"Oidipus’un yani oğulun trajedisi aynı zamanda babanın trajedisi olarak da okunamaz mı? Oidipus’un trajedisi belki de gerçekte Laios’un trajedisidir. Oğul babanın günahını ödemektedir. Zira bir trajedi kahramanı olarak kaderine hiçbir dahli yoktur."
08 Temmuz 2021 14:43
Kral Oidipus anlatısı sadece Batı edebiyatının değil, aynı zamanda insanlığın kültürel mirasının da temel metinlerinden biridir. Freud, Oidipus mitini kolektif bilinçdışımıza ait en temel korkulardan birini açıklamak için kullanır: Ensest korkusu… Miti Sophokles merkezli bir okumaya tabi tutar. Halbuki hikâyenin farklı versiyonları mevcut. Ancak Sophokles’in oyunu teknik olarak polisiye bir hikâyeyi bir çeşit tümdengelim yöntemiyle parçalara ayırdığı için Freud açısından sanırım son derece kullanışlı olmuştur. Pek tabii Sophokles oyununu sergilemek için yazmıştır. Antik Yunan’da Oidipus’un hikâyesi herkes tarafından bilinmektedir, gizem yoktur, bu nedenle hikâye bir anlamda sondan başlar. Burada yeni olan, herkesin bildiğini Oidipus’un nasıl öğreneceği ve buna nasıl tepki vereceğidir. Oidipus tragedyası konusu ve yöntemi, olayların meydana gelme biçimi ve izleyicide ya da okuyucuda yarattığı etki bakımından Yunan tragedyaları arasında belki de en çarpıcı olanıdır. Bundan dolayı Sophokles’in Oidipus tragedyası felsefeden psikolojiye, sanata ve sosyal bilimlerin diğer alanlarına kadar pek çok disiplinde referans metin haline gelmiştir. Özellikle Aristoteles, Sophokles’in Kral Oidipus oyununu komedya ve destandan üstün tuttuğu tragedya örneğinin en mükemmellerinden sayar. Oyunu bir açıdan karakterin kaderiyle mücadelesi olarak da okuyabiliriz.
Oyunu kısaca özetleyecek olursak, Oidipus’un kral olduğu Thebai’de veba salgını çıkmış ve kentin kâhini salgının cezasız kalmış bir cinayet yüzünden çıktığını söylemiştir. Bu yüzden şehir artık lanetlidir ve lanet de ancak halihazırda şehirde olan suçlunun cezalandırılmasıyla kalkacaktır. Oidipus sorumlu bir kral olarak halkı önünde lanetin kaynağı olan suçluyu bulacağına söz verir. Ancak bu arayış hepimizin de bildiği gibi onu çok karanlık yerlere götürecektir.
Oidipus, Korinthos’ta Kral Polybos ile Kraliçe Merope’nin tek çocuğu olarak büyümüştür. Gençlik yıllarında evlatlık olduğuna dair söylentiler kulağına gelse de başlarda buna inanmak istememiş, ancak gerçeği araştırmak için kâhine gittiğinde lanetli olduğunu ve ileride babasını öldürüp annesiyle evleneceğini öğrenmiştir. Oidipus bunu duyar duymaz korkuya kapılıp Korinthos’a dönmeyerek kehanetten kaçmaya çalışır. Yolculuğu sırasında bir kavşakta yaşlı bir adamla ve yardımcılarıyla yol verme kavgasına girer. İş büyüyünce Oidipus yaşlı adamı ve kaçan biri hariç onun adamlarını öldürür. Thebai’e yaklaştığında Sfenks’in bilmecesini de bilerek şehri kurtarmış olur. Böylece Thebai halkı tarafından bir kahraman ve kral olarak karşılanır, şehrin dul kraliçesi Iokaste ile evlenir. Geçen mutlu, başarılı yıllardan ve dört çocuktan sonra oyunun başında anlatılan veba salgını başlayınca işler karışır. Bundan sonra Oidipus bir dedektif gibi ipuçlarını birleştirerek kendi felaketine doğru yelken açar.
Hikâyenin karanlık yönleri aydınlanınca anlarız ki, Oidipus babasını öldüreceği ve annesiyle evleneceği kehaneti yüzünden gerçek babası Kral Laios tarafından ayaklarından şişlenerek (Oidipus ‘şiş ayak’ anlamına gelir) ölüme terk edilmiştir. Ancak çocuğu ölüme terk etme görevi verilen kişi bebeğe kıyamayarak onu bir çobana vermiş, çoban ise bebeği çocukları olmayan Polybos ile Merope’ye teslim etmiştir. Oidipus evlatlık olduğunu bilmeden büyümüştür. Bu gerçek çeşitli tanıklıklarla aşama aşama ortaya çıkar. Sonuçta babasını öldürmemek için evinden kaçan Oidipus bir kavşakta karşılaştığı babasını öldürür. Sophokles bunun “üç yollu bir kavşak” olduğunu yazar. Üç yollu bir kavşak çok sağlam bir imgedir. Oğul Oidipus’a bir seçim şansı verilmiştir aslında. Başka bir yoldan da devam edebilecekken, kahramanımız kaçınılmaz olanı yapmıştır. Kavşak kuşakların ve arzuların çakıştığı yerdir. Baba ve oğul arzuların çakıştığı noktada bir seçim yapmışlardır. Oidipus şehirlerden ve insanlardan kaçabilmiş, ancak kaderinden ve lanetinden kurtulamamıştır. Gerçek ortaya çıkınca annesi Iokaste kendini asar, Oidipus ise gözlerini kör edip krallığı terk eder. Kendisine verdiği gözlerini kör etme cezası da son derece semboliktir. Zira gözleri baştan beri bir işe yaramamakta, gördüğünü düşünürken aslında hiçbir şeyi görmemektedir. O zaman bu işlevsiz organın varlığı gereksizdir.
Sophokles’in versiyonunda suçu kabullenme ve bilmeden yapılmış olsa da bunun gereği cezayı üstlenme vardır. Yaşanan utanç başka bir sonuca izin vermez. Sophokles’ten çok önce Homeros Odysseia’da Oidipus’tan bahseder. Ancak Homeros belki de suçun bilmeden işlenmesi nedeniyle Oidipus’un gözlerini kör etmesinden söz etmez. Ayrıca Homeros’un versiyonunda Oidipus acılar içinde de olsa krallığı yönetmeye devam eder. Ama burada da Iokaste intihar ederek Hades’in yolunu tutar. Her iki versiyonda da anne kendisini öldürür. Bir anlamda şöyle de söylenebilir: Homeros’un epik Oidipus’u Sophokles’in kaleminde trajik Oidipus’a dönüşmüştür. Epik kahraman acısını sırtlanırken, trajik kahraman içten içe çürüyerek onun altında ezilmeye mahkûmdur. Homeros’ta anne Iokaste’nin ölümü baba katlinden daha merkezî bir konumdayken, Sophokles’te bir yönüyle daha ataerkil bir bakış açısı hâkimdir.
Bu iki metinde epik ile trajedi arasındaki fark öne çıkmaktadır. Trajik karakterin arada kalmışlığı, bilmeyen ama eyleyen, gördüğünü sanan ama görmeyen durumu Oidipus’un açmazıdır. Sophokles’in tragedyası suç ve ceza üstüne kuruludur. Dedektif aynı zamanda suçludur, suçlu aynı zamanda cezayı verendir. Homeros’un epik Oidipus’unun çektiği acılarının kaynağı tanrılardır, oysa Sophokles’in trajik kahramanı kendi durumunu bilemeyişinin bedelini öder. Homeros’ta tanrıların kararıyla birlikte herkes hikâyeyi öğrenirken, Sophokles’in kahramanı herkesin bildiğini en son öğrenir. Sophokles’in kahramanı bir dedektif gibi sorular sorarak, insanlarla konuşarak, hem zanlı hem savcı olarak adım adım bilmediği şeyi bilmeye başlar ve böylece bilmenin getirdiği sorumlulukla bir trajedi nesnesine dönüşür.
Oyunun kilit noktası herkesin bildiği o meşum kehanettir ve oyun boyunca iki defa yorumlanacaktır. Bir erkek çocuğu doğacak, babasını öldürüp annesiyle evlenecek… Kehanetler yapısı gereği örtüktür. Doğrudan bilgi vermez, failler belirsizdir ve yorum gerektirir. Oidipus’un hikâyesindeki kehanet ise üstü kapalı olanların aksine, son derece açıktır. Nitekim baba Laios ve anne Iokaste kehaneti doğru yorumlamışlardır, sondaki felaket onların yanlış yorumundan kaynaklanmaz. Ancak Oidipus kendi durumunun farkında olmadığından kehaneti yanlış yorumlar ve yanlış yorum kehanetin gerçekleşmesiyle sonuçlanır. O zaman şöyle de söylenebilir: Olumsuz bir kehanet yanlış yorumlanmaya mahkûmdur.
Sigmund Freud, 75. doğum günü için Oscar Nemon tarafından yapılan büstü inceliyor.
Freud, Antik Yunan’daki seyircileri etkileyen bu oyunun bizi niye hâlâ etkilemeye devam ettiği sorusunu sorar haklı olarak. Aristoteles’e göre bunun nedeni açıktır. Tragedyanın evrenselliğinin kaçınılmaz sonucudur bu. Freud da benzer bir cevap verir aslında. Ona göre Oidipus’un yazgısı bizim de yazgımız olabileceği için bu kadar dehşet vericidir. Freud’a göre çocuk her şeyin merkezinde bir kraldır ve ödipal dönem her şeye kadir olmadığımız gerçeğiyle yüzleştiğimiz dönemdir. ‘Her şey’ derken en çok ebeveyn kastedilir. Freud için Oidipus Kompleksi’nin temelinde hem erkek hem de kız çocuğu için anne vardır ve her çocuk annenin sahibi, hatta bizatihi kendisi olmak ister. Freudyen modelde baba otoriteyi, yasayı, çocuk açısından hazzın karşısındaki engeli temsil eder. Freud ekolü psikanalitik yorumda, baba-oğul çatışması ve baba kaynaklı iğdiş edilme korkusuyla hikâye yorumlanırken, başka bir okuma anne-oğul ilişkisine ve anneden gelecek iğdiş edilme korkusuna vurgu yapar. Anne oğlunu dışarıdaki tehlikelerden, bilmenin ağırlığından ve sorumluluğundan korumak için araştırma yapmasını, kafasını karıştırmasını istemez. Bu hem onu tehlikelerden koruma hem de sembolik bir kastrasyondur aynı zamanda.
Sophokles’in oyunundan bağımsız olarak bu hikâye için şu soru sorulabilir. Bu hikâyenin trajik kahramanı gerçekte kimdir? Sophokles lanetin kökeniyle ilgilenmez. Hikâye farklı bir bakış açısıyla ele alınıp farklı bir okumaya tabi tutulursa, Oidipus’un yani oğulun trajedisi aynı zamanda babanın trajedisi olarak da okunamaz mı? Oidipus’un trajedisi belki de gerçekte Laios’un trajedisidir. Oğul babanın günahını ödemektedir. Zira bir trajedi kahramanı olarak kaderine hiçbir dahli yoktur. Onun tek suçu bilmemektedir. Ya da annesinin oyunda dediği gibi, olayları fazlasıyla kurcalamasıdır.
Yunan mitolojisinde tanrılar ölümlülerin başına türlü çoraplar örerler. Ancak bir ölümlünün lanetlenmesi küçük ya da büyük, tanrı nezdinde suç olarak kabul edilen bir şey karşılığında olur. Elbette söz konusu olan Yunan tanrılarıysa bu suç ziyadesiyle sübjektiftir. Doğmamış çocuğa biçilen lanetin muhatabı pek tabii kendisinden ziyade anne ve babası olmalıdır.
O zaman hikâyeyi bir de baba Laios’un açısından ele alabiliriz. Laios da tıpkı oğlu Oidipus gibi başka bir kralın yanında büyümüştür. Yanında büyüdüğü Kral Pelops’un genç oğlu Khrysippos’a âşık olmuş, duygularına karşılık alamayınca da ona zorla sahip olmuştur. Khrysippos ise bu utanca dayanamayarak kendini öldürmüş, baba Pelops da bütün Laios soyuna lanet okumuştur. Bir babanın haklı acısı gelecek de baba olacak birinin soyundan çıkacaktır. İşte Oidipus’un laneti aslında baba Laios’un lanetidir ve lanetten kaçmaya çalışan sadece Oidipus değildir; esas kaçma çabası babadan itibaren başlamıştır. Laios oğlunu ölüme terk ederken aslında kendi lanetinden kurtulmaya çalışmaktadır. Oysa hiç çocuk yapmaması kesin çözüm olacaktır. Nitekim diğer bir tragedya şairi Aiskhylos, Thebai’ye Karşı Yediler adlı oyununda bu konuyu işler. Kehanetten çocuk sahibi olmayarak kaçabileceği halde Zeus’un sözünü dinlemeyen Laios tüm soyunu lanetlemiştir. Yani Oidipus laneti babasından devralmış ve sorumlusu olmadığı bir eylemin faili olmak durumunda kalmıştır.
Laios’un trajedisi ise özlemle beklediği erkek evladın kendisini öldürüp annesiyle evleneceğini bilmesidir. Buradaki sembolizm çok tipiktir aslında. Baba, yerine geçecek, kendinden olan ve kendine benzeyenden kaçmaktadır. Bir yönüyle hikâye kendi gençliğinden korkan babanın korkuları üstüne inşa edilmiştir.
Son kertede tragedyanın özü belki de en kadim mücadelemizi anlatmaktadır. Bir anne ve babadan doğarız ve tüm hayatımız boyunca onlardan kaçamayız.
•
GİRİŞ RESMİ:
Oidipus mitine dair iki imge. Solda: Oidipus ile Sfenks, vazo resmi, M.Ö. 470 (Vatikan müzesi). Sağda: Oidipus ile Sfenks Gustave Moreau, 1864.