrildiği, “muhalefet”in de aynı hükmü sürmek için kendi sırasını beklediği, hak savunucularının, farklı düşünenlerin baskılandığı göstermelik demokrasi anlamına geliyor, tıpkı bir dönem bizde de çok kullanılan “Filipinler demokrasisi” deyimi gibi.[2] Terimi ilk anlamıyla, yani ‘demokrasinin ilk aşaması, demokrasiye varması kaçınılmaz işleyiş’ anlamında kullanan kaldıysa, onlara neredeyse “elektoralist aldatmaca” suçunu işlemiş gözüyle bakılıyor.[3]

Bizde elektoralizm, hüküm sürdüğü yetmiş beş yılın ardından bugün tam anlamıyla bir çıkmaza girmiş durumda. Başta Kürt sorunu olmak üzere kendi eliyle yarattığı ve çözmemekte ısrarcı olduğu kallavi sorunlar, elektoralizmi fena halde zorluyor. HDP’nin aleyhine açılmış bir kapatma davası var, yönetim kadroları haksız yere yıllardır hapiste, haklarında dava üstüne dava, soruşturma üstüne soruşturma açılıyor, yerlerine kayyum atanıyor, büroları ve eylemleri saldırıya uğruyor, çalışanları tehdit ediliyor ve öldürülüyor, oysa bu partinin milyonlarca seçmeni var, onlar oy vermeden elektoralizmin şansı yok, ne iktidardakiler, ne de muhalefettekiler açısından. Her iki kesim de yaklaşan tarihsel seçimlerde kazanma şanslarının olabilmesi için HDP’nin oylarına muhtaç.

HDP ise tıpkı Türkiye solunun çeşitli kesimleri gibi insan hakları mücadelesi içinde geçen uzun yılların sonunda elektoralizmin aldatmacasına pabuç bırakma aşamasını çoktan geride bırakmış durumda. İktidarı elinde tutanlar yine de hükmedebilmek için ne pahasına olursa olsun oy kazanmanın en ilkesiz yollarına düşüyorlar. Hukuku ve mevcut yasaları alenen hiçe saymaları bir yanda, belirsiz vaatler, nüfuz ticareti, demagojik jestler, tehditler, küfürler, karalamalar ve elde kılıç savaş kışkırtıcılığı diğer yanda.

Kapitalist bir ülkede sermaye birikimi belirli bir düzeye ulaştığında, yeni yatırımların önünde iki yol vardır: sermaye ihracı ve iç sosyal alanlar. Hangi yolun ne kadar tutulacağı, kararlarda etkili olan toplum kesimlerine bağlı. İktidarı o ya da bu yola mecbur etmek bir mücadele işi. Yaptırım ve yatırımları uzun erimde ancak mücadeleniz ölçüsünde etkileyebilirsiniz.

Eskiden Afrika mı vardı? Şimdi soydaşlarımız ve dindaşlarımız her yerde bizi beklemiyor mu? Burnumuzun dibindeki Suriye ve Irak’la dünyanın öbür ucundan gelip ilgilenenler varken biz ilgilenmeyecek miyiz? Yarım doğru bile olmayan güncel “millî menfaatler” böyle konuşuyor. Ve elektoralizm, “seçim güdümlü savaş planları” ile uyum içinde.[4] 

AKP’nin tek başına iktidar olmasına yetecek oyu alamadığı 2015 Haziran seçimlerinde HDP’nin yüzde 13 oy alarak 80 milletvekili çıkarması üzerine o yılın haziran ile kasım ayları (yani iki seçim) arasında ülke, Işid’in de dahil olduğu çok bileşenli bir şiddete maruz bırakıldı. O ortamda yapılan kasım seçimlerinde HDP oyları düştü, iktidar değişikliği önlenmiş oldu. Bir sonraki yaz, FETÖ’cü darbe girişimi ve ardından, fırsat bu fırsat ya da “Allah’ın lütfu”, seri tutuklamalar geldi. Zınar Karavil’in Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi adlı kitabı da işte tam bu noktadan başlıyor, “Tutuklanmaya giden yol”dan.[5]

Selahattin Demirtaş, gerek Kürt sorununun barışçıl çözümü, gerekse demokrasiyi her iki yarısıyla bir bütün olarak gerçekleştirme mücadelemizde en etkili öncü kişiliklerden biri. Karavil’in çalışması bu açıdan vazgeçilmez bir kaynak; güncel hır gür içinde gözden kaçabilen pek çok olguyu Demirtaş odağında zamandizin içinde, bir gazeteci canlılığıyla anlatıyor. İçerdiği internet arşiviyle bir başvuru kaynağı.

Kitap çıkalı uzun zaman oldu gibi bir duygu oluşmuş bende. Çıkış tarihine bakıyorum, Mayıs 2022 sonları; demek yalnızca iki ay ve birkaç gün geçmiş. Peki neden daha uzun gibi geliyor bu süre bana? Sanıyorum son haftalarda hem Demirtaş’ın hem de HDP’nin çıkışları art arda sıralanıp gitgide daha fazla ilgi topladığı için. Popüler adıyla “Selo”nun sanat alanlarındaki çıkışları yeni değil; yıllardır, sazından tutun, öykülerinden romanlarına, resimlerinden karikatürlerine, severek izliyoruz. Ancak, deneyimli bir hukukçu, ateşin içinden gelen bir insan hakları savunucusu, öncü bir politikacı ve kendi deyişiyle “siyasi rehine” olarak kaleme aldığı yazılar, açıklama ve röportajlar giderek arttı. Yalnızca kendisine karşı açılan davaların savunmasını değil, partisiyle birlikte bütünsel demokrasinin inceliklerini de üstlenen bir aktivist söz konusu. Tam da bu nedenle olmalı, son zamanlarda ona bu açıdan yönelen ilgiler kadar, karalama ve dezenformasyon amacıyla yönelen “ilgiler” de artış kaydediyor.[6]

Kılıçdaroğlu’nun bir itiraz vurgusuyla sorduğu “Demirtaş neden hapiste” sorusunun yalnızca benim zihnimde değil, başka pek çok zihinde çoktan oluşmuş yanıtı, ‘seçimlerde fazla oy aldığı için’dir. Gazetecilerin dediği gibi, “kişisel oyu partisinin oyundan daha yüksek” olduğu için. Elbette buna Demirtaş’ın “Seni başkan yaptırmayacağız” sözündeki kararlılığı da eklemek gerekiyor, her şeyin daha açık olması için. Böyle olmasa, ille de yargılanacaksa tutuksuz yargılanabilirdi. Tutuklu yargılamanın böylesine araçsallaştırılması, otoriter elektoralizmin fazlasıyla tipik bir göstergesi.

Karavil’in kitabında anlatılıyor: 2019 İBB seçimlerinden epey bir süre önce, hapisteki Demirtaş kendi davalarıyla ilgili bir karar duruşmasının arifesinde, İmamoğlu’na olan desteğini açıklar. Zınar Karavil, bu erken davranmanın nedenini sorduğunda Demirtaş’ın yanıtı şu olur:

“Tekrar seçim yaklaşırken iktidar çevrelerinde benim tahliye edilebileceğim yazılıp çizilmeye başlandı. Bu, bana ve HDP’ye üstü kapalı bir mesajdı. Yani şunu demeye getiriyorlardı: ‘Seçime karışmayın, tahliye etmeyi düşünebiliriz.’ Benim için çok aşağılayıcı bir yaklaşım. Buna net cevap verebilmek için duruşmadan önce siyasi tavrımı göstermek istedim.” (s. 119)

Barış Terkoğlu, Cumhuriyet’te Karavil’in kitabını ele aldığı yazısında tam da gerekli olan soruyu sormuş: “Oy verelim ya da vermeyelim, bir politikacının kürsüden alınıp hapse atılmasındaki anahtarı sorgulamayacak mıyız?”[7] Burada “anahtar” denilen olgunun ilkesel adı, yargıç bağımsızlığının ve güvencesinin hiçe sayılmasıdır.

Terkoğlu’nun bu yazısı hem Karavil’in kitabının esasını mükemmel bir biçimde Canan Kaftancıoğlu meselesiyle birleştirerek veriyor, hem de olup bitenleri bir çerçeveye oturtuyor. Vardığı sonuç, sağduyuyla varılabilecek olanın aynısı:

“Demirtaş’ın, terörle mücadele ya da devletin bekası için değil, Erdoğan’ın seçimlerde elini rahatlatmak için yargılandığı anlaşılıyor.”

Elektoralist iktidarlar var olan mekanizmaları kendi çıkarları için araçsallaştırmaktan başka, gitgide daha fütursuz mekanizmaların yolunu açıyor. Birbirlerine ve halklara karşı kurulmuş derin devletler, mafyalar, paramiliter çeteler, vijilantlar[8]... Şiddetin şiddeti doğurduğu bu ortamlarda, Demirtaş gibi birikimli hak ve hukuk savunucularının değerini sezmemek mümkün değil. O ve benzer birikimlerle yetişmiş olup yıllardır cezaevlerinde tutulanlar, “düşük yoğunluklu savaş”a dönüşen ilk çatışmaların başladığı 1984 yılında henüz en fazla on yaşlarında olan kuşağa mensup. Özgürlüğe susamışlardan. Elektoralizm çıkmazda, çünkü karşılarında bütünsel demokrasinin böylesine kararlı savunucuları var. “HDP’yi ciddiye almayanlar, demokrasiyi stratejik bir hedefe ve programa dönüştürmeyenler kaybeder” diyor Demirtaş (s. 208).

Kemal Kılıçdaroğlu’nun sık sık yinelediği, “cumhuriyetimizi demokrasiyle taçlandıracağız” sözü bir yandan bizim bir yarım demokrasi olduğumuz gerçeğini dile getirirken, bir yandan da bu taçlandırma işinin muhalefete düşen payını hemen üstlenmeyip seçimlerden sonraya bırakmakla, 1946-50 arasının CHP’si gibi, oy kazanma bahsinde rakibine özeniyor ve onun popülizmiyle elektoralizmine eklemleniyor. Diğer muhalefet liderlerinden de “kimse fikirlerinden ötürü hapse girmemeli” gibi sözler duyuyoruz, ancak hiçbiri fikirden, demokrasiden ne anladığını, ne anlamak gerektiğini tam olarak açıklamıyor. Belki bir bölümü demokrasi konusunda topyekûn bir hazırlıksızlık içindeler, bilinçleri gibi cesaretleri de yetmiyor. Bedel ödemek istemiyorlar. Taşın altı yine boş. Bütünsel demokrasi, ülkemiz için bir şans olan HDP’nin kapatılmasına yekten karşı çıkmayı ve her yasal parti gibi muhatap alınmasında sakınca görülmemesini gerektirir. Yeterince bedel ödemedi mi bu insanlar? Kürt olma özgürlüğünün ve genel olarak özgürlüğün bedelini?

Cezaevleri demokrasinin her iki yarısından da yoksun oluşumuzun kurbanlarıyla dolup taşmaya devam ediyor. Geniş bir kesim, çok kararlı ve bütünsel, radikal bir demokrasinin arzusuyla dolu. Gezi’den, barış mitinglerinden, Adalet Yürüyüşü’nden, cb ve büyükşehir belediye seçimlerinden bilmiyor muyuz bu ruhu? Türkiye halkı, bütünsel ve radikal bir demokrasiyi üstlenmeye çok yakın. Türkü kadar, Kürdünü, Ermenisini, Alevisini, kadınını, çocuğunu, köylüsünü, çevrecisini de ezdirmemeye kararlı bir adalet ülkesi olmak için, karşımızda liyakatine güvenebileceğimiz, gerçekliği dile getirmekten korkmayan, kararlı bir kadro görmek istiyoruz, hepsi bu! Yeter ki kimse dev aynasıyla ya da sonsuz aynalarla dolaşmasın. Bize horozlanmalar değil, bilge cesaretler lazım.

 

NOTLAR:  

[1] Terry Lynn Karl, “Electoralism”, Richard Rose, ed., The International Encyclopedia of Elections.

[2] Filipinler’in bu tipikliğini o uğursuz 2016 yılının mart ayında yayımlanmış bir makaleden de okuyabiliyoruz: Ronald D. Holmes, “The Dark Side of Electoralism: Opinion Polls and Voting in the 2016 Philippine Presidential Election”, Journal of Current Southeast Asian Affairs, 2016/3.

[3] Yonatan L. Morse, “The Era of Electoral Authoritarianism”, World Politics, C.64 no.01 2012, s. 161-198.

[4] bkz. Evrensel, 27 Mart 2014, "Ses kaydına göre Suriye ile savaş çıkarmaya çalışmışlar."

[5] Zınar Karavil, Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi, Dipnot Yay., 2022.

[6] Demirtaş’a yönelik dezenformasyonun klişeleşmiş çeşitleri var. “Apo’nun heykelini dikeceğim dedi” şeklindeki dahil, bu dezenformasyona ilişkin yanıtları şurada bulabiliyoruz.

[7] bkz. Barış Terkoğlu, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2022,  "Sarayın Demirtaş Planı"

[8] bkz. Orhan Koçak, Birikim Haftalık, 5 Temmuz 2022,  "Yasadışı Yasa İnfazcıları, Yeni Sürüm"