1930’larda erkek gibi giyinen bir kadının yarattığı skandalı, dönemin gazete kupürlerinden ve arşivlerden derleyen Serdar Soydan’ın Manşetlerden Gaipliğe adlı kitabı, Sel Yayınları tarafından önümüzdeki günlerde basılıyor. Soydan’ın kitaba yazdığı sunuşu Tadımlık olarak sunuyoruz…
1935 yılının nisan ayında, İstanbul Üçüncü Asliye Mahkemesi’nde görülmeye başlanan bir tehdit davası ilk günden itibaren ulusal basının dikkatini çekmiş. Aslında benzerlerine sıkça rastlanan, sıradan bir dava söz konusu olan. Ancak tüm gözler ve objektifler davalı Kenan Çinili’nin üzerine çevrilivermiş.
Nedir onu böyle ilgi çekici kılan?
Bu davanın haberini yapan muhabirler onu, “Erkek elbiseli kız”, “Erkek kılığında gezen genç kız”, “Erkek-Kız”, daha sonrasındaysa “Erkekleşen Kız” ve “Bayan-Bay” diye tanımlamayı seçmiş.
Evet, bu sıradan davayı “enteresan” kılan, davalının cinsiyet kimliği.
Bugünkü tanım ve kavramlarla değerlendirecek olursak, Kenan Çinili bir trans erkek. Kendisini erkek olarak tanımlıyor, mahkemede ismi sorulduğunda önce nüfustaki adını söylese bile, kısa bir duraksamanın ardından Kenan diye düzeltiyor. Çocukluğundan beri erkek kıyafeti giymiş, kendisini bu kıyafetler içinde iyi hissettiğini vurgulamaktan da çekinmemiş. Hatta verdiği bir röportajda, “Doğuşta kızım. Fakat hissen erkeğim” demiş açıkça.[1]
O da muhabirler gibi “transseksüel” kelimesini ya da başka bir erkekliğin, farklı erkekliklerin mümkün olduğunu bilmiyormuş. Ama bir şeyin adını bilmemek, adını koyamamak onu yaşamaya bir engel değil.
Kendisine dava açan Remziye’yle de Kenan olarak, yani “olduğu gibi” tanışmış, onunla bir yıl kadar nişanlı kalmış. Remziye’nin, Kenan’ın cinsiyet kimliği hakkında yapılan dedikodular yüzünden ayrılmak istemesi üzerine çıkan tartışmada sinirlenip onu ölümle tehdit etmiş.
Kenan Çinili haberleri iki yıl boyunca ara ara gazete ve dergilerde yer almaya devam etmiş. Fakat nasıl bir yer bu? Bu gazete ve dergiler onu ne şekilde haberleştirmiş, nasıl bir Kenan Çinili portresi çizmiş?
Öncelikle suçlulaştırarak… Kenan Çinili mahkeme süreciyle, bu süreçte dayak yemesiyle yahut Remziye’ye tokat atmasıyla haberlere konu olmuş daha çok. Bugüne kadar rast geldiğim haberlerin ekserisinde sadece polise yahut mahkemelere intikal eden olaylar anlatılmış. Dahası, onun yerine başkaları, muhabirler anlatmış tüm olanları. Kenan’ın sesini de duyamıyoruz bu metinlerde.
Bu “ses” meselesi biraz daha irdelenmeyi gerektirecek kadar önemli. Tarihin öznesi tarihçidir. Yani bir tarih metninin anlattıkları belgelere dayanıyor bile olsa, metni kaleme alan tarihçinin düşündüklerinden, yorumladıklarından ibarettir. Haber metinleri de onları kaleme alanların, habercilerin mahsulleridir. O yüzden tüm bu metinlerin neredeyse bir hikâye kadar öznel, en azından yanlı olabileceğini hesaba katmamız, onlara şüpheyle yaklaşmamız gerekir.
Kenan Çinili hakkındaki haberler de habercilerin onu nasıl gördüğünü, onda ne görmek istediğini ortaya koyar daha çok.
Haberciler Kenan Çinili’yi “erkek elbiseli kız” olarak görmüş, ondan hem garip hem de polisiye bir kahraman yaratmayı seçmiş.
Kenan Çinili pek çok transa göre şanslı aslında. Şansı ilklerden biri olmak. Düşünsenize, transseksüel terimi bile ilk olarak 1923 yılında, Berlin’de kullanılmış. (Yaygınlaşması, haber metinlerinde kullanılmaya başlamasıysa Kenan Çinili’nin gündeme gelişinden neredeyse elli sene sonra mümkün olacak bu topraklarda.) Böyle bir ortamda bir trans erkek ortaya çıkmış, bir sürü de iş açmış başına. Kenan Çinili’nin peşini uzun bir süre bırakmamış muhabirler.
Bu duruma şans demiyorum tabii. Olsa olsa kötü şans denir buna. Kim ister sürekli gözetlenmeyi, göz önünde olmayı? Hem de ucubeleştirilerek, suçlulaştırılarak…
Fakat bu aşırı ilgi bir süre sonra Kenan’la röportajlar yapılmaya başlanmasına yol açmış. Haber metinlerine göre daha özneleştirici olduğunu söyleyebiliriz röportajların. En azından Kenan’ın ağzından çıktığı iddia edilen cümleler vardır bu röportajlarda. (Tabii ki tüm bu ifadeler de saptırılmış, yeniden yazılmış olabilir.) Fakat hiç yoktan Kenan’ın düşünceleri, hisleri merak edilmiş, ne söyleyeceğiyle ilgilenilmiştir. İnsan yerine konup ona da sorulmuştur işte. Tamam, sorulan sorular da şartlandırıcı, cevapları önceden belli olabilir, hatta olmuştur eminim, lakin yine de olumlu bir gelişme bu.
Yıllardır gazete ve dergi ciltleri arasında rastladığım trans bireyler arasında hakkında en fazla şey öğrendiklerimizden, ardında en belirgin iz bırakanlardan biri Kenan Çinili. Bu açıdan, hem de 1935-38 yıllarından bugüne ses verdiği, verebildiği için paha biçilmez.
O kendini var edebilmiş. Elinden geldiğince.
Kenan Çinili 6 Aralık 1937-20 Şubat 1938 tarihleri arasında, Haber gazetesinde, tam yetmiş bir gün boyunca hayatını anlatmış. Tefrikanın başladığı gün gazetenin ilk sayfasından verilen reklamda şöyle deniyor.
“Evet… Onu bugün herkes tanıyor. Bir genç kızın erkek kisvesi altında dolaşışı, belki harikulade bir hususiyet sayılmayabilir. Fakat BAYAN MELEKZAT - BAY KENAN’ın erkek elbisesi altında geçirdiği korkunç, gülünç maceralar, bu işe ayrı bir ehemmiyet kazandırıyor. Gazetelere akseden birkaç macerasını, yalnız İstanbul’da, yalnız Türkiye’de bulunanlar değil, Balkanlı komşularımız da öğrenmiş bulunuyorlar. Sırtına ancak bir kere ve çok kısa bir zaman için kadın elbisesi geçiren Melekzat’ın, erkek kılığı altındaki 26 yıllık hayatını okuyucularına anlatmak için, Balkan gazetelerinin pek çoğu İstanbul gazeteleriyle rekabete giriştiler. Bütün bu rakipler arasında, ERKEK - KIZ’ın hatıralarını kendine mal etmek muvaffakiyetini gösteren HABER oldu.
İSTANBUL, EDİRNE, İZMİR, EDREMİT, İZMİT, ANKARA, GEBZE, AYVALIK, ESKİŞEHİR, KAYSERİ, BURSA…
Ve daha birçok Anadolu vilayetleri, en ücra Anadolu kasabaları, ERKEK - KIZ’ın bin bir maceralarının geçtiği yerlerdir.”
Bu tanıtım metnini yazanlar Kenan Çinili’ye bir cinsiyet atamış, erkek kılığında dolaşan bir kadın olduğunu söylemiş. Başından geçenleriyse “korkunç ve gülünç maceralar” olarak tanımlamış. Yani ya korkunç ya gülünç şeylere yol açıyor onlara göre bu durum. Derken bugün de sıkça karşımıza çıkan bir şey; metinde ailesinin verdiği isim ve kendi seçtiği ve tercih ettiği isim bir arada anılmış. Böylece onun kimlik inşası hiçe sayılmış. Hatta bir iki cümle sonra Kenan ismi anılmaz olmuş. Doğrudan Melekzat diye yazılmış adı.[2]
Haber gazetesinde yetmiş bir gün boyunca yayınlanan bu hatıralar Kenan’ın kaleminden çıkma, en azından onun ağzından yazılmış olma iddiası taşıyor. Kenan tefrika başlığında “Yazan” olarak anılıyor. Bu ne kadar doğrudur, bilemiyorum. Yani bu anıları Kenan mı yazdı, o anlattı da başka biri mi yazdı, ya da o yazdı da biri mi süsledi, süslerken değiştirdi?
Zira metin kendi içinde de tanıtım yazısındakine benzer çelişkilerle dolu. Örneğin, Kenan anılarının bir yerinde yaptığını, yani erkek kıyafeti giymeyi ve erkek olduğunu söylemeyi bir tür oyun, “muziplik” olarak tanımlarken, bunun hemen öncesinde ya da sonrasında o elbiseyi nelere rağmen, neleri göze alarak giydiğini, giymeye devam ettiğini anlatıyor. Metin boyunca bugünün tanım ve kavramlarıyla kâh bir crossdresser, kâh bir travesti, kâh bir trans-seksüel olarak karşımıza çıkıyor. Bazen fantezi olarak erkek kılığına girdiğini söylüyor, bazen erkek gibi görünmeyi sevdiğini, bazense erkek olduğunu. Cinsel yönelimi de değişkenlik gösteriyor. Örneğin 4 Kasım 1937’de, Yeni Asır’a verdiği röportajında kız arkadaşını sevdiğini söylerken, iki hafta bile geçmeden Yedi Gün’e verdiği röportajda “Seveceğim ve evlenebileceğim erkeği bulduğum zaman derhal (erkek kıyafetini) çıkaracağım ve kadınlığa döneceğim” diyor.[3]
Bu çelişkiler ondan mı kaynaklanıyor; cinsiyet kimliği ve cinsel yönelimi “akışkan” mı, yoksa basının, onun ifadelerini törpüleyen, makyajlayan muhabirlerin, hatıralarını kaleme alan ya da “süsleyen” yazarın saptırmaları mı, bilmiyorum. Bunu bilemeyiz de. Kenan tüm yaşadıklarından, ona yaşatılanlardan sonra daha “normal” görünmeye çalışmış da olabilir. İnsanı kendisine düşman ediyor bu sistem. Kendinden soğutuyor. Kendinden uzaklaştırıyor. Size acıyan, gülen; garip, tuhaf, enteresan bir şeymişsiniz gibi bakan; sizinle dalga geçen, sizden korkan, nefret eden, şüphe duyanlar… Kenan tüm bunlarla karşı karşıya kalmış olmalı. Kenan’ın kafasının karışmış ve bu yüzden daha kabul görür bir profil çizmeye çalışmış olması son derece doğal.
Yine de şunu biliyoruz. Kenan tüm bu süreçte, bu hatıraları kaleme alırken de hatta, sırtındaki erkek kıyafetini çıkartmamış. Ne olursa olsun, o bildiği, sevdiği gibi yaşamayı seçmiş. Bu yüzden, Habergazetesindeki hatıralarının başlığı da “Erkek Elbisesi Altında 26 Yıl”.
26 yıllık ömründe erkek elbisesi giymekten vazgeçmemiş Kenan.[4] Bu bile, tüm olası çelişkilerine rağmen onun cesaretini ve kendi olma azmini gösteriyor sanırım.
Yetmiş bir gün boyunca yayınlanan ve Kazanova’nın anılarına benzeyen, macera romanı olarak da tanımlanabilecek bu metin çapkın bir erkeğin gönülden gönüle gezişini anlatıyor. Genellikle kendisini gören kadınlar aşka düşüyor ve onu ayartıyor. Ancak o da ayartılmaya, aşkın peşinden sürüklenmeye teşne. Metin boyunca sekiz kadınla farklı maceralar yaşıyor.
Bu maceralar bir yere kadar ilerledikten sonraysa Kenan’ın cinsiyet kimliği, yani trans bir erkek olduğu ortaya çıkıyor. Metinde bu ortaya çıkış daha fobik bir şekilde, “aslında kadınmış” şeklinde tezahür ediyor.
Mesela en uzun uzadıya anlattığı sevgilisi Leyla’yla nişanlandıktan sonra, bir sabah annesi Kenan’ın kaldığı Leyla’nın evine geliyor ve Leyla’nın annesiyle konuşuyor.
“Hayır efendim... Hünsa filan değil” diyordu. “Tam manasıyla kızdır. Hem şuna hayret ediyorum. Siz ne biçim anasınız! İnsan evine damat, kızına koca diye alacağı bir adam hakkında hiç tahkikat yapmaz mı? Ahlakı nasıldır? Nasıl bir ailedendir, demez mi? Kızınızla evlenmesine veya nişanlanmasına ailesinin rızası var mıdır diye bir defa sorulmaz mı?”
Buna Leyla’nın annesi karşılık veriyordu.
“Onu tanıyanlardan ve komşularınızdan sorduk tabii. Kendisinin çok iyi, çok temiz bir çocuk olduğunu ve iyi bir aileye mensup bulunduğunu söylediler. Biz de bu işi aldığımız bu izahat üzerine yaptık. Bize kız oluşundan kimse bir şey bahsetmedi. Hatta evlatlığınız Şerife’yle uşağınız Hasan onu daima buradan aradıkları zaman hep ‘Kenan Bey’ diye ararlar. Kendisiyle de görüşürlerken hep aynı şekilde görüşürler” diyordu.
Bunun üzerine Kenan evi terk ediyor. Mesele kısa sürede büyüyor, yaşananlar kulaktan kulağa yayılıyor.
Hadise üzerinden iki gün geçmişti ki, Feriköy halkı bundan haberdar olmuştu. Nasıl yayılmıştı bu kadar? Tevekkeli demezler, kara haber çabuk yayılır diye. Doğru, hakikat böyle. Ağızdan ağıza dolaşan bu haber kuyruklanmış, ihtimaller birer hakikat gibi bu hadisenin arkasına eklenmişti.
Her sokakta bundan bahsediliyor, her evde bu konuşuluyordu. Beni artık tanımayanlar da tanımıştı. Yolda görenler birbirlerine beni işaret ederek gösteriyorlardı.
“Bunun neresi kız! Kuyruklu yalan.”
“Bal gibi erkek. Üst tarafı laf.”
Hadise hakkında herkes biri fikir yürütüyordu. Bu arada “Kız fakir olduğu için aileleri arasına almayı layık görmediler. Ne yapsınlar, kızı oğlandan soğutmak için oğlana kızdır deyip çıktılar işin içinden” diyenler ekseriyeti teşkil ediyor, kimse benim kız olduğuma bir türlü inanmak istemiyor, daha doğrusu inanamıyordu.
Metin boyunca ailesi onu bedbaht etmek için elinden geleni yapsa da, Kenan her seferinde daha uzağa kaçarak yeni maceralara atılıyor.
Kenan Çinili’nin hatıraları bir macera romanı gibi sürükleyici ve merak dolu. Ancak bir açıdan da şehirden şehre, gönülden gönüle dolaşan bu Kazanova bir tutunamayan, bir aylak adam olarak da okunabilir. Kenan’ın handiyse roman denecek hatıralarında varoluşsal bir ıstırabın etkisi yer yer hissediliyor. Kenan’ın kendiyle beraber sürükleyip durduğu bir ıstırap bu.
Gelelim bu yazının başlığına. Yani Bay-Bayan’a.
Bir trans erkeğin hayatından, hatıralarından bahsederken Bay-Bayan başlığını seçmem transfobik bulunabilir. Sonuçta Bay-Bayan hem erkek hem kadın, erkekle kadın arasında gibi anlamları imliyor, trans varoluşu bir arada kalma hali olarak yorumluyor diye düşünülebilir. Ki Kenan Çinili’yi, bu ifadeyi takdim tehir ederek, yani ‘Bayan-Bay’ diye tanımlamayı seçen Hikmet Feridun Es de benzer bir açıklama yapmış yıllar önce.
“Eskiden ‘Hamfendi’ diye bir tabir vardı. Bunu şimdiki lisana çevirecek olsak ‘Bayan bay’ demek lazım gelir. Bayan kadını ifade eder, bay ise erkek lakabıdır. Kadın vücudu üzerine erkek elbisesi giyerek hem ‘Bayan’ hem de ‘Bay’ manzarasını birden gösterebilen Melekzat, ‘Bayan bay’ tabirine en uygun şahsiyet değil midir?”
Ancak yukarıda da değindiğim gibi, kendi kafa karışıklığından yahut hatıralarını kaleme alan, düzenleyen gölge yazar(lar)ın transfobik tasarrufundan dolayı Kenan metin boyunca erkeklik ve kadınlık arasında gidip gelir. Bu açıdan Bay-Bayan aslında metne uygun düşen bir başlıktır da denebilir.
Dahası, transseksüel teriminin bilinmediği bir dönemde, muhabirler Kenan Çinili’den bahsederken cinsiyet kimliğine atıf yapan pek çok tanımlayıcı ibare önermiştir. (Bunlar arasında en çekicisi ‘Erkek-Kız’ olsa gerek. Yine transfobik, aradalığa vurgu yapan bir ifade tabii.) Bu tanımlama, adlandırma çabasını imlemesi açısından da Bay-Bayan uygun bir isim.
Yine de Bay-Bayan’ın bambaşka bir anlamı ve göndermesi olmasaydı, başlık olarak onu seçmeyebileceğimi itiraf etmeliyim.
Bay-Bayan’ı tanımak ve anlamak için 1920’lerin sonuna gitmemiz gerek.
Peyami Safa, Server Bedi takma adıyla yazdığı Havva’nın Üvey Kızları romanında karısının aslında biseksüel olduğunu öğrenen Rıfkı’nın hikâyesini anlatır. Rıfkı karısının cinsel yönelimini, yani kadınlardan da hoşlandığını öğrendikten sonra bu konuda okumaya, araştırma yapmaya başlar ve Freud da dahil, pek çok bilim insanının yazdıklarını gözden geçirir. Vardığı sonuç şudur:
“Halkın yanlış bir telakkisi vardır. Halk zanneder ki bir insan ya kadın ya erkek olur. Bu telakkinin yanlış olduğunu fen ispat etmeye başlamıştır. Zira fennen sabit oluyor ki, bazı insanlarda hem kadın hem erkek alat-ı tenasüliyesi (cinsel organları) vardır. Yine fennen sabit oluyor ki, bilaistisna bütün insanlarda, her insanda mukabil (karşı) cinsten bir iz bulunur, yani erkekte kadın alat-ı tenasüliyesinden bir nebze vardır. Fakat bunlar pek küçük ve iptidai (ilkel) bir halde bulunur, ya başka bir vazife ifa ederler (iş görürler) yahut amelden sakattırlar (işlevsizdirler).
Demek ki insan, iptidaları (önceleri), aynı zamanda hem erkek hem kadınmış fakat zaman geçtikçe tekâmül (evrim) esnasında bu iki cinsiyetten bir tanesini kaybetmiş, fakat ondan harap bir iz muhafaza etmiştir.”[5]
Rıfkı bu düşüncelerini karısının yakın arkadaşı ve kendisi de biseksüel olan Semahat’a anlatır. Semahat onu onaylar.
“‘Vallahi doğru! Aşk olsun o alim adama… Neyle isterseniz temin ederim ki hakikat budur. Çünkü ben şimdiye kadar kendimde birçok defa erkeklik hissettim’ diyordu.
İşi alaya döküyorduk.
Ben ‘Aman, sakın birdenbire cinsiyetini değiştireyim deme’ diyordum, o gazetelerde Saim Bey olan Saime Hanım’ı misal getiriyordu.”
Saim Bey olan Saime Hanım… 1920’lerin sonunda, İstanbul’da… Kenan Çinili’den yedi sekiz sene kadar önce kendini var etmiş, basının ilgisini çekmiş başka bir trans erkek…[6]
Bu Saim Bey’in adı Mahmut Yesari’nin tiyatro anılarında da geçiyor.
“Bir gün dostum, şair Necdet Rüştü, Kadıköy’de evime geldi: ‘Seninle bir operet yapalım’ dedi. O mevzuu kısmen hazırlamış. O sıralarda Saime Hanım isminde bir bayan ameliyatla Saim Bey olmuştu. Necdet Rüştü, mevzunun çekirdeğini bir kadının erkek olması hadisesinden alıyordu.”[7]
Operet yazılır ve metne Çantada Keklik ismi verilir. 1932 sonu, hatta 1933 olmalı.[8] Şehir Tiyatroları’na verilir metin. Fakat iki buçuk sene ses seda çıkmaz. Bu süre sonunda, yani 1935 yılının yazında olması gerek, eser yeniden gündeme gelir. Necdet Rüştü opereti besteleyen Sezai ve Seyfettin Asaf’la Mahmut Yesari’ye gelir ve eseri Şehir Tiyatroları’ndan geri aldıklarını, Süreyya Opereti’nin oynayacağını söyler.
Fakat ufak bir isim değişikliğine gidilmiştir. Operet Çantada Keklik ismiyle değil, Bay-Bayan olarak sahnelenecektir.
Bay-Bayan, Saim Bey’den yola çıkılarak yazılmış operetin adıdır. Ekim 1935’te sahnelenmeye başlamış, büyük de sükse yapmıştır.
Bay-Bayan’ın 1935 yazında yeniden gündeme gelmesi de Kenan Çinili sayesinde olabilir mi?
Neden olmasın?
Kenan Çinili hakkındaki haberler, onun gazete ve dergilerin ilk sayfalarında kendisine yer bulması Necdet Rüştü ve bestekârları yeniden harekete geçirmiş, yüreklendirmiş olabilir.[9]
Bu yüzden, bugün elimizde bir kopyası dahi olmayan, Türk edebiyatında bir trans erkeğin öyküsünden yola çıkılarak yazılmış ilk metin olduğunu sandığım Bay-Bayan’ın ismini vermek istedim Kenan Çinili’nin hatıralarından bahseden bu yazıya. Saim Bey’e de bir selam olsun diyerek.
Kenan Çinili’nin anıları seksen yılı aşkın süre sonra bu yazıyla gün yüzüne çıkıyor. Seksen yıl önce bu topraklarda yaşamış genç bir adam bize sesini duyuruyor. Duyurabildiği kadar…
Haber gazetesinde tefrika edilen hatıratın ardından Kenan Çinili hakkındaki gazete haberlerini ve onun fotoğraflarından oluşan bir albümü bulacaksınız.
Kenan, yıllardır gazete ve dergi ciltleri arasında rastladığım trans bireyler arasında, hakkında en fazla şey öğrendiklerimizden, ardın- da en belirgin iz bırakanlardan biri. Bu açıdan, hem de 1935-38 yıl- larından bugüne ses verdiği, verebildiği için, hatta dünya çapında önemli ve öncü bir örnek. Bu sesin bugüne gelebilmesinde katkım olduğu için mutluyum.
(s. 1-12)
•
NOTLAR:
[1] “Erkekleşen Kızla Görüştük”, Yeni Asır, 4 Kasım 1937.
[2] Kenan’ın bundan haberi var mıydı? Bu adlandırma bilgisi dahilinde mi yapılmıştı? Tefrika yetmiş bir gün boyunca sürdüğüne göre, eğer hepsini bir kerede yazıp vermemişse, bundan rahatsız olmuş olmalı. Belki de bugün fobik bulduğumuz, saldırı olarak adlandırdığımız bu tavır o zaman ona rahatsız edici gelmemiş, geldiyse de bir şey diyememiştir.
[3] Hikmet Feridun Es, “Bayan Bay Anlatıyor”, Yedigün, 17 Kasım 1937.
[4] Hatıraları tefrika edilirken 26 yaşındadır Kenan. Sonrasında kaç yıl yaşamıştır? Neler yaşamıştır? Ne yazık ki bilmiyoruz. Bu tarihten sonra ona dair hiçbir bilgi, belge ya da habere rastlamadım.
[5] 1928 yılında Son Saat gazetesinde tefrika edilen Havva’nın Üvey Kızları bugüne kadar kitap halinde yayınlanmamıştır. Fakat yakın bir gelecekte, belki de bu kitapla aynı zamanda Ötüken Neşriyat tarafından basılacaktır.
[6] Ne yazık ki Saim Bey’e dair bir kaynak bulamadım henüz. Hakkında yapılmış bir habere, yazılmış bir yazıya rastlarım umarım günün birinde.
[7] Mahmut Yesari, “Tiyatro Hatıraları: Bay-Bayan”, Yedigün, 22 Temmuz 1939.
[8] Çünkü Mahmut Yesari anılarında o sıralarda tefrika edilmekte olan Tipi Dindi romanının finalini yazdığını söylüyor. Bu tarihe oradan ulaşıyoruz.
[9] Yine 1935 yazında, Memduh Şevket Esendal da yazdığı “Sofu Adamın Kızı” adlı öyküde trans bir erkeğe yer verir. “Bu ananın bir kız kardeşi vardır ki, bir sinir hastalığı geçirmiştir. Kendini erkek sanmış, ameliyat ile erkek etmeleri için hekimlere başvurmuştur. Sesi kalıncadır. Belki, erkek olmak düşüncesini, ona bu ses kalınlığı vermiştir. Bu kız kardeş bir aralık erkek olduğunu söyledi ve evlendiğini de haber verdi. Saçlarını kestirdi ki, o yıllarda kimse kestirmezdi. Erkek biçimi ve giyimi ile sokağa çıktı. Buna vardığını söyleyen bir genç kız da bulundu. Bu kız kardeşi ve onun karısını polisler tuttular, hekimlere gösterdiler…” Bu öyküye dikkat çeken Kıvanç Tanrıyar’a teşekkürü borç bilirim.