Jonathan Franzen... O, çağdaş dünya edebiyatının en donanımlı ve en çok konuşulan yazarlarından biri. Türkçeye yeni çevrilen kitabı Uzaktaki ve yayımlanmış diğer kitapları bunun ispatı...
11 Haziran 2015 15:00
Modern insan tanımının oluşmasına Marx ve Freud ile birlikte en büyük katkıyı 1859’da yayımladığı Türlerin Kökeni isimli kitabı ile Charles Darwin yaptı. Darwin’in evrim teorisi homo sapiens olarak insanı evrenin ve diğer canlıların bir parçası yaparken diğer yandan her bireyin farklı evrimsel süreci ile eşsiz olduğunu gösteriyordu. Darwin’in evrim ve doğal seçilim kuramlarını geliştirmesinde en önemli etken Pasifik Okyanusu’nda bulunan Galapagos adalarında gözlemlediği saka türüne ait kuşlar oldu. Her ne kadar anakarada görülen diğer sakalara benzerlik gösterseler de Galapagos adasına özgü beslenme gereklilikleri bu kuşların gagalarının değişik biçimlerde gelişmesini ve farklı bir kuş türünün ortaya çıkmasını sağladı. Bu gözlem Darwin’i canlı türlerinin farklı doğa koşullarında, ayrı ihtiyaçlar ışığında evrildiği sonucuna götürerek sadece yüzyılın değil gelecek nesillerin de insana bakışını değiştirdi.
Edebiyat da evrim teorisine benzer bir etkiye sahip insanı anlatmak ve anlamakta. Her roman, şiir ya da öykü, kurgusu, karakterleri, anlatımı, şekilsel özellikleri ile bir yandan biricik bir tecrübe yaratırken diğer yandan zaman-mekân sınırlarının kaybolduğu, okuyucunun varoluşsal yalnızlığının bir nebze de olsa hafiflediği ortak bir paylaşım alanı yaratıyor. Darwin’e canlıların evrimini anlatan kuşlar yeterince dikkatle incelendiğinde edebiyata dair de pek çok ipucu barındırdıkları görülebilir. Edebiyat da tıpkı atası dinozorlardan evrilerek hayatta kalmayı başaran kuşlar gibi, büyük anlatılardan evrilerek varolmaya devam ediyor günümüzde. Kuşlar gibi edebiyat da parçası olduğu ekosistem içindeki düşünce tohumlarının yayılmasında önemli bir rol oynuyor. Farklı kuş türleri gibi farklı edebiyat eserleri de değişik seslerde, renklerde ve boylarda çıkabiliyor karşımıza. Ancak günümüzde habitatları git gide kısıtlanan kuşlar gibi edebiyat da gelişen teknoloji ve sosyal medyanın önlenemez yayılmacılığı ile birlikte yok olma tehdidi altında. Elimizde bizi her an ‘meşgul’ eden akıllı telefonlarımız olduğu sürece edebiyata ihtiyacımız daha kolay sorgulanır hale geliyor. Eğer şehirdeki gündelik yaşantımızda karşımıza çıkan güvercin ve martıları Twitter’ın cıvıltılarına benzetirsek, balık baykuşu, kırmızı taçlı turna ya da tepeli ibis gibi nadir kuşların edebiyattaki karşılıklarını görmek için kalabalıktan uzaklaşmak, parçası olduğumuz ekosistemin içinde sabırla ve sessizlikle kalmak ve izlemek gerekiyor. Kuşlar ile edebiyat arasındaki bu benzerliği fark eden yazarlardan biri Jonathan Franzen.
1959 yılında Amerika’nın Ortabatı eyaletlerinden Illinois’de üç erkek kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelen Jonathan Franzen bugün Amerikan edebiyatının en önemli temsilcilerinden. Franzen üniversitede ana branş olarak Almancayı seçiyor ve kazandığı Fulbright bursu ile bir yıl Berlin’de okuyor; yazılarına ve düşüncesine damgasını vuran Alman edebiyatı ile de bu sayede tanışıyor. 1982 yılında üniversiteden mezun olur olmaz yazar Valerie Cornell ile evlenerek Boston’a taşınıyor. Burada aradığını bulamayan çift 1987’de New York’a taşınıyor ve bir yıl sonra Franzen ilk romanı Yirmi Yedinci Şehir’i (The Twenty-Seventh City) yayımlıyor. Bol hiciv sosuna bulanmış bir bilim-kurgu romanı olan Yirmi Yedinci Şehir eleştirmenlerden oldukça iyi yorumlar alsa da Franzen 2010’da Paris Review ile yaptığı röportajında bu ilk romanın yeteri kadar kişisel tahlil içermediğini söylüyor. 1992 yılnda ise ikinci romanı Güçlü Hareket (The Strong Motion) yayımlanıyor. İnsan ilişkilerindeki sarsıntıyı yeryüzünü sarsan bir deprem üzerinden anlattığı bu romanı için Josh Rubins The New York Times’da yazdığı eleştirisinde katmanlı hikâye örgüsünü ‘roman içinde roman’ olarak nitelendiriyor.
İlk iki romanı ile ismini duyurarak edebiyat çevrelerinde kendine bir yer edinen Franzen’a esas şöhreti ise 2001 yılında yayımlanan Düzeltmeler getiriyor. New York Times tarafından yılın en iyi kitabi seçilen ve Ulusal Kitap Ödülü’nü (National Book Award) kazanan Düzeltmeler ayrıca PEN/Faulkner ve Pulitzer gibi saygın ödüllere aday gösteriliyor. Dünya çapında üç milyon kopya satan kitapta Franzen ilk iki romanında türlü alegorilerle etrafında dolaşıp içine giremediği eve bu kez kaçınılmaz bir biçimde geri dönüyor.
İngilizce’de ‘evde olmak’ deyimi her ne kadar huzurlu ve güvende hissedilen durumları anlatmakta kullanılsa da Jonathan Franzen için ‘evde olmak’ Freud’un tekinsiz -das unheimliche- kavramına daha yakın; tanıdık olduğu kadar yabancı bir his. Franzen Düzeltmeler’de tanıdığı, bildiği ama kendini bir o kadar da yabancı hissettiği evi tüm dürüstlüğü ile anlatırken ortaya çıkan rahatsızlıkları düzeltmeye çalışmıyor. Artık işe yaramayan kavramlar, teknolojiler ya da çalişmayan vücutların yarattığı hayal kırıklığı ve endişeyi yaratıcı gücünün yakıtı olarak kullanıyor Franzen. 11 Eylül saldırılarından hemen önce yayımlanan roman, Amerika’nın ikiz kulelerle birlikte yıkılacak olan umut ve değerlerine dair şaşırtıcı tutarlılıkta bir öngörüde bulunuyor.
Franzen’ın popülerliği Düzeltmeler Oprah Winfrey’nin kitap klubüne seçilmesi ile birlikte hızla artıyor. Kitabın üzerine yapıştırılan Oprah etiketi satışlarda sihirli bir dokunuş etkisi yaratırken Franzen’ı da popüler kültürün orta yerinde spot ışıkları altında çırılçıplak bırakıyor. Oprah ile yaptığı röportajdan kısa bir süre sonra Franzen katıldığı bir başka söyleşide Oprah etiketinin kitabın kadınlar için olduğu izlenimi yaratarak hali hazırda okumayan erkekleri daha da uzaklaştırdığını söylüyor. Bu açıklama sonrasında Franzen sadece Amerika’daki en etkili güçlerden biri olan Oprah Winfrey’yi karşısına almakla kalmıyor ayrıca elitizm ve kadın düşmanlığı suçlamaları ile de karşı karşıya kalıyor. Ulusal Kitap Ödülü’nü kabul ederken yaptığı konuşmada Oprah’ya da teşekkür ederek aradaki buzları eritmeyi başaran Franzen böylelikle sevgi ve nefretten oluşan şöhretin acı-tatlı sosunun tadına bakmış oluyor.
2010 yılında yayımlanan Özgürlük Franzen’i Amerika’nın harika çocuğu yapıyor. Özgürlük ile Franzen en iyi bildiği yere Orta Amerika’daki aile evine dönerken, Oprah etiketi de bir kez daha kitabın kapağındaki yerini alıyor. Yüksek satış rakamları, ödüller ve röportajlar devam ederken Franzen bu kez çıtayı daha da yükseltiyor ve Time dergisinin kapağında yemek porsiyonlarından arabalara her şeyin büyüğünün kabul gördüğü Amerika’da ‘Büyük Amerikan Romancısı’ başlığı ile yer alıyor.
Franzen kendisinin de rahatsızlığını sıklıkla dile getirdiği sistemin en büyük mekanizmaları tarafından övgüye boğulurken eleştiri sesleri de gecikmiyor. Franzen’ın küçümsemekle suçlandığı kadın edebiyatının önemli isimlerinden Jodi Picoult ve Jennifer Weiner erkek egemenliğinden duydukları rahatsızlığı dile getirirken Weiner ‘Franzenfraude’ kelimesini de popüler eleştiri kültürünün sözcük dağarcığına ekliyor. Tüm bu tartışmalar bir yandan da Amerikan kültürünün büyüklük hayranlığının sorgulamasına sebep oluyor. Cherly Strayed gectiğimiz aylarda New York Times’da bu takıntıyı ele aldığı yazısında sorunun Franzen ya da başka bir yazarda olmadığını söyleyerek esas sorgulanması gerekenin sanatı bir yarış, Amerika’yı da homojen bir bütün olarak temsil eden algı olduğunun altını çiziyor.
İki büyük romanı Düzeltmeler ile Özgürlük arasında geçen on yıla yakın süreye bakarak Franzen için yazmanın kolay olmadığı söylenebilir. Yazmak icin tıpkı bir kuş gözlemcisi gibi sessizlik içinde tüm dikkatini toplayarak, çalışması, teknolojinin getirdiği dikkat dağınıklığından uzak durması gerekiyor. İhtiyaç duyduğu koşulları ise bir keşiş invizasına benzer koşullarda düzenlenmiş Manhattan ofisinde buluyor. Dış dünyadan gelecek tüm dikkat dağınıklıklarını engellemek için ışığın bile en az ölçüde girmesine izin verildiği ofiste internet bağlantısı yok. Çalıştığı bilgisayardaki Ethernet girişini de etkisiz hale getiren Franzen işini şansa bırakmıyor ve oyun yükleyebileceği hafıza kartını da ortadan kaldırıyor. Yarattığı bu habitatta hayatta kalmanın yolu ise sabırla ve kararlılıkla yazmaya devam etmek.
Franzen’ın ilk kitabını henüz satmadığı gençlik yıllarında para kazanmasını sağlayan ise dergilere yazdığı yazılar olmuş. Halen The New Yorker için yazan Franzen’ın deneme ve eleştiri yazıları kurgunun eğlence vaadi olmadan yazarı duymak ve tanımak için iyi bir fırsat. Franzen’ın keskin gözlem yeteneği, üstün ifadesi ile birleşiyor, okuyucuyu çesitli katmanlarda alay, hiciv ve hüzün dolu bir yolculuğa çıkarıyor düz yazıları. Her satır Franzen’ın yazmaya duyduğu tutkulu ve saygılı bağlılığı bir kez daha yenilediği bir söze dönüşüyor. Yazılarındaki ciddiyet ise tek kaşı havada bir sözde-entellektüeli değil, çok yanılmış, hata yapmış birinin kırılganlığını barındırıyor. Sevdiklerine de rahatsızlık duyduklarına da aynı özenle yaklaşırken, okuyucuyu bunaltmadan kendi sesini duyuruyor Franzen. Iyi çocuk olmanın da isyankar olan kadar yaratıcı malzeme barındırabileceğini kendi geçmişi ile tekrar tekrar girdiği hesaplaşmalarda keşfederken, renkli anekdotlarla felsefi tartışmaları ustalıkla harmanlıyor. Franzen’ın en büyük cazibesi okuyucuyu ağdalı, nostaljik bir sempati duygusu ile boğmadan keskin zekası ile etkilerken, tökezleyip düştüğünde kendisine okuyucu ile birlikte gülebilmesinden kaynaklanıyor.
Yakın zamanda Sel Yayıncılık tarafından Türkçe’ye kazandırılan Franzen’ın çeşitli mecralarda yayımlanmış yazılarının ve yaptığı konuşmaların bir derlemesi olan Uzaktaki yazarı kurmacalarından tanıyanlara kişisel bir içgörü sunarken, henüz Franzen ile tanışmamış okura çağdaş edebiyatın en donanımlı yazarlarından biri ile tanışma fırsatı sunuyor. Teknolojiden, çevre kirliliğine, kuş gözlemciliğinden çocukluk anılarına, dostu ve edebi nemesisi David Foster Wallace ile olan ilişkisinden Alman edebiyatına uzanan bir yelpazedeki yazılarında Franzen kimi zaman şeytanın avukatlığına soyunurken kimi zaman da modern hayatın getirdiği beklentilerden duyduğu bıkkınlığı her zamanki soğukkanlı dürüstlüğü ile anlatıyor.
2011 yılında Kenyon College’ın mezuniyet töreninde yaptığı konuşmanın metni kıtabın ilk yazısı. Üniversiteden mezun olmaya hazırlanan gençlerin kalbine giden yolun Twitter, Facebook gibi sosyal medya devlerinden geçeceğini kolaylıkla öngören Franzen ‘tüm kötülüklerin anası’ bir teknoloji tanımı ile başlıyor konuşmasına. Sosyal medyanın narsisizm pompalayan yapay sevimliliğini soğuk ve ağır bir beton parçası gibi ortaya koyduktan sonra sevgiye olan ihtiyacımızın altını çiziyor. Ancak Franzen için sevgi de tıpkı ev gibi huzurlu bir IKEA reklamı olmaktan uzak; sevgi, içinde tekinsizliği, acıyı ve hayal kırıklığını barındıran ve işte bu yüzden sosyal medyada kurmaya ve sürekli korumaya çalıştığımız bütünlüğümüzü tehdit eden bir duygu ve yine bu yüzden de en çok ihtiyaç duyduğumuz.
Kitaba ismini veren ‘Uzaktaki’ ise okundukça yeniden keşfedilen, Franzen’ın tüm yeteneğini ortaya koyduğu şaşırtıcı kimi zaman da ürkütücü bir deneme. Romanın ne olduğu ve nasıl ortaya çıktığını sorgularken tıpkı Robinson gibi ıssız bir adaya giden Franzen burada dostu David Foster Wallace’ın intiharı ile de yüzleşiyor.
Bireyselliğin bir kutlaması olarak yine bir ada olan İngiltere’de ortaya çıkan romanın ilk örneğinin ıssız bir adada tek başına hayatta kalan Robinson Crusoe’yu anlatması yalnızlık ile yazma eylemi arasındaki bağlantıyı kolayca kurmamızı sağlıyor. Darwin’i evrim teorisine götüren Pasifik Okyanusu Franzen’a de yol gösteriyor; okyanusun güneyinde bulunan ıssız adada geçirdiği günlerde mutlak yalnızlığın yazmak için yeterli olmadığını görüyor. Yazmak tıpkı yaşamak gibi ancak ve ancak bir başkası ile girilecek bir ilişkinin tehdidi ve tedirginliği ile mümkün oluyor. Robinson’un ıssız adasında karşısına çıkan ayak izleri gibi, ilişkilerin vaad ettiği tehlike yazmayı ve yaşamayı ilginç kılıyor.
Jonathan Franzen parçası olduğu ekosistemin içinde ilişkilerin tehdidi altında yaşarken duyduğu endişe ile yazarak başa çıkabilenlerden. Yazmak tıpkı kuş gözlemciliği gibi Franzen’a herşeyin yolunda olduğu mesajını veriyor. Elimizin altından kayan değerlere, asla garantisi olmayan ilişkilere ve ne kadar büyürsek büyüyelim, uzağa gidersek gidelim huzursuz etmeye devam eden evimize rağmen kuşlar uçuyorsa eğer her şey yolunda demektir. Franzen’ın yazılarını okumak da nadir görülen kuşları izlemeye benzer bir huzur ve zafer duygusu uyandırıyor. Franzen ‘uzaktaki’ büyük Amerikan kartalı gibi süzülürken onu izlemek yalnızlığımızı bir nebze de olsa teselli ediyor.