Ferit’in bilincinde bir gezinti

Romandaki tek hakikat, Ferit’in annesinin ölmüş, babasının Avrupa’ya kaçmış, kız kardeşinin veremle mücadele ediyor oluşu ve Ferit’in fakirliğidir

05 Aralık 2019 12:00

Aslında Berna Moran’ın ortaya koyduğu bir konuyu tekrar tartışmaya açmak ve bir kere daha düşünmek için yazıyorum bu yazıyı. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış 1'de[1] “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu” adlı yazısında, romanın anlatım tekniğini ele aldıktan sonra, bu tekniğin (yansıtıcı merkez[2]) romanın birinci kısmında başarılı bir şekilde işlendiğini, ikinci kısımda ise başarısız olunduğunu söyleyecek, ikinci kısımdaki bu başarısızlığınsa romanın bir tezinin olmasından ve tüm tezin Yahya Aziz tarafından sunulmasından kaynaklandığını belirtecektir. Dolayısıyla Moran’a göre, Ferit’in dönüşümü çok hızlı gerçekleşmiş, daha doğrusu gerçekleşememiş, çok kısa bir zamana çok fazla olay girmiş, kitap özellikle ikinci bölümde metapsikoloji hakkında bilgi veren bir risaleye dönmüş, tüm bu sebeplerden dolayı da roman inandırıcılığını ve anlatıcı ikna kabiliyetini yitirmiştir. (237-258) Moran’ın büyük ölçüde haklı olduğu ortada fakat benim onun fikirlerine, anlatıcı ve bilinç sunumu noktasından yaklaşıldığında ufak bir itirazım ve bir eklemem olacak.

Öncelikle romanın baş kişisi Ferit’i tanımalıyız ama neden? Çünkü Ferit bir yansıtıcı merkezdir ve tüm hikâyeyi onun gözlerinden görürüz. Roman bir rüya ile açılacaktır. Bu durum başka bir anlatıcı tercihinde de karşımıza çıkabilir ama devamında şunları okuyacağız:

Gözlerini açtı. Uyanma duygusunun etrafında pek az aydınlatan loş bir bilgi halesi içinde, sesin rüya bittikten sonra kesilmediğini yarım yamalak idrak etmeye başlamıştı. Sağ yanındaki duvara değen dirseğinin ucundan yukarıya doğru yürüyen kireç solukluğu, yokluğun içinden yavaş yavaş çıkan bir kolunu ona tamamıyla keşfettirdiği anda, nefsiyle dışarda bir madde arasındaki temasın delâletinden gelen taze bir idrak, bütün vücudunu mekân içinde tesis etmesini kolaylaştırdı ve bir derece daha uyandı.[3] (7)

İlk cümlede anlatıcı somut bir durumu sergileyecek, sonraki iki cümlede ise (“idrak etmeye başladı” ve “bütün vücudunu mekân içinde tesis etmesini kolaylaştırdı” kısımlarına dikkat edilirse) kurmaca varlığın bilinci sunulacaktır.[4] Bu bilinç sunumları sadece bir kere Yahya Aziz’in bilincinin bir paragrafta sunulması (227) haricinde kitap boyunca Ferit’in bilincine aittir (50, 65, 75, 77, 188, 191, 201-2 vs.). Hatta söz konusu sunumlar bazen öyle bir noktaya varacak ki, diğer kurmaca varlıkların konuşmaları bile okura Ferit’in bilincinden süzülerek ulaşacaktır. Bunun en iyi örneğini sayfa 239-54’te tam bir bölüm boyunca devam eden Fotika’nın Matmazel Noraliya’yı anlattığı kısımda görürüz. Kısa bir örnekle gösterecek olursam, Matmazel Noraliya’nın babasıyla annesinin nasıl âşık oldukları şöyle aktarılacak: 

Birbirlerini görür görmez vurulmuşlar. “Ama nasıl”, diyor Fotika, “göz göze gelir gelmez.” İkisi de güzelmiş. Albümü saklıyor Fotika. Resimlerini göstersin de görsünler. Mecit Bey’de gözler tıpkı Noraliya’nın gözleri, ahu gibi. […] (239)

İlk cümlede geçmiş zamanda bir olayın aktarıldığı düşünüldüğünde zaman kipi doğal olarak böyle seçilmiş gibi gözükecek. Sanki Fotika başkasından dinlemiş de okur ondan dinliyormuş gibi. Halbuki devamında “diyor Fotika” ve ileride “resimlerini göstersin de görsünler” kısımlarını okuduğumuzda fark ettiğimiz, Fotika’nın olayları başkasından aktarıyor olup olmamasından bağımsız bir şekilde, Fotika’nın anlattıklarının bize bir başkası (elbette Ferit) tarafından aktarılıyor oluşudur.[5] Tüm bu bilinç sunumlarıyla birlikte biz roman boyunca Ferit’in iç hesaplaşmasını izlemiş oluruz. Buna Ferit’in bulunmadığı hiçbir ortamın anlatılmadığını da eklediğimizde onu tanımanın önemi tamamen ortaya konulmuş olur. Peki Ferit kimdir, nasıl bir insandır?

Aslında bu, Ferit’in de aradığı bir cevaptır, önce bir yemek masasında kendisini tanıtacak (61) ardından oradan ayrılacak ve bir “ayna” arayacaktır. Burada ayna Ferit’in gelgitlerini anlayabilmemiz için oldukça önemli bir metafordur. Çünkü ayna sadece görüneni gösterir, düşünceleri değil, oysa insan göründüğünden ibaret değildir. Ferit’in Tıp eğitimi almaya başlayıp Felsefe bölümüne geçmesi de (maddiden maneviye) bu bağlamda ustalıkla kullanılmıştır. Bunu başka bir yerde Ferit’in “hakikati aramak” vurgusu (76) izleyecektir fakat hakikat nedir?

Bence romandaki tek hakikat, Ferit’in annesinin ölmüş, babasının Avrupa’ya kaçmış, kız kardeşinin veremle mücadele ediyor oluşu ve Ferit’in fakirliğidir. Bunlar bize Ferit’in psikolojisinin ne kadar kötü olduğunu gösterir. Tüm bunlara Ferit’in siyah bir köpeğin kendisini takip ettiği düşüncesi ile birlikte gerçek ile rüyayı birbirine karıştırdığı, birtakım psikolojik buhranlar geçirdiği kısımlar da eklendiğinde yeterince güvenilmez bir kurmaca varlıkla karşı karşıya kaldığımız anlaşılacaktır. Anlatıcı da onu yansıtıcı merkez olarak seçtiğine göre artık ona da güvenemeyiz. Şu şartlarda anlatıcı okuru zaten ikna edemez, dahası ikna etmek için de seçilmemiş gibidir. Daha doğrusu söz konusu anlatıcı bizi, metapsikolojiye değil Ferit’e yakınlaştırır ve amacı olsa olsa Ferit’in psikolojisini olabildiğince iyi sunmak olabilir. Doğal olarak sunulan Ferit’in dönüşümü değil, onun hayatının on beş günlük bir kısmından ve bu esnada yaşadığı psikolojik sıkıntılardan ibarettir. Kaldı ki Ferit aslında o kadar da değişmemiştir. Çünkü romanın sonlarında kardeşi Nilüfer’e “Ben artık o eski züppe değilim. Bambaşka bir adam olduğumu göreceksin.” (280) dedikten hemen sonraki bölümde Selma’nın bacaklarını görecek ve bu teklifi reddedecektir fakat hemen ardından gelen aşk üzerine gerçekleştirdiği monologda (286-7) “Fakat bacakların ne güzeldi. Dizinden ayak parmaklarına kadar inen çizgide…” cümlesindeki arzuyu duymaya devam edeceğiz. O halde şunu soruyorum: Ferit ne kadar tutarlıdır? Neredeyse hiç. Böyle bir durumda, Ferit’teki ikna edici tek dönüşüm sadece eylem sahasında (Selma’nın bacaklarını arzulamak ama arzusunu eyleme geçirmemek) ise, ondan okuru ikna etmesini beklemek yanlış olur. Bu sebeple bence Matmazel Noraliya’nın Koltuğu için olsa olsa bir arayışın romanıdır denilebilir ama bu durumda da Yahya Aziz’i, Matmazel Noraliya’yı ve onun defterlerini, Vafi Bey’i, Muhallebiciyi, pansiyondaki Zehra’yı nereye konumlandıracağız?

İşte Berna Moran’ın haklı olduğu kısım tam da burada ortaya çıkıyor. Roman, onun ve birçok araştırmacının da belirttiği gibi bir tez ortaya koyar ve bu tezi kanıtlayabilmek adına da yukarıda saydığımız kişiler ve olaylar sıralanır. Söz konusu tez, Moran’ın da belirttiği üzere mistik bir dünya görüşünün savunulmasıdır. (245) İnsanın benini aşıp Allah’ta erimesidir. (250) Fakat olaylar çok fazladır, özellikle Yahya Aziz’in söyledikleri bir roman için fazla didaktiktir ve tüm bunların gerçekleşmesi için tanınan zaman on beş gün gibi kısa bir süredir ki bir insanın değişmesi için de çok kısa bir zamandır bu. Moran’ın da belirttiği gibi tüm bu aşırılık, hız (Ferit’in romanın başında Ateist olduğunu da bildiğimize göre) romanın tezinin yeterince iyi işlenmesini engellemiştir ve Moran’a göre bu değişim daha yavaş işlenseydi başarıya ulaşılabilecekti. (255) Fakat bence daha yavaş işlenmesi bu roman için bir çözüm olamaz. En başta romanın anlatıcısı yanlış konumlandırılmıştır ve tüm bu sorunlar ondan kaynaklanmaktadır. Özellikle ilk bölümde biz Ferit’in güvenilmezliğine rağmen ona öyle alışırız ki, Yahya Aziz konuşmaya başladığında ve Ferit geri plana çekildiğinde (bu konuşmaların bir kısmı Ferit’in bilincinden süzülse bile) kafamızda bir soru işareti oluşur. Bu soru işaretinin nedeni konuşmaların didaktik oluşundan daha çok anlatıcının odağının daima Ferit’te oluşudur. Bununla birlikte bu anlatıcı Ferit’i, yansıtıcı merkez seçmenin yanında onun bilincini sıkça sergileyerek, o kadar iyi tanıtmıştır ki bize (Birinci bölümün başarılı görülmesi de bu sebepledir.) artık onun tutarsızlıklarını, yetersizliklerini[6] bile görebiliriz ve bu da bizi romanın tezine ulaştırma noktasında çok büyük bir engel oluşturmaktadır. Buradaki sorun, anlatıcının Ferit’i yansıtıcı merkez seçmesi, onun düşüncelerini ve psikolojisini neredeyse ânı ânına vermesi ve bu düşünceleri verirken Ferit’i çok iyi tanımamızı sağladığı için onun tutarsızlıklarını da görmemize neden olmasıdır. On beş gün gibi kısa bir sürede bu tutarsızlıkların ortaya çıkması elbette oldukça doğaldır ama bana kalırsa süre uzasaydı da bir şey değişmeyecekti çünkü Ferit yazarın tezini ortaya koyabilecek şekilde dönüşebilecek “o kişi” değildir aslında. Bunun farkında olan Peyami Safa da romana Yahya Aziz, Matmazel Noraliya gibi kurmaca varlıkları sokar fakat anlatıcının onlarla, bu anlatım tekniği tercihinde Ferit’le kurduğu yakınlığı kurması imkânsızdır. Onlarla yakınlık kurmadan onların fikirlerine okuru iknâ etmesi de bir o kadar mümkün değildir. Dolayısıyla ya tezden ya da bu anlatım tekniğinden vazgeçmesi gereken Peyami Safa her ikisini de kullanmayı tercih ederek okuru ikna etme imkânını elinden kaçırmıştır. Biz bu romanda çelişkileri canlı gördüğümüz kadar fikirleri cansız görüyoruz.[7] Oysa yazar, Ferit’i yansıtıcı merkez seçmek yerine, onun karşısına bir kurmaca varlık daha konumlandırmış (söz gelimi Matmazel Noraliya ya da Yahya Aziz ile benzer bir yakınlık kurmuş) olsa ve Ferit’i çelişkileriyle baş başa bırakarak iki kutup oluşturmuş olsaydı okuru ikna etme imkânını da yakalamış olacaktı.

Toparlayacak olursak, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, anlatıcısının konumu bakımından başarılı bir arayış romanı olabilecekken, Peyami Safa’nın romanın tezi konusunda diretmesi ve tüm olayları, konuşmaları ve hatta “sözde dönüşümü” bu şekilde sıralaması bakımından başarısız bir tezli roman olmuştur. Romanın en başarılı kısmı Ferit’in bilincinde yaptığımız gezintidir ki Safa bu kısımları romanın başından sonuna gerçekten de ustalıkla işlemiştir.

 

Notlar

[1] 2009, İletişim Yayınları

[2] Anlatıcının tek bir kurmaca varlığı odağa aldığı ve tüm hikâyeyi onun odağında anlattığı bir anlatım tekniğidir. Anlatıcı bunu yaparken zaman zaman kurmaca varlığa o kadar yaklaşır ki o anda konuşanın anlatıcı mı, kurmaca varlık mı olduğu anlaşılamayabilir. Bu konuda ayrıntılı bilgi için Bkz: Wayne C. Booth, Kurmacanın Retoriği, Metis Yayınları, 2012, İstanbul

[3] Yazı boyunca romandan yapılan alıntılar: Peyami Safa, Matmazel Noraliya’nın Koltuğu, Ötüken Yayınları, 2004, İstanbul

[4] Bilinç sunumu, kurmaca eserde kurmaca varlığın bilincinin okura aktarıldığı kısımlar için kullanılan bir kavramdır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: Dorrit Cohn, Şeffaf Zihinler, Metis Yayınları, 2008, İstanbul

[5] Sayfa 300’de “Aziz’e göre diyalektiğin üçüncü hareketine henüz çıkılmamıştır ve sentez mümkündür.” cümlesiyle başlayan uzunca paragraf da yine Ferit’in bilincinden süzülecektir.

[6] Özellikle inanç konusunda, dua etmeye başladığında huzuru bulduğunu söylese de, her soruyu Yahya Aziz’e sorması onun inancının ne kadar da altı boş olduğunu bize açıkça gösterir.

[7] Romanın birinci bölümünün beğenilmesi, ikinci bölümünün beğenilmemesi de bu sebepledir.